Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
8 Kaçırmayın ekmorlauhkısa u İş Sanat Okuma Tiyatrosu W illiam Shakespeare’in “Antonius ve Kleopatra” oyunu 13 Ocak’ta Meltem Cumbul ve Can Kulan’ın sesinden İş Sanat Okuma Tiyatrosu’nda saat 20.30’dan itibaren yayında. u Hrant Dink’e armağan “A n Vokal, beşinci teklisi “Sareri Hovin Mernem”i Hrant Dink anısına yayımladı. Grup, bu Ermenice halk şarkısını sadece insan sesiyle, acapella olarak çoksesli yorumladı. Tekli, Haluk Polat düzenledi. u Miami’de Bir Gece A mazon Prime Video’nun yeni filmi One Night In Miami 15 Ocak’tan itibaren izlenebilir. Malcolm X, Muhammed Ali, Jim Brown ve Sam Cooke’un 1964’tebir otel odasında bir araya geldikleri geceyi anlatan filmin yönetmeni Regina King. u Kundura Sahne’de K undura Sahne sıra dışı projeleriyle tanınan İsviçreli yönetmen ve sanatçı Stefan Kaegi’yi ağırlıyor. 14 Ocak’ta gerçekleşecek Sanatçı Konuşması’nda sanat pratiklerini paylaşacak olan Kaegi’nin insansı robot üreterek sahnelediği “Tekinsiz Vadi”nin çevrimiçi gösterimi olacak. kultur.beykozkundura.com’da altyazılı ve ücretsiz... u ‘Terapist’ cinayeti çözecek mi? G ain Medya bazı dizileriyle çabucak bağımlılık yarattı. Her bölümü 10 dakika civarında olan ve Zeynep Dadak’ın yönettiği Terapist gibi. Bir terapistin, karısını öldüren katili aradığı dizide Muhammet Uzuner, Dolunay Soysert gibi isimler rol alıyor. u Jojo’da Yaşlı Amca konseri Y eni nesil rock gruplarından Yaşlı Amca yeni kurulan dijital eğlence platformu Jojo’da çevrimiçi bir konser verecek. 17 Ocak’ta saat 21.00’de başlayacak konseri jojo. live’a üye girişi yaparak izleyebilirsiniz. 10 OCAK 2021 TUĞBA ÖZER Sanssouci Bahçe Almanya’da bir cennet Büyülü mekân SanssoucI Parkı ve saraylar Potsdam’da görülmesi gereken yerlerin başında Sanssouci Parkı geliyor. Görkemli park, SansA lmanya’ya gittiniz yolunuz bir şekilde illa ki Berlin’e düşecektir. Bana sorarsanız Berlin’e kadar gitmişken asıl görmeniz gereken başka bir yer var! Üstelik çok keyifli bir tren yolculuğu ile yalnızca 45 dakika mesafede... Koronavirüs pandemisi tüm dünyayı ele geçirmişken, seyahat edebilen şanslı insanlar arasında yer aldım. Elbette Avrupa’da henüz ikinci dalga başlamamış, Potsdam Yeni Saray souci Sarayı başta olmak üzere pek çok önemli binaya ev sahipliği yapıyor. Görülesi saraylardan biri de Neues Palais yani “yeni saray”. Uzun ağaçlı bir yolun sonunda birden karşınıza çıkan bu yapı size bir kez daha “iyi ki buraya gelmişim” dedirtiyor. Parkın içinde bir de Barış Kilisesi var. Uzaktan bir fabrikayı andıran ancak içine girdiğinizde sizi büyüleyen bu yapı, kilise, manastır, sütunlu avlu ve üzeri kapalı bir sütunlu koridordan oluşuyor. Almanya’da vakalar kontrolden çıkmamıştı. Yaklaşık 1.5 aylık Almanya seyahatimde, beni çok etkileyen, o büyüleyici mekânı anlatmak istiyorum: Potsdam... garda karşılama Potsdam, 1918’e kadar Prusya krallarının ve Alman Kaiser’inin ikametgâhı olmuş burada yaptırdıkları yazlık saraylar adeta zevki sefa, lüks için inşa edilmiş. Saray ve lüks meraklısı olmasanız da bu küçük şehir; doğası, tarihi ama en çok da mimarisiyle sizi mest ediyor. Açık konuşmak gerekirse Berlin Merkez Tren Garı’ndan trene atladığımızda yolumuzun böyle büyüleyici bir yere varacağını hiçbirimiz beklemiyorduk. Hatta zahmet edip seyahat listesi bile hazırlamamıştık. İşin büyüsü de biraz buradan başlıyor. Hiç beklemediğiniz bir cennetin ortasında buluveriyorsunuz kendinizi. Potsdam Tren Garı’nda sizi başta küçük, sakin bir Alman şehri karşılıyor. Şehir içinde kısa bir tur atıp sarayları ve bahçeleri ile nam salmış bu şehri yürüyerek keşfedebilirsiniz. Bir gününüzü ayırmanız yeter... Hollanda Mahallesi u Gezerken kendinizi bir anda Hollanda sokaklarında bulursanız şaşırmayın. Kiremit renklerinde binalarla bezeli bu mahalle Hollanda sokaklarını andırdığı için bu ismi almış. Zaten burası bir göçmen mahallesi. Sokakta bir mola verebilir, yemek ya da bir şeyler içmek için şirin, küçük restoranlara uğrayabilirsiniz. Barış Kilisesi Sinefillerin Şehri u Kendinizi devasa bir film setinde gibi hissetmeniz aslında tesadüf değil. Burası sinemaseverler için de oldukça önemli bir yer. 1911’de kurulan ve dünyanın en eski büyük ölçekli film stüdyosu unvanına sahip Babelsberg Stüdyoları’nın yanı sıra, kent bir de film müzesine ev sahipliği yapıyor. Müze muhteşem barok bir binada bulunuyor. Yeldeğirmeni berlin’de hÂkimler var! Sanssouci Sarayı’nın çevresini gezerken gözünüze bir yel değirmeni takılacak. Efsane odur ki, Prusya Kralı Büyük Frederik, Potsdam ormanlarında gezinirken bu değirmenin bulunduğu tepenin yanındaki alçak bir tepe üstünde durur ve değirmeni satın alıp bir saray yaptırmak ister. Değirmenciyi bu satışa bir türlü ikna edemez. Kral önce değirmene değerinin kat kat üstünde bir meblağ ödemeyi teklif etse de değirmenin sahibi olan SansSouci, “Satılık değil bu değirmen” der. Kral bu cevaba kızar ve “Sen benim Prusya Kralı olduğumu bilmiyor musun yoksa” diye sorar. “Biliyorum, biliyorum” der SansSouci, “Sen de benim bu değirmene tapusu ile sahibi olduğumu bil.” Kral iyice köpürür ve “Zorla alırım o halde, bakalım o zaman ne yapacaksın?” der. Değirmenci bu söz üzerine hiç telaşa düşmeden: “Berlin’de hâkimler var” cevabını verir. “Berlin’de hâkimler var” sözünün bu efsaneden çıktığı rivayet ediliyor. İnsanları bir bir sevmek imkânsızdır. Oysa “toplum” kolayca sevilir, merhamet edilir ona Tanrı koskoca bir çocuk mu yoksa? 1 Gazeteci John Reed’in Bolşevik Devrimi adım adım tuhaf, risklerle dolu yolculuktur bu. Pessoa’nın kendine türlü adanlattığı kitabı “Dünlar vererek kılıktan kılığa giryayı Sarsan On Gün İçin”, Lemek demektir bu sandıklar nin: “İşte milyonlarca basıldolusu, binlerce sayfa yazmamasını, bütün dillere çevrilsı bundan olsa gerek. Birden mesini isteyeceğim bir kitap” fazla kişi olduğunu biliyordu, diyor. Devrimci olmak, dev ENVER AYSEVER rimle barışık yaşamak kolay iş KURŞUNKALEM değildir. Kurulu düzen, farkyaşanacak tek ömrü vardı ve ancak bu yolla kendinden fazlası olabilirdi. Umberto Eco lı gerekçelerle herkesi avutur, bana: “Kitap okuyorum çünbelki de korur. Yıkmak beceri ister, yeri kü sadece tek bir yaşama mahkumum, ne daha iyi olanı kurmaksa çok iştir; ya bu yolla çeşitli yaşamlar sürüyorum” deratıcılık ister, zekâ ve elbette siyasal gü mişti. Yazmak ve okumak arasındaki venilirlik ister. En zor olan tarafı da, yeri geldiği zaman acımasız olmayı becermektir. Kansız, acısız devrim söz konusu değildir. Severek okuduğum Marksist yazar Terry Eagleton’un, “Devrimlerin ilk yirmi yılı savunulamaz, orada kan ve gözyaşı vardır” cümlesini anımsarım. Devrim kararlılık, cesaret işidir. En önemlisi zamanlamadır. Dünyanın tüm devrimcileri doğru zamanda sahne almışlardır; biraz önce ya da sonra olsa şu an adlarını bilmemiz mümkün değildi. Üstelik onlara “hain” diyenler çoğunluk olacaktı. 2 “Bir insanda bütün insanlar vardır” derken Montaigne, her birimizin iyi ve kötünün sınırlarını zorlayacak kadar karmaşık olduğumuzu söylüyordu. Evreni tamamen kavrama olasılığımız yok. Bilimci nasıl büyük iştahla bu uçsuz bucaksız maceranın peşine düşerse, sonunda elinde avucunda bir şey olmayacağını bildiği halde, edebiyatçı da bunu insan ruhu için yapar. Sonuna dek bilmemiz mümkün olmayan, ilişki geçirgen elbette... Pessoa, yazı yazan birinin bunları yayımlamasını ayıp sayıyordu. Eco: “Kendi için yazan aptallardan olmadım” diyor. “İnsan, sadece marketten alacaklarını yazdığı notları kendi için oluşturur. Bunun dışında her yazı biri okusun diyedir” diye ekliyor. Pessoa illa yazı yayımlanacaksa, yazarın “başarısızlık dışında beklentisi olmamalıdır” diyerek tartışmayı derinleştiriyor. Bu iki yazar aynı dönemde yaşamadı. Eco’nun Pessoa’yı bilmediğini düşünemem. Birbiriyle karşıt tezler miydi öne sürdükleri? Bence hayır! Yığınlara seslenmek kaygısı güttüklerini sanmıyorum. Hatta Pessoa’nın eylemi suç saymasını Eco onaylar, zaman kaybı sayar bence. Pessoa hayallerden öte yaşam olmadığını söylüyor. Eco da yıllarca süren akademik yaşamın ardından “Neden roman yazdınız?” diye sorulduğunda “Canım istiyor da ondan” diye yanıt veriyor. 3 Pessoa, “Sanat, bir yalnızlıktır. Sanatçı başkalarını tecrit etmenin, yalnız başına kalmaya heveslendirmenin yolunu bulmalıdır” derken devrimci lideri de tarif eder bence. Devrim yapmak için yola koyulan kişinin geniş kitlelere rağmen yola çıktığını bilmemesi mümkün değildir, şu halde yapayalnızdır. Hatta öylesine büyük yalnızlıktır ki bu, yoldaş olarak yanında bulunanlar şu ya da bu sebepten eksilir, sonunda çizdiği yolu tek başına yürümek gerekir. Büyük yaratıcılar tutumları itibarıyla birbirine benzer, her biri kocaman dağ gibidir; onları sevme nedenimiz her ne ise aynı gerekçe ile uzak dururuz. Evrenin gizini çözemediği için önce Tanrı’yı yaratır insan. Buluşu ilk yapanın devrimci, sanatçı olduğunu kabul ederim. Peşine düşenler için aynı şeyi söylemem mümkün değil. Artık kitleler The Kominsky Method peşine düşünce yalnızlaşır orada yaratıcı kişi! Bu hep böyledir. Garip kovalamaca diyelim! 4 Kar görmeyen çocuklar var. Başka türlü düzende yaşama olanağı olduğunu da bilmiyorlar. İnsan, eğer içine doğduğu kabın biçimini alırsa kendini mutlu sayıyor. Değil aslında, kabı parçalama çabasıdır bizi ayakta tutan. Yılbaşı gecesi çocuklar için toplandık; salgın, geçmişe daha bir yüzümüzü çevirmemize neden oldu, ah o anımsamak, bir tür sayıklama gibi! Geç saat, eteklerini dalgalandırarak dans etmeye başladı annem. Üzerimize sinen ölü toprağı dağılsın, sisli görüntü berraklaşsın dize. Teyzemlerin, Fatih’te sobalı evleri vardı. Masaya toplanır tombala oynardık. Kahkaha tükenmezdi. Anneannemin el çırparak söylediği Arapça şarkılar düştü aklıma. Bir yılbaşı günü ardından öldü. O gün bugündü dondu duygularım. En yakın dostumu yitirmişim meğer. 5 “Tanrı koskoca bir çocuk olmasın sakın?” diyor Pessoa. Çocuk her zaman masum değildir üstelik. Acımasız bir çocuk olsa gerek! 6 Kim olduğumuzu tam olarak bilemeyiz. Yaşamın büyük sorunları üzerine kafa patlatıp şan, şöhret, zenginlik de elde etmek mümkünbasit bir hastalığa yenilebiliriz. Michael Douglas’ın başarıyla oynadığı bir dizi var (The Kominsky Method), izliyorum. İki yaşlı arkadaşın öyküsü... Kadınlar, cinsel sorunlar, korkular, hastalıklar, kızları var ve onların başına gelenler konu ediliyor. Yalnızlık, evet bir de yalnızlık var. Sevdiklerinin ölümü, çağa ayak uyduramamak, önce prostat büyümesi, derken akciğer kanseri. “Büyük Patlama”dan ya da “Kara Delik”ten her zaman daha önemlidir idrarını tutamamak! 7 Tek tek kişiler için iyilik yapmak zor, yorucudur. İnsanları bir bir sevmek imkânsızdır hatta. Onca ayrı kişiliği dert etmek, bunca yükü sırtlanmak çılgınca olsa gerek. Oysa “toplum” kolayca sevilir, merhamet edilebilir ona. Kalabalık biri değildir, herkestir ve herkesle anlaşmamız gerekmez. Ondan hiçbir şey beklemeden tek taraflı vermek yeterlidir. İyi olmanın ölçüsü budur. Eğer iyi olmak gerekliyse, emin değilim ayrıca.