Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
rjantinli yazar Jorge Luis Bor" * 14 Haziran 1986 gılnü Isviçre'nin Cenevre kentinde bir yıldır çektiği karaciğer kanserinden ölmeden seksen yedi yıl önce, 1899'da Buenos Aires'te doğdu. Doğumuyla birlikte de, giderek, çağımızın en özgün yazarlarından birinin yazın uğraşına bağlanan yazgısı, en yakın çevresince dokunmaya başladı. Büyükannesi lngiliz olan Borges, çifte "anadil li yetişecck, "tngilizsever"liğinin temelleri daha o günlerde oluşacak, dahası hem Arjantinli yazarların en Arjantinlisi, hem de Edgar Allan Poe kadar "Amerikah", Franz Kafka kadar "Avrupalı" olmasının ilk nedenleri burada yatacaktı belki de. Babası, ilkin hukuk öğrenimi görmüş, ardından romancılik denemelerine bulaşmış, ruhbilim hocalığı yapmış, Spencer'ın müritliğine soyunup "felsefi anarsist" olmuş cins bir adam. Doksanlarına kadaı yaşayan annesinin sonralan, babayanlı körlük döneminde' Borgcs'in yanından ayrılmadığını, nerdeyse yazmanlığını Ustlendiğinı biliyoruz. Ama aynı annenin William Saroyan, Nathaniel Hawthorne, Virginia Woolf ve Herman Melville gibı yazarları îspanyolcaya çevirdiğini çok sonraları öğreniyoruz. Uzun bir süre, bu yazarları Borges'm kendisinin çevirdiğinı sandıktan sonra... Bir de, edebiyat kırgını babasının o "biiyülü" kütüphanesi var kuşkusuz. Borges'in erişkinliğinde, "Ben gerçekte hep orada yaşadım", diyeceği camekânlı kütüphane... Bahçeye ya da sokağa çıkıp oynayacağı yerde tozlu kitaplann arasında kaybolduğu, Tom Miks ya da Zagor yerine Cervantes'in "Don Quixote"sini, Robert Louis Stevenson'ın "Define Adası"nı okuyarak emeklemeden yürümeye geçtiği, ileride belli belirsiz bir yazgıyla uzun zaman görev üstleneceği Ulusal Kütüphane'ye, belki de "Babll Kitaplıgı" adlı öyküsüne dönüşecek olan kütüphane.. Altı yedi yaşlarında yazmaya başlayan Borges'in, çok sonraları bir gün, "Benden yazar olmam bekleniyordu," demesi boşuna mı? Ama gene de, bugün tanıdığımız bu olağandışı yazarı tanımlamaya ne anneannesi, ne anababası, ne de babasının kütüphanesi yeterli. Sanatçı ailelerin bağrına doğan, anasından babasından yazarlık sütü emen, ama bugün yazamadıkları şiirlerin bunalımıyla, kapağında "roman" yazan romanlarıyla yaşayan az mı adam tanıyoruz? Siyasal çalkantıların iniş çıkışlarıyla yüklü, patlayan silahların romanlarından ve futbol maçlarından bile eksik olmadığı Latin Amerika'da bir edebiyat dinginliği adası Borges. Üniformasız diktatör Juan Domingo Peron'un Nazilere kucak açtığı günlerde olsun, apoletli zorba Videla'nın Arjantin'e Dünya Futbol Kupası'nı kazandırıp en güzel insanlarını, onurunu ve Falkland Savaşı'nı kaybettirdiği dönemde olsun, Borges'i "sırça kütüphane"sinden hiç çıkmamış olmakla suçlayabilirsiniz. Annesiyle kızkardeşinin Peron'a kafa tutmaktan kodese düştüklerini; Borges'in Peron'u yeren bir bildiriye imza attığı gerekçesiyle Ulusal Kütüphane'deki görevinden alınıp belediye pazarında kümes hayvanları denetçiliğine atandığmı bilmiyorsanız tabii. Dünya kitap piyasasmda Borges'in yıldızı, 1%1'de Uluslararası Editörler ödülü Fennontor'u alışıyla parladı. Ardından Cervantes, Kudüs ve Cino del Duca gibi saygın ödülleri de kazandı Borges. Ama Nobel Edebiyat ödülü'nü alamadı bir türlü. Nobel'i kendisinin ne denli önemsediğıni bilmiyorum, ama ödüllerin yazarlar açısından değil, okurlar açısından önemli olduğunu söyleyen M n Frisch'e katılıyorum. Kimbilir, belki de Nobel'e uzanabilmek için Pastemak gibi Sovyetler Birliği'nde yaşayacak kadar talihli (!) değildi Borges. Jorge Luis Borges, bir ömür boyu açık kalan o "kütüphane^ 'nin duvarları arasında, dine ve politikaya yüz vermeden, insan ruhunun derinlikleri ve do,ruklarında dolaşan, gündelik, sıradan olanın bağrındakı düşlemi arayan otuz ciltlik bir edebiyat gömüsü bıraktı ardında. Bu gömünün küçük bir bölümü, dilimize, "ölüm ve Pusula" ve "Yollan Çatalluııan Bahçe" adlarıyla çevrildi. Gezinin o düşler labirentinde, ola ki gerçeklere de rastlarsınız. Borges annesiyle birlikte. Shakespeare'in Belleği Türkçesi: TOMRİS UYAR othe'nin diyelim ya daEdda'larınya da çetrefil Nibelunglied'in ateşli hayranları vardır; benim yazgını. Shakespeare'di bastan beri. Bugün de öyle ya; hem de geçenlerde Pretoria'da ölen Daniel Thorpe'tan başka kimsenin öngöremeyeceği bir biçimde. Biri daha var, ama onun yuzünü görmedim. Adım, Hermann Soergel. Meraklı okur, ola ki lngilizeenin yanı sıra birçok yabancı dile çevrilmiş yapıtım Shakespeare Kronolojisi'ne bir göz atmıştır; bir zamanlar metnin doğru dürüst anlaşılmasında bunu şart sayıyordum. öyleyse, Theobald'ın 1734'te yayımlanan dipnotlu bir baskıya eklediği düzeltmeyle başlayan ve o gün bugün bu külliyatın vazgeçilmez bir parçası haline gelen ateşli polemiği de anımsıyordur büyük olasılıkla. Bugün, o hemen hemen saldırgan denebilecek sayfalardakı kaba dile şaşıyorum doğrusu. 1914 sıralarında oyun yazarı ve Yunanca bilgini George Chapmanın, hiç farkına varmadan, tngilizceyi ta kökenine (Ursprung) yani AngjoSaksoncaya kadar götüren o ınce işlenmiş Homer çevirilerindeki bileşik sözcükler üstüne bir de mceleme yazdım ama yayımlamadım. Chapman'ın sesinin şu anda unuttum nasıldı bana yakın tınlayacağını hiç düşünmedim. Bir iki ayrı basıyla sanırım, adımın ve soyadımın başharfleriyle imzalamıştımyazınsal biyografim tamamlanıyor. 1917'de . batı cephesinde şehit düşen kardeşim Otto Julius'un ölümünün etkisinden sıyrılmak için sarıldığım yayımlanmamış Macbeth çevirim sayılabilir mi, bilmem. Çeviriyi bitirmedim; gördüm ki lngilizce, buyruğundaki iki ses dizgesinden de yararlanıyordu Almanca ve Latinceden oysa bizim Almancamız, müziği çok daha zengin olduğu halde tek dizgeye kıstırılmıştı. G 3 Düşler labirentindeki gerçekler CELAL ÜSTER Demin Daniel Thorpe'tan söz ettim. Binbaşı Barclay, bir Shaİcespeare semineri sırasında tanıştırmıştı bizi. Yerini, tarihini vermeyeceğim; pekâlâ biliyorum, bu tür yan bilgilerin ana konuyla ilgisi yok. Asıl önemli olan, Thorpe'un yarı körlüğünıün de yardımıyla unuttuğum yüzunden fışkıran umutsuzluktu. Yıllarca yaşadıktan sonra kişi birçok konuda göz boyamayı başarabilir, ama mutluiuk dendi mi, asla. Daniel Thorpe, nerdeyse fiziksel bir biçimde üzünç salgılıyordu çevreye. Bir gece, uzun bir oturumdan sonra bir barda bulduk kendimizi. İngiltere'deyiz havasına iyice girmek için (o tarihte, oradaydık) maşrapalar dolusu ılık, siyah bira dcvirdik törenle. "Pencap'tayken" dedi binbaşı, "bir dilenciden söz ettiler bana. Bir İslam inanışına gore, Hazreti Süleyman'ın kuşlann dilini anlamasını saglayan bir muhuryiMugu varmış. Herkes o yüziiğiin dilencide olduğunu biliyormuş. Öylesine paha biçilnıez bir yiiziikmüş ki, adam onu bir turlu satamamış, sonunda Lahor'daki Vezir llan Camii'nin bir avlusunda öliip gitmiş." Chaucer'ın da bu olağanüstü yüzük efianesinden haberli olduğunu anımsadım, ama söylersem, Barclay'ın öyküsünün tadı kaçacaktı. "Ya yüzük ne olmuş?" diye sordum. "Yiten, bülun (ılsımlı nesnelerin kaçınılmaz yazgısıdır bu. Belki de hâlâ orada, caminin kuytu bir köşesindedir ya da kuşla nn barınmadığı bir yörede yaşayan birinin parmağındadır, kimbilir." "Ya da orada o kadar çok kuş vardır ki" dedim, "Bir ağızdan ne dedikleri anlaşılmıyordur." Daniel Thorpe o anda girdi söze. Duygusuz bir sesle, yüzümüze bakmadan konuştu. "Anlattıgın öykiıde mesele benzer bir yan var Barclay". Şivesi biraz bozuktu, bunu uzun süre doğuda kalmasına yordum. "Ama mesel değil tabii" dedi. "Ayrıca mesel olsa bile, gerçek. Paha biçilmez değerleri yüzıinden satılamayan şeyler vardır tabii." Şu anda toparlamaya çalıştığım sözcükler, Thorpe'un onları dile getırirkenki ınancı kadar etkilememişti beni. Bir şeyler daha söyleyeceğini sandık, ama birden, ağzını açtığma pişman olmuşçasına sustu. Barclay, iyi geceler dileyip gitti. Thorpe ile ben, otelımizin yolunu tuttuk. Saat oldukça geçti, yine de Thorpe, söyleşiyi oda&ında sürdürmemizi önerdi. Bir süre dereden tcpeden konuştuktan sonra şöyle dedi: "Size Siileyman'ın miihüryiiziigünii armagan ediyonım. Kuşkusuz, bir egretileme kullanıyuruz burada, ne var ki bu eğretilemenin içeriği en az yüzük kadar zengin. Size Shakespcare'in bellegini arınagan ediyonım, ilkgcnvliğinden (en eskiden) baslayarak 1616 yılının nisan başına gelip dayanan günlerdeki bellegini." Dilim bağlanmıştı. Sanki koca deniz armağan edilmişti bana. "Düzenbaz bir insan degilim" diye sürdürdü Thorpe. "Dcli de degilim. Lütfen anlatacaklarımı bitirene kadar bir yargıya vurmayu kalkışmayın. Herhaldc Binbası, askeri doktor oldugumu ya da bir zamanlar oldugumusöylemiştir size. Öykiiyıı biraz açmak gerek. Olay, Doguda, kan içindeki bir hastanede baslar, (an aganrken. Tam (arihi önemli degil. Adam Clay adında bir nefer, iki kurşun yemisti. Can verirken, son nefesinde bu dcgerli belleği sundu bana. Yüksek ateş ve can çekişme azabı, eşit ölçüde yaratıcılığı köriikler; dognı.su pek inanmadan kabul ettim önerisini. Ayrıca, silahlı çatışmadan sonra kişiye hiçbir şey garip gelmez. Clayin, bu armağanın benzersiz koşullannı sıralamaya ancak zamanı kalmıştı. Armaganı veren verdigini, alansa aldığını yıiksek sesle belirtmeliydi. Armaganı veren, bir daha geri alama/dı." Askerin adı (*) ve sahnenin duygusallığı fazla "cdebi" geldi bana, kötü anlamda. "Şu anda Shakespeare'in belleği sizde ml?" dedim azıcık sert bir sesle. "Şu anda iki bcllegim var" diye yanıtladı Thorpe. "Kendiminkiyle Shakespearc'inki, yani biraz da oyum ben. Başka bir deyişle iki bellegin buyruğundayım. Geçistikleri bir alan var. Hangi yuıyıla yerleştireccğimi kesliremedigim bir kadın yuzıi var." "Shakespeare'in belleğiyle neler yaptınız?" diye sordum. Bir sessizlikten sonra dedi ki: "Yapıntı özelligi agır basan bir biyografi yazdım, eleştirmenler küçümsediler, Amerika Birleşik Devletleri'nde ve kolonilerdeyse küçümsenmeyecek bir teciınsel başarı ka/andı. Hcpsi o kadar galiba. Sizi daha once uyarmıştım, armaganıını bedava sanmayın.Yanıtıhızı bekliyoruın hâlâ." öneriyi içimden tartıyordum. Yaşamımı, şu renksiz, bir o kadar da garip geçmiş yaşamımı Shakespcare'i araştırmaya adamamış mıydım? Sonunda bir gün karşıma çıkması adilce değil miydi? "Shakespeare'in bellegini kabul ediyonım" dedim sözcüklerin üstüne basa 22