24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

4 1 MART 2020 “ Deniz Çakır, Engin Alkan ile Tarla Mutfakta makarna yapan bir “İzleyenler oynadığım dadı Kuşuydu Juliet’i oynuyor. Romeo ve Juliet, umursamaz memnuniyetsiz karakterinin bateri çalmasına şaşırıyor. Juliet, Shakespeare’e ölü numarası koca Romeo. Sarmısak, köri kokuları Bu oyun için öğrendim ama bateri yapıp evleniyor ama öyle bir şiddetli eşliğinde seyir keyfi. Çakır, taze çalmak çok zevkliymiş, eve de bir geçimsizlik başlıyor ki aralarında, makarnada bayağı bayağı ustalaşmış, bateri aldım. Yaprak Dökümü’nde Shakespeare hikâyeyi görünce dumur siz koltuklara yerleşirken, o çoktan Ferhunde, araba kullandığı için ehliyet oluyor, dizlerini dövüyor! hamurunu kesmeye başlıyor. almıştım, hiç de hevesim yoktu” diyor. “Birilerini çağırdığımda çok güzel sofra kurarım ama tencere yemeği bildiğim konu değil. Bakınca yaparım ama...” “Oynadığımız karakterlere yaklaşırken daha çok insan tanıyoruz, o yüzden insan deşifresinde başkalarına göre kuvvetli duygularımız olabiliyor. Görüyorsun, yalan söylüyor, niye yüzüne vurasın ki yandan yandan uzaklaşırım, iyi günler derim.” Deniz Çakır’la başlamıştık pazar sohbetlerimize, birinci yılımızda yine buluştuk Bir şeyler değişecek “Kafamda yeni bir şey var şimdi. Bir kavram buldum: beklemek. Farklı algılayışlarda, beklemek fotoğrafı çekeceğim. Tozlu raflardan Nikonumu çıkarayım bakayım. D 800’üm var, onun üstüne bir sürüsü çıkmıştır. Bakalım bana neler anlatacak? İstanbul Açık Hava Müzesi, inşallah daha fazla dokunmazlarsa. Ankara’da böyle bir görsel zenginlik yok mesela.. Eski başkan sağ olsun Ankara’nın görselini bir hayli değiştirdi.. Havaalanından inince memleketine bir oh dersin, maalesef bunu elimizden alan bir eski belediye başkanımız vardı senelerdir.” Fotoğraf: Cumhuriyet Pazar EMRAH KOLUKISA “Hiç yalan söyleyemiyorum, ağzım gözüm oynuyor. Bazen de gerekir ya kibarlık için belki. Fazla öküz dürüstlüğündeyim ben de. Beni kötü bilsin ama dürüst bilsin. Öküzün tekidir, pat diye söyleyiverir desin, bu yaftayı kabul ediyorum, sahtekârlıktansa öküz olmak iyidir gerçekten.” Uzunca bir aradan sonra bir yıl önce yeniden okuyucuyla buluşan Pazar ekimizin ilk sayısı için oyuncu Deniz Çakır ile bir söyleşi yapmıştık. Deyim yerindeyse, Çakır bize uğurlu gelmişti. Ama aradan geçen bir yılda çok şeyler değişti malum. Yerel seçimler Türkiye’de ciddi bir atmosfer değişikliği yarattı örneğin. Dünya her anlamda biraz daha ısındı, hatta bazı bölgeler yandı, sarsıldı... Deniz Çakır’ın hayatında da yenilikler oldu elbette. Engin Alkan ile birlikte “Tarla Kuşuydu Juliet” adlı yeni bir oyuna başladı. Biz de hem yeni oyun hem de bizim birinci yılımız vesilesiyle yeniden çaldık kapısını, sohbeti koyulttuk, Bebek Sahili’nde. u Bir yıl sonra bir kez daha seninle oturup konuşalım istedik. Nasıl geçti senin için bu bir yıl? Türkiye için nasıl geçtiyse benim için de öyle geçti aslında. Ben öyle sadece işini yapıp hayata devam edebilen biri değilim maalesef. Bir taraftan avantaj ama bir taraftan maalesef çok duyarlıyım ve çok bana dokunmayan şeyler de bana dokunuyor. O yüzden ister istemez, çok üzülerek, ağlayarak, ama her şeye rağmen bir şeyler yapmaya çalışarak üzülerek, ağlayarak derken kendim için değil ama görüyorsun işte olanı biteni kolay geçmedi. Çünkü çok fazla hasar alıyorum yaşananlardan, şimdi büyüdükçe biraz öğrenmeye çalışıyorum, normal diyorum, her şey olabilir, her şey olabilir, önemli olan, olanlara rağmen ayakta durabilmek, iyi bir şeyler yapmak ve pes etmemek. Ama yara almamak mümkün değil, çünkü ne Türkiye ne dünya kolay bir süreçten geçmiyor. Boş vererek yaşamayı öğretmediler bana ve bunu öğrenemiyorum bir türlü. Çok da imreniyorum böyle gamsızlara. “Gamsız mı olsam ben acaba biraz, bana ne yaa” diyorum şöyle üç saat filan, sonra “olur mu yaa” deyip geri dönüyorum. Düşe kalka geçti, ruhum da çok düştü kalktı, ama böyle bir şey hayat. “Acıdan geçmeyen şarkılar biraz eksiktir” gibi acıdan geçmeyen hayatlar da bence biraz eksiktir, o yüzden, güçlü olmak bir marifet değil ama bu kadar çok sarsıntının yaşandığı bir dönemde yola devam etmek için güçlü olmak gerekiyor. u 2020 bir garip başladı değil mi? Bence doğa bizden intikam alıyor, bilmiyorum, ama cidden doğayı o kadar üzdük ki biz, sanıyorum sıra doğada. O kadar çok afet oldu ki çünkü, depreminden çığına, uçak kazasından bilmem nesine kadar... Doğa coşmuş durumda, maa lesef negatif anlamda. Artık beklentilerimiz küçüldü. Mutlu olalım, sakin olalım, her şey bir iyi olsun, şöyle gülümseyen insanlar görelim, sahici gülümseyen... u Yine bu bir yıl içinde yerel seçimler de oldu... Sonuçlar insanda biraz olsun umut yeşertiyor sanki, ne dersin? İmamoğlu’nun gelişi örneğin? Ama o da çok büyük bir yükle geldi. Bir insandan mucize beklemek tabii çok ütopik ama bir şeylerin değişmesi gerçekten umut verici. Ben umutlu oldum, yani mutsuz ama umutluyum en azından. Değişebiliyor bir şeyler. Bir de gülen bir siyasetçiyi özlemişiz galiba, beni siyasi görüşünden ziyade insani davranışlar, gülmek gibi, iletişim kurmak gibi, bunlar etkiliyor. Sadece bu bile umut verici bence. Konserlerde falan karşılaştığım biri var, ne güzel yani. Bodrum’da açık havada bir konsere gidiyorum, aa İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı da orada, ne güzel, biz unutmuşuz böyle şeyleri. Bunlar tatlı şeyler, siyasi görüşü umurumda değil. u Geçen yılki söyleşide kadın meselesiyle ilgili şöyle söylemişsin: “Susma, çünkü gittikçe çoğalacak, kızının başına gelecek. Yapma, kader haline getirme, hiçbir kadın yaşadıkları yüzünden kendini yalnız hissetmemeli...” Bu bir yıl içinde değişen bir şey oldu mu? Yoo, sadece daha fazla küfür eklenmiş olabilir. Olumlu olarak sadece şöyle bir şey eklendi, susmayanlar çoğaldı. Dünyada da Türkiye’de de kadın hareketi güzel bir yere gidiyor. Bu umut verici. Ben kadınla erkeği ayırmayı hiç sevmem ama o kadar tuhaf bir çağda yaşıyoruz ki, bu olanlara inanmak mümkün değil. Açlıktan ve mağduriyetten bir şey çalan çocuk hapis yatıyor, öteki tarafta taciz eden, tecavüz eden iyi halden dışarı çıkıyor. Gerçekten insan bunlara takılırsa akıl sağlığının yerinde kalması mümkün değil. Ama ben kadın hareketlerine çok inanıyorum. ANTIK YUNAN’DAN BERİ DERT AYNI u Aktif olarak içinde bulunduğunuz hareket var mı? Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’na elimden geldiğince destek veriyorum. “Rağmen” gibi pek çok dergi var, onlara destek olmaya çalışıyorum, gelirleri yine kadınlarla ilgili platformlara gidiyor. Neler yapabiliriz, bir düşünmek gerekiyor. Çünkü gerçekten tahmin ettiğimizden de büyük bir kadın hareketi geliyor. İki sene sonra her şey çok farklı olacak. Büyücü gibi konuştum ama (gülüyor)... u Kadınlar geliyor diyorsun yani... Evet. Değişecek bir şeyler artık. Gazetecilikte, senin mesleğinde yani ve benim de mesleğimde bir sürü şey değişecek. Düşünsene Antik Yunan’dan beri neredeyse yazılan tüm metinlerde, hep erkek kahramanlar var. “Macbeth” mesela, orada bir Lady Macbeth var geri planda kalmış ama kime sorsan aklına ilk “Çık elimden pis leke” repliği gelir Lady Macbeth’in. Lady Macbeth’i çıkar oyun diye bir şey kalmaz. Biz de diyoruz “Niye ‘Romeo ve Juliet’ oyunun adı, ‘Juliet ve Romeo’ değil.” “Antonius ve Kleopatra...” Hep erkek ve onun kadını durumu var. Ama artık değişiyor, bu yıl sahnelenen oyunlara bakarsan görebilirsin, çoğunda kadın hikâyeleri anlatılıyor...Kadın dönüştüren, kadın rahmi olan, doğuran... Bu çok büyük bir güç. Erkekleri büyüten de analar, buradan yola çıkarsak. u “Tarla Kuşuydu Juliet”e gelelim... Teklif gelince çok sevindim ama bir taraftan da korktum, çünkü hiç komedi yapmayan biri olarak yapabilir miyim acaba, nasıl karşılanır diye düşündüm. Engin 10 yıl önce bu oyunu Şehir Tiyatrosu’na yapmıştı, hem oynamış hem yönetmişti, yani çok hakimdi metne, bizim için bir avantajdı. u Shakespeare nasıl bakıyormuş kadınlara sence? Bence bakmıyormuş, sadece erkeklere bakıyormuş. (gülüyor) Diyorum ya bütün oyunlarında erkek karakterler ön planda. “Hamlet” oyununda Hamlet kahraman, Ophelia orada deliriyor ve ölüyor. “Antonius ve Kleopatra”da Kelopatra ölüyor, hepsinde kadınlar öteki tarafa gidiyor... Kesinlikle bir erkek hâkimiyeti var ve kadınları da çok sevdiğini düşünmüyorum Shakespeare’in, ruhu şad olsun... u Oyunda Romeo ve Juliet ölmemiş, evlenmişler, gündelik hayatın içinde o romantik idealin ötesinde bir yere düşüyorlar. Evlilik aşkı öldürüyor mu yani? Oyun özelinde sorarsan onların sorunu her şeyi çok rutine bindirmeleri. Bence aşkları ölmemiş sadece farkında değiller. Her şey o kadar rutinleşmiş ki birbirlerine bakmayı unutmuşlar. Şöyle bir baksalar birbirlerine... Rutin, hayatın keşmekeşi, parasızlık da var orada... Juliet’in ailesinin mirasını reddedip gelmesi ve bulaşık yıkayıp, soğan doğrayıp makarnayı kendi yapmak zorunda kalması gibi hayat gailesi içine düşmek ve rutin onları o noktaya getiriyor. Evlilik aşkı öldürmüyor aslında, evliliği ele alış biçimleri aşkı öldürüyor. u Normal hayatta da çok düşülen bir tuzak değil mi? Tabii canım. Çok klasik, sevgilim demeyi bırakırsan, karım noktasına gelirsen... O zaten karın, cepte. Her şeyin alışkanlık haline gelmesi... Evlenmediğim için afaki konuşmuş olabilir miyim diye de düşünüyorum ama arada bir ilişki toplantıları yapıp şunu tamamen değiştirelim, şunu şöyle yapmayalım demek lazım. Evin şeklini altı ayda bir değiştirmek, yatak odasıyla ilgili mesela, rutinden çıkmak... Evlilikte herkesin kendini ve ilişkiyi revize etmesi gerekiyor çünkü hayat zaten çok yorucu ve zor. Güne beraber uyanabileceğin birini bulmuşken, hayat tuzaklarla dolu, o sığınakta yanında tutabileceğin birini bulmuşken o revizeleri yapmak gerek ve dürüstlük şart. u Dürüstlük ama her şeyi de anlatacak mısın? Hayır, herkesin kendi ne özel bir şeyleri kalma lı ama güven ve dürüstlük çok önemli. Yalan söylememekten bahsediyorum. Zaten sevdiğini söy “Galayı Kenter Tiyatrosu’nda yaptık. Özellikle lediğin birine şu ağzın rahatlıkla yalan söyleyebiliyorsa sen onu sevmiyor tercih ettik, o mekân yaşatılmalı. sundur. Kendi gerçeğine güve nin yok o zaman... Gerçeğin yok. İBB Başkanı da söz verdi. O tiyatronun ruhu yaşasın istiyoruz...” TELEVİZYON “Yazıyorum, başka şeylerle ilgileniyorum, kendim için yapmak istediğim şeyler var. Zaman öyle denk geldi diyelim, Deniz’in hayatındaki şu dönemde durmaya ihtiyacı vardı televizyon anlamında. Ama beni acayip heyecanlandıran bir şey gelseydi kabul ederdim. Yapılan işler de sanki kalite anlamında daha düşük geliyor bana...” DIZI TEMPOSU “Azıcık uyku uyuyup, azıcık kendine vakit ayırıp, ruhunu dinlemen ve dinlendirmen gerekiyor ki kamera önüne geçtiğinde daha verimli ol. Bunların hiçbirini yapmadan at koşturur gibi çalıştığın zaman oyuncu, senarist, yönetmen, ekip, aslında herkes açısından büyük haksızlık. Buna rağmen, mucize şekilde hakkı yenilmeyecek iyi işler çıkıyor.” FOTOĞRAF “Fotoğraf bir hikâye anlatma biçimi. Oyunculuk gibi. Çok hoşuma gidiyor. Yalnızlığı seven biriyim. Bu aralar insanları çok sempatik bulmuyorum, çocukları, hayvanları içime sokasım geliyor. Çok ve boş konuşanlar gittikçe çoğalıyor. Fotoğraf makinesi tatlı sessiz bir yol arkadaşı, sen ona bir şey göstermeye çalışırken, bir bakıyorsun o sana bir şey göstermiş.”
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear