Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
21 ŞUBAT 2021 5 Yeni kitabı Yarınsız Yarın’ı anlatan Nazan Öncel, “Bazen bitmek bilmeyen bir kıştır hayat” diyor Hadi uçalım, aşağı bakma Yıllardır kendi yolunda yürüyen, zamansız şarkıların yazarı Nazan Öncel. Bu patırtı ortamında incelikli sözün, sesin işitilmesi giderek güçleşirken Öncel hep kendini korudu. Farklı kuşakların şarkılarında buluşması, tam da zamana dirençli olmasından... S algın öncesinde sahnede izledim, şimdi uzak gibi duran o günlerde, hep birlikte söyledik şarkıları. Şu “şarkı yazarlığı” kavramı henüz pek bilinmezken, kavramın hakkını veriyordu Öncel. Şarkının salt melodilerden oluşmadığını, sözün ne anlama geldiğini de gösterdi hepimize. Nazan Öncel’in gün gelip roman yazması kimseyi şaşırtmamıştır. Sözlerinden bize taşan o güzel imgeleri, bir zaman başka biçimde elbet koyacaktı önümüze. Pek söyleşi vermekten de hoşlanmıyor. Haksız da değil, sanatçı yapıtıyla sözünü söyler. Bir romancı olarak ben kitabı ele vermeyi yanlış sayarım söyleşerek. Ama yazma arzusu, serüveni üstüne sormak hoşuma gider. Buyurun çağdaş kadın ozanımız Öncel’le söyleşiye. u Sevgili Nazan, kitabı ele vermeyelim ama şu tümceni yok sayamazdım “insan büyünce çocukluk uzaktan el sallar” diyorsun bir yerde. “Yarınsız Yarın” romanında bana çok dokundu bu cümle. Çocukluk desem ne söylersin? İnsanın hayatla tanışma noktasıdır çocukluk. Bugünden geçmişe bakmak bazen acı veriyor, bazen de gülümserken yakalıyorsun kendini. O kadar çok şey yaşamış oluyorsun ki çocukluk milat kadar uzakta kalıyor, sanki o çocuk sen değil de başkasıymış gibi oluyor. Eğer geçmişle hesabı tamamlamış, defteri kapatamamışsan yandın... Gün geliyor hiçbir şeye şaşırmayacak noktaya geldiğini üzülerek görüyorsun. Çünkü artık cevabını bildiğin sorulardan ibaret oluyor hayat. Oysa çocuk olmak bütün bunlardan bağımsız bir şeydir. Çocuk olmak demek yüzde yüz masumiyet demektir. Bir tarihte dört yaşında bir çocuk misafirim olmuştu. Çocuğun duracak başı yok; oradan oraya... Annesi “Dursana evladım, yaramazlık yapmasana” dediğinde “Başka ne yapabilirim” dedi. Böyle bir dürüstlük karşısında hoş görmeyip de ne yapar insan? Bir çocukla bir yetişkin arasındaki temel farklardan biri de budur: Masumiyettir, dürüstlüktür. hayat her şeyi gösteriyor u Süsten uzak, sade bir dille okura ulaşmak öyle pek kolay iş değildir. Zamanı aşan şarkılar yapan birinin, zaman üstüne çokça düşündüğü bir metin kurgulaması da şaşırtıcı değil aslında. Yazmak nasıl gereksinim oldu? Bir insanın eline kâğıt kalem verip yazmaya zorlayarak “yaz” diyemezsin, bu içsel bir şeydir. İhtiyaç duyduğunun farkında olmadan yazıyor insan. Öyle geliyor ki bütün işim yazmakmış gibi hissediyorum. Kahramanlar yaratmak, onları anlamak, tanımak bir süre onlarla yaşamak gibi bir dolu şey bu. Bir tür oyun gibi. O kalem sende olduğu sürece, muhayyile gücün de varsa yazıyorsun. Bu eylemi yapan biri olarak bunu sen daha iyi bilirsin. Bir kere eline kalemi aldın mı bir daha bırakamıyorsun sanki. Kış Baba'yı yazdığımda on iki yaşımdaydım. Ömrün hikâye anlatıcılığıyla geçince beyin o pratiği yapmaya alıştığından yazmak önünü alamadığın bir şey oluyor. Seksenlerin sonunda İstanbul'a yeni geldiğim yıllarda işle ev arasındaki sıkışıp kalmışlığımda kendimi yazarken bulunca, bütün şuursuzluğumla on dört sayfalık bir hikâyeyi kalktım Erdal Öz’e götürdüm. İlerleyen zaman içinde okuyunca beni geri aradığında hikâyeyle ilgili olarak övgülerine mazhar oldum. Sonrasında haftalık bir dergiye verdiğim söyleşmede o övgülerden söz edince, haber yapan arkadaş bana inanmamış olacak ki kalkmış teyit etmiş. Ama Erdal Öz aynı büyüklüğü göstermiş yine övgüyle söz etmişti. Bu beni push etmiş, yazmayı uzun zaman sürdürmüştüm. Bir çekmecede hâlâ sırasını bekleyen hikâyeler bunlar... Sonrasında zaman içinde soranlara “Evet yazıyorum” deyince bir beklenti oluştu, “n'apalım yazayım bari” dedim... Böyle. Şarkı yazarlığım kadar eskidir bu yolculuk. u Sana “çağdaş kadın ozan” diyoruz pek çok sevenin. Şiire yakın sözlerin. Aşklarımızda, dostluklarımızda ve elbet yaşamımızın farklı dönemlerinde hep varsın. Sanki içinde hepimizin isyanı bu, farklı disiplinlerde yaratmak üstüne ne söylersin? Hayat bize her şeyi gösteriyor; “Bak burada çok acı bir şey yaşanıyor” diyor. Cumartesi Anneleri'nin on yıllardır gözünün yolda olduğunu görünce burnunun direği sızlıyor. Senin neyi ne kadar gördüğüne, ne kadar düşündüğüne veya görmezden geldiğine bağlı. Bir annenin on dört yaşındaki çocuğunun kemiklerini eteğine toplamasını yazmayacaksın da ne yazacaksın. Ceylan'ı yazmasaydım insanlığımdan şüphe duyardım. Öte yandan aşk şarkısını her gün yazarsın, o bile bir sorumluluk gerektirir. Mesela Güney denildiğinde genelde akla ilk gelen yer nedense Bodrum olur. Bir aşk şarkısında güneyi yazmanın da bin bir yolu olduğunu bilirsin. Sokak Kızı'nın son şarkısı olan Hadi “Bir çekmecede unutmaya Güney'de Deniz Gezmiş ve Yılmaz Güney'e selam yollamıştım. Onu yazdıçalıştıkların, diğerinde ğımda kendimi iyi hissetmiştim. Bunu her dilde yazılan örnekleriyle hayallerin, çoğaltmak mümkün. Ne ideallerin, içinde bulunduğun an mutlu ki pek çok değerli insan bu anlamda en babasından şarkılar yazmışoluyor...” tır der susarım. Bu dörtlük de sana gelsin o zaman: “En kötüsü belirsizliktir hayatta: Belirsiz beklenti cehennem azabı gibi bir şeydir. Ölsen daha iyidir ama ölünmez...” “Geçmişte başımın dara düştüğü zamanlarım da oldu ama bazı şeyler kendimize olduğu kadar, çocuklarımıza da gençlerimize de olan gönül borcumuzdur. Genç insanların yarınını yapmak, onlarla el ele vermek mecburiyetimiz var. Bunun da bedelsiz olmadığını biliyoruz ama yapacak bir şey de yoktur, insan vicdanı kadar insandır. Hissettiğini söyleyebilmek dün de zordu, bugün de zor. Korkutucu olanı yarın da böyle olacak olması. Tünelin ucunu görmeyi ümit ediyorum.” Hadi gel uçalım! çıkması için kendi ile yüzleşmesi gerekir, başka türlü ruhuİyi ama benim kanatlarım yok; nu kurtarması zordur. Romanda da öyle; bir anlamda düşünOlduğu kadar Enver olduğu kadar; aşağı bakma yeter. cenin düşle bağ kurarak seni gerçeğe götürmesi, gerçeğin yobeklentim fazlası değil u Sancılı, biraz da kaybolduğumuz çağı yaşıyoruz. Bilişim olanakları hepimize özgürlük sağlar gibi duruyor ama kimselerin okumaya zamanı yok. Roman yazmak, okurdan zaman istemek, senle düşünmeye, duyumsamaya çağırmak demek. Mümkün mü bu çağda, bu türden ortaklık? lunu göstermesi... u “Her yeni gün, bitmesin dediğim yollar gibi bitiyordu. İnsanları, evleri, sokakları, yolları ardımızda bırakıp geçiyorduk, ama hepsinin hatırası bizimle geliyordu” diyorsun. Bir zaman sonra yaşadığı ne varsa yabancılık duyar insan, bellek geçmişi yeniden kurar. Yazar Öncel biraz bunu da yapıyor mu? Elektrikli ütüden önce kömürlü ütü vardı ama yine de ütü Yeri geldikçe acıtatlı ne varsa bellek itinayla önüne koyayapılırdı. Kimse ütüsüz gömlek giymezdi. O gömlek bir şe rak hatırlatıyor, o hatırlamalar tekerrür oluyor. Bir çekmecekilde ütülenirdi. Mesela senin külliyatına sahip olan bide unutmaya çalıştıkların, diğerinde hayallerin, ideallerin, rinin, yeni kitabın için heyecan duyuyor olmaiçinde bulunduğun an oluyor ve yanına yenilerini sı bu dediğinin mümkün olduğu anlamına koyarak yaşamayı sürdürüyorsun. “Ben şimdi gelmesidir. Seni de o hikâyeyi de sabununla ne halt edeceğim, nasıl başa çıkahipleniyor aslında. O kitap yazarla okur arasında sağlam bir köprü olunca o bağ kuruluyor, seçok şanslıyım cağım” dediğimiz şeyleri zaman hallederek bugünü katlanabilir kılıyor. Ne kadarını unutup ne kadarını canlı nin talep ettiğin şey kendiliuBu coğrafyada Kürt, Alevi, sosyalist olmak tutmamızla da ilgilidir biraz... ğinden oluşuyor. Bu paha biçilmez bir his. hep zor... Ama kadın olmak en zoru! Kadın hep “öteki”. Seni seven milyonlarca kadın var. Kadın hayeter ki olsun... İyi tarafından bakarsak sosyal medyada Cemal Süreya'yla da tareketi, edebiyatı üstüne düşünüyor musun? Bir de tarif doğruysa “öteki” olduğun halde, yaramaz, isyankâr hallerine rağmen bunca sevilmek nasıl geliyor sana? u Evler, mekânlar, sokaklar ve şehrimiz. Bize kimlik veriyor. Tüm bunlara eşlik nıştılar, Turgut Uyar'la eden şarkılar. Yazarlık da. Bir yerden başlaDemokrasi duygusuyla yazılacak mühim meseleler bunlar; bir başına yapılan iştir ve yan arkasını da geMarquez'in dediği gibi “anlatmak için yaşamak” lazım. Kadın son kertede kendi sesini tirir, o şairi, o yazacinayetleri dert edindiğim birçok konunun başında geliyor. Bu bulma işidir. Romancılık rı merak edebilir, kennu kaleme alarak bu meseleyle doğrudan ilintili olan yeni bir yeni serüven mi artık? dini bir gün o kitabı şarkı yazdım. Böyle bir dünyada bir gram işe yarasa yeter diyor Yeni yolculuk mu başlaokurken bulabilir. Doinsan. dı? laylı da olsa beklentim Özgürlük insanın doğuştan temel hakkıdır ama sahip çıkarBiri gelip de elime vurmabu kadar, fazlası değil. san senindir, ‘paylaştıkça çoğalır’ demiş ya şair, öyle elbette. dıktan sonra biraz öyle göÇünkü çağın sürati bir O sevginin karşılık olduğunu düşünüyorum. Bunu bana rünüyor sanki. Yeter ki yana edebi kültüre olan her türlü hissettiriyorlar. elimde anlatacak sağlam düşkünlük eğitimle, ye“Allah ömür versin ama cenazende en çok ben ağlabir hikâyem olsun. tiştirilme tarzıyla, arkadaş çevresiyle, merak ve ilgiyle karşılığını bulabiliyor. u Yapıtlarına bakınca senin sesini işitiyoruz, şakacı bir yanın yacağım” diyen de oluyor. “Piçliğimizde de hiçliğimizde de sen varsın” diyeni de. Kalbi benimle birlikte çarpan insanlarla aynı şeyleri hissettiğimizi bilmek çok anlamlı. Gurur verici. Çok şanslıyım çok. di u “Ben sokak kızıyım” diyen Nazan, pek de kimsenin cesaret edemediği dilden haykırıyordu. Şimağır bir baskı ortamı var. var, gözü pek sözlerin. “Araf’ta Sanata, sanatçıya, güzel olan her yaşamak” üstüne konuşsak. Herkes şeye... Gençlerin nasıl muameleye biraz öyle bir yerde değil mi? Romanda geçen maruz kaldığını da gördün. Ne hissettin, konuşmalardan birine gönderme yapıyorum, hiçbir ne gözlemledin? duygu sahicileşmiyor sanki. Öyle mi? Onları utandırdığımızı düşünüyorum. MahcuEn kötüsü belirsizliktir hayatta: Belirsiz beklenti cehennem biyetimiz büyük. Bunu hak etmediklerini biliazabı gibi bir şeydir. Ölsen daha iyidir ama “gidip bi öleyim” yorsun, o noktada kalben yanlarında olmak sodemekle de olmuyor. Bazen bitmek bilmeyen bir kıştır harumluluğun oluyor. Böyle çırpındıklarını göryat. İnsanın iyi ya da kötü, elinde bir tane hayatı vardır, düze mek istemezdim doğrusu. “İhtiyaç duyduğunun farkında olmadan yazıyor insan” diyor Nazan Öncel ve ekliyor: “Seksenlerin sonunda İstanbul’a yeni geldiğim yıllarda işle ev arasındaki sıkışıp kalmışlığımda kendimi yazarken bulunca bütün şuursuzluğumla on dört sayfalık bir hikâyeyi kalktım Erdal Öz’e götürdüm...” ENVER AYSEVER Öz’ün övgüsünü aldığını söylüyor:“Bu beni push etmiş, yazmayı uzun zaman sürdürmüştüm. Bir çekmecede hâlâ sırasını bekleyen hikâyeler bunlar... Sonrasında zaman içinde soranlara “Evet yazıyorum” deyince bir beklenti oluştu, “n’apalım yazayım bari” dedim... Böyle. Şarkı yazarlığım kadar eskidir bu yolculuk...”