Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
22 KASIM 2020 5 Meltem Cumbul ile Ben ‘Sevgili Milena’ oyunu ve hayata dair keyifli bir pazar sohbeti Kafka’nın ölümcül aşkı ile sahnede İ lkgençliğimizde, Bomonti’de pek de salonu andırmayan bir mekânda tiyatro yapmaya çabalıyorduk. Meltem o dönem çok ünlü popüler kültürün parçası genç oyuncuydu. Radyoda yıldız olmuştu, ardından televizyon, derken uçtu gitti. İnanmadığı işlerden sakındı kendini. Düşünmeye, anlamaya, yaratmaya zaman ayırdı. İzimizi kaybetmiştik, bir süre yurtdışındaydı, dönünce oyuncuların emekçi olduğunu kanıtlamaya koyuldu bir grup arkadaşıyla. Baskı günlerinde sendika başkanlığı da yaptı. Akademik boyutla baktı oyunculuğa ve en önemlisi bu zor süreçte ifade özgürlüğü, insan hakları, kadın konusu başta olmak üzere hep ses verdi. Şimdi yeni bir oyunla sahnede. Bu vesileyle sohbet ettik biz de... u Popüler kültüre hızla mesafe koydun, kendini usulca inşa ettin. Şöhret, para, iktidar ne demek sence? Bu bilgi kirliliği karşısında insan nasıl bulur yolu? Aslında “Bu ülkede ben nasıl meşhur oldum” sorusunu sana sormak isterim. Popüler kültür beni neden bu kadar bağrına bastı? Neden bu kadar çok merak ediliyorum? Bu sorulardan anlayacağınız gibi beyefendi, çalışmaktan başka bir yol bilmem ben (gülüyor). Mesleğime tutkuyla bağlıyımdır ve gelişimi için bilgiye önem veririm. Bilgiye de kaynağından ulaşmak isterim. Müşfik Kenter, Oğuz Aral, Cihan Ünal, Zeliha Berksoy’la başlayan tiyatro oyunculuğu eğitimime Royal Shakespeare Company’de devam ettim. Filmlerde çalıştığım yönetmenler ve rol arkadaşlarım doğru yolda yürümemi sağladı. HEM CANLI HEM DIJITAL TIYATRO OLABILIR u Pek kimseler hesap etmedi ama tiyatro sanatı dönüştü, hele de bizde tam bir ifade özgürlüğü alanı oldu. Sen yoğun emek harcadın, şimdi de salgın var. Tiyatrocular ağır bedel ödüyor ve sen inatla sahnedesin. Anlatsana neler oluyor? Her şeyden önemlisi can sağlığı. İş ve işçi sağlığı konusunda ülkemizde yaşanan felaketler, gerekli önlemlerin alınmaması ile ilgili deneyimler birçok iş sektöründe yaşandı ve bunlar hep ‘kaza’ diye adlandırıldı. Pandemi sürecinde tiyatrolar kapalıydı. Yarı kapasiteyle açıldı, bilinçli tiyatro yöneticileri tarafından oturma düzeni oluşturuldu. Ben “Sevgili Milena”da, Kafka rolünü seslendiren Mert Fırat’la yaptığımız kayıtlar için bile mesela seslendirme stüdyoları arasından Melodika’yı seçtim, hijyenik ortam sağlayabildiği, mesafe korumayı önemsediği için. Her gün kullanılan prova mekânı Dc Kozmos’da sahne her gün dezenfekte edildi. Üstelik bu mekânlar böyle bir dönemde sponsor oldular. Bu önlemleri alamayacak yapımlar için zor bir dönem. u Neredeyse bir mesleğe emek veren herkes açlık sınırında yaşıyor. Süreç sanatsal açıdan da değişiyor... Ödenekli tiyatrolara girmemiş sanatçılar çoğunlukla bağımsız da çalıştıkları için parasal kaygıyla mesleklerini icra edemeyebilirler. Dayanışma önemli tabii. Tiyatro’nun dijital dünyaya adaptasyonuna da bakmak lazım. Avrupa ve Amerika’da belli başlı takip edilen en iyi tiyatroların en iyi oyunlarının iyi çekilmiş iyi rejilendirilmiş kayıtlı haliyle pandemi dönemi karşımıza çıkarılmış olması pek güzeldi mesela. Bu çekimlerin bütçeleri de oldukça fazla. Bizdeki ödenekli ya da özel tiyatrolardan böylesine profesyonel, izlenebilir yapımlar çıkmadı. Hele hele seyircinin olmadığı 360 derece sahne üzerine yapılacak olan çekimleri izleyeceğiniz alanları, ekrandan dokunmatik bir şekilde sizin belirleyecek olmanız da ilginç olur. Hem canlı hem dijital tiyatro düşünülebilir. u Kafka ilginç bir isimdir, bizde adı bilinir de kimse ne yazdı okumaya pek cesaret edemez. Bu malumatfuruşluk çağında, üstelik Kafka bile değil, Milena ile çıkıyorsun neden? Anlaşılan uzun bir süreç... Yaklaşık bir yıla yakın bir sürede eser tamamlandı. Yönetirken aynı zamanda oynamanın zor olacağı kanısıyla ve bir dansçıyla çalışmak istediğimden kendimi sahnede görmüyordum ta ki bu fikrimin değişmesiyle birlikte Milena’yı oyuncu olarak çalışana kadar. 48 yaşında hayatı Ravensbrück’te kampta sonlanan Milena az yaşayıp çok şey görmüş bir karakter. Kafka’nın dediği gibi “…Kaçırılır bu kadın, yangından, yeryüzünden, kucağa alıp kaçırılır… O da güvenle, istekle sokulur insana.” Sevilesi bir karakter olduğu için Milena. u İnsanlığa istese de istemese de katkı veren büyük yazarların yaşamına giren kadınlar merak edilir. Genelde haklarında nesnel bilgi bulunmaz. Kurmaca iyi olanak, ne fısıldıyor Milena bize? “Üstümüze yağmur, kar yağıyormuş, sokak soğukmuş ve biz sığınacak bir saçak altı arıyormuşuz. Durdukça üşüyor ve ıslanıyoruz yağmurun ve karın altında ama durmaktan da vazgeçmiyoruz ikimiz de. Sen birden üstündeki ceketi çıkarıp onunla bana saçak yapıyorsun, ben sana bakıyorum “hadi gelsene” diyorum, “bu ikimizi de örter.” Sen de geliyorsun, ikimiz de o saçağın altında soğuktan üşüye üşüye, hatta hasta olacağımızı bile bile duruyoruz öyle. Sonra diyorum ki kendi kendime, etrafımda Franz’dan başka sığınabileceğim bir saçak göremiyorum, sen görüyor musun?” MILENA NASIL BIR HAYAT YAŞADI? u Kafka, Nazi Almanyası’ndan küçük bir zamanlama şansı ile kaçarak hayatta kalmayı başarıyor. Kardeşi o kadar şanslı olamıyor. Kimi Kafka’yı kâhin olarak görür. Bu faşizm vahşetini önceden, usulca söyler bize. Bunları da görecek miyiz oyunda? Kafka’nın kâhin olmasını değil yaşananlara bakarak ileriyi görme sezgisine sahip olmasını Milena üzerinden anlatıyorum. Foucault’nun ‘Hapishanenin Doğuşu’ adlı kitabında belirttiği gibi; iktidarın, bireyi tahakküm altına alma ve gücünü gösterme aracı olarak bedeni nasıl kontrol ettiğinden yola çıkarak, bedenin hangi ölçütlerde sağlıklı, hangi ölçütlerde hasta olduğunu belirleyen iktidara karşılık herkes hasta 1920’ler ve 2. Dünya Savaşı’na giden yıllarda... Bir yandan, bir makine olarak ele alınan bedenin, ağır çalışma koşullarına göre programlanması gerekliliği, terbiyesi, güçlerinin ortaya çıkarılması, itaatkârlığı, yararlılığı, etkili ve ekonomik denetim sistemleriyle bütünleşmesi amaçlanır. Milena, saat 2 ila 8 arasında tren istasyonunda valiz taşıyarak akşamları çeviri yapıp, Çekçe dersler vererek çok fazla çalışmakta, karşılığında çay ve ekmekle beslenebilecek kadar para kazanmaktadır. Eserin evrensel teması ‘Faşist rejim altında, sistemin dışına düşen bütün ötekiler yok edilmeye mahkumdur.’ Fotoğraf: Vedat Arık “Mesleğime tutkuyla bağlıyımdır ve gelişimi için bilgiye önem veririm. Çalışmaktan başka yol bilmem..” Meltem Cumbul, Tiyatro Festivali için hazırladığı oyunu Ben ‘Sevgili Milena’yı ilk kez geçen hafta DasDas’ta sahneledi. Oyunu izledim. Hareketin, sözün, müziğin iç içe geçtiği ilginç bir çalışma olmuş. Pandemide tiyatroya giden insanlarla bir arada olmak da güzeldi... ENVER AYSEVER Cumbul, oyuna 2014 yılında hazırlanmaya başladığını söylüyor: “Burak Fidan’la teksti oluşturmuştuk. Araya İstanbul Tiyatro Festivali için hazırlanan iki oyun (Göl Kıyısı ve Blu) girdi. Sonra yazar yönetmen Bülent Yıldız’la tanıştık, Burak’tan izin alarak çalışmaya başladık.” MILENA’DA BENI ETKILEYEN ŞEY... “Milena adı ‘seven’ ya da ‘sevilen’ demektir. Milena, Kafka tarafından sevilmiş, hem de ölümcül bir aşkla sevilmiş.” u Kafka ile Milena arasında, bugünlerde pek de rastlayamayacağımız aşk var. Nasıl bir çift onlar? İki buçuk yıl mektuplaşıyorlar. Toplamda birbirleriyle beş gün geçiriyorlar ve aralarındaki bağ çok kuvvetli. Kafka’nın bir mektubunda dediği gibi “Evet, seviyorum seni anlayışı kıt kız, için rahat etti mi? Koca deniz, dibindeki küçücük taşı nasıl severse, benim de sevgim öylesine yığılıyor üstüne…” Cinsel bir münasebetleri olmamasına rağmen tek insan olmayı beceriyorlar. Bu aşkı aşk yapan, Milena’nın kocası Ernst Pollack’ı terk edemeyişi ve imkânsızlık değil aslında, Kafka’nın “Şu yeryüzünde, dünya bir yana sen bir yana Milena” düşüncesi... u Geçende çok sıkı bir Kafka kitabı yayımlandı. Bırak bunalımda Kafka’yı, bayağı çapkın ve eğlenceli biri çıkıyor karşımıza. Acaba Milena ve Kafka öyküsü de uydurulmuş bir söylence mi? (James Hawes’in “hayatınızı mahvetmeden önce neden KAFKA okumalısınız”) Okuduğum eserlerden anladığım “Milena” Kafka tarafından sevilmiş, hem de ölümcül bir aşkla. Kafka’nın mektupları da bunun kanıtı. Milena’nın kendine ait olmayan her ötekileştirmeye sahip çıkmış olması beni çok etkiledi. Ravensbrück Kadın Toplama kampında 21 Ekim 1940’ta gazeteci Milena Jesenska’yla tanışan Margarete BuberNeumann’ın yazdığı ‘MILENA’ kitabında, Franz Kafka’nın bir cümlesi önsözden önce yer alır. “...O güne dek görmediğim canlı bir ateş o... Oysa öyle narin, cesur ve akıllı ki! Her şeyi de o kadar kolay feda ediyor ki! Ya da belki her şeyi fedakârlığı sayesinde elde etmiş...” Uydurulmuş bir söylence olmasını düşünmek için bir sebep göremiyorum.