25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

2 18 MAYIS 2011 ÇARŞAMBA Ruhları hâlâ orada Baştarafı 1. sayfada Matrion Evreon Meydanı’ndaki taş basamaklarda seyreyleyin gelen geçeni ve duyumsayın tarihi; Musevi mahallesinin o özgün rengârenk evlerini görün mutlaka... Teras kahvelerinde yiyip içip vakit geçirirken aşağıdaki o hoş curcunayı izleyin. Şövalyeler Sarayı’nı gezdikten sonra, üç büyük dinin anıtlarını da dolaşın sırayla ve yüzyıllarca orada ne kadar iç içe yaşandığını daha iyi anlayın... Alışverişe yapmak mı istiyorsunuz? Çıkın Sokrates Caddesi’ne; her türlü otantik eşyayı, daha ucuza satmaya çalışan satıcıların ve renk renk küçük dükkânların albenisiyle tanışın. Ama bu caddedeki kapısı oymalı, geniş pencereli, içerisi yüzlerce yıllık anı eşyalarla süslü bir Türk kahvesine, Ali Usta’nın dükkânına uğrayıp köpüklü bir Türk kahvesi içmeden sakın ola oradan ayrılmayın. Yeni Şehir (Çarşı) ise sizi bambaşka bir havada karşılayacak. Otelleri, sahil boyu sıralanmış kafeterya ve lokantaları, daha lüks alışveriş merkezleri ile size adanın modern yüzünü gösterecek burası... Ama vaktiniz varsa bir gün daha, mutlaka adanın görülmeye değer diğer yerlerine ulaşmaya çalışın. Özellikle merkezden 50 km. uzaklıkta sizi şehirde gerçekten orijinal taş yapıdaki geleneksel bir Yunan tavernasında üstelik Türklerin işlettiği unutulmaz bir gece yaşayacağınız Island Lipsi, muhteşem yemekleri ve sabaha kadar süren canlı müziği ile büyülüyor. İşletmeci Nigar Hanım ve eşinin misafirperverliği, birbirinden güzel yemeklerle, ister uzo ister çeşit çeşit şarapla ve bize hiç de yabancı gelmeyen müziğin kimi hüzünlü kimi dansa davetkâr ezgileriyle birleşiyor; sirtakiler halaylara karışıyor; sakın kaçırmayın. Rodos’a hiç olmazsa iki gün ayırın ve bize bu kadar yakın böyle bir güzelliğin ve orada bizi bekleyen dostlarla sohbetlerin, birbirinden güzel yemek ve pastaların, mevsim yazsa denizin ve kumun hakkını verin. ‘Çorum, Hititler gibi bir markaya sahiptir’ Servet Seyfettin METE corummete@gmail.com Çorum Valisi Nurullah Çakır, “Leblebi markalaşmanın bir yoludur, ancak Çorum, Hitit uygarlığı gibi büyük bir markaya sahiptir” dedi. Vali Çakır, 1315 Mayıs tarihleri arasında Çorum Valiliği’nce hazırlanan “Güneşin Kursunun İzinde Hitit Yolu” projesinin son gününde Alacahöyük ören yerinde yaptığı açıklamada, üç gün süren etkinlikleri değerlendirdi. Çakır, Valilik tarafından tarihi Hitit yollarını yeniden canlandırmak ve doğa yürüyüşlerinin turizmdeki farkındalığını arttırmak amacıyla gerçekleştirilen etkinlikler öncesinde 400 kilometre üzerinde yürüyüş ve bisiklet parkuru belirlendiğini ve uluslararası standartlara uygun olarak işaretlendiğini, bu yolları içeren kitabın İstanbul EMITT ve Berlin Turizm Fuarı’nda tanıtıldığını ve iki dile çevrildiğini söyledi. 3 gün süren etkinlikler için seyahat acenteleri ve sporcuların çeşitli yollarla davet edildiğini belirten Çakır, etkinlikler kapsamında bisiklet yarışları, kano gösterisi, kaya tırmanışı, yamaç paraşütü ve doğa yürüyüşü gibi sporların yapıldığını bildirdi. Çorum’un izlerini taşıdığı Hitit medeniyetinin bir bütün olduğunu ifade eden Çakır, “Hitit tınısını canlandırmak için gitar konseri verildi. ‘Hititlerden Günümüze Çorum Mutfağı’ adıyla bir yemek yarışması düzenlendi. Ünlü gurme ve yazarlardan oluşan jürimiz yemekleri değerlendirdi. Bütün bu etkinliklerin amacı Çorum adına sahip olunan değerleri, tarihi derinliğiyle ele almak ama bugünün algılanabilir şekliyle yorumlamaktı. Bu bir ekip işiydi, yerelde çalışanlara da profesyonel anlamda da bize katkı sağlayan tüm meslek kuruluşlarına teşekkür ediyorum. Bazı sorunlar, aksaklıklar olmuştur özellikle doğa sporlarıyla ilgili. Hava yağmurluydu, belki parkurlar da çamurlanma söz konusuydu ancak doğa sporu bu tür olumsuzluklara açık bir spor. Çorum’u ve Hititleri tanıtmaya çalıştık” diye konuştu. Çorum’un markalaşma yolunda başarılı olduğunu bildiren Çakır, “Çorum adıyla anılan leblebi Çorum’un markalaşmasının bir yoludur, ancak Çorum, Hititler gibi büyük bir markaya sahiptir. Bu yazılı uygarlığın izleri buradadır. Bu uygarlık aracıyla yapılabilecek pek çok çalışma var. Yeni otellerimiz açılıyor, müzelerimiz restore ediliyor. Bunlarda turizmimizi zenginleştirecektir” dedi. Yerel halkında ilerleyen zamanda turizm faaliyetlerine alışacağını ifade eden Çakır, Hitit medeniyetinin izlerini taşıyan köylerdeki halkın turizm olanaklarını değerlendireceğine inandığını sözlerine ekledi. bekleyen bir cennet olduğunu unutmayın: Lindos, muhteşem plajı, antik kent kalıntıları, 17. yüzyıldan kalma ada evleri, araç olarak ancak eşeklerin girebildiği daracık sokakları, minicik avlulara açılan hepsi birbirinden güzel dükkânları ve yeme içme noktalarıyla bambaşka bir güzellik taşıyor. Turist kalabalıklarından en uzak zamanları seçebilirseniz çok şanslısınız; çünkü yoğun sezonlarda burada adım atmak bile çok güçleşiyor. Ama bir de geceleri var ki Rodos’un, işte onlar ayrı bir öykü tadında... Özellikle eski Masal köyünde bir müze Nebahat AYHAN Her masal biraz da kendimize yolculuktur aslında. Bir masal sonuydu ve dilek bölümü başlamıştı. İyinin kötüyü, güzelin çirkini, doğrunun yanlışı yendiği yerdi. Olağanüstü kişilerin öykülendiği düşten bozma atmosferiyle en gizemli kuytuluklarından Afrodit’in, Paris’in, Zeus’un ve Herkül’ün her an çıkabileceğini hissettiren muhteşem bir köşeydi Kaz Dağı’nda Tahtakuşlar Köyü; masal köyü. Padişahlar kalmamıştı artık ama haramiler haydutlar yine kol geziyordu. Bilinç denilen koruyucu göz açtırmıyordu art niyetlilere. Hani masala şöyle başlanır ya; “Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde. Develer tellal iken pireler berber iken memleketin birinde...” diye. Memleketin biri değildi artık. Bilinen, gelinen, görülen, gezilen “Kaz Dağı”nın önüydü Tahtakuşlar. Yedi kat yerin üstü bulutların üstüydü hâlâ ve o bulutlar dağın yamaçlarındaydı. Görenler ballandıra ballandıra anlatınca “Görmeden inanmam” dedim. Gittim, gördüm, inandım. Gerçekten masallara, efsanelere bulanmıştı. Soluyacakları hava yoklayacakları çiçek, durup dinlenecekleri ovaların değişmesine karar verilince 1453’te “göç ettirildiler”. Göç etmeye alışıktılar; ama bu sefer önemli görevleri vardı. Ünlü “Boğazkesen” Fatih Sultan Mehmet, boğazların en ünlüsünü, onların ellerinden çıkan yaklaşık “400 parça donanma” ile kesti. Önce yelkenli ve çektiriler; sonra kadırgalar ve kalyonlar yapılmıştı. Donanma Marmara’nın sularında seyrederken onlar geldikleri bu yerde köklenmeye başlamışlardı bile. 1860’a kadar ağır ağır göç ettirilerek geldikleri bu dağlarda yerleşik yaşama geçtiler. Efsanelerin, destanların eğleştiği, söyleştiği yerlerdi. Onlar da geri durur mu? Tarihe destanlar kazandıran bir milletin torunları olarak efsanelere efsaneler ekleyiverdiler. Yakın eylemişlerdi geçmişi bugüne. Yollar da dağlar da onlarındı. Sevdikleri tahta kuşlarının adını verdiler köylerine. Tahtakuşlar köyü; masal köyü. Padişah, “Orayı sevdilerse kalabilirler” demişti. Ferman padişahındı bir anlamda. Ahmet Vefik Paşa da “Çadır yırtan” bir paşa. Çoğalmışlardı. Yeni gelen Türkmenlerin bir kısmı da “Türkçülük” düşüncesiyle hareket eden Paşa’nın yerleştirdiği Türkmenlerdi, geçimlerini kerestecilikle sağladılar. Ağaçlara kaz ayağı desenli yazmalar bağladılar. Taşlara kaz ayakları oyuldu. Ahşap teknelerin yerini, saçtan yapılmış buharlı teknelerin; kaşık tabak ve sofraların yerini bakır, çelik ve plastiğin alması, bölgede geçimini kerestecilikle sağlayanları zor durumda bırakmıştı. ‘İda Dağı’nın zenginliği... Kavgalar kurulur, durulur zamanla. Savaşılır, barışılır. Gelenler “Tahtacılar” olarak anılır. Ölenler ölür; kalanlar “Ölümüz de bizim, dirimiz de..” derler. Her Hıdırellez Günü 6 Mayıs’ta mezarlarını süsleyip ziyaret ederler hâlâ ve o günü kutsarlar. İnsanın hatalarına kördüler. Okul kaçkını değildiler. İnsana saygı duydular, dağı taşı, kurdu kuşu cümle yaratılanı bir gördüler. Eşit davranıp hiçbir canlıdan selamsız geçmediler. Neyse oydular içi dışı bir. Sonra bir, iki, üç, beş derken çoğaldılar. Farklılıklarını fark ettirmişlerdi sonunda. Onlar bu farklılıklarının zenginliğini “İda Dağı”nın zenginliğiyle örtüştürüp korumaya aldılar. “Kültürünü sahiplenme ve koruma bilinci” işbaşındaydı artık. Tahtakuşlar Köyü’nün toprakları; “Karadana Salman” ve 12 kişilik akraba grubu tarafından 26 Temmuz 1843’te, “Çamlık Bayırı” adı verilen 60 dönüm yer, 750 kuruşa satın alınır. İlk evler, ilk mücadeleler, ilk tapular, ilk öğretmenler, ilk askerler... Köyün ilk adı “Kuşçu Alanı” sonra “Kuşlar Bayırı” daha sonra da “Tahtakuşlar” olur. Tarih yaşatıldığı için biraz daha gururludur burada. Baştacı edilmiştir çünkü. Düşürülmemiş, unutulmamış, yitirilmemiştir. Orta Asya geleneğini göreneğini, kültürünü Anadolu’ya taşıyan Türkmenler, önceki efsanelere İda Dağı’na Kaz Dağı deyip kendi efsanelerini ekleyivermişier. Sarı Kız efsanesi, Hasanboğuldu efsanesi... Bandırma Vapuru’nun birebir benzeri yapıldı Cemil CİĞERİM cemilcigerim@gmail.com Atatürk’ün 19 Mayıs 1919’da 18 arkadaşı ile birlikte Samsun’a geldiği ve Milli Mücadele’nin başlamasına neden olan Bandırma Vapuru’nun birebir ölçülerdeki kopyası Samsun’da Doğu Park Sahili’ne yapıldı. Geminin yapımında 1960 yılında ele geçen geminin orijinal projesi ışık tuttu. Geminin orijinal projesi Türkiye Gemicilik Müzesi tarafından muhafaza edilmektedir. Gemi, Taşkınlar Gemi Sanayi Tic. AŞ tarafından yapılıp, 15 Nisan 2001 tarihinde teslim edildi. 18 Mayıs 2003 tarihinden itibaren de müze gemi olarak halkın ziyaretine açıldı. Bandırma Müze Gemi’nin kullanım hakkı ve işletmeciliği 7 Şubat 2005 tarihinde, Samsun Valiliği İl Genel Meclisi’nin kararıyla Samsun Büyükşehir Belediyesi’ne devredildi. Samsun Büyükşehir Belediyesi de bu kutsal emaneti devir aldıktan sonra, aslına ve ruhuna uygun bir gemimüze haline getirme çalışmalarına başladı. Büyükşehir Belediyesi, Bandırma Vapuru ve çevre sahası perforje ile kapatılarak, dış etkilere karşı korunaklı hale getirilmesi, Milli Mücadele Parkı ve Açık Hava Müzesi oluşturulma çalışmalarını tamamladı. Müze olarak ziyarete açılan gemide, Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen’in atölyesinde Atatürk ve 18 arkadaşının özgün boyutlarda balmumu heykelleri yapıldı. Bunlar kaptan köşkü başta olmak üzere çeşitli yerlere konuldu. Vapurun karşısında da yedi figürlü bir anıt yapıldı. Bu arada kıyıda çevre düzenlemeleri de yapıldı. Geniş bir tören alanı, Aslanlı Yol ve Milli Mücadele’yi tanımlayan rölyeflerin bulunduğu 70 m. uzunluğunda bir duvar, yedi figürlü bir anıt ile çeşitli etkinliklerin yapılacağı mekânlar tamamlandı. Bembeyaz bulutlarla öbek öbek harmanlanmış mavi gökyüzü... Masmavi denizi, yemyeşil kıyıları, Kaz Dağı’nı kanatları altına alıyordu. Yamaçlarda dikilmiş zeytinlikler dalını budağını salmanın özgürlüğüyle gümrahlaşmıştı. Her iki tarafı zeytinlik, çamlık olan o masal yolundan köyün girişindeki tarihin sanat olduğu galeriye ulaşılıyordu. Alibey Kudar tarafından 1992’de açılmış Etnoğrafya Galerisi, Türkiye’nin ilk özel galerisi. 1994’te UNESCO ödülünü almış. Galeride bindallılar, kutnudan yapılmış kaftanlar, sadece Hazar Denizi’nde yaşayan canlılardan yapılmış boncuk süslemeleri, heybeler, keseler, torbalar sergilenmekte. Kandiller, lambalar, yağdanlıklar, fenerler geçmişte karanlığa ışık tuttukları gibi geleceğe de ışık tutuyor. Siniler, tepsiler, gadalar, çömçeler, kepçeler oturmadığınız sofralardan tok kalkmanızı sağlıyor. Fazla değil, şöyle bir 40 yıl önce kullanılan kınalı kaşıklar, zeytin ve azık sepetleri, bağa bağçaya, yola yolağa, dağa tarlaya “Haydi gidelim” dedirtiyor. Mecidiyeler, düğlekler, boncuklar gümüşler, bazen kadının elinde, bazen kolunda, bazen belinde durmayı özlemiş gibi kendisine bakan her kadını “Gel beni tak takıştır, yak yakıştır” diye davet ediyor. Allar morlar güvezler kadifeler tellenmiş saçlar, kırk örükler coşkulandırıyor kendine bakanı. Kozalaklardan yapılan süsler, gelin fesleri, çarıklar, çoraplar oyuncaklar... Harman döveni, Türkmen çadırı, dinozor döneminden bu yana neslini devam ettiren çok az sayıda kalan, dünyada sergilenen deri sırtlı en büyük kaplumbağa, galeride yerini almış, tarih yolculuğuna çıkanları beklemekte. Çok ay harelenir, çok güneş tutulur. Yıldızları hep parlar. Tanrılar da onları sevmiş olmalı ki o gün bu gündür bu dağlarda eğleşip söyleşmekteler hâlâ. Tanrılara yakarılan tanrıçalar arasında güzellik yarışmalarının yapıldığı, yamaçlarında at gövdeli adamların koşturduğu tarih ve Troyalıların Zeus’a yakardığı, suyunu yalnızca iyilere veren Zemzem Pınarı, Kız Pınarı; “İnsan böyle bir yerde doğmalı, büyümeli ve ölmeli” diyor. Böyle bir yerde yaşamalı ki arınsın, her geçen gün daha da yozlaştırılan kültürden. Ve taşısın varlığını geleceğe... Tahtakuşlar Köyü’ne EdremitÇanakkale yolu üzerinde, Güre’den sağa dönüldüğünde 2 km. sonra ulaşılabilir. c Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına Orhan Erinç Yayın Yönetmeni: Hayri Arslan Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Miyase İlknur Yayınlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ Yönetim Yeri: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No.2 Şişliİstanbul Tel: 0 212 343 72 74, Fax: 0 212 343 72 64 Reklam: Cumhuriyet Reklam, Genel Müdür: Özlem Ayden, Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal, Reklam Koordinatörü: Hakan Çankaya Tel: 0 212 251 98 7475 Tel: 0 232 441 12 20 Rezervasyon Yönetmeni: Onur Tunalı Cumhuriyet gazetesinin ekidir. Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri. C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear