24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

8 9 ŞUBAT 2020 CÜCELERIN ŞEHRI: RynekMeydanı WROCLAW Wroclaw Önce önyargılıydım ama aslında iyi bir alternatif olabilir Tüm zamanların içinde: Polonya GÜLŞAH ELİKBANK Geçen hafta bir sanat projesinin ilk adımını atmak için Polonya’nın en iyi sanat üniversitesi sayılan Eugeniusz Geppert’in daveti ile bu tuhaf ülkeyi ziyarete gittim. Tuhaf diyorum çünkü tarihsel olarak toprak sınırları sürekli değişen, bir zamanlar Alman toprağı iken kendini Rusya ile savaşın eşiğinde bulan, Osmanlı ile başı derde giren bir coğrafya burası. Geçmişine büyük acılar sığdıran ama bu kederler karşısında özünü yitirmeyen güzel bir yer, Polonya. Modern, uygar ama aynı zamanda son romantiklerden. MESAFELI AMA SICAK Doğrusunu söylemek gerekirse, gidene kadar ülkeye dair biraz önyargım vardı. Nedense bugüne kadar, gidilecek yerler listemde pek üst sıraya çıkmamıştı Polonya. Gidenler bilir, Avrupa ülkelerinin başkentlerinin anlaşılmaz bir kibri vardır. Ben bu nedenle Paris’i, Viyana’yı samimiyetsiz bulurum. Ama bu ülkelerin kasabalarını her gezdiğimde derin bir hayranlık duyarım. Polonya’da da aynı şeyi hissettim. Varşova’yı değil, küçücük ama çok sevimli bulduğum Wroclaw’ı sevdim. Bu sevgimde de yalnız değilim. Çünkü bu küçük şehir, hem turistlerin hem de yabancı öğrencilerin gözdesi. Akademik olarak başarısının yanında öğrencilerin ya şaması için büyük olanaklara sahip, özellikle sanata yakın olanların mutluluktan kendini kaybedeceği bir yer, Wroclaw. Türk öğrenciler de bu şehre çok ilgili. Bu ilginin bizim açımızdan ilginç bir sebebi var. O da Polonya’nın resmi para birimi Zyloti’nin (PLN), Türk Lirası’na yakın değerde olması. Yani Avro karşısındaki hüsranımız, Polonya’nın kendi para birimi ile yaşanmıyor. Bu da Polonya’da yaşamayı bizler için bile mümkün kılıyor. Ben Wroclaw’ı Romanya’nın Transilvanya bölgesindeki yaşamayı çok sevdiğim kasabalara benzettim. Bu nedenle pek yabancılık hissetmedim. Ama zaten Polonya halkı diğer Avrupa ülke insanlarına göre daha sıcak. Mesafeli ama sıcak. Mükemmel bir karışım. Cüceler, 1980’lerdeki siyasi duvar yazılarından doğmuş. Muhalifler yazılarının yanına cüce resmi de çizermiş. Gitmeden 2018’de Polonya’ya Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandıran yazar Olga Tokarczuk’un bir kitabını da okuyacağım. Polonya’nın 4. büyük şehri olan Wroclaw’ı cüceler şehri olarak da tanımlamak mümkün. Şehrin “Old Town” denen bölgesine vardığınızda Rynek Meydanı’nı gezerken, duvar kenarlarında, merdiven altlarında, kısaca olur olmadık yerlerde bronz cüce heykelleri bulacaksınız. Hatta bir süre sonra, cüceleri bulmak bir oyuna, bir meydan okumaya dönüşecek ve sizi çok eğlendirecek. Bazı romantikler bu cücelerin Pamuk Prenses masalından çıktığını düşünse de, gerçek pek öyle değil. Çıkışı, siyasi ve sanatsal bir akıma dayanıyor. Wroclaw yürüyerek çok rahat gezilebilen bir şehir ama toplu taşıma da minik tramvaylarıyla oldukça konforlu, üstelik bindiğinizde kredi kartınızı bilet gibi kullanmanız da mümkün. TEPEDEN MANZARA Şehri gezerken gördüğünüz rengârenk tarihi evler, size Hansel ve Gratel’in o şekerden yapılmış evini anımsatabilir. Ara sokaklardan Wiezienna’da birbirinden güzel, konsept kafelere rastlıyorsunuz. Ben bir kedi cafe ve bir plak cafe buldum. Kedi cafe, içeride sayısız kedinin canları çektiği gibi serilip uyuduğu bir mekân. Dekor, daha çok kedilere göre yapılmış. Kedileri sevmek için önce ellerinizi dezenfektanla yıkamanız gerekiyor. Plak cafede, duvarlar eski plaklarla dolu, nefis müzikler çalıyor ve renkler oldukça romantik. Yalnız gitme nin pek iyi bir seçim olduğu söylenemez. Bu arada “ben bir şehre tepeden bakarım ar kadaş”, diyenler de unutulmamış. Çıkabileceğiniz iki kule var. İlki St. Elizabeth Kilisesi ki bu kuleye tırmanmak için daracık bir yerden yaklaşık bine yakın merdiven çıkmanız gerekiyor. Üstelik çıkınca kimse cesaretinizi tebrik de etmiyor. Önerim bu kule yerine, Wroclaw Üniversitesi’nin tarihi Matematik Kulesi’ne çıkmanız. Hem daha kolay hem de manzarası bence nefes kesici. Benim en sevdiğim yerlerden biri, Hala Targowa oldu. Her türde çiçeği bulabileceğiniz, taze ürünler satın alabileceğiniz müthiş atmosferi olan bir pazaryeri. Binbir çeşit çayıyla meşhur, Herbaciarnia Targowa’ya uğramayı da unutmayın. Kendinizi bir sanat eserinin içinde çay keyfi yapar gibi hissedeceksiniz. Geleneksel Polonya yemeklerini keşfetmek isterseniz, Kurna Chata adlı restauranta mutlaka gitmenizi ve kocaman yuvarlak bir ekmek içinde servis edilen leziz çorbalarını denemenizi öneririm. AŞK KÖPRÜYE AĞIRLIK YAPMIŞ Şehrin, Polonyalıların Katedral Adası dediği bir bölgesi var. Burası arnavutkaldırımları ile ol dukça romantik, dar sokakları ile sürprizli başka bir bölge. Hatta kilisesinde bir ayine katılmanız bile mümkün olabilir. Bu adadaki çelik Tumski Köprüsü, renkli kilitleriyle meşhur. Ben oraday ken bu aşk kilitleri köprüye ağırlık yaptığından tamirat vardı, üzerinden geçemedim. Doğrusu bir aşk kilidi takmaya da pek Katedral Adası meraklı değildim. Çünkü bu ilginç şehir, insana yaşamına bir başına da değerli bir far kındalıkla devam edebileceği ni fısıldıyor. Kadınların cadde lerdeki gülen yüzü, özgüvenli tavırları da bana hep bunu dü şündürdü. Bu ülkeye gitmek için en doğru zamanın bahar ayla rı olduğuna kanaat getirdim. Mayıs sonu hem içinde oldu ğum sanat projesi için hem de şehrin güneşli zamanları nı görmek için yeniden gidece ğim bu ilham verici ülkeye. Bir kış gecesi hikâyesi ve uykusuzluk 1 Yorgun kitap kapaklarını kaldırmaya çabalıyorsun. Dışarıda ürkütücü soğuk, genzi yakan soğuk, delişmen rüzgâr, ev sıcağında kapağı kaldırmaya çalışıyorsun. Elin de güçsüz, sanki senin elin değil de, başka birinin gibi. Bir an önce arala yabilsen kitabı, sana kuracağın düşler için yar dımcı olsa sözcükler, umutlanmak istiyorsun. Oysa çıldırtıcı geceler içinden geçiyorsun, ka ranlık, yalnızlığı büyüttüğün geceler. Bir za man içki kadehleri avuturdu, şimdi ona da he vesin kalmadığını fark ediyorsun. Bedenin tü müyle uyuşmuş, hissiz, başkasına ait gibi du ruyor. Pencereye doğru uzandığın yatağından, gölgeni seçmeye çabalıyorsun. Pek de dost canlısı olmayan, nohut büyüklüğünde yağmur tanelerinin tıkırtısı huzursuz ediyor seni. Yağmur sevişmeye yaraşır, güven verir. Bu korkutucu geliyor. Sonra özlem, derin bir öz lemle sızlıyor yüreğin. Kimi, neden o saat te düşündüğünü bulmaya çabalıyorsun. Sa at bulmak istiyorsun, yitirdiğin günü anlamlı kılmak için, bir zamana sığınmak gerekli diye düşünüyorsun. Oysa bu gece, bu karanlık, bu şehir, tuhaf giderek büyüyen yalnızlık zaman sız değil mi? Hep o sorular yordu yüreğini, bi liyorsun. İşittiğin sesi çıkaran, o yumruk gibi inen sert tanelere yağmur denemez, öyle karar veriyorsun. Yağmur seni hep esirgemedi mi? Arındırmadı mı? HER AN UZAĞA DÜŞENLER 2 Ölen insanların çığlıkları geliyor kulağına. Çığ altında kalanların çaresizliğini, o boğulma anını düşünüyorsun; göçük altında kalan insanların tükenmek üzere olan nefesi içini sıkıyor sonra; pisti tutturamayan uçak içindeki korkuyu her hücrende hissediyorsun. Sen, bir hafta önce İzmir’den havalanan uçakta olmayacak mıydın? Sevdiklerinle her an vedalaşır olmayı düşünüyorsun sonra. Her an uzağına düşen in Albert Camus sanları görüyorsun, umudun nasıl yittiğini. Bir yandan büyüyen o boşluğa itiraz eden hallerini, öte taraftan bir türlü yeniden cesaretlenmek için bir nedenin olmadığını düşünüyorsun. Silik anılar geçiyor önünden, tam göremediğin o resimleri arıyorsun belki. ANNEANNENIN AÇIK RADYOSU 3 B u hafta sonu kutlanacak sevgililer günü reklamları geçiyor ekrandan, göz ucuyla bakıyorsun televizyona. Anneannenin hep, ısrarla radyoyu açık tutması düşüyor aklına; dışarıdan yalnızlığı anlaşılmasın isterdi yaşlı kadın, sanki suçmuş gibi bir başına olmak, kendini mi aldatırdı, yoksa konu komşuyu mu, ayırt edemiyorsun. İnsan kendini avutmak zorunda biliyorsun; bir reklam “her şey seninle güzel” diye başlıyor, şaşıyorsun, isyan ediyorsun. Melih Kibar’lı, Çiğdem Talu’lu günleri özlüyorsun ve biliyorsun ki o geçmişle bir daha asla buluşamaya caksın... Daha mı masumdu sanki o günler, yalancı bir inanca mı kapılıyorum diye ikirciklik yaşıyorsun. MERHAMET 4 Yarın göreceksin Sezer Duru’yu, bir dostluk nasıl başlar, kestirmek güç, bazen farklı kuşakların el ele tutuşması gibidir, biliyorsun. Elinde kitabı “Likya’ya Mektuplar”. İsrailli şair nefes nefese yazmış mektupları, altını çiziyorsun: “merhamet acıma değildir, ötekinin derinlemesine kabul edilişidir...” Bir süre takılı kalıyor gözlerin sayfaya, ne yüklü sözcük “merhamet”! Kimselere bu duyguyu hissediyor musun şu günlerde, yoksa yaban oldukça, yalnız kaldıkça daha mı acımasız oluyor insan kendine ve tüm insanlara, şaşıyorsun düşüncene. Kendi zindanını sırtında taşımaktır yaşamak bir ölçüde, bununla başa çıkmaktır, biliyorsun. HERKES MI YORGUN? 5 “ Bu çağın insanı değilim ben” diye mırıldandığını fark ediyorsun, dudakların kımıldayıp, kulaklarım işitti mi, diye soruyorsun kendine. Bilincin yerine gelince, komut verdiğin halde çıkmıyor sesin, ürküyorsun çaresizliğine. Sonra; ilk gençlik günlerin geçiyor, oranın insanlarını anımsıyorsun. Daha dün, Bahariye yokuşundan çıkarken, tiyatro afişlerine nasıl hayretle baktığın geliyor aklına, sonra otuz yıl önce se ni gösteren bir gazete kupürüne bakıyorsun telefonundan... Nasıl hevesle oyunlar yazdığını düşünüyorsun. Olanaklar olunca kaybolan hevese hayret ediyorsun, herkes mi yorgun, şaşıyorsun dudağından dökülenlere. Yok değil, senin ki ayrı yorgunluk, biliyorsun... AMELIYAT YARASI 6 N e çok roman okudundu, anımsıyorsun. Elleri cebinde Albert Camus kahramanındı bir sıra, ağzında cigarasıyla. İsyandaydın hep, saçmanın peşindeydin; insanlık için üzülmeye başladığın zamanları düşünüp, gülüyorsun. İnatla yazı yazma çabana, şiire düşkünlüğüne ve bir de Camus’e özlem duyuyorsun. Günlükler başucunda duruyor işte, sende tutuyorsun günce, kendini çok önemsediğin için mi yapıyorsun bunu? İz bırakmak ya da hiç yaşamamış gibi tamamen yok olmak arasında bir tercih şansın olsaydı, hangisini seçerdin acaba? Bu çağda görünmemek mümkün değil, biliyorsun. Ameliyat yaran sızlıyor, her soğukta anımsatacak kendini, kabul ediyorsun... MEKTUP YAZMA HEVESI 7 Bu ülke mutsuz artık, yaşam sevinci çalınmış insanlar arasında soluk almaya çabalıyorsun. Direncini yitirdiğin zamanlar oluyor, sonra ço cuksu heyecanların var; kurşunkalem leri seviyorsun işte, inatla okuduğun kitaplar var, şefkatle bakıyorsun onlara yine... Tuşla ra ritimle vuran parmaklarına bakıyorsun, çı kan sesleri seviyorsun. Daha ne kadar vaktim var diye sormaya başladığını fark edip, telaş lanıyorsun. Geceye bırakıyorsun sözlerini, sabaha dek demlensinler, bir kez daha okurum nasılsa diyor sun içinden. Bir mektup yazmak istiyorsun son ra... Hevesin geçer nasılsa, gözünden uyku akı yor da, bir türlü tutmuyor işte, uyuyamıyorsun... ENVER AYSEVER KURŞUNKALEM Sonra özlem, derin bir özlemle sızlıyor yüreğin. Kimi, neden o saatte düşündüğünü bulmaya çabalıyorsun.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear