Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
8 26 MAYIS 2019 Torosların eteğinde, Yörüklerin diyarında, Manavgat’ın suladığı sedir ağaçlarının gölgesinde düğmeli taş evler Antalya’nın saklı güzelliği Düğmeli evler denilince çoğu kimse bilmiyor, ama merak ediyor. Ben de az bilinen rotalarda dolaşmayı, keşfetmeyi seviyorum, bunu örgütleyen Yasin Demirbaş ve Aysun Cervatoğlu gibi arkadaşlarım da olunca kolay ve keyifli oluyor. Bu kez de “Kervan Yolları, Düğmeli Evler, Ormana, İbradı, Akseki gezisine var mısın” diye sorduklarında tabii ki dedim. Neresi ki oraları? Antalya’dan Konya’ya uzanan Torosların yaylaları desem? Antik kentlerden Osmanlı’ya, Selçuklu’ya ticaret ve dolayısıyla kervan yolları, Anadolu’nun göbeğinden denize inen yol. Bir ayağı Konya’da, bir ayağı Antalya’da olan, ticaretle uğraşan, varlıklı yöre insanı. Köylerinden de kopmamış, bakmış, köy ama Kadıköy gibi evleri konak, yolları patika! Toroslar Ben önce dağlara âşık oldum. Antalya’da uçaktan inip dağlara vurduk. Toroslar bütün haşmetiyle, birbiri ardına uzanıyor. Yaklaşık 1000 metre yüksekliğe ulaşıyoruz. Her köşeden Manavgat Çayı’nın kollarından biri çıkıyor karşımıza, gürül gürül akıyor. Irmak kenarında zeytin, incir gibi ağaçlar varsa da bölgenin esas ağacı ardıç, sedir ve çam. Sedir, görüntü olarak yılbaşı çamı gibi, ama suya ve yıllara çok dayanıklı, bölgedeki ahşap işçiliğinin esas ağacı ve güzel kokusu odayı kaplıyor. Bölgenin anıt ağacı, 300 yıllık Arapastık kestanesinin etrafında zincir yapılıp fotoğraf çektirmek adet olmuş. Ağacın esaret ve intikam içeren hüzünlü hikâyesini anlatmayacağım, burada birisi asıldığı için adı böyle kalmış. Bir başka hüzünlü hikâye ise “Giden Gelmez Dağları”. Geyik Dağları, tektonik taş yapısı nedeniyle çok fazla obruk barındırdığı için dağa avlanmaya giden gençler, obruklara düşerek kaybolur, ya da yolu kaybedip donarak ölürmüş. Buna geyiklerin ahı diyorum, onlar ise kayıpları için “Giden Gelmez Dağları”. Botla gezilen Altınbeşik Mağarası Bu obrukların çokluğundan ötürü yörede Türkiye’nin en büyük, dünyanın üçüncü büyük yeraltı gölüne sahip Altınbeşik Mağarası bulunuyor. 1966 yılında keşfedilmiş mağarada 400 metre uzunluğundaki gölde botla gezinti yapılıyor. Mağaraya giden yollar şu ara hummalı bir çalışmayla yenilendiğinden mağara da ziyarete kapalıydı, göremedik. Dolayısıyla yöreye yeniden gelmek için bahane çıktı! Sarıhacılar Camii Bugün bile ibadete açık 800 yıllık Sarıhacılar Camii de düğmeli mimariyle yapılmış. Caminin içi ise doğal bitki boyasıyla yapılmış desenlerle süslü. Düğmeli evlerin ÇEKÜL Vakfı’nın Tarihi Kentler Birliği’ne kabulü ve Koruma Kurulu şemsiyesi altına alınması sonrası bölgede imar faaliyetine de sınır gelmiş. Yıkılmış da olsa evin yerine ancak düğmeli ev yapılabiliyor. Düğmeli evler YAZGÜLÜ ALDOĞAN Gelelim düğmeli evlere. Bir kez daha anladım ki mimariyi malzeme belirliyor. Bölgede en çok ne var? Sedir ağacı ve taş. Çoban barınaklarına “işte düğmeli evlerin atası” diyen rehberimiz Tolga Özgüven haklı. Çoban dağda çimentoyu, harcı, çiviyi nereden bulacak? Sedir ağacından bir iskelet yapıyor, dış tarafında iri taşlar, iç tarafına küçük çakılları dolduruyor. Taşıyıcı olan taşlar değil, ahşap iskelet. Enine konulan ahşabın içine dol durulan taşların kaymaması için aralarına dikine ahşap “hatıl”lar konuluyor. Bölgenin ahalisi olan Yö rükler, giderek yerleşik düzene geçince bu evler çok katlı olmaya başlıyor. O zaman da araların konu 300 yıllık Arapastık kestanesinin önünde fotoğraf çektirmek adet. lan hatıllar birbirine tırnak gibi ge çiriliyor. İşlevine bağlı olarak “Piş tuvan”, “Kabur”, “Eli böğründe” gibi isimler verilen ahşap sütunların uçları dışarıda kaldığından uzaktan düğme gibi duruyor. Alttaki hatılın kesmesi, üstteki hatılın kesmesiyle bir Ben önce dağlara âşık oldum. leşince ceketin iliklenmiş düğmeleri işlevini görüyor. İçiçe geçen ahşap hatıllar sayesinde dört kata kadar çıkabilen evler yapılıyor, ne harç, ne çimento, ne çivi Antalya’da uçaktan inip kullanmadan! Küçük pencereler ahşap kafeslerle ka dağlara vurduk. patılmış. Evlerin alt katı ahır olarak kullanılıyor. Kiler ve yüklük de var. Üstte ise yaşam alanları bulunuyor, zengin evlerinde büyük bir salonun etrafındaki odalar Toroslar bütün haşmetiyle, 800 yıllık bölgede yaklaşık 300 düğmeli ev var. Ahşap sütunların uçları uzaktan düğme gibi görünüyor... da aile fertleri kendi mikro aileleriyle yaşıyor. Tavanlar, dolap ve kapılar büyük bir sanat eseri. Sedir ağacının kokusu bütün evi kaplıyor. Yaşanmayan evler ise bir süre sonra maalesef yıkılıyor, taşlar her yana dağılıyor. Sedir ağacı boya kabul etmediğinden taş ve ahşabı ham olarak üzeri örtülmeden görebiliyoruz. birbiri ardına uzanıyor. Yaklaşık bin metre yüksekliğe ulaşıyoruz.. Ormana Aktif’in kurucuları Özgüven ai lesi, İstanbul’da demir çelik işi yaparlarken sıkılıp köylerine dönmeye karar veriyor. 2012’de Ormana’daki Berberoğlu Evi’ni restore etmeye başlıyor. Bölgeye geri dö nüşü sağlamak ve gençlere iş imkânı yarat mak diye özetledikleri sosyal projeleri sa yesinde bugün yılda 40 bin gezgin, günü birlik turlarla bölgeyi ziyaret ediyor. Bunun sadece 3 bini konaklamalı, ama bu sayede gençler restorasyon ve turizm işinde çalış maya başlamış. İlk başta buraya turist gele ceğine inanmayan muhafazakâr yaşlı köy lüler de ramazan ayında yiyip içip şortla gezen turistlere alışmış, köyün caddesinde oturup konuklarla fotoğraf çektiriyor. Antikiteye meraklı olanlar Psidya bölgesindeki tarihi şehir kalıntılarını gezebilir, yol boyu kervan yıkıntılarını görebilir. Alışveriş için pamuklu ve ipek el dokuması, yöresel dans Özgür atlar Bölgenin benim için görülmeye değer güzelliklerinden biri de Eynif yaylasının çayırlarında özgürce koşturan, kışın çamların altında kışlayan “Yılkı Atları”. Sürü halinde yaşayan atlar, terk edilmiş ama yanlarında tayları bile olduğuna bakılırsa larda kullanılan tahta kaşıklar, Cevizli köyünün cevizleri, pekmez tavsiye edilir. Bakalım siz nesine âşık olacaksınız? diyarı hâlâ iş var! Tarım gibi hayvancılık da ölmeye yüz tutmuş olsa da az miktarda keçi, dana ve inek çayırlarda dolaşıyor, kışın kendi kendine köyüne dönüyor! ‘Kitaplar çoğaldı, yazarlar azaldı!’ 1 Vefa Zat öldü. Neredeyse yirmi yıl oldu kitaplarını edineli hep okurum diye göz önünde tuttum, lakin ancak geçen ay okudum. Zamanı özel seçmiş gibi, hakkında yazı yazdım. Tuhaf işte rastlantı diyerek açıklayabilir miyiz bunu? Zat’ın “Eski İstanbul Meyhaneleri” kitabında, İstanbul’da seyyar meyhaneciler olduğunu öğrendim. Sokağın kuytu köşesinde iki tek atmak mümkünmüş meğer. Meze olarak da mevsim meyvesinden bir ısırık alma olanağı veriyormuş seyyar meyhaneciler. Güzel iş. “Dükkânı, tezgâhı, fıçısı, ustası hepsi tek bir kişide toplanan “ayaklı meyhane”ler, seyyar içki satıcılarıydı. Sırtlarında cüppe, cüppenin iç cebinde bir kadeh (tası arak) bulunurdu. Kendilerini tanıtmak için omuzlarına peşkir atarlardı. Bunların, nargile marpucunun üçdört kat uzunluğunda ve yine o genişlikte bir bağırsak, içi rakı dolu olarak bellerine kuşakvari bir şekilde sarılı dururdu. Bağırsağın bir ucunda da musluk bulunurdu. Bunlar manav dükkânları önünde dolaşırlar, uzaktan müşterilerini gördükleri zaman hemen uygun bir yere, bu manav ya da bakkal da olabilir, girerlerdi. Müşterileri de onları takip ederlerdi. Ayaklı meyhane bağırsağın musluğu açarak kadehe – ısınmış ve rengi sapsarı kesilmiş – rakıyı doldurup müşterisine sunardı. Kadehi bir yudumda yuvarlayan müşteri ya bir üzüm tanesi ya da mevsimine göre bir meyveyi meze yapardı. Çoğu da, elinin tersiyle ağzını silerdi. Bu hareket de “yumruk mezesi” olarak anılırdı. Çoğu Ermeni olan ayaklı meyhaneler daha çok Bahçekapı, Yemiş İskelesi, Galata ve civarında dolaşırlardı. Ayaklı meyhanelerin müşterileri genellikle kayıkçı, tellak takı mı ve İstanbul’un baldırı çıplak pır pır külhanileri, berduş ve hırpani kopuklarıydı.” 2 Siyaset yapmak ile siyaset düşünmek arasında fark var. Dahası, düzen siyasetinin içinden konuşmakla, tamamen reddederek bunu, “başka bir dünya mümkün” diyerek yola çıkmak da farklı. Birinde düzen içinden güç devşirmeye çabalarsın, diğerinde hayli zorlu, engebeli süreci yönetmek zorunda kalırsın. Biri tutsaklıktır, diğeri özgürlük. Günlük televizyon programı yaparken güncel siyaset bataklığında boğulur kişi, ilk bakışta kötü görünmesine karşın, tam da içinde bulunduğu çamuru kavrar. Böylece başka bir göz edinir. Elbette nesnel olmak ilk koşul ama daha önemlisi ideolojik zeminin sağlamlığı elbette. 3 “ Beyaz Cam” uçucudur, bugün belleğimize kazınan eski TRT’nin yüzleri, o günün doğasından kaynaklıydı; şöyle söz vardı: “Bir dakika televizyonda göründün mü ertesi gün sokakta yürüyemezsin.” Şimdi her yer ekran, fark edilmek için nitelikli olmak gerekmiyor. Bu yüzden ölçüyü edebiyat üstünden kurarak korurum kendimi. Öyle cahil büyük haberciler(!) tanıdım ki, söylesem belki inandırmak güç olur! Sabah kalkıp “Saçlarımı boyamalıyım, gerdanım gerilmeli, pörsümüş yerlerime acil çözüm bulmalıyım” diye düşünmekten öte kaygısı olmayan birinden hayatın hangi hakikatini öğrenebiliriz? 4 Günlük yazının dalgalı seyrinde kaybolmamak için sığınağım edebiyat. Üslupçu olmak her kilidi açar. Üslup nasıl edinilir? Yazar içindeki sesi duymaya başlayınca ka Vefa Zat Vefa Zat’ın “Eski İstanbul Meyhaneleri” kitabında, İstanbul’da seyyar meyhaneciler olduğunu öğrendim. Sokağın kuytu köşesinde iki tek atmak mümkünmüş meğer. lemi ışıldar. Fark etmeden o tını gelir bulur onu. Çalışkanlık esastır. Ferhan Şensoy anlattı bir yayında. Haldun Taner her sabah altıda kalkar, günde yirmi sayfa yazarmış. Ferhan Ağabey sormuş: “Hocam aklınıza bir şey gelmezse, anlatacak öykünüz yoksa ne yapıyorsunuz?” diye. Usta, “Gördüklerimi yazarım o zaman” diye yanıtlamış. “Kimin çocuğu kaçta okula gidiyor, çarşıda pazarda ne var ne yok, onları yazarım.” Şensoy haklı olarak ilham beklemenin tuhaflığından söz ediyor. Ben daha ilham gelen yazara hiç rastlamadım hayatımda! Yazmak düzenli, soluklu işçilik gerektirir. Yayın dünyasının zenginleşmesi kitap sayısını artırırken, yazarları azalttı. 5 Yayın daveti için Yıldız Kenter’i aramıştım. Heyecanlanmıştı hoca, sevinçle: “Aklınıza geldiğime çok sevindim, beni düşünmeniz mutlu etti” demişti. Yayın sırasında, sonrasında son derece zarif, incelikli davrandı. Kent Oyuncuları’nın tarihini iyi bilmem, neredeyse çocuk yaştan itibaren oyunları izlemiş olmam keyiflendirdi Kenter’i. Bir zaman “Art Forum” adlı edebiyat/sanat dergisi çıkarmaya çabalamıştık. Herkes ünlü, önde olan kimselere söyleşiye giderken, biz Şükran Güngör’ü yeğlemiştik. Yıldız Hanım’a anlattım. Gözleri ışıldadı. Etkilenirdim Güngör’den. Tiyatro dünyasını anlattığım romanın “Bir An Bin Parça”da kahramanlarımdan biri onu hep anar. Dergi için İDSO’nun başkemancısı Yusuf Güler Aksöz’le de söyleşmiştik. Bu koca sanatçılara, üstelik iletişim olanakları bunca kısıtlıyken ne kolay ulaşırdık. Şimdi dizi ünlüleri için menajerleri aşmak gerekiyor. Çocukluk arkadaşım bir ünlüyü arayıp yayın daveti yapmıştım. “Lütfen menajerimi ara, sözleşmem öyle” dediydi. İnsan neden bu esarete katlanır ki? 6 K itlelerin alkışı yanıltıcıdır, uyuşturur. Ekranın, popüler kültürün böyle yanıltıcı etkisi var. Birlikte çalıştığım bazı isimler, o camda görünemeyince ağır ruhsal çöküntü yaşadı. Kendi suretine âşık olmak ne tehlikeli! Sabırlı olmak, demlenmek, düşünmeye zaman bırakmak gerek. Bunun önemini bilmeyen kimse kayboluyor. En çok izlenen, en çok sevilen, en çok alkış alan olmak nedir? Dün Aysel Öymen aradı ve dedi ki: “Tepeden Tırnağa İsyan Nâzım Hikmet çok güzel kitap olmuş, doyamadım.” Bundan öte yaşam sevinci mi olur? 7 A rtık kırklı yaşların sonuna geliyorum. Anladığım şu: İnsan yaşlanmayı öğrenemez, hazırlıklı yakalanamaz. Peki ya yaşamaya doyulur mu? Bu güzel soru, hep tasarıları olur yazarların, bir türlü en iyi kitabını yazamadığını düşünür. Dostoyevski, “Biraz zamanım olsa iyi bir roman yazmak istiyorum” diye hayıflanmaktaydı. Oysa dar zamanda, zorunlulukla yazılan o başyapıt romanlar, belki de tam da bu gerekçeden doğdu. İlham bekleyen şaşkın uyuyadursun, yazar kişi işçiliğe devam edecektir.