Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Days
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
ENERJİ 22 Enerjide kapitalist kalkınma açmazı ünümüzde gerek dünya, gerekse bölgeler ve ulus devletler bazında enerji politikalarına ilişkin yapılan ortak bir değerlendirme vardır: Enerjinin kalkınma ve sanayileşmede temel unsur olduğu belirtilerek, ülkelerin gelişmişlik ölçülerinden biri olarak kişi başına düşen elektrik enerjisi miktarı gösterilir. Böyle bir kabul üzerinden yapılan her değerlendirmede, enerji kaynakları ve üretim politikaları sürekli bir ihtiyaç üzerinden ele alındığından; enerji sorunu, kaynakların dağılımı ve hangi güçlerin denetiminde olduğunun yanı sıra planlamadan yatırımlara dek ekonomik ve teknik boyutları öne çıkarılarak tartışılır. Oysa yaşadığımız yüzyılın ilk çeyreğinde sorunu sadece “gelişme” dinamiği içinde ele almanın ne kadar yanıltıcı olduğuna dair en güçlü itirazı, küresel kapitalizmin karar vericilerine olduğu kadar kaynakları sömürülen yoksul ülkelere de doğanın kendisi gösteriyor. 21. yüzyılda enerji kaynaklarını kontrol etmek adına ülke politikalarının uluslararası sermayenin talepleri doğrultusunda yönlendirildiği, bu yönlendirmede yaşanan krizlere darbeler, savaşlar ve işgaller ile müdahale edildiği bir dönemde arzın hangi önceliklere göre belirlendiği, enerji gereksiniminin sanıldığı gibi sonsuz mu olduğu ve enerjinin eşitsiz kullanılmasından sorumlu olanların yarattığı tüketim çılgınlığının gezegeni nereye sürüklediği öncelikle sorgulanmalıdır. Hiç kuşku yok ki 21. yüzyılın ilk çeyreğinde küresel kapitalizm dünyayı geri dönülemeyecek boyutlarda ekolojik bir felaketin içine sürüklüyor. İnsanlık şimdi hiç olmadığı kadar hayati bir yol ayrımına geldi. Rosa Luxemburg’un, “Ya Sosyalizm ya Barbarlık…” olarak sunduğu tercihin ne anlama geldiği şimdi daha iyi anlaşılıyor. Kapitalizmin engellenemediğinde barbarlık yaratacağı tezi, küresel ölçekte uygulanan emek ve doğa sömürüsü, ENERJİ ENERJİ ENERJİ ENERJİ ‘Sürdürülebilir kalkınma’ adı altında sınırsız enerji tüketimi ve yok edilen uygarlık Bugün, kapitalizmin genel iktisat politikası içerisinde ihtiyaçların sürekli geliştiği ve sınırı olmadığı konusundaki yaklaşımını sorgulamadan ne enerji kaynaklarının kullanımına, ne de üretim ve tüketim politikalarına yeni bir yaklaşım geliştirmek olanaksızdır. çalışmada ise “…Dünyanın kültür, gelenek ve ekonomik gelişmeden kaynaklanan farklarla değerlendirilebileceği, birbirleriyle karşılıklı etkileşim halinde olan bölgeler sistemi olarak görülmesi gerektiği…” fikri vardır. Bütün dünyayı kapsayan çözüm, farklılaştırılmış büyümenin gerçekleştirilmesidir. Farklılaştırılmış büyümenin anlamı ise, az gelişmiş ülkelerin gelişmiş ülkelere benzer bir büyüme yolu izlemesine dünya kaynaklarının elvermeyeceğinin altının çizilmesidir. Böylelikle sermayenin üretim ve tüketim çılgınlığını kutsayan kalkınma mantığı değişmezken, “doğal kaynaklara saygılı” bir ekonomik büyüme söylemi ile sürdürülebilir kalkınma, maksimum kar hedefi için kaynakların sürdürülebilirliği anlayışına dönüşmüştür. Bugün doğal kaynaklar, madenler, SİT alanları, tarımsal araziler, içme suları ve ormanların yok edildiği, küresel ısınma ve çölleşme ile radyoaktif sızıntıların sürdüğü, genetik çeşitliliğin bozulduğu ve canlı türlerinin giderek azaldığı bir dönemi yaşıyoruz. “Sürdürülebilir Kalkınma”nın kapitalizmin üretim anlayışını değiştirmediğine ilişkin bir başka örnek de sera gazlarının emisyonunu kontrol etme yönündeki uluslararası çabaların uğradığı başarısızlıktır. İklim değişikliğinin esas nedeni olan sera gazı salınımlarının yüzde 80’i Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) ülkelerinden kaynaklanmaktadır. 19902000 yılları arasında OECD ülkelerinde sera gazı salınımları yüzde 8, ABD’nin ise yüzde 14 artmıştır. Buna rağmen, 20082012 yılları arasında sera gazı salınımlarının 1990 yılı seviyesinin yüzde 5.2 altına çekilmesini öngören Kyoto Protokolü Amerika tarafından bilinçli olarak imzalanmamaktadır. Yine Dünya Kalkınma Raporu, yanı başımızdaki ekolojik felaketin esas sorumlularının doğayı kirleten zengin ülkeler olduğunu gösteriyor. Rapora göre ABD şu anda fosil yakıt kullanımından kişi başına yılda 5.6 ton karbondioksit emisyonu üretiyor. Almanya 2.8 ton, nükleer enerji ağırlıklı üretimiyle Fransa’da kişi başına 1.8 ton gaz açığa çıkıyor. Batı Avrupa’nın gelişmiş kapitalist ülkelerinde (önceki adıyla G7) kişi başına yılda 3.8 ton karbondioksit açığa çıkmaktadır. Buna karşın dünyanın ENERJİ ENERJİ ENERJİ ENERJİ G Cengiz GÖLTAŞ EMO Enerji Çalışma Grubu Üyesi enerji kaynaklarına sahip olmak adına işgal ve savaşlar ile dünyanın tüm yaşam alanlarının yok olma tehlikesi hız kazanarak gerçekleşiyor. Uygarlık krizi Bugün tüm dünyada su, toprak ve havanın hızla kirlendiği, canlı türlerinin kitlesel olarak yok olduğu, verimli toprakların çölleştiği, yeni Çernobil tehditlerinin yanı sıra tehlikeli nükleer atıkların yığıldığı, genetiği değiştirilmiş ürünlere (GDO) dayalı tarımın toprağı ve çiftçiyi köleleştirdiği, tarımsal alanda yoğun olarak kullanılan kimyasallar ile gıda ürünlerinin insan sağlığını tehdit ettiği, ormanların hızla yok edildiği, sera gazlarının ozon tabakasını delmesiyle tüm yaşamın yok oluşa sürüklendiği, kentlerde yaşanan ulaşım, beslenme ve barınma sorunlarının emekçi yoksul büyük bir çoğunluk için arttığı ciddi bir uygarlık krizi ile karşı karşıyayız. Bugün yaşadığımız ekolojik krizin temel nedeni küresel kapitalizmin varoluş mantığı ile doğanın kendini yenileme ve onarma süreçleri, ekolojik döngüleri ve geri besleme sistemleri arasındaki çelişkiye dayanmaktadır. Günümüzde kalkınmasanayileşme, gelişme, büyüme vb. birçok sözcüğü insanlığın yararına bir yaklaşım olarak öne çıkaran “mutlak üretimci” yaklaşımın aslında çok uluslu tekellerin kar değirmenine su taşıyan bir yalan olduğu çoktan açığa çıkmıştır. Bugün, kapitalizmin genel iktisat politikası içerisinde ihtiyaçların sürekli geliştiği ve sınırı olmadığı konusundaki yaklaşımını sorgulamadan ne enerji kaynaklarının kullanımına, ne de üretim ve tüketim politikalarına yeni bir yaklaşım geliştirmek olanaksızdır. Üretimi, insan ihtiyaçlarının karşılanması temelinde bir kullanım değeri yerine, yeni pazar alanları ve azami karlar elde etmek olarak gören kalkınma modellerinin son yarım yüzyıllık dönemde insanlığın ortak sorunlarını çözmek bir yana daha da büyüttüğünü artık hemen her kesim kabul etmek zorunda kalıyor. gelişmenin, sermayenin yeniden üretimi ve pazar için sınırsız olanaklar sağladığı bir çağda kapitalizmin “küresel kalkınma” modeli ironik bir şekilde inanılmaz toplumsal ve ekolojik problemler yarattı. Bugün ne için, nereye kadar ve neye rağmen enerji üretimi ve sanayileşme sorularına insan ve doğanın metalaştırılmadığı yeni bir uygarlık kavramı ekseninde “genel kabulleri” sorgulayan bir pencereden bakılmalıdır. Sermayenin genişletilmiş yeniden üretimi için sınırsız büyüme üzerine kurulan bir kalkınmacı yaklaşım ve enerji kaynaklarının tüketimi, ülkelerbölgeler arasında eşitsiz gelişmenin temel kaynağını oluşturmuştur. Bu süreçte az gelişmiş ülkelerde yoksulluk, açlık, nüfus artışı, dengesiz toprak dağılımı, doğal kaynakların tüketimi öne çıkarken, gelişmiş zengin ülkeler açısından endüstriyel kirlenme, katı atıklardaki artış ve sınırsız tüketim olgusu ön plandaydı. Söz konusu sorunların açıklanması doğal olarak gelişmiş ülkeler açısından yaşananların sanayileşme ve kalkınma sonrasına ait sorunlar olarak ele alınmasını, az gelişmiş ülkeler açısından ise yaşanan sorunların belirli bir gelişme aşamasından sonra ortadan kalkabilecek niteliğe sahip olduğunun iddia edilmesiydi. Sürdürülebilir kalkınmayla sürdürülen ne? “Sürdürülebilir kalkınma” kavramına gelişmiş merkez ülkelerin yüklediği anlam ile (gelişmenin korunması), yoksul çevre ülkelerin yüklediği anlamın (gelişmenin sağlanması) yaratığı çelişki karşısında dünyanın bütünü için ciddi bir çözüm üretilemeyeceği açıktı. Aslında bu gerçeklik; “Ekonomik Büyümenin Sınırları” kitabında Dennis Meadows ve arkadaşlarınca “…çevresel krizlerin önlenmesi için ekonomik büyümenin yavaşlatılması gerektiği, bunun anlamının ise az gelişmiş ülkelerde eğer Batı benzeri bir büyüme görülürse dünyanın bunu kaldıramayacağı…” biçiminde ifade edilmektedir. Maserovic ve Pastel’in Roma Kulübü’ne yazdığı “Dönüm Noktasında İnsanlık” adlı bir başka ENERJİ ENERJİ ENERJİ ENERJİ Küresel kalkınma ironisi Bilimsel ve teknolojik gelişmelerin hızla arttığı, iletişim teknolojilerindeki ENERJİ ENERJİ ENERJİ ENERJİ