01 Aralık 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

12 NİSAN 2020 5 Karantina günleri uzuyor, ülkemizdeki tablo her geçen gün kötüye gidiyor. Özellikle de sağlık çalışanları tehdit altında. Herkes korku ve endişe içinde. Ruhsal olarak dayanılması zor günler. Prof. Nurper Erberk Özen’e bunların üstesinden nasıl geleceğimizi sorduk. “Kriz, yaşamın akışını aniden bozar. Slaikeu’ya göre kriz, bireyin daha önce karşılaştığı durumlarla baş etmede başarılı olduğu, problem çözme becerilerinin artık etkili olmadığı geçici bir organizasyonsuzluk, kötülük durumu olarak tanımlanabilir.” “Sağlık kaygısı bozukluğu isimli bir kaygı bozukluğu tanımız var, önceki adı hipokondriazis, hastalık hastalığıydı. Burada kişi zihninde çok ciddi bir hastalığı olduğuna dair bir inanca sahiptir ve takıntılı bir biçimde buna dair kanıt kovalamaktadır.” Prof. Dr. Nurper Erberk Özen, koronavirüs salgınının psikolojik etkilerini anlattı “Günlük gelişmeleri, sabah ve akşam birer kez yetkili kişiler ve güvenli kanallardan takip etmek yeterli, sürekli maruz kalmak zihni yorar.” Hayatımız askıda Bütün dünyayı sarsan koronavirüs salgını ortak ama her birimizin “izole” yaşadığı hayatlar kimi zaman çok benzerlik gösterse deaynı değil. Kimi çok konforlu yaşıyor izolasyonu, güzel, geniş evinde, sanal dünyanın sunduğu nimetleri izlerken “Ne yesem, ne içsem?” diye düşünerek. Bazıları bu kadar şanslı değil. Minicik evlerde kalabalık yaşayanlar, şiddet gördüğü kocayla dört duvar arasına hapsolanlar, engelli çocuğuyla desteksiz bir başına kalanlar, sağlık kaygısı bozukluğu, panik atak yaşayanlar... Bir taraftan da aniden başka bir yaşam türüne geçiş yaptık. Trafikten yakınmalarımız, çalışma arkaşlarımızla çıktığımız öğle yemekleri, kahve molaları, ofis dedikoduları mazide kaldı. Tek başımıza çalışıyoruz ve korkuyoruz ya salgından sonra da böyle olursa? Aklımızdaki tüm soruları psikiyatrist ve psikoterapist Prof. Dr. Nurper Erberk Özen’e sorduk. u Böyle bir salgını, izolasyonu, ortak bir korkuyu ilk kez yaşıyoruz ve ne zaman biteceğini de bilmiyoruz. Bu tür olaylarda yaşamın olağan akışına gerçekten bomba düşmüş gibi olur, yaşama dair temel güven duygumuz sarsılır ve oluşan belirsizlik bizi endişeye sevk eder. Psikiyatride ve psikolojide, yaşamın akışını aniden bozan, yıkıcı travmatik olayların etkisi kriz olarak adlandırılır. Birdenbire yaşam şeklimiz tamamen değişti, mesleki ve sosyal alanlarımız, alışkanlık ve rutinlerimiz rafa kalktı. Yaşam gündemimize özel önlemler ve kısıtlamalar, yeni kavramlar geldi, sosyal mesafe örneğin. Her yerde öldürücü olabilecek sonuçları gösterilen bir hastalıktan söz edildiği bir ortamla çevrelenmiş durumdayız. Şu anda bu pandeminin bize hatırlattığı en önemli kavram, bireysel olarak ne yaparsak yapalım toplum olarak hareket etmediğimiz sürece bir anlamı olmadığını anlamış olmamızdır. Şüphesiz gerçek bir tehdit ya da tehdit algısına herkesin tepkisi bire bir aynı olmaz. Sosyal stres faktörü hepimiz için aynı düzeyde tehdit edici olsa da biyolojik yapımız biriciktir, yani hepimizin kaygı eşiği, olayı yorumlama biçimi, onunla başa çıkma stratejileri birbirimizden farklıdır. KAYGI NASIL ARTAR u Korkular iyice gün yüzüne çıktı... Freud’a göre iki temel içgüdü var: Eros ve Thanatos, yani yaşam ve ölüm iç güdüsü. Eros’un içinde, sevmek, üretmek, haz almak gibi her türlü yaşamı sürdüren öğeler yer alır. Kimse kendisinin öleceğine inanmaz ve bilincimiz sanki bizler ölümsüzmüşüz gibi davranır. Yaşamın devamını sağlamak için, ölüm düşüncesini inkâr etmek zorundayız. Ancak ne zaman ki gerçek ölüm tehdidi ile yüzleşiriz, ölüm yüzünü göstermeye başlar ve korku, kaygı kendini gösterir. Bağışıklık sistemimizin bizi mikroorganizmalardan koruması gibi, savunma mekanizmaları da bizi psikolojik zorlanmalardan yani stresten korumaya çalışır. Bauman’a göre hayatta kalmayı istememizin en önemli nedeni, “bütün o sevme, sevilmenin bütün bu hareketin bir anda sona ermesinin dayanılmaz olmasıdır”. Canetti’ye göre ise “kaçınılmaz olarak, insan hayatta kalan kişidir”. u Bu durumun ruh sağlığımıza kısa ve uzun vadeli etkileri neler olabilir? Her belirsiz lik kay Nurper Erberk Özen gı uyandırır, yanıtı belli olmayan, öngöremediğimiz sorular açıklığa kavuşsun isteriz. Sosyal medyadan, yazılı ve görsel kitle iletişim araçlarından haberler alma peşindeyiz. Virüsü tanıdıkça ona karşı güçleneceğimizi düşünüyoruz. Oysa artan hastalık ve ölüm rakamları, yurtdışından gelen görüntüler, bazen alanında uzman olmayan kişilerden tutarsız ve bilimsellikten yoksun açıklamalar dinlemek, bunlara sürekli maruz kalmak, bir süre sonra bilgi edinmenin ötesine geçip zihinde korkuyu tetiklemeye başlayabilir. Korku ve kaygı tetiklendikten sonra ise, duyulan her haberi felaketleştirerek, üzerimize alınarak yorumlamaya başlarız, böylece korku ve kaygı daha da artarak kısır bir döngüye girilmiş olur. Bu durumda sağlıklı ve olumlu düşünemeyiz. Ayrıca tedbir olarak önerilen her şey abartılarak kaygıyı iyice artırabiliriz. Örneğin ellerin yıkanması önerisi, sayısızca yıkama ile takıntılı bir hal alabilir (obsesif kompulsif bozukluk), sağlıklı beslenme önerisi, aşırı hijyenik, bağışıklığı güçlendirici ve organik beslenme takıntısına dönüşebilir (ortoreksiya), sosyal izolasyon yalnızlığı artırarak, özellikle bir hobisi, uğraşı olmayan kişilerde can sıkıntısı halini alabilir. u Çevremde pek çok kişi Covid19’a yakalandığından şüphelendi... Virüse bağlı belirtilerin kendimize uygulanmasıyla ateşimiz var gibi, boğaz ağrısı ya da öksürük gibi belirtilerimiz olduğunu düşünüp sürekli kendimizi dinlemeye başlayabiliriz, buna sağlık kaygısı bozukluğu diyoruz. Yanımızda olan, uzakta olan tüm sevdiklerimiz için de endişe duyup kaygı lanabiliriz. Stres ve kaygımız arttıkça bedenimiz gerçekten de belirti vermeye başlar. Terleme, üşüme, ürperme, nefes darlığı hissi, çarpıntı, müphem gezici ağrılar, midebağırsak hareketlerinde ve iştahta düzensizlik, uyku bozuklukları kaygı artışında sıklıkla görülür ve viral hastalık belirtileri diye yorumlanabilir. Bu belirtilerin ani başlayıp yoğun biçimde 1020 dakika süren ölüm korkusu, delirme veya bayılma korkusu ile birlikte gelmesine panik atak denir. Süregen umutsuzluk, mutsuzluk ve çaresizlik düşünce ve duyguları, enerji kaybı, motivasyon eksikliği, dikkat dağınıklığı ve unutkanlık, sinirlilik gibi belirtiler duyarlı bireylerde depresyon gelişmiş olabileceğini düşündürürken, zihninde olan biteni gerçeklikten kopuk değerlendirme ve yorumlamalar ise duyarlı bireylerde psikozu tetikleyebilir. Bu belirtilerin yaşandığı durumlarda yardım alınması gerekir. Yüz yüze görüşmenin riskleri göz önüne alınarak, onun yerini tam olarak tutmamakla beraber, tüm dünyada meslektaşlarımız online görüşmelerle hasta ve danışanlarına destek olmaya çalışıyor. GÜNLÜK PAYLAŞIMLAR u İlişkileri nasıl etkileyecek bu süreç? Ne yapmak gerek umutsuzluğa kapılmamak için? Kriz dönemlerinde sosyal destek, güvenli ortam ve yaşamın mümkün olduğunca olağan seyrinde sürdürülmeye çalışılması, krizin etkilerinden en az hasarla çıkmaya yardımcı olacaktır. Şu anda evde kalarak güvenli ortamı ve sosyal desteği oluşturmaya çalışıyoruz çoğunlukla. Unutmayalım ki, şu anda bile zihnimiz hep sonrasını düşü nür aslında, akşam yiyeceğimiz yemek, yarın yapacağımız görüşme, bu ay ödeyeceğimiz taksit, önümüzdeki dönem alacağımız ders, bu yaz çıkacağımız tatil gibi. Şimdi bunların hepsi askıya alınmış durumda. Bu nedenle günümüzü iyi planlamak zorundayız ki geleceğe dayanma gücümüz olsun. Sevdiklerimizle iletişim halinde olmayı bırakmamalıyız. Konuşmalarımızın ekseninde olağan günlük paylaşımlar olmalı. Denediğimiz bir tarif, dinlediğimiz bir müzik, izlediğimiz bir dizi veya film, okuduğumuz bir kitap gibi paylaşımlar bize de ona da iyi gelecektir. u Bir bölümümüz de çok konforlu bir izolasyon içinde. Salgın sonrasına nasıl yansıyacak bu durum? Konforlu bir izolasyon içinde olanlar, rutin yaşamlarında da konforlu ve steril bir ortamdaydı zaten, o yüzden onlar bu açıdan bir zorluk çekecek diye düşünmüyorum. Kalabalık evlerde yaşayanlar, aile içi şiddet olgusu olanlar için ise en güvenli liman olması gereken evleri ne yazık ki güvenli bir ortam değil. Bu konuda karakola, kadın destek kurumlarına, şiddeti önleme ve izleme merkezlerine başvurarak yardım almalarını öneriyoruz. Hekimler ve tüm sağlık çalışanları, işçiler, güvenlik görevlileri gibi meslek kolları da iş tanımlamalarında hep yüksek riskli, stresli ve tükenmeye yatkın meslek gruplarıydı zaten; diğer bir deyişle aşırı iş yükü ve olağanüstü koşullar bu meslek gruplarında hep olasıydı. Şimdi de bulaş ma riski ve kaygısı var, üstelik şiddet riski de bitmiş değil ne yazık ki. Sağlık çalışanlarının kendini güvende hissetmelerinin şu ortamda en önemli yolu koruyucu ekipman ve dinlenme saatlerinin yeterli olması. ÖDÜN VEREMEYIZ u Yalnız yaşayanlar daha mı şanslı zaten alışkın oldukları için buna benzer bir yaşama? Şüphesiz ki herkesin yaşam koşulları ve ilişki biçimleri de kendisi gibi biricik. Zaten yalnız yaşayan veya zaten evden çalışanlar daha az etkilenecek de diyemeyiz. Onların da rutinleri değişmiş durumda. İstediğinde sokağa çıkabilme özgürlüğü olduğunu bilmek, yapmasa da kişiye iyi gelen bir duygudur. u Evden çalışmaya geçenler salgın sonrasında ne yapacak sizce? Şirketler bu durumu verimli görüp devam ettirmek isterse iyice yalnızlaşacak mı insanlar? Yeni bir dünya düzeni bizi bekliyor gibi görünüyor. Çalışma düzenleri, mesai saatleri yeniden gözden geçirilebilir. Ancak sosyalliğimizden yine de ödün veremeyiz. Hangimizin yaptığı iş tamamen bireysel ki zaten, işbirliğine her zaman ihtiyacımız var, bir o kadar da ten ve göz temasına, bağlılıklarımızın özü bu zaten, yine sarılacağımız günler gelecek mutlaka çünkü bu da temel ihtiyaçlarımızdan birisi, yani güven duymak. u Sevdiği aile bireyinden ayrı kalmak zorunda olanlar, tek ebeveynler, yalnız yaşayan yaşlılar... Bazılarının daha da çok duygusal desteğe ihtiyacı var sanki. Ne yapılmalı? Her bireyin mümkün olduğunca çevresi ile bağlantıda olması, yalnızlaşmaması gerekiyor. İletişimi koparmak gerçek yalnızlık sanırım. Sevdiklerimize onları düşündüğümüzü, önemsediğimizi hatırlatmak için sık aramamız, temel ihtiyaçlarını karşılamamız, sağlık sorunları varsa takiplerini ve tedavilerini aksatmamamız gerekiyor. Toplumsal dayanışma da çok önemli. Kişiler kendini güvende hissettikçe kaygıları azalacaktır. Günlük gelişmeleri, sabah ve akşam birer kez, yetkili kişiler ve güvenli kanallardan takip etmek yeterlidir, sürekli maruz kalmanın zihni yoracağını onlara da hatırlatmalıyız. “Konuşmalarımızın ekseninde olağan, günlük paylaşımlar olmalı. Denediğimiz bir tarif, dinlediğimiz bir müzik, izlediğimiz bir dizi veya film, okuduğumuz bir kitap gibi.” ÇOCUKLAR İÇİN SABIR Prof. Özen’in, anne ve babalara tavsiyeleri ise şöyle: Çocuk ve gençler için de bu süreç zor geçiyor eminim. Çocuklara evde olan yetişkinin sabırla ve anlaşılır dilde olan biteni anlatması, çocukta kaygı oluşmasını engelleyebilir. Ev içi uğraşlar, egzersizler, ihmal ettiğimiz ev içi düzenlemeleri, okumak, müzik dinlemek, film/dizi izlemek gibi hoşa giden etkinlikler ile uğraşmak günümüzü rahat geçirmemize katkı sunabilir. DÜZENİ BOZMAYALIM “Evde olmak uyku ve beslenme düzenimizi bozabilir. Buna mümkün olduğunca izin vermeyelim. Gündüz uykusu, dinlendiricilik ve beyin kimyası açısından gece uykusu ile aynı değildir, bu nedenle gece uyku saatimizin değişmemesi, gündüz uyuyup gece oturmamak da hem bedensel hem ruh sağlımız açısından önemli. Kısacası evde kalıyoruz diye hayatı durdurmayalım, kendimize ve işimize bakmaya devam edelim diyorum.” OKUMA TAVSİYESİ Prof. Özen, salgın süresince evde kalanlara kitap okumayı öneriyor. Özen’in üç seçimi şöyle: Steven Taylor, The Psychology of Pandemics, Preparing for the Next Global Outbreak of Infectious Disease, Cambridge Scholars Publishing, 2019. Zygmunt Bauman, Ölümlülük, Ölümsüzlük ve Diğer Hayat Stratejileri, Ayrıntı Yayınları, 3. Basım, 2018. Elias Canetti, Kitle ve İktidar, Ayrıntı Yayınları, 6. Basım, 2014. “Konuşmalarımızın ekseninde olağan, günlük paylaşımlar olmalı. Denediğimiz bir tarif, dinlediğimiz bir müzik, izlediğimiz bir dizi veya film... Pandeminin bize hatırlattığı en önemli kavramın, bireysel olarak ne yaparsak yapalım toplum olarak hareket etmediğimiz sürece bir anlamı olmadığını anlamış olmamızdır.” FİGEN ATALAY “Konforlu bir izolasyon içinde olanlar, rutin yaşamlarında da konforlu ve steril bir ortamdaydı zaten, o yüzden onlar bu açıdan bir zorluk çekecek diye düşünmüyorum. Kalabalık evlerde yaşayanlar, aile içi şiddet olgusu olanlar için ise en güvenli liman olması gereken evleri ne yazık ki güvenli bir ortam değil. “
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear