Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
8 Düşünemezsen her önüne geleni ‘filozof’ sanırsın! 1 Yoğun duyguları “düşünce” sanmak bizde kolay göreceğimiz zaaftır/hastalıkpek azdır asla bir daha bunun dışında bir saniye yaşayamaz. Temel çelişki şudur; “düşünmek” kaygısı olmayan tır. “Düşünmek” kolay ol kişi kendinden emindir, öteki, başta masa da öğrenilebilir. İlk gereksinim kendi olmak üzere her şeye kuşkuy“dil”dir. Düşünceyi oluşturmak için ki la bakar. Düşünürün görevi, aynı zaşinin kendi için önce, sonra seslendiği manda ürettiği tüm kültürü, değerleri, çevreye yönelik asgari uzlaşılan söz ölçüleri elinin tersiyle itmek, yıkmakcükler olması gerekir. Genelde çıkartır. Büyük yüktür bu! dığı ünlemeleri sözcük zanneden yığın, iletişim kurmak istediği kimselerin “anlam” ürettiğini sanır. Ünlemeyi “anlamlı” sanan kimse, ne demek istediğini bilmediği halde “anlaşılmak” istemektedir; öteki, işittiklerinden “anlamlı” sonuca ulaştığını sanmaktadır; bu varsayımla yanıt vererek içinden çıkılmaz yola girilir. Buna “sahipsiz sesler bataklığı” diyelim “Düşünmek” kavramlarla olur, olguları bilmekle ve ona uygun sözcükleri bularak. Bizde genellikle akıldan geçirmek, çeşitli duygulara kapılmak ile düşünmenin karışması bundandır. Geniş kesim yaşam boyu düşünen birine ya rastlar ya da rastlamaz! Düşünen düşünür kimseyi bilmez, tanımaz. Hal böyle olunca, düşünmenin gereğini yerine getiren kimseye kuşkuyla bakılır. Ha bir de esasen dili, kavramları olmayan bazı kimselerin nasıl oluyorsa toplumu ikna ettiği seslenme biçimleri vardır; bu hemencecik kabul görür, yığın kendine benzeyeni sever, buradan kendince “anlam” üretir. Anlam ile anlamak arasındaki karmaşık ilişki başlı başına sorundur oysa. 4 Sözgelişi “yardım etmek” erdemli davranış olarak görünür. Oysa bu üstten, iktidar taşıyan kimsenin bakışıdır; sanılanın tersine aşağılayıcıdır, dahası, ölçü olarak konup güzelleme yapıldıkça tehlikelidir de! Biri yardım alıyorsa muhtaçlar var demektir, o halde düşkünlerin olduğu yerden söz ediyoruz. Bu duruma “iyi” denebilir mi? Düşünen kimse en çok “kutsal” olanla mücadele etmek zorundadır, çünkü o dokunulmaz(!) yıllar içinden süzülür gelir ve belki milyonlarca insanın üzerinde yapılan deney gibidir. Bu büyük uzlaşı dağıtılmadan “insan” yaratılamaz, “düşünmek” imkânsızdır! “Anarşist Banker”de Fernando Pessoa kahramanına şöyle söyletir; “Birine yardım etmek, sevgili dostum, o kişiyi âciz görmek demektir; şayet bu kişi âciz değilse, onu o hale düşürmek ya da öyle görmek hem tiranlıktır hem de küçümseme. İnsan bir yandan başkasının özgürlüğünü kısıtlarken öbür yanda, bilinçsizce de olsa, başkasının küçümsenebilir ve değersiz olduğu ya da özgürlüğe layık olmadığı ilkesinden yola çıkar.” –Tüm sanatların varlığının başlangıç noktası burasıdır. Bildik sayıENVER AYSEVER KURŞUNKALEM 5 Kutsal denen her neyse örtüdür; lan “dil” düşünme yetiaile, evlilik, din, si edinmiş kimseye yetdevlet, bayrak, millet, mez, “anlam” dünyası içinde pek de tekin olmayan yolculuğa koyulmuştur “düşünür”, artık “Düşünmek” kavramlarla olur, olguları dostluk her ne varsa dahildir buna. “İfade özgürlüğü” bu yüzden geniş kesimlerin sorunu değildir. gördüklerini, göreceklerini, duyularla edindiklerini, düşlerle kurgulabilmekle ve ona uygun O çoktan pusulasını yitirmiş kalabalık rahatsız olmak istemez, iyi gelen dıklarını aktarma gereksinimi duymaktadır. Şu halde yeni kavramlara, seslere, imgelere gelsözcükleri bularak. Akıldan avuntudur, “kutsal” olan avuntu için uygun zemini kurar orada tatlı sanılan uykuya dalınır. Kişimiştir sıra. Şiir başta olmak üzere tüm sanatlar bu çaresizliğin haykırıgeçirmek düşünce ile yi irkiltmeyen hiçbir cümle düşünce değeri taşımaz. Düşünürün göze aldığı şından doğar. karıştırılır... şey, birdenbire kendi ya2 Oünlemeleri bir tür fikir diye yutturan kişiye “malumatfuruş” denir. Ondan anlamlı(!) kanı/sanı edinmeyi başarana da “çoğunluk”, “kalabalık”, “yığın”, “güruh” dilediğinizi seçmek mümkün denir! ratısı, hatta varlığını ortadan kaldırmaktır. “İfade özgürlüğü” kitlelerin sorunu değildir. İfade edecek fikri olmayan için neden sorun olsun ki? Tartışma burada başlar, o halde, küçük azınlık için niye bu mücadele verilsin ki? Hayvanların tümünde duygular, güdüler var, oysa sadece insan “kültür” üretir, “değer” yaratır, “ölçüt” koyar. 6 Uygarlık her neyse o, ancak dillenen sözlerin, yani ifadenin özgürleşDemek bunlarla ilgili olmayan biri ya mesiyle oluşur. Yani, yapı da farkına varmayan kimse insanlaşa inşa etmek ve çekinemeden bunu yımamıştır! kabilmek meselesinde gizlidir insanın Tarifinde olan özellikleri eksikvaroluş sorunu. İleri sayılan/sanılan siz yerine getirmek gerekir “insan” ol toplumlar, günlük yaşantısında bumak için. O halde ya “insan” tanımı na gereksinim duymasa da önemi kodeğişmelidir, ya söz açtıklarımız “in nusunda uzlaşmıştır. Tuhaf olan, gesan” değildir. ri kalmış toplumların yani inanç baBiliyoruz ki yaşadığımız dünyada tağında yüzmeye alışmış olanların“düşünmek” gereksinimi duymadan bu türden gereksinimi olmadığı halömür sürmek mümkündür. O halde de, durum konusunda –yani düşünmekalabalıkları oluşturan tek tek kişile den yaşamak uzlaşıldığı halde, inatla re “insan” demek anlamlı, doğru de “ifade özgürlüğü” ile kavgaya tutuşğildir. Tarif ile olgu arasında keskin masıdır. Sorun onla ilgili olmasa da uçurum açıktır. taraftır! Demek “ifade” kadar “özgür3 Düşüncenin düşmanı inanmaktır. Uyuşturan etkisinin yanı sıra insanın başına gelenler karşısında edineceği kaygıları, sorumlulukları ortadan kaldırır. Düşünmeyi başaran kimse ki lük” üstüne de kafa yormak gerekir. Tüm söylenenler bu satırların tersi için de geçerli sayılabilir. 7 Metin kendini imha etme hakkına sahip olmadıkça özgürleşemez! 15 KASIM PAZAR Bruno Barbey, asla kendisini savaş fotoğrafçısı olarak görmedi Fotoğrafik tarihin deviydi MUSTAFAK. ERDEMOL Günümüzdeki “her şeyin” başlangıcı, o muhteşem 68 olaylarının hafızamıza kazınmış görüntülerinin en güzellerini ona borçluyuz. Her kıpırdanışı müthiş bir sanata dönüştürerek donuklaştırıp tarihe armağan eden, başlangıcından ömrünün sonuna kadar amatör kalmış olan büyük fotoğrafçı Bruno Barbey’i de kaybettik. Fotoğraflar: Bruno Barbey De Gaulle yanlısı bir gösteri sırasında FranceSoir gazetesinin son sayısını tutan kadınlar görülüyor. Kalın harflerle yazılmış başlıklarda “Kalıyorum” yazıyor (30 Mayıs 1968). “P ara kazanmanın başka yolları varsa, hevesli olanları fotoğrafçı olmaktan caydırıyorum. Yapacaklarsa hobi olarak yapsınlar” öğüdünü sadece başkalarına verdiği sanılmasın. Gerçekten böyle düşüBruno Barbey nüyordu, düşündüğü gibi de sürdürdü sanatını. Eh, haliyle para da geçti eline. Fotoğraflarından hatırı sayılır para kazanmıştır, helali hoş olsun. ULUSUN RUHUNU YAKALAMAK İşin uzmanları daha iyi bilir elbette ama önceleri monokrom fotoğraflar çekerdi. Fotoğrafların tek renkli oluşu monokrom sözcüğüyle ifade edilir. Ama doğduğu ülke Fas’ın o muhteşem, o renkli ortamının, daha sonra sadece kendisine özgü kıldığı renk anlayışını etkilememesi mümkün müydü? 1966’da siyah beyazdan renkli fotoğrafa geçişini kariyerinin en önemli noktalarından biri olarak değerlendirir. Kendisini bir amatör olarak tanımlayışı mütevazılığından olduğu kadar, fotoğraf sanatının profesyonelleşmeyle zedelenmesine karşı oluşundandı. Yoksa sadece amatör, sadece “alaylı” bir fotoğrafçı değildi Barbey. Öyle kalmamak için zaten İsviçre’de Ecole des Arts et Métiers’te fotoğraf ile grafik sanatlar eğitimi aldı. Büyük ama çok büyük fotoğrafçı Robert Frank’ın fotoğrafik tarihin önemli eserlerinden kabul edilen “Amerikalılar” adlı çalışmasından etkilenip, 19611964 yılları arasında o da “İtalyanlar” adlı projesini gerçekleştirdi. Adını duyuran önemli çalışmalarındandır bu. Bir ulusun ruhunu yakalamak nasıl bir şeydir, Frank ile Barbey’in bu çalışmalarına bakmak lazım. 68’İ BELGELEME GÖREVİ tıştılar. Olayları, Barbey ile birlikte, fotoğrafçılığın çok büyük isimleri Marc Riboud ile Henri CartierBresson da izlemektedir. Barbey şöyle anlatıyor: “Bir noktada Riboud ve CartierBresson ile başlarımızı fırlatılan tüm taşlardan korumak için kask almaya gittim. Leicalarımızı doğru şekilde kullanmayı imkânsız hale getirdiklerini çabucak fark ettik ve onları çöpe attık.” Bu küçük ama çok küçük bir cesaret örneğiMüzik için derler sıklıkla, doğrudur da ama dir. Hatta çok önemsizdir. Anlatmasının nedeni, sanki fotoğraf için daha bir doğrudur şu “herkafalarının kırılmasının kaçıracakları bir karekes tarafından anlaşılan ortak dil” belirlemesi. den daha önemli olmamasını vurgulamak. İtalya’nın kültürünü, mirasını yorumladığı o çalışmasından etkilenmek için İtalyan dilini bilmeye gerek mi var? Her fotoğraf için geçerlidir bu. Bu “dili” o kadar iyi kullandı ki Barbey, çalışmalarının farkına varan Lozan’daki Rencontres Editions onu Avrupa ile Afrika ülkeleri arasındaki kültürel benzerlikleri/farklıkları belgelemesi için görevlendirdi. Fas doğumlu, İsviçre vatandaşı bir Fransız oluşunun şans olduğu da doğrudur. Taşıdığı kültürel zenginlik fotoğraflarında da yansır. Tabii ki önemine önem katan, onu büyüten 68 gençlik olaylarını belgelemesidir. Magnum tarafından bu işle görevlendirilir. Olayların sürdüğü günlerde gençler polisle çaÇATIŞMA BÖLGELERİNDE Asıl cesaret isteyen çalışmaları Ortadoğu’daki Altı Gün Savaşı’na, Vietnam Savaşı’na, antikomünist Dayanışma Sendikası’nın ülkeyi hallaç pamuğu gibi attığı dönemde Polonya’daki gelişmelere, 1990’ların başındaki Irak Savaşı’na ait olanlarıdır. Ama asla kendisini bir savaş fotoğrafçısı olarak görmedi, tanımlamadı. Tamam, çok çatışmaları bölgede bulunmuş, binlerce kare fotoğraf çekmiştir ama gerçekten savaş fotoğrafçısı değildir. “Değişen tüketici tutumlarının bir sonucu olarak hızla yok olan gelenekleri ve kültürleri gelecek nesiller için belgelemek için fotoğraflar çekiyorum” derdi, ki doğrudur. Çatışma bölgelerinden artık uzaklaşma isteği ağır bastığında Bir Fransız üniversitesinde komünist liderlerin posterleri. çocukluğunun geçtiği Fas’a döndü. Renk kullanımdaki ustalığının en pekiştiği dönemdir denir bu dönem için. Türkiye ve Çin’de de çok çekim yapmıştır. Severdi bu ülkeleri. Bir fotoğrafçı için bulunmaz mekânlardır çünkü. Odaklanmadan hızlı çekim yapmasına olanak tanıyan 21 mm. lensli bir Leica M2 kullanırdı, deniyor. Bu, anlayanların dediğine göre, çalışmalarına çok farklı bir görünüm kazandırmış. Nesneleri doğal unsurlarıyla yakalama becerisini, renk ve tona estetik bakışıyla birleştiren bu büyük usta artık yok. Zamanında izlediğim bir sergisinde, hafızama kazınan fotoğraflarından ben de birçok insan gibi etkilenmiştim. Barbey de ölümsüzler katındadır artık.