Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
1 EYLÜL 2019 5 “Kadınların kazanılmış haklarının bir bir ortadan kaldırılması sürecine giriliyor. Hep ‘yasalar var uygulansın’ diyorduk. Ama o yasaların olmaması felaket bir şeydir. Dayanabileceğin hukuki gerekçedir yasalar. Nice mücadeleyle kazanıldı...” “Adalet kavramı kulağa hoş geliyor ama kastedilen ‘oranlı eşitlik’, yani herkese ancak hak ettiği oranda eşitlik. Bu anlayış, kadınların eşit yurttaşlığına da saldıran bir pozisyon. Sen kadınsın, olduğun yeri bil, orda kal demek...” “İtaat edersen, esas olarak anne olursan ancak o zaman korunmayı hak edersin adaleti. Kadınlar erkeklere emanettir sözü de bunu yansıtıyor. Kadını birey olarak görmüyor. Seni lütfedip koruyacak. ‘Emanete hıyanet’ her ey 30 ölüm...” Prof. Fatmagül Berktay’la İstanbul Sözleşmesi, aşk ideolojisi ve yapmamız gerekenlere dair... Demokrasi meselesi P rof. Dr. Fatmagül Berktay, kadın hakları mücadelesinde öncü isimlerden. 80’lerde, feminist hareketin ilk buluşmalarının içindeydi. Sonra akademide kitaplar yazdı, çevirdi, konuştu, anlattı, öğrenci yetiştirdi... Sakince, bıkmadan usanmadan anlatmaya, yazmaya devam ediyor. Büyükada’daki evinde buluştuk. Üç önemli nokta üzerinde duruyor. “Bu konu sadece kadınları ilgilendirmiyor, bir demokrasi mücadelesidir” diyor. Dindar kadınlarla birlikte mücadelenin şart olduğunu düşünüyor ve bir gün bile durup dinlenmeden her an uyanık olmamız gerektiğini söylüyor: “En kırılgan haklar, kadın haklarıdır...” u Türkiye İstanbul Sözleşmesi’nden çıkabilir mi? Uluslararası sözleşmeden çekilmek için çok önemli sebeplerinizin olması gerekir. Hukuken, ulusal sözleşmelerin üzerindedir. İstanbul Sözleşmesi, uluslararası hukukta, toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadına yönelik şiddet konusundaki en ileri sözleşme. Daha ilerisi hakikaten yok şu an. İstanbul’da imzalanması, Türkiye’nin ilk imzacı olması, uluslararası önemde itibarlı. u Sözleşmeye karşı çıkanlar aslında ne demek istiyorlar? ‘Biz karılarımızı, çocuklarımızı dövmeye hatta öldürmeye devam etmek istiyoruz. Aile içi şiddete karşı kadınların korunmasını istemiyoruz. Kadınlar, her şartta boyun eğsinler, itaat etsinler, boşanmasınlar istiyoruz.’ Kastettikleri bu! Nafaka konusundaki itirazlar da aynı anlayışın parçası. Üstelik iyi bir taktik. Çünkü nafaka, demokrat, eşitlikçi olduğunu düşünen erkekleri bile bölebilecek bir konu. Kimse de doğru dürüst içeriğini bilmediği için. Halbuki süresiz nafaka diye bir şey yok. u Sorulması gereken kadınların neden nafakaya ihtiyaç duyduğu aslında... Elbette. Cinsiyet eşitliği olmadığı için kadınlar daha güçsüz ve yoksullar. Nafakanın arkasından eminim “mal bölüşümü kalksın” diyeceklerdir. Mülkiyetin ancak yüzde üçü dördü kadınların elinde... Hal böyleyken, zaten var olan yasalar da doğru dürüst uygulanmazken, kadınların istihdam oranı yüzde 2729 arasında değişirken, sen aslında “kadınlar daha da güçsüz düşsün, ne olursa olsun boşanmaya kalkmasın” demek istiyorsun, bunun başka bir yorumu, izahı yok. u Hükümetin tavrı ne olur? Meclis’te gündeme gelecek muhtemelen... En son Cumhurbaşkanı, “sözleşmeler dokunulmaz değildir” mealinde bir şeyler söylemişti. Bence dindar kesimin kadınları da pekâlâ haklarının farkındalar ve boşanma hakkını da diğer hakları da kullanıyorlar. Zaten “erkek isyanı” oradan kaynaklanıyor. Ortak hareket etmek lazım. Arkası gelir. Demokrasiden yana erkeklerin de bunu bir demokrasi savunusu olarak kavramaları gerekir, örneğin “nafaka hakkıyla, kadınlar uğraşsın” dememeliler. u Evlilik, İstanbul Sözleşmesi’yle yıkılır mı, yapılır mı? Evliliği bir yoldaşlık ilişkisi olarak da anlıyorsan, yoldaşlık ilişkisi evliliği sağlamlaştıracak bir şeydir ama yoldaşlık dediğin şey ancak eşitler arasında kurulabilir ve karşılıklılık içerir. Aşk ve sevgi de öyle. Efendi ile köle arasında aşk olmaz, olsa olsa Stockholm sendromu olur! Sağlam olması için eşitlik ve demokrasi gerekir. ZEHİRLİ ERKEKLİK VAR u Böyle olmadığı için çatırdıyor... Tabii ki ondan ve İstanbul Sözleşmesi uygulanmadığı için çatırdıyor. Şiddet uygularsan, zulmedersen başka ne olur? u Kadın cinayetlerinin, şiddetin temel gerekçesi itaat mi? Evet öyle. Çünkü erkek kendini üstün görüyor. Üstün olana itaat edilir diye düşünüyor. Bütün iktidarlar evdeki tahakküm ilişkisini yani, yöneten yönetilen, hükmeden hükmedilen ilişkisini devam ettirmeye çalışıyor. Çünkü ailede hiyerarşi ve itaat, toplumun tümünde hükmedenhükmedilen ilişkisini zihniyet olarak da pratikte de pekiştiren, meşrulaştıran bir şeydir. Bütün iktidarlar buna bayılır. Hele otoriter olanlar. Boşuna hep aile metaforuna başvurmazlar. Devletin başı, babadır. Baba kimdir? Hem döven, hem sevendir. Genellikle dövüyor tabii, bizimki gibi ülkelerde. Bunun kökeni taa Roma hukukuna kadar dayanır. Roma hukukunda aile reisipater familias bütün aile üzerinde, kadınlar, çocuklar ve köleler üzerinde mutlak otorite uygulama hakkına sahiptir. Öldürme hakkı da dahildir buna. Patriyarki (ataerki) bu de mek zaten... u Bir yandan kadın lar bilinçleniyor. Aynen, ben bunun öyle kolay kabul ettirileceğine doğrusu inanmıyorum. Hakikaten geçen yüzyılda kadınlar önemli kazanımlar elde ettiler. Bundan korkan bir zehirli erkeklik var bütün dünyada. “Ayrıcalıklarımız elimizden gidiyor” telaşı içindeler. Berktay, CEDAW dilekçesini Meclis’e veren beş kişiden biri. Türkiye’de kadın çalışmaları alanında derece alan ilk kadın: “Uzun süre ‘ben diplomalı feministim’ bayat esprisini yaptım!” diyor. u Gidecek ama değil mi? Küt diye Roma dönemine dönmeyelim de... Valla bu haklar konusunda çok dikkat etmek lazım Hilal. Kadın hakları daima en kırılgan, en çabuk geri alınabilen haklardır. Margaret Atwood’un Damızlık Kızın Öyküsü kitabını okumuştum. Kadınların köleleştirildiği fundamentalist bir ataerkil toplum sistemi anlatılıyor. Kitabın kahramanı genç kadın, geçmiş dönemi de hatırlıyor. Ellerindeki haklar hep öyle kalacak sanıyorlar. Ama birden her şey tersine dönüyor. Birden dedim ama aslında “birden” olmuyor tabii, adım adım... O yüzden farkındalık çok önemli. u Ürküyor insan düşününce... Kadın hakları bütün dünyada nice zorluklarla, şiddete ve zulme karşı mücadeleyle kazanıldı. Haklarımızı, hakikaten gözümüz gibi korumak zorundayız. Özellikle genç kuşakların farkında olması lazım. Ürkmek için çok sebep var. Gene de bu saldırıyı geriletebiliriz. Bu konuda çok geniş bir kesimin birleşebileceğini ve birleşmesi gerektiğini hep vurgulamak lazım. Bu sadece kadınların meselesi değil. u AKP’ye oy veren kadınlar.... Onlarla mutlaka işbirliği yapmak lazım. Dindar kesimde de çok bilinçli kadınlar var. u Eşitliği ilk nerede ve nasıl kaybetti kadınlar? Tarihöncesine dayanıyor, belki neolitik dönemden bile önce. Ama belki de tarihöncesinde bugünkü anlamda bir “erk” söz konusu değildi. Toplumda maddi koşulların değişmesiyle önemli bir altüst oluş yaşanıyor... Zaten kadınla erkek arasındak ilişki çok karmaşık. Duygusal bağlar söz konusu. Az önce konuştuk ya yarın ne olur bilinmez diye, işte yavaş yavaş “üfleyerek” bir sürü şey değişebilir, değişmez değil. “Yavaş yavaş ısınan küvetin içinde fark etmeden haşlanabilirsiniz” derler. SEVGİYİ ÖN PLANA ALMAK... u Kadınlar aşka daha çok muhtaçmış gibi bir algı var. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda? Aşk ideolojisi... Seven kadın erkeği yola getirebilir, onu değiştirebilir anlayışı çok yaygın. Oysa öyle olmuyor, her insan ancak kendisi isterse ve istediği kadar değişiyor. Şu da var tabii, kadınlarda ilişkisellik eğilimi daha fazla. Anne olmak, başkasını düşünmek, fedakârlık yapmak... Doğduğun andan itibaren verili cinsiyet kalıpları bu özellikleri körüklüyor. Erkekleri ise bağımsızlaşma yönünde teşvik ediyor. Aslında ilişkisellik, başkalarını düşünmek harikulade bir şey ama eşitsizliğin olduğu bir ortamda ilişkisel olan, kendisini başkasının ihtiyaçlarına uyarlayan, kendisini gönüllü olarak ikinci plana atıyor, güçsüzleşiyor. Sevgiyi ön plana almak, bunlar çok güzel şeyler. Ama eşitlik ve karşılıklılık ilkesiyle birlikte... u Biz bunların hep zararını gördük. Tabii zararını gördük. Neden? Çünkü eşitsiz toplumsal ilişkiler böyle davrananların daima altta kalmasına, zarar görmesine yol açıyor da ondan. u Siz feminist bilinçlenmeyi ilk ne zaman yaşamıştınız? Ailede, okulda yaşamadığım şeyi ben maalesef sol hareket içinde yaşadım. Kadınlar hep suçu kendilerinde arama eğili mindedir ya, benim de “Herhalde ben burjuvayım, bilinçsizim, anlamıyorum” dediğim oldu. Feminist teoriyi keşfedince kafamda birçok şey yerli yerine oturdu. İsyan dilini bulmuş oldum, bir daha da susmadım zaten! u Geriye dönünce iyi ki ya da keşke dediğiniz şeyler var mı? Bazı pişmanlıklarım olabilir, bazı şeyleri farklı yapsaydım anlamında, ama o zaman da ben bugünkü ben olmazdım. Bir sürü hengâme yaşadım ve çok şey öğrendim. 40 YAŞIN YERİ AYRIDIR u Nasıldı? 7080 arası dönem benim için kaotik bir dönemdi. 12 Mart’ta üniversiteyi bırakmak zorunda kaldım, sonra evlendim. Aslında okulda epey parlaktım, girdiğim her sınavı kazanırdım. Aklıma pek güvenirdim. Oradan geliyor başıma ne gelirse, zaten (gülüyor). Yani bazı şeyler kolay geliyor insana gençken, kendini eşitmiş sanıyorsun kadın olarak ve hep öyle gider sanıyorsun. Kadın olarak yaşamanın farklı, sistemsel bir şey olduğunu sonradan anlıyorsun. Kendini başkasının yerine koymanın önemli olduğunu, herkesten bir şeyler öğrenilebileceğini o dönemde öğrendim, ben. Zor zamanlarım oldu ama memnunum. Ama şu da var, 20 ile 30 yaş arasını biraz yaşlı bir kadın gibi yaşadım. 42 yaşında boşandım. Flört etmeyi bilmiyordum mesela... u Sonra? Toparladım (gülüyor) u 40 yaşa çok güzel şeyler söyleyen kadınlar var. Neden? Evet, bence de. Çünkü o zamana dek kendini baskılıyorsun, başkalarına uyarlanmaya çalışıyorsun. Kendinden tam emin değilsin.. 40’lı yaşlarda ise artık ne istediğini biliyorsun. Kafan daha net. Ben 40 yaşımdan sonra doktora tezimi bitirdim. On ay sonra doçent, beş sene sonra profesör oldum, bu arada kaç tane kitap yazdım, dünyanın birçok yerinde dersler, konferanslar verdim, kadın bakanlığının danışmanlığını yaptım, araba kullanmayı öğrendim... İkinci bir hayat gibi oldu. u 40 yaş büyülü o zaman, kıymetini bilelim. Bilin. Çünkü hem sağlıklısın, hem de bence daha güzel oluyorsun, hatların, kişiliğin yerine oturuyor. 40 yaş gerçekten de kadınlar için dönüm noktasıdır. Olgunlaşıyorsun. Kendini kendine ispat etmiş oluyorsun. Politik olarak da kendi omuzlarım üzerinde kendi kafamı taşımak, yani bağımsız ve eleştirel düşünebilmek benim için en önemli şey. Edebiyat da ortaya koyar, 40’lı yaşlar kadınlar için kendini bulma ve ifade etmeye cesaret yaşıdır. Daha gençken ne olursan ol hep kendinden şüphe ediyorsun, çünkü kadın olarak sana onu öğretiyorlar. O masallardaki prenses rolü gibi sürekli roller biçiliyor, kadınların pasifliği, “zayıflığı”, yüceltiliyor. Aslında özne değil de nesne rolünü oynaman bekleniyor. Kadınların yazarak kendilerini ifade etmeleri bir cesaret meselesidir bu yüzden. Hele felsefeyle, teoriyle uğraşmaları hiç hoş karşılanmaz, açıkça söylenmese de yerinin orası olmadığı hep hissettirilir sana. Muhtemelen, benim teoriyle uğraşmam ona tepkidir. O yüzden teorinin içine batmış durumdayım (gülüyor.) “Evlililik, karşılıklılık içeren, eşitler arasındaki bir sevgi ve saygı ilişkisi değil, genelde bir yönetme yönetilme ilişkisi” hilal köse “Kadın haklarının ezeli derdi şudur: Her kuşak, kendisi yeniden öğrenmek ve yeniden başlamak zorunda kalıyor, en kötüsü o. Tarih bilmek çok önemli, deneyim aktarmak çok önemli ama düşün ki, son yüzyıla kadar böyle bir tarihsel aktarım yoktu.” CTucaommmha.utmrr’iıdyeet “Soyut düşünceden kadınları dışlamaya çalışmak diye bir şey var. ‘Sözün ve kalemin efendisi erkeklerdir.’ Dilin yoksa konuşamazsın, ‘sükut’ her zaman ‘altın’ değildir, hele kadınlar için hiç değildir!” “Şiddet, dayak, erkeğin kıskançlığı, ‘sevgi’ göstergesi değil, erkeğin tahakküm arzusunun bir göstergesi ...” aşk ideolojisi Çok etkili. Kadınların çoğu aşk ideolojisine çok kaptırıyor kendini. Kadınlar doğuştan itibaren masallarla, sonra da annelerinin tavsiyeleriyle, toplumsal kodların baskısıyla “kadınlık rolünü” içselleştiriyorlar. Boşanma konusunda henüz yeni yeni sahip çıkıyor aileler, kızlarına. “Etraf ne der” var. Bir kadınlık kalıbı var ve anne de kızının ona uymasını istiyor. Kızı uymazsa kendisi de kötü anne sayılacak diye korkuyor. Toplum empoze ediyor Toplumsal cinsiyet rolü dediğimiz şeyi toplum sana sürekli empoze ediyor. Bunu kırabilmek gerçek bir bilinç meselesi. Zaten feminist kadınla olmayan kadın arasındaki yegâne fark o. Bilinç ve karşı çıkabilme cesareti. Yoksa herkes benzer şeyleri yaşıyor. Ama “feminist” olmak bir unvanmış gibi üstünlük taslamanın mazereti olamaz. Bu, bazen unutulup başka kadınları küçümseme vesilesi yapılabiliyor. çok önemli olacak Kadın meselesi iktidarla çatışma alanlarının en önemlilerinden biri olacak. Umarım şom ağızlılık etmiyorumdur. Ama buna dur denebilir. Bütün toplumun sahip çıkması çok önemli. Bu sadece kadınların meselesi değil. Toplumsal cinsiyet meselesinin demokrasi meselesi olduğunu anlamak çok önemli. Bu saldırılar bir süreç ve bilinçli, kapsamlı bir paket, bunu görmek şart...