24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

4 6 EKİM 2019 Yeşilçam’ın usta oyuncusu Cüneyt Arkın: Filmler buram buram aşk kokardı Fotoğraf: Kaan Sağanak Evinin duvarlarında sayısız fotoğraf... Eşinin, kendisinin, çocuklarının fotoğrafları... Tüm sadeliğiyle karşılıyor bizi. Yüzünde hafif bir gülümseme, mavi gözleri derin, çok derin... Şöhretle geçmiş çok uzun yıllar... Yüzlerce film, yüzlerce hayat... Film setlerinde geçen bir ömür... Biraz umutsuz, ama aslında kendisine bile itiraf edemeği bir heyecanı yaşıyor. Geçmişi konuşurken mavi gözleri parlıyor, yakışıklı yüzünde hoş bir tebessüm oluşuyor. Yeşilçam’ın usta oyuncusu Cüneyt Arkın ile buluştuk. Dünü, bugünü ve geleceği konuştuk. Önceki sezonda Müjdat Gezen’in yönettiği “Şarkılar Seni Söyler” müzikalinde bir gazino patronunu canlandırmıştı. Yeni sezonda yine Gezen’in yazıp yönettiği “Eğlence Dünyası” adlı müzikalde rol alacak. Arkın ile birlikte Oya Başar, Ercan Bostancıoğlu, İlhan Daner, Kayhan Yıldızoğlu, Behzat Uygur gibi pek çok ünlü ismin yer aldığı müzikalde 1453’ten 2019’a İstanbul’un Avrupa Yakası’ndaki eğlence hayatı belgelerle, müzikle ve mizahla anlatılacak. u Sizi artık beyazperde değil, sahnede görüyoruz. Nasıl bir duygu? Otobüslerle geliyor insanlar, salonlar ağzına kadar dolu ve sanatçısını ayakta dakikalarca alkışlıyor. Bu sevgi her şeye değer... u Nasıl bir karakteri canlandırıyorsunuz? Ben ne oynarım. Ya Malkoçoğlu oynarım, ya da Kara Murat... Burada da Kara Murat’ı oynuyorum. sevişmek de ayaküstü u Bugünün Türk sineması ile sizin zamanınızın Türk sinemasını değerlendirir misiniz? Bütün o filmlerde, bir gerçeklik meselesi var. Türkiye gerçeği mi, insan gerçeği mi o biraz noksan... Ne olduğunu tam kestiremiyorum, ama o eksikliği hissediyorum filmlerde. Teknoloji çok gelişti, biz negatife muhtaçtık, dışarıdan geliyordu kota, en önemli sahneyi tekrar etme şansımız yoktu negatif gidiyor diye. Şimdi hiçbir kaygı yok, sansür vardı başımızda bela. Dizilerde ise çok şiddet var o yüzden izlemiyorum, kapatıyorum karşılaşınca. Kadınlar haykırıyor, bağırıyor... Geçen gün bir dizi izledim ve saydım, 7 kere “Kafaya sıkmak” lafı geçti. u Neden sizi dizide ya da filmde görmüyoruz? Tembelliğe alıştım biraz, çok aklı başında bir şey gelse hayır demem. Bir tane geldi, zor okudum senaryoyu. Bizim eski Türk filmlerinde buram buram insan kokardı, buram buram aşk kokardı... Şimdi yeryüzünde aşk yok galiba, ayaküstü sevişmek, ayaküstü karın doyurmak var, her şey ayaküstü; müthiş bir hız. Dijital dünya, insanlıktan çok şey aldı, alıyor da. Ben bu gelişen teknolojiden korkuyorum, sonu ne olacak? laiklik olmazsa olmaz u Teknoloji ile aranız iyi değil sanırım. Teknoloji giderek insandan alıyor. Teknoloji insanı yenerse ne olur? Üstelik teknolojimiz yok bizim, dışarıdan alıyoruz teknolojimizi. Bilim yok, bir yerde bilim yoksa orada sanat olmaz. Laiklik olmazsa bilim de olmaz, sanat da olmaz. Özgür düşünce olmadan sanat da olmaz, bilim de olmaz. Bizde yok bunlar, önüne gelen laikliğe vuruyor. u Laiklik demişken... Türkiye’nin en büyük sorunu nedir sizce? Bana Türkiye’nin sorunu olmayan ne var diye sor. Sorundan başka bir şey yok bu ülkede. Her şey sorun ekonomi altüst olmuş, mülteciler... Sorun olmayan ne var dersen bulmak zor. u O zaman birileri bir şeyler yapmalı siyasiler, belki sanatçılar... Ben zamanında uyuşturucuyla savaştım. Bütün o şarkıcı, türkücü gençlere şunu tavsiye ettim, gidin Anadolu’ya, bir gezin, görün. Anado lu halı işlemesinde Picasso gibi renk, biçim var. O ahşap yapıları Anadolu’nun. Türküleri, şarkıları toplayın dinleyin... Şarkı söylemekle sanatçı olunmaz, dizi film çekmekle de sanatçı olunmaz. ÇİMLERİN SESİNİ DUYMAK u Nasıl olunur peki? Sanatçıların Türkiye’de, hele de şu zamanda yapacak o kadar çok işleri var ki, yapmıyorlar ama... Büyük büyük konuşuyorlar. Büyük konuşmak güzel de, hayatta ne yapıyorsun hayatta? Ne kadar çok dert gördüm o “Babacan” programını yaparken... Bir de Türk insanının kendisine iyilik yapana karşı, o minnet duygusu var ya... Yüreğinden geliyor, kaynak, akarsu, akıyor böyle. Git köylere, konuş bak, neleri, ne zorlukları yenerek yaşıyorlar. Babam mesela, sabah çok erken uyandırırdı beni, “Bak oğlum” derdi, “Çimler büyüyor, sesini duyuyor musun?” Adam çimlerin büyüme sesini duyuyor, köylümüz böyle. Kemal Tahir de der, “Bir gün gelecek Anadolu’dan bir insan türü çıkacak” diye, dört gözle bekliyorum. Umudunu kesmeyeceksin, ben köylülerden onu öğrendim, mücadele... Kafanı hep dik tutacaksın, yenilmeyeceksin, her an bir umudu, ümidi taşıyacaksın, yoksa bu dünyada yaşanmaz. u Siz ara ara, hasta gençleri, gazileri, yaşlıları ziyaret ediyorsunuz. Sosyal yanınız ağır basıyor hep. Gazilerin çoğu zorluk içinde. Bir gençle tanıştım, iki gözü görmüyor, karanlığa mahkum edilmiş, ayakları, elleri yok... Vücudunda şarapnel parçaları... Öyle bakıyorlar ki insanın yüzüne, “Ne olur beni anla, gözlerime bak, beni gör” der gibi. O insanlar, “Unutulduk” diyorlar, doğru, unuttuk... Affedersin biz sıcacık yatağımızda karımızla yatıyoruz, o gencecik insan gözlerini veriyor. Zaten önemli olan hiçbir konu konuşulmuyor Türkiye’de. BIRAKIP GİDİYORlar u Doğru... Deprem yaşamışız, İmamoğlu AFAD’a geldi mi, gelmedi mi? Günlerdir bunun tartışması. Hem ne kadar çok deprem uzmanı varmış Türkiye’de onu da gördük yine, herkes konuşuyor. Bir tanesi dedi ki “Sonu kötü bitecek”, böyle olsa bile bilim adamı bunu saklar, zaten toplumun morali çok bozuk... Evet, hasta, organ nakli bekleyen çocuklara da gidiyorum. Bir ayak sesi duyuyor, bir umut, o çocukların yüzündeki, organ gelir mi diye... Gelmiyor. Doğru, yaşlılara da gidiyorum, çok güzel dedikodu yapıyorum! Hepsi dertli tabii, kolay mı? Biri var, siyah takım elbise, kravat, sabah erkenden kapıda, her gün, oğlunu bekliyor. O yaşlı insanları, oralara bırakıp gidiyorlar çocukları... Öznur oğraş çolak “Bana Türkiye’nin sorunu olmayan ne var, diye sor. Sorundan başka bir şey yok bu ülkede. Her şey sorun, ekonomi altüst olmuş, mülteciler... Sorun olmayan ne var dersen bulmak zor.” Yeşilçam, ancak cenazede buluşur! u Bugüne gelebilmek için hayatınızda neleri feda ettiniz? Çok şey veriyorsun, başarmak kolay değil. Mesela bir gün ahşap bir köşkte çalıştık, kavga sahnesi. Bir ara verildi, o ışık değiştiği zaman biraz vakit oluyor. Ben de kapıya çıktım, tatlı bir yel, ilkbaharmış meğer, ilkbahar yeli; yüzüme vurdu mutlu oldum. O sıcacık ürpertiyi, derimde hissedince çok mutlu oldum, dün gibi hatırlıyorum. Bir koku geldi, baktım adam arabada salatalık satıyor soyarak, onun kokusu... Ben baharın geldiğini fark etmemişim, biz öyle yaşadık. Ne zenginlik, ne şöhret bilmedik, hep çalıştık. Günde en az 12 saat, çoğu da cumartesi, pazar çok zor... u O zamanın sorumluluğu daha yüksekti belki de... Evet, şimdi mesela bir dizi yattığı zaman, şirketin ya da kanalın dizisi yattı oluyor. O zaman bir film yattığı zaman Cüneyt Arkın’ın filmi yattı deniyor. Evet, öyle bir sorumluluk da taşıyorduk. Onun için senaryoyu da çalışıyordum, montaja da giriyordum. Fikret Hakan’ın dediği gibi “Dörtnala yaşayacağım, oburca hayatın nimetlerini tadacağım” o dönemi, çalışarak geçirdim. Kız arkadaşım bile olmadı. Attila İlhan’ın “Böyle Bir Sevmek” şiiri vardır; “ne kadınlar sevdim zaten yoktu lar’... “O, zaten yoktuları bulmak için 3 ay uğraştım ben oğlum” diyordu. Zaten bir de ben, 15 yıldan fazla karış karış Türkiye’yi dolaştım; alkol, uyuşturucu bilgileri verdim gençlere. Bir de doktorluktan gelen, halk içinde olma, halkla konuşma bende bir gelenek, bir alışkanlık ve huydu adeta. Sonra “Babacan” programı yaptım, Ardahan’a kadar gittim. Kimin derdi var, kimin meselesi var, kim darda? Hemen yanında oluyorduk. Türk halkı çok vefalı, unutmaz, onun için iki bin kişi ayakta alkışlıyor Cüneyt Arkın deyince. Bunu övünmek için söylemiyorum, Türk halkının vefasını ve saygısını anlatmak için söylüyorum. u Şimdi size desem ki Yeşilçam’ın tüm ustalarını bir araya getiriyoruz. Selda Alkor, Türkan Şoray, Filiz Akın, Ediz Hun, Kadir İnanır gibi, gelir misiniz? Olmayacak bir şey bu. Ben gelmem demem, ama mümkün değil. Ben bunu bir ara düşündüm, senaryosunu da yazar gibi oldum, başladım, ama sonra baraktım. Bütün o sanatçılar bir gece geçirirler beraberce, eğlenirler, sabaha karşı da günah çıkarma başlar. Bu ütopya. Biz hiçbir araya gelemedik, gelemiyoruz. Bir cenazelerde bir araya geliyoruz. Fikret Hakan’ı öz abim gibi severim. O, kendisine “Ben arkadan vurulan kovboyum” derdi. Durum bu... Mendili işle yolla, elmayı dişle yolla... u Türkiye’de sanata ve sanatçıya yeteri kadar değer veriliyor mu sizce? Ben Anadolu’ya gittiğimde o kalabalığı gören siyasetçi de geliyordu. Bayılırlar onlar kalabalığa. Kimse ilgilenmezdi onlarla, bütün insanlar, kalabalık bizim etrafımızda toplanırdı. Dünyada, Bosna Hersek mesela savaş, kıyım, ölüp ölüp gidiyorlar, ama geceleri müzik yapıyorlar, konserler veriyorlar, dinliyorlar. Almanya da öyle, savaşın en kızıştığı yerde müzik var. Demek ki nasıl insanı besliyor, nasıl değer, moral kayna ğı oluyor. Kemal Tahir şöyle der; “Bir halkın türkülerini bana dinletin, ben o halkın ne mal olduğunu size söylerim...” Biz “Ham Çökelek” şarkısıyla üç yıl göbek attık ya... Ülkemizde değerleri bilmiyoruz, ben Anadolu’yu gezdiğim süre içerisinde halk türküleri topladım, aşağı yukarı sekiz dokuz bin tane; mesela diyor ki “Mendilin işle yolla, içine beş elma koy, birini dişle yolla”... Yani işlediği zaman yârin eli değecek, elmayı ısırdığı zaman dudakları değecek, nasıl güzel. Sonra müthiş bir zekâ, ironi örneği “Manda yuva yapmış söğüt dalına”... “Evlenmeyin delikanlılar, naylon kızlar çıkacak” müthiş bir ironi, felsefe, sanat, mizah her şey var.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear