Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
8 Abu Dabi, 7 emirliğin en büyüğü. Kentte yerel kültürden eser yok Gösterişin başkenti 1 ARALIK 2019 Abu Dabi, Birleşik Arap Emirlikleri’nin başkenti. Buldukları yeni rezervle dünyada petrol varlığı en yüksek 7. ülke. Yani işler artık daha da tıkırında, hal böyle olunca altı şeritli yol da Louvre Müzesi de yapılır, hatta sawaroski taşlı, 9 milyon Avro’luk avizeleri olan cami de... Yaklaşık 4 4.5 saatlik uçak yolcuğunun ardından varıyorsunuz Abu Dabi’ye. Önceden Sabiha Gökçen’den de uçmak mümkündü ancak büyük ihtimal yeni havalimanından uçan yolcu sayısını artırmak için olsa gerek oradaki hatlar kaldırıldı, şimdi yalnız İstanbul Havalimanı’ndan gidiliyor. Ülkeye giriş, tüm Arap ülkeleri gibi biraz sancılı, çünkü işler oldukça yavaş. Kasım ayına karşın sıcak bir hava ama buraların en güzel mevsimi imiş. Çünkü bir ay önce, eritecek kadar sıcak varmış. Şimdi tatlı latif bir hava, denize girilecek kadar hoş bir meltem... Sokaklarda, kadınlara yasak olan başı açık gezmeler, kısa kollu bluzlar yabancılar için geçerli değil. Cami girişi hariç normal kıyafetle gezilebiliyor. Kadınların sahip oldukları serbestlik diğer emirliklere göre burada biraz daha fazla. Uzun zamandır çalışma hayatının içinde yer alabiliyor, hatta ekonomi bakanı da genç bir kadın. Ülkenin “bonkörlüğü” bu kadar da değil. Örneğin kendileri için yasak olan alkol... Dışarıda değil ama evlerde alkol içmek mümkün. Havaalanından dört litreye kadar satın alma olanağı veriliyor. Yabancı restoranlarda başta şarap olmak üzere alkollü içeçek bulunuyor. Kentte yerel pek şey görmedik desek yeridir. Kimin neyi ünlü ise onu almışlar ya da yapmışlar. KIRLI ARAÇ YASAK Kentte ilk dikkat çeken şey trafiğin olmayışı. Bizim gibi 15 milyonluk bir kentten 2 milyonluk bir kente gittiğinizde normaldir belki de. Ama emin olun, o yollar burada olsa İstanbul’da da trafik olmayabilir di... Yolların tamamı gidiş geliş olarak ayrılmış, her bir yönün kimi dört kimi altı şerit. E tabii petrol bu kadar çok olunca yollar da böyle oluyor demek ki... Bir de arabalar yeni ve temiz. Sonra öğrendik ki trafiğe kirli arabayla çıkmak yasakmış. Hatta satılık araba ilanının küçücük olsa bile, arabalara yapıştırılması yasak. Etrafta çöp görmek mümkün değil. ÇOK EŞLİLİĞE UYGUN KONUT Çok katlı devasa binalar ve az katlı hatta tek katlı ama yonca tipi evlerde ya şanıyor. Eş sayısı dörde kadar çıkınca evler de yonca tipi, bol odalı, bol bölmeli ol mak zorunda... Körfezin kıyısında ki kentte, yapay bir ada ve ona gidebil mek için de dört şe Basra ritli yollar var. An Körfezi’nin yapay adalarından Saadiyat Adası’nda gün batımı. cak haklarını yememek gerek, çünkü suyu artırarak oluşturulamaya çalışan tema parklar, yeşil alan lar oludukça fazla. HURMA VE BALIK Bir Arap ülkesine gidip de hurmasız dönmek olmaz diye nereden alabileceğimizi sorduğumuzda, hurmanın pek de iyi olmadığı, Dubai ve Suudi Arabistan’da yetişen büyük ve ballı hurmaların burada yetişmediği anlatıldı. Abu Dabi’de yetişenler daha küçük. Ancak her mekânda uygun bir yerde ve kapta ikramlık hurma sizi bekliyor. Halk yeterince para kazanamadığını düşündüğü için hurma üretimini büyük oranda bırakmış. Şaşırtıcı bir durum, envai çeşit balık var. Küçüğü, büyüğü, renklisi... Balıkçı barınakları da görülmeye değer. Ancak su sıcak olduğu için balıkların bizdeki kadar lezzetli olmadığı söylenmişti. Masaya gelen balıkların pek de kötü olma dığını belirtelim. Yaygın bir yabancı çalışan var Abu Dabi’de, ücretler ülke pasaportlarına göre değişiyor. Örneğin İngiliz pasaportu olan bir öğretmen ayda 25 bin lira, iki çocuğunun okul parası, ev kirası ve yılda bir kez ülkesine ulaşım parası alabiliyorken, bir Türk öğretmen bunun yarısını alıyor. Yabancı doktorlar 60 bin, Türk doktorlar 3540 bin lira ücret alıyor. Kentte yaşayan yabancıların çocukları kolejlere gidiyor, devlet okullarına yalnız emirlerin çocukları gidebiliyor. Eğitim tamamen İngilizce. Yabancılarla işbirliğini her alanda görmek mümkün. Örneğin New York üniversitesi var. Hocaları dönüşümlü olarak gelip ders veriyor. Tartışmalı müze G ezilmeye değer bir başka nokta Louvre Müzesi. 2007’de Fransa Kültür Bakanlığı ile 1.3 milyar dolarlık ve 30 yıllık bir sözleşme imzalanıyor. Müze Abu Dabi’nin ortasındaki Saadiyat Adası’nda yer alacak. Louvre ismi BAE’nin diğer emirliklerinde kullanılmayacak. Paris’teki eserler belli dönemlerde Abu Dabi’de sergileniyor. Sanat eserlerinin ticaretin bir parçası haline getirilmesi tartışmaları bugün artık anılmıyor. Biz, Picasso, Modigliani ve Chagal’a ait bazı eserleri gördük. OLCAY BÜYÜKTAŞ Abu Dabi... Ceylanlar ülkesi, ceylanların babası ya da toprağı anlamına geliyormuş... Müzede Osman Hamdi’ye ait bir eserle karşılaşmak sürpriz oldu. Müzenin mimarisi dikkat çekici. Çatısı balıkçı barınaklarından esinlenmiş. Kıble duvarı 24 ayar altın. Panolara altın harflerle “Allah’ın 99 ismi” işlenmiş. Şeyh Zayed Camisi Ü lkedeki en büyük, dünyadaki sekizinci büyük cami. Bayramlarda ziyaretçi sayısının 40 bini aştığı söyleniyor... Cami ile en çok övündükleri unsurlar 9 milyon Avro’luk sawarski ve başka taşlarla süslü üç büyük avize ve İranlı bir sanatçının tasarladığı 5 bin 627 metrekarelik halı. Halıyı 1200 kadının 2 yılda dokunduğu söyleniyor. Camide yalnız cumaları ve bayram günleri ibadet yapılıyor. Bembeyaz, bol ışıklı, bol renkli, bol kubbeli bu yapıda, bizdeki gibi yüzyılların yaşanmışlığından ve hissettirdiklerinden eser yok. Bİ DÜNYA İNSAN Sinemanın devlerini buluşturan film, düzen sendikacılığının tüm kirli işlerini açığa çıkarıyor MUSTAFA K. ERDEMOL Filme konu olan sendikacılığın aslında ülkemiz dahil hemen hemen her ülkeye yayıldığını, işverenle uzlaşmacı bir sendikacılık olduğunu elbette bilenlerdenim. Irishman’in anlattığı Sinema eleştirmenleri elbette daha iyi bilirler bu işleri. Dolayısıyla benim gibi düşünmezler de bakarsınız, ama ben son yıllarda bu kadar güzel bir film izlemedim. Bir Hollywood filmi tutkunu olarak tüm beklentilerimi karşıladı Irishman. Robert de Niro’nun ya da Al Pacino’nun nasıl dev oyuncular olduklarının yeni bir kanıtı olan filmde gerçekten dev olan biri daha var ki o da Joe Pesci. Zaten iyi bir yeri olan sinema tarihinde, kendisini ölümsüz kılacak Irishman’deki rolü için yapılan teklifi tam elli kez neden geri çevirdiğini anlamakta zorluk çekiyorum. Tam üç saat boyunca göz kırpmadan film izlenir mi diyenlere yanıtım, evet izlenir, olacak tabii ki. Netflix’te ne yapıp edip izleyin Irishman’i. HOLLYWOOD TARİHÇİLİĞİ.. AMA.. Hollywood filmlerinin Amerikan tarihinin çeşitli olaylarını ele alış biçimi malum. İdeolojik bir bombardımana tutulmadığımı zı kimse iddia edemez ama sunulan “tarihte” Hollywood’un bile saklayamadığı kimi gerçekleri görmek mümkün. Bu filmde de öyle. ABD’de sendikacılığın aslında ne olduğunu da anlayabilmemize yarıyor anlatılanlar. Elbette ABD işçi sınıfının hakları için soylu bir mücadele veren sınıf sendikacılığı da var ülkede ama yaşamı üzerine odaklanan Jimmy Hoffa’nın temsil ettiği sendikacılığın daha etki Al Pacino li olduğu da bir gerçek. Bu tür sendikacılığın güçler savaşında güçlü olanın yanında yer aldığını, işçiler aleyhine işverenin bir parçası haline geldiğini görebileceksiniz. Arka planda 60’lı yılların siyasi gelişmelerini, John F. Kennedy’nin başkan seçilmek için girdiği iddia edilen ittifakları, nihayet öldürülüşünü, Watergate skandalını az da olsa görebiliyorsunuz. Robert de Niro’nun canlandırdığı tetikçi Frank Sheeran’ın, ki bir sendika çalışanıdır, kendisini “sendikamafya dünyasına” kazandıran Russell Bufalino’ya (Joe Pesci) olan minnettarlığı, var olabilmek için ona koşulsuz bağlılığa dönüşmüş. Konusu bu filme uyarlanan “I Heard You Paint Houses: Frank ‘The Irishman’ Sheeran and the Closing Case of Jimmy Hoffa” adlı romanda da gerçekten öyle midir bilemem ama tetikçi Sheeran son derece yumuşak, ilişkilerinde gayet nazik, anlayışlı, çocuklarına düşkün, kimi zaman anlaşmazlıklarda arabulucu Robert de Niro olan, her tavrıyla “işçi” biri. Aslında romanı yazanın eski bir savcı olduğunu, Sheeran’la da günlerce konuştuğunu anımsarsak çizilen tip doğru demek ki. SENDİKALAR ARASI ÇEKİŞME Çoğu Hollywood filminde rastladığımız, çocuklarıyla ya da eşiyle sorunlu aile babası tipi yok Sheeran’da. Babasının yapıp ettiklerinin farkına varmış kızlarından Peggy’le arasındaki soğukluğun hiç de gözümüze sokulmadan, hatta zaman zaman tarafların her ikisine de hak verir biçimde verilmesi, Hollywood filmlerinin arasına sokuşturulmuş arabeskliğe bu sefer rastlamadığım için hayli keyiflendirdi beni. ABD sendikacılığının özellikle ABD’nin dış politikasında pek de itiraz eder bir çizgide olmadığını biliyoruz. Aralık 1957, önemli bir tarihtir, ABD İşçi Sendikaları Konfederasyonu ülkenin uluslararası alanda silah lanmasını desteklediğini açıklamıştı örneğin. Konfederasyonun amaçlarından biri de “ülkeyi Sovyetler Birliği ile girdiği yarışta işçiler olarak desteklemek”ti. Sınıf sendikacılığından çok sadece “ekonomik haklara” indirilmiş, “iyileştirici politikalar” peşindeki (bu da tartışılır aslında) bu tür sendikacılığın gerçekten kamuya mal olmuş en ilginç olaylarından birini, bir zamanlar ülkesinde “Beatles’tan bile ünlü” olarak değerlendirilen sendika lideri Jimmy Hoffa’nın (Al Pacino) kayboluşunu konu ediniyor film. Hoffa’nın aslında sendikacılık faaliyeti içinde kendisini hep “lider” yapacak girişimlerde, karmakarışık ilişkilerde bulunduğunu, “kendi iktidarı” için Başkan Kennedy’ye bile karşı çıktığını izliyoruz filmde. Sendikalar arası çekişmede öldürüldüğünü, bedeninin asla bulunmadığını, ama yakıldığını öğreniyoruz film sayesinde. “Sinemanın devleri” değerlendirmesini gerçekten hak ediyor Robert de Niro, Al Pacino, Joe Pesci. Düzen sendikacılığının, düzen siyasetiyle her buluşmasından emekçiler zararına neler çıktığını elbette bu filmde görüyor değiliz ama anlatılan sendikacılığın gerçekten nasıl düzenin dişlilerinden biri olduğunu gayet iyi anlıyoruz, filmin amacı bu olmasa da. Keyifli bir üç saat geçirdim. Filme konu olan sendikacılığın aslında ülkemiz dahil hemen hemen her ülkeye yayıldığını, her ülkede sendika ağalarının olduğunu, sınıftan uzak bir sendikacılığın ancak entrika üreten, işverenle uzlaşmacı bir sendikacılık olduğunu elbette bilenlerdenim. Bu film bunu bir kez daha gösterdiği için gayet memnun kaldım. Ama gerçek bir başyapıt Irishman. İzleyin.