Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
8 Kırgızistan’da kartal avcısı ailelere konuk oldu. 6 EKİM 2019 B1en1 dsoe nizaleedrdimi “Bir hafta sonunu İstanbul’da geçirsem hayatta bir şeyleri atladığımı düşünüyorum, boşa vakit harcadığım hissine kapılıyorum. Gittiğim yer çok önemli değil. Dünyanın her bir noktası bana çekici geliyor.” Kenya Somali sınırındaki mültecilerle bezden topla yaptıkları maç sonrası hatıra özçekimi. Gazeteci Serkan Ocak, 70’i aşkın ülkeyi gezdi. Rotasında Somali de var Maldivler de... Yolda olmak iyidir! Hilal köse Gazeteci Serkan Ocak, hobilerini mesleğiyle birleştirebilmiş şanslı azınlıktan. Kendi tabiriyle bir “seyahat arsızı!” Seyahat tutkusu ilkokulda başlamış. Lisedeyken ilk yurtdışı seyahatlerini yapmış. Şimdi dünya turu yapmanın hayalini kuruyor. “Bu öyle kolay kolay bırakılmayacak bir virüs. Dünya turu yaparsam, sanırım dünyayı denizden dolaşmak isteyeceğim” diyor. Ocak, gezip gördüğü yerleri Hürriyet Kitap’tan çıkan “Gezeceğin Varsa Göreceğin De Var” kitabında topladı. u Kitabında hepsi birbirinden güzel rotalar var. Seçim yapmak zor... Benim için rotaların biri diğerinden üstün değil. Hepsi farklı bir macera. Hatta Somali gibi belki de kimsenin listesine almayacağı yerler de var kitapta. En özeti şu: Somali gibi bir yeri gezdikten sonra artık hayatınız eskisi gibi olmayacak, olamaz da.. Orası dünyanın dip noktası. Açlığı bilmek başka ama yerinde görmek bambaşka... İmkânı ve cesareti olan böyle yerlere de gitmeli bence. ÇOCUKLA İSTANBUL DAHA ZOR! u Çocukla da seyahat etmekten çekinmeyen birisin. Çocukla seyahatin zorlukları neler? Bir kere çocuklu ailelere ilk tavsiyem şu: “Hayatınızı çocuğa göre uyarlamayın. Bırakın çocuk size ayak uydursun.” En kaba tarifi bu ama detayları var tabii. Kızım Zeynep Mira doğduktan 30 gün sonra Kartepe’ye gittik. Hatta otelde bir amcanın hışmına uğradım. “Amca 40’ı çıktı” diye yalan söyleyip durumu kurtarmaya çalıştım. En sevdiğim sporlardan biri kayak. Kayak otellerine gitmiştik, annesiyle nöbetleşe bebeğe bakıyorduk. Birkaç aylıkken Uludağ’ın tepelerinden birindeki restorana gitmek için kar motoruna bile bindi kızım. Altı aylıkken Yunanistan adalarını gezen bir cruise gemisindeydik. Elbette yalnız olmak gibi değil. Çocuğun eşyalarını, ihtiyaçlarını düşünmek zorundasınız. Masraflarınız da artıyor. Ancak biraz fedakârlık Nereyi görmeli? P arası çok olanlar için Maldivler cennet.Üç yıl tatile gitmeyerek sanırım bir haftalık Maldivler parası birikebilir. Üç yıl bir yere gitmemeyi bir kez Maldivler’e gitmeyi tercih ederim. Küba benim en favori rotalarımdan. Dominik Cumhuriyeti ise Karayipler’i anlamak için ideal. “Hesaplı olsun” diyenlere ilk önerim Yunanistan. Hızlı feribotlarla ya da otobüsle bile gitmek mümkün. Türkiye’den komşuya geçtiğinizde her şeyin nasıl da farklı olduğuna çok şaşıracaksınız. Karadağ olabilir. Vize istemiyor, Avrupa’nın göbeğinde. Üstelik çok hesaplı. Sonra mutlaka İtalya görülmeli. İtalyanlar turizmde dünyanın en iyisi. Mevsim açısından uygun, uçak biletleri daha ucuz. Hele Bologna bileti, Bodrum’a gidip gelmekle aynı para... Küba’da COCO adlı araçla gezerken. yetiyor. Viyana’da dört günümüzün bir gününü tamamen ona ayırdık. Doğa Tarihi Müzesi ve Çocuk Müzesi’ni gezdik. Ayrıca İstanbul’da pusetle gezmek Machu Picchu’ye bebekle gitmekten daha zor olabiliyor kimi zaman. Test ettim, onayladım! UZUN YOL, UZUN SEKSE BENZİYOR! u Ertuğrul Özkök, “Onu gittiği yerde değil, gittiği gibi görürsünüz. Orayı yaşar ve bize yaşatır” demiş. Gezginliğin moda olduğu bir çağda, seni farklı kılan şeyi tarif etmiş. “Gezeceğin Varsa Göreceğin De Var” bir rehber kitap değil. A’dan Z’ye kenti anlatmıyorum. Ancak oranın mümkün olduğu kadar yereline inerek, çoğu şeyi bizzat deneyimleyerek ruhunu anlatmaya çalışıyorum. Ve mümkün olduğunca turistlik yerlerden uzak kalmaya çalıştım. Hindistan’da ziyaret ettiğim “Son kafatası avcıları”nın bulunduğu köyü sanırım dünyada pek az insan ziyaret etmişti. Çünkü zahmetli ve biraz da tehlikeli. Kenya’da herkes arabanın içinden vahşi hayvanları çekiyor ancak yanlarına gitmeye pek az insan cesaret edebilir. Bunun da yolu var. Onları anlattım. Viyana’yı beş gün beş gece sokak sokak yürüyerek gezdim. Ancak sadece bir kafeyi anlattım kitapta. Cafe Central. Zaten burası aslında tüm şehrin de bir özeti gibiydi. 19 ülkeden 25 farklı hikâye var kitapta. Hepsi birbirinden özel. Başka yerde göremeyeceğiniz, okuyamayacağınız deneyimler. Asıl amacım da insanları seyahat etmeleri konusunda motive etmek. Okuyan herkes belki Maldivler’e gidemez ancak Karadağ’da Dalmaçya kıyılarının son noktasında Akdeniz’in tadını çıkarabilir. u Bunca yol seni nereye götürdü peki? Eskiden gezmek isteyen yeni yerler, kültürler tanımak isteyen biriydim. Şimdi dünya turu yapmak isteyen biriyim... Bazen yolda olmak bile çok iyi geliyor. İnsanlara sıkıcı gelen o uzun uçuşlar hiç bitmesin istiyorum. En uzağa gittikçe daha çok tatmin olmuş hissediyorum kendimi. Uzun bir yolculuk, uzun bir seks yapmaya benziyor benim için... M alum, devir internet devri. Artık neredeyse hepimizin hem evinde hem de cebinde internet var. Evdeki internet hızları altyapıya göre değişiyor. Benim evimdeki altyapı ne yazık ki hâlâ fibere uygun değil. O nedenle ADSL denen altyapıyla çok da hızlı olmayan bir internete sahibim. Hizmeti kimden aldığımı söylemeyeceğim çünkü reklama falan girer. Reklamın da iyisi kötüsü olmaz sonuçta... Neyse, gelelim asıl konumuza. Bir Fenerbahçeli olarak geçen haftaki Galatasaray – Fenerbahçe derbisini tabii ki çeşitli beleş linkler üzerinden evdeki bilgisayarı televizyona bağlamak suretiyle izlemeye çalıştım. Bakın, izledim demiyorum, çalıştım diyorum. İlkyarı boyunca sanırım toplam 20 dakika falan görüntü donuktu. Ama maç öyle heyecansızdı ki pek bir şey kaçırmadım. Yalnız donmadığı anlarda da görüntü felaket. Mesela ekrandaki futbolcular bildiğin köşeli, top zaten kare. Orta saha çizgisinin yuvarlak değil, yamuk olduğunu ve kimi zaman da çizginin koptuğunu görüyorsun. Hani bizim çocukluğumuzda atari salonları vardı da orada futbol oyunları olurdu ya, işte onların grafik kalitesi bile sanırım daha iyiydi. Sonunda ilkyarı bitti ve hep olan şey oldu. Reklamlar ve yorumlar sırasında görüntü kalitesi hem yükseldi hem de donma sorunu ortadan kalktı. İkinci yarı da bu koşullarda başladı ama yaklaşık 15 dakika sonra yine ilkyarıdaki köşeli adamlar, kare top, kopan saha çizgileri ve tabii ki donma geri geldi. Ama donma süreleri ilkyarıya göre çok kısaydı. Buz gibi golleri saymadılar Böyle seyredince keyif almıyorsunuz elbette ama para vererek seyreden bir insanın izlediklerinden çok farklı şeyler görebiliyorsunuz. Mesela benim izlediğime göre Fenerbahçe ilkyarıyı 10 önde kapattı. Golde hakem aut verdi ama benim televizyonda top kaleye giriyordu. Kabul, kale pek yerinde değildi ama sonuçta o havadaki kare şey kaleye girdi. Ayrıca yine benim seyrettiğime göre Falcao’nun golü ofsayt değildi. Çünkü Fenerbahçeli futbolcu gövde ve bacaklar olarak ikiye bölünmüştü, bacakları Falcao’nun arkasında olsa da gövdesi ve özellikle kafası kaleye en az 2 metre daha yakındı. Yani benim izlediğim maça göre yine beraberlik vardı ancak skor 11 olmalıydı. Çok heyecanlanmam gereken bir derbiyi daha böyle kör topal izledik. Şimdi de asıl söyleyeceğime gelelim. Bir ülkede en çok sevilen spor dalının en üst düzey maçlarından birini paran yoksa izleyemiyorsun. Ne stada gidebilirsin, ne evinde izleyebilirsin, zaten para olmadığı için maç yayını olan bir restorana falan da gidemezsin. Senin ülkenin çocukları da bu karşılaşmaları izleyemedikçe bu ülke sporcu falan yetiştiremez. ‘Elli yaş üstüne Bilge Karasu ile düşünmek!’ 1 “Bilge Karasu Adlı Birinin 50. Yaşı Üzerine” adlı denemeyi yeniden okudum. Bazı metinlere tekrar dönüp okumanın fark lı nedenleri vardır: Ya unutmuşuzdur, ilk kez o satırlarla karşılaşmış gibi şaşarız ya da o sözlere ge reksinim duyar, üzerine düşünmek isteriz. Bilge Ka rasu edebiyat ile felsefeyi harman eden, güçlü me tinlerin yazarı. İlk okuyuşta kavranma güçlüğünden şardım sayılmaz. Buna karşılık güzel, iyi bir yaşam ötürü, uzaktan bakar raflardan bize. Okur seçer Kara da kuramadım kendime. Hep yarım işler, yarım bir su. Parasını ödeyip nesne olarak kitaba sahip olmak, yaşam; vara vara vardığım sonuçlar, bunlar...” onun sırlarını çözdüğümüz anlamına gelmez. Baş Tamamlanmış yaşama, eksiksiz yapıta rastlayan ka türlü söylersek; kitap dilerse, güvenirse okura açı var mıdır acaba? lır. Eli oynaşta, gözü başka yerde olan birine kitaplar neden sırrını versin ki? Yıllar önce okuduğum deneme, elliye bir kala yeniden gündemimdeydi geçen hafta. Elli yaş bu, yola çıkıştan bayağı uzaktır insan. 3 Okuryazarlık iyi vakit geçirmek için benzersiz olanak sağlar kişiye. Bunun uzağından geçmemiş birine ne tür lezzet yaşadığını Ölüme doğru yol almıştır iyice. Sorular çoktur. Ya anlatamaz kitap kurtları. Başka yaşamlara ta nıtsız sorulardır çoğu. Bilgelik derdine düşer ayrıca nık olmak, türlü düşünceler içinde özgür dolaş kişi. Şöyle diyor Karasu: “Kendini ya da başkasını mak büyüleyicidir. Üstelik kimseye gereksinim duy öldürmek herkesin başına gelebilecek kaza madan yapmak mümkündür bunu. Kendine yet dır.” Kendini öldürmek, intihar ile cina mek dediğimiz budur. Pierre Bayard “Oku yet aynı mıdır? madığımız Kitaplar Hakkında Nasıl Ko nuşuruz?” adlı çalışmasında (ki kendi 2 “Yapıt verme arzusu herkeste var mıdır?” Varsa eğer “Kişi neden yapıt vermek ister? Ölüme kafa tutabileceği yanılgısına niçin inanır?” Kökü derindir Bayard si edebiyat profesörüdür) gelecekte kitapların kalıp kalmayacağını, dolayısıyla okurun olup olmayacağını da tartışıyor. Giderek okuma alışkanlığının kaybolacağını, kitaba gereksinim duyulmaya “yaşamın anlamı nedir” sorusunun, bir o cağını savlıyor. Ötesi, okuma eyleminin uçu kadar da sadedir. İnançlı biri için yaşamak da ko cu olduğundan söz açıyor, bunu kanıtlarıyla savu laydır, ölmekte. Oysa, nadiren de olsa düşünmeyi ba nuyor. Kendini de ortaya koyarak, pekâlâ okumadı şaran insana rastlarsanız, derdinin boyutunu kavrarsı ğımız kitaplardan konuşabileceğimiz, başarılı tartış nız. “Nadiren” dedim, özgün bir fikir bulmak güçtür, malar yürüteceğimizi de söylüyor. Sinir bozucu, belli yapıt vermek de. Düşünen insan buldun mu peşine oranda haklılık payı olan, ilginç ve sevimsiz savlarla düşmek gerekir. Yerli yerinde bir tartışmaya girişme dolu bir kitap bu! den, doğru dürüst cümle kurmadan ömrünü tamamlayan çoktur. Karasu “Gece” romanında diyor ki: “Bir yapıt yaratmak, büyük bir iş başarmak, iyi, dolu, güzel bir yaşam yaşamasını bilmiş olmaktan, başarmış 4 Tanıtım yazısında Bayard’ın Umberto Eco’nun dostu olduğu vurgusu var. Bu kartvizit ciddiye alınsın diye iliştirilmiş yazara. olmaktan daha önemli sayılabilir mi hiç? Oysa, yaz Oysa son derece ilginç bir kimse Bayard, kış dıklarım kusursuz olmadı; öyle olağanüstü bir iş ba kırtıcı, düşündürücü. Neyi savladığını gayet iyi bili yor. İlginç satırlardan bazıları: “... Yok olma yolunda olduğu doğru olsa da, bizler hâlâ okumanın kutsallaştırma konusu olduğu bir toplumda yaşıyoruz. İtibar kaybetmesi dışında okumamış olmanın neredeyse yasaklandığı bir kısım referans metinleri –liste çevreye göre değişir üzerinde bu kutsallaştırma daha da ayrıcalıklı bir etkiye sahiptir... Bizim kültürümüzde adı konmamış bir ilke doğrultusunda, bir kitaptan biraz olsun açıklıkla bahsedebilmenin ilk şartı o kitabın okunmuş olmasıdır. Oysa benim deneyimlerime göre okumadığınız bir kitap hakkında, hatta belki de özellikle kendisi de okumamış biriyle hararetli bir söyleşi tutturmak tamamen imkân dahilindedir.” Pierre Bayard’ın kitabını okuyarak doğrumu yaptım, yanlış mı acaba? 5 Denemecilik daldan daha keyfi atlama olanağı verir, yalnız neden siz değil; geçen gün Kara su ile İoanna Kuçuradi’nin dans ettikleri bir fotoğrafa baktım uzunca. Yaşlarını tahmin etmeye çalıştım, neler konuştuklarını işit mek için uzattım kulağımı. Şöyle denir ya: “İnsan yazdığı neyse odur. Yapıtına benzer.” Bu doğ İoanna Kuçuradi ruysa bugünlerin dans eden yazar ların boyalı dergilerde yazdıklarına bakınca karam sarlığa kapılmak gerekir. Ağdalı, abartılı olanın se vildiği günlerdeyiz. Dedim ya, denemeci gezintiye çıkar, aklıma ge çen hafta Selim İleri’nin Gamze Akdemir’e: “O ka dar başka şeylerle uğraşılıyor ki, geriye kalan o kadar gündelik bir dünya ki... Halid Ziya Bey’in niye ve remli bir Fellah çocuğu yazdığı, romana konu yaptığı artık kimi ilgilendiriyor? Türkiye, edebiyatı ve sanat git gide geride bırakıyor. Bu nedenle ben de bir iz bı rakıp bırakmayacağımı bilmiyorum, artık çok önem li de değil benim için” demesi geldi. Zihin bize ne ilginç oyunlar oynuyor, nedenini, niyesini bilmek sahiden mümkün mü? 6 Yazınsal bilgeliğe varmak ile yaşam becerisi arasında pekâlâ uçurum bulunabilir. Hatta yazar, yaşam beceriksizi olarak, zengin imge lerle örülü metinler kurabilir. Çoğu zaman met nine hayranlık duyduğumuz yazarı karşımızda görünce şaşırmamız bundandır. Tahayyülümüze ya raşmayacak haline üzülürüz. Belki de acırız Yine de söz konusu yalınlık olunca, abar tılı yaşam süren birinden yalın yapıt beklemek veya tersi konusunda ikir cikliyim düşüncemde. Yazar, işi ge reği yalın olmayıbilir, dener. Uzağına düşse de inat eder, yönü sezgisiyle en azından bulur. Başarabilir mi, o ay rı tartışma konusu. Yine Karasu’dan: “Oysa yazar, tanımı gereği, sözcük leri hem ortaklaşa kalıplarına dayan dırmak, hem kendi dilini yazmak du rumundadır. Cambazlığı, ustalığı, bu ince iki teli, üzerinde yürüyebilece ği biraz daha kalın bir tel haline getir mek midir? Biliyorum, yazar demek Bilge Karasu le pek belirsiz bir şey söylemiş oluyorum. Düşündüğüm, bir çeşit yazar, bir çeşit yazarlık yalnız. Her sözcük ko layca şişirilebilir. Dümdüz, düpedüz söyleyip anlatmanın gizini daha kimse çözmedi. Oy sa ‘gece’, şişirilmeden de, etkili bir sözcük olabilirdi. İçimizdeki hayvanı ürperten...” 7 Elli yaşa giderken “Merdiven Günce” diyeceğim, beş ciltlik notlar tutuyorum, utanmadan bir de yayımlıyorum. Yaşadığını belgelemek için ilkin kendi tanıklığına gereksinim duyar insan. Birinin belleğine bırakılmayacak kadar ciddi iştir bir yanıyla yaşamak ötesi, göz açıp kapamak kadar sıradan. Tercih yapmam gerekir mi ki?