24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

13 EKİM 2019 5 Erol Evgin, Altın Düetler 1 ve 2 albümleri için “Hakikaten altın şarkılar. Kadın dokunuşu olsun istedim, yalnız kadın sanatçılarla bir araya geldim” diyor. İkinci albümün ilk klibi Nil Karaibrahimgil ile söylediği Canım Benim’e çekildi. “Okuyorum bol bol. Keşke daha çok okuyabilseydim diye geçmiş yıllarıma yanarım. O bir açlık, okudukça okumak istiyor insan. En son Tufan Türenç’i okudum. Çok güzel kitap. Psikologların yazdıklarına da bakıyorum arada...” “Hayal kırıklığı olmaz mı? Marmara Oteli vardı Atatürk Orman Çiftliği’nde, bir akşam tek bir kişi geldi. Müdüre dedik ki, “Çıkmayalım.” “Yok, çıkacaksınız” dedi. Adam önümüzde oturuyor, şarkıları söyledik tek kişiye…” Kuşaklarca insanı sevindiren, zaman zaman hüzünlendiren usta isim Erol Evgin, 50 yıldır sahnede “Bizim dönemin sanatçıları birbirleriyle dosttur. Gençlere bakıyorum, herkes kendi havasında...” Şarkılar çağırdı, bırakmadı T üketiyoruz her şeyi. Çevreyi, doğayı, arkadaşlığı, dostluğu... Acımasızca hem de... Dijital dünya, herşeyi esir aldı. Geçen İstanbul şöyle bir sallandığında, oğlum Poyraz’ın cepten attığı, “Baba, iyi misin” mesajıyla irkildim. Telefonlar kilit... Arkadaşlarım bilir her sabah gazeteye, “sanki dün hiç gelmemiş” gibi aynı heyecanla gelirim. Haberler, yazılar arasında uçuşup giden saatler geçer... Sığınacak bir liman arar insan kendine bazen, bulur... Polonezköy’de Erol Evgin’in sığınağında geçen üç saat, bizi 50 yıllık yolculuğa çıkardı. Yolculuk, sanatla olunca insan ferahlıyor, umutlanıyor... Şöyle bir ağaçlara, gözyüzüne bakıyor. Tabii geçmiş özlemle yad edilirken, “Biz ruhları sarsardık, şimdi bedenler sallanıyor” sözü deprem gibi insanı sarsıyor. Sahi!.. Tutunacağımız kaç dal kaldı? Bilimden, sanattan, akıldan, doğruluktan, iyilikten başka... Erol Evgin’in dediği gibi, “Su çağdaşlığa doğru akıyor...” u 50. yılınızda Anadolu’yu neredeyse turladınız. Nasıl geçiyor turneniz? Edirne’den Ardahan’a denir ya öyle dolaştım ben. 50 yılda şarkı söylemediğim hemen hemen hiçbir yer kalmadı. Bir gözlemim var... İnsanlar aynı şarkılarla hüzünleniyor, Edirne’de Ardahan’da veya yurdun her yöresinde. Aynı türkülerle hüzünlenip aynı türkülerle coşuyorlar. Bu müthiş bir ortak duygunun, birliğin, bir ulus bilincinin ifadesi diye düşünüyorum. Bu bana hep çok moral verdi. Bu beni hep çok umutlandırdı. u Seyirciyle göz göze geldiğinizde neler hissettiniz? Samimiysen yaptığın işte, önce kendin inanıyorsan yaptığın işe, o zaman insanları inandırabiliyorsun. O zaman insanların gözbebeğine bakarak yapıyorsun işini ve onlar da inanıyorlar. Önce inanmak lazım. İnanmak için de işini doğru yapman lazım. Ek yerin, yaman falan olmayacak. Ve o samimiyet zaman içinde aramızda bir arkadaşlık kuruyor. Giderek aile oluyoruz. 50 yıldır söylediğim şarkılar insanların hayatlarına sinmiş, anılarına sinmiş. Nişanlanmışlar, evlenmişler, çocukları doğmuş o şarkıyla, hüzünlenip belki o şarkılarda teselli bulmuşlar… İnsanların yaşamlarına sinmiş olmak bana çok önemliymiş gibi geliyor. u İki konserinizi izledim bu yaz. Hem Atatürk hem Nâzım Hikmet vurgusu yaptınız. Çok da alkış aldınız... Bir coşku oluyor, evet. Tabii Nâzım Hikmet bir dünya mirası. Dünyanın yetiştirdiği en değerli şairlerin başında geliyor. Bizim de en büyük şairimiz, gururumuz. Benim çocukluğumdan beri evimizde hep yüksek sesle şiir okurdu, abilerim mesela… Kulağım hep Türk şiiriyle doludur. Nâzım Hikmet’e çocukluğumdan beri çok büyük hayranlık duyardım. Gazetelerden onun haberlerini takip ederdim. Onun hakkında çıkan her şeyi okudum aşağı yukarı... BİR UMUT IŞIĞI ATATÜRK... u Atatürk de aynı şekilde sanırım… Atatürk, Türkiye’nin kurtarıcı ve kurucu babası. O kadar ileri görüşlü ki, biliyorsunuz İngiliz Bakanı Lord Coyc, “Birkaç yüzyılda bir dâhi yetişir, o da Türklere nasip oldu” demiştir. Atatürk’ü de çok okudum. Belki kütüphanemin yarısında Atatürk kitapları var. Müthiş bir deha. Çocukluğundan başlayarak hep kendini yetiştirmiş, bir hedefe doğru kendini hazırlamış. Aklına koyduğu tek bir şey için: Çağdaş uygarlık düzeyinde bir ulus devlet yaratmak için. Çocukluğundan beri insan böyle bir hedefe nasıl kenetlenir? Nasıl bir şey bu? Heyecan verici... Dolayısıyla o iki isim benim için çok değerli. Yalnız benim için değil, konserlerime gelenler için de öyle. Bir umut ışığı Atatürk hâlâ… Çağdaş, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti için tek formül hâlâ Atatürk. Onun kurallarıyla biz ancak ilerleyebiliriz. 100 yıl önce bugünü görmüş, kuralları koymuş... O yüzden konserlerde insanlarla bir kıvılcım çakmış gibi birlikte söylemeye başlıyoruz şarkıları.. Ben de çok heyecanlanıyorum, bazen gözlerimden yaşlar süzülüyor. Bazen gülüyoruz, öyle bir coşku içinde üç saati deviriyoruz. u Kemal Kılıçdaroğlu, 30 Ağustos’ta Cumhuriyet’te bir yazı kaleme aldı. Nâzım Hikmet’in bazı şiirlerinde Ata’ya atıflar yaptığını söyledi. Siz rastladınız mı böyle bir ize? İkisinin de ortak özelliği var. İkisi de çok coşkulu, tutkulu insanlar ve Türk halkını çok iyi biliyorlar. Bu bakıma Ke mal Bey’in yazısı enteresandı. Siyasetçiler çok yoğun yaşıyorlar, biliyorsunuz. Ben rahmetli Hasan Celal Güzel’e “Kitap okuyor musunuz” diye sormuştum. Biz darbe dönemlerinde okuruz demişti. (Gülüyor) Koşturmaktan… Kemal Bey’in ciddi bir araştırmayla bu yazıyı kaleme alması, çok saygıdeğer. Fotoğraf: Vedat ARIK u Sizinki 50 yıllık müthiş bir hikâye. Mehmet Ali Aybar, bizim Çiğdem Talu’nun eniştesiydi. Yıllar önce bana bir gün dedi ki “Çok şanslısınız siz. Türk halkı şarkı, türkü çok sever” dedi. Bir düşündüm, ninnilerden, ağıtlara kadar her şey müzikal. Bu sözü hiç unutmadım, gözledim hakikaten, Türk halkı müziği çok seviyor. Bu açıdan şanslıyız, ama Türkiye, Avrupa ve dünya ile ilişkide kapalı bir toplum. Son otuz sene dışarıya açıldık belki... Evrensel düzeye ulaşmak bu nedenle hâlâ zor. Bunun bir de lobilerle ilişkisi var. Türkler dünyaya yayıldığı oranda, biz de gidip müziğimizle onlara hizmet edeceğiz. Mesela Amerika’da İspanyol şarkıcılar çok iyi işler yapabiliyor. Çünkü İspanyol lobisi çok güçlü, İspanyolca ikinci dil. Avrupa’daki soydaşlarımızın orada olmasından mutluyum. Kendimizi ve sanatımızı dünyaya anlatmak açısından bakıyorum. Beyin göçü olarak gitmekten söz etmiyorum. Hatta konserlerimde “Aldım başımı gidiyorum derim ama gitmeye hiç niyetim yok, gidecek başka yerim de yok” diyorum…  u Geçmişi okudukça, sanki sanatçılar toplumun gözbebeği gibiydi… Şimdi o hava yok mu? Haklısınız, ama yalnız sanat için değil bu, siyaset her şeyin önüne geçti Türkiye’de. Artık starlar siyasetçiler. Her saat her dakika bütün kanallardalar, yazılı basındalar, her yerdeler. Televizyonlara bakın, tartışma programlarından geçilmiyor. Bu kadar tartışmaya Türkiye’nin uçması lazımdı şimdiye kadar! O kadar insan her gece birbirini yiyor, konuşuyorlar, ama biz yerimizde sayıyoruz. Müzik programı yok. Konser programı yok. Eskiden yapardık biz. Benim çocukluğumda Şan Sineması vardı. Münir Nurettin Selçuk konserleri olurdu ve İstanbul Radyosu’nda sabahları yayımlanırdı. Televizyonlarda her şey siyaset üzerine, diğer sanatlar da yok… iş eğlenceliyse bilgedir u Bir toplum sanattan koparsa ilerler mi? Mümkün değil. Hayat hoştur ama içi boştur. Hayatın içini sanat doldurur. Kültür ve sanattan yoksun bir toplum asla hiçbir yere varamaz. Yine Kurtuluş Savaşı yıllarına döneceğim, bir yandan savaşırken, yurtdışına öğrenci gönderiyorlar. Müthiş... Salih Bozok sanırım, “Paramız yok” diyor, Atatürk, “İleride anlarsın” diyor. u Konserlerinizde fıkralarla da güldürüyorsunuz… Bir iş eğlenceliyse bilgedir. Eğlenceli olmayan iş bilge de olmaz. Ben mimarlık eğitimi aldım. Türkiye’nin en büyük mimarları hocalarımızdı, çok gırgır adamlardı. İşini yaparken eğlenmek, keyifle çalışmak çok değerli. u Konserlerinizde her kuşak var. Nasıl bir duygu? Müthiş bir duygu. Genç kızlar da bazen imza istiyorlar. İnsanın hoşuna gidiyor, ama “annem için” diyorlar. Anneannesi için imza alan var benden. (gülüyor) Genç Konser takvimi 19 Ekim İstanbul Maslak 9 Kasım İstanbul Bostancı 15 Kasım Kayseri 16 Kasım Mersin Yenişehir 22 Kasım Gaziantep 23 Kasım Diyarbakır 28 Kasım Adana ler, beni ciddi zannediyorlar, yaşlı başlı adamım diye. Ben sahnede oradan oraya zıplarken biraz şaşırıyorlar.   u Müzik sizin hayatınız, ama nasıl geçti bunca yıl? Çocukluğumdan beri yalnız şarkı söyleyeceğimi düşünürdüm. Dört yaşlarında tangolar söylerdim sandalyelerin üzerinde. Lise sona kadar rahat müzik yaptım. u Sonra? Üniversiteye nereye gideceğim diye düşünürken mimarlığı buldum. Mimarlık “susmuş bir müziktir” derler. Bir dönem Prof. Bülent Özer’in okulda asistanlığını da yaptım. Bir gün gittim, “Hocam şarkılar ısrarla beni çağırıyor” dedim, “Peki tamam” dedi. Dönemlerim var. 69’da ilk plağımı yaptım. 76’ya kadar kendi yazdığım sözlerle 45’lik plaklar yaptım. Sonra Çiğdem TaluMelih Kibar’la çalışmaya başladım, sekiz yıl yalnız onların yazdığı şarkıları yorumladım. 80 yılında müzikaller başladı. Sonra televizyon dönemi başladı. Televizyon şovları yaptım. Sonra arabesk egemen oldu, benim dünya görüşüme uymadığı için kenara çekildim. çok mutlu oldum... u Ve mimarlık yaptığınız dönem başladı… Eşimle ofis açtık. 20 yıl mimarlık yaptık. Televizyon şovlarına devam ettim. 2005’te koleksiyon albümleri yaptık. İnişler çıkışlar oluyor yaşamda, bütün sanatçılarda böyledir. Amerikalılar come back diyor. Biz bit pazarına nur yağdı deriz. (gülüyor) Şimdi Altın Düetler 1 ve 2… Müzik hiç bırakmadı beni. Çetin Altan diyor ki, bir işten aldığın zevk o işten kazandığın paradan çoksa mutlusun. Ben çok mutlu oldum, o kadar çok zevk aldım ki... u Sahneye çıkarken bir ritüeliniz var mı? Sağlık için, bütün ailemi sayar, dua ederim. Bir de “Utandırma Allahım” derim. Çok büyük hazırlıkla çıkıyorum. u Peki ya aşk? İmkânsız aşklar... Bizde imkânlı oldu (gülüyor.) Aşkta da 50 yılı kutluyoruz. Aşk güzel tabii, ama bir süre sonra şekil değiştiriyor. Tutkular giderek derin sevmeye dönüşüyor. u Şans bu. Şimdi 50 yılı yakalamak zor... Tabii, evlilik şans işidir. Şimdi her şey çabuk bitiyor. Şarkılar da mevsimlik. Hep söylerim, biz ruhları sarsardık, şimdi bedenler sallanıyor.  AYKUT KÜÇÜKKAYA “Şarkılara hep güzel geri dönüşler var. Evlenecektik diyenler oluyor. Bir kız ekşisözlük’e yazmış, “Bizi mahveden adam bu. ‘Bir tanem söyle canım, ne istersen iste benden...’ dedi, bunu diyen bir erkek aradık, ama bulamadık” diye...” CTucaommmha.utmrr’iıdyeet “Ajda Pekkan, İçimdeki Fırtına’yı söylemek istedi. Sıla, Ateşle Oynama’yı seçti, hakikaten ateş çıktı şarkıdan! Nil’e bu şarkıyı yakıştırdım.” ADİLE ABLA... Çok şekerdi. Darbe olmuş, Egemen Bostancı, Mustafa (Oğuz), ben bir odada oturuyoruz, İzmir’de Kısmet Otel’de. Bo Derek vardı o zaman. Onun gibi saçlarına boncuklar takmış, ince ince örmüş, şeffaf gecelik giymiş, ruj sürmüş, bir müzikle içeri girdi, bir dans etti, öldük gülmekten. Biz kara kara matineler ne olacak, sokağa çıkma yasağı var diye düşünürken Adile Abla bir anda havamızı dağıttı. umutluyum Karamsarlığa hiç düşmüyorum. Siz de asla karamsarlığa düşmeyin. Her şeyin sonu çok iyi olacak. Suyun akışını değiştiremezsiniz, su çağdaşlığa doğru akıyor. İstediğiniz kadar önüne setler çekin, olmaz. İnsanoğlu, doğruya, güzele, bilgiye, akla, iyiliğe akıyor. Görmek, bilmektir. Ne kadar çok bilinçlenirsek, ne kadar çok uyanırsak o kadar çok şey göreceğiz ve o kadar çok şey yaratacağız. İleri düzeyde eğitim her şeyin başı...
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear