Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
SAYFA 2 atar damar Melİs Alphan Çocuk, ‘yarım insan’ değildir Her yıl 140 milyon bebek dünyaya geliyor. 5 yaşına basmamış çocukların sayısı 550 milyon. Kimi yerlerde hâlâ çok sayıda bebeğin nüfusa kaydettirilmediğini düşünürsek, gerçek rakam daha da yüksek. Dünyada, 19902015 yılları arasında 5 yaşın altında çocuk ölümleri yüzde 53 oranında azalsa da, hâlâ her yıl 05 yaş arası 6 milyon çocuk hayatını kaybediyor. Dünyadaki eşitsizliği de çocukların gelişimi üzerinden okuyabiliriz. 5 yaşın altında 156 milyon çocuğun gelişimi tamamlanamazken, 42 milyon çocuk fazla kilolu. Yoksulluğun etkilediği çocukların sayısı 250 milyon. Bernard Van Leer Vakfı’nın erken çocukluk gelişimi konulu yeni raporunda çocuklara dair genel kanıların çok ötesinde bir bilimsel yaklaşım ortaya konuyor. Bir kere, çocukların öğrenmeye okulda başladığı düşüncesini unutun! Çünkü öğrenme çocuk doğduğu andan itibaren başlıyor. Bu yüzden erkek çocukluk (03 yaş) çok önemli. 03 yaşları arasında çocuğun beyin gelişiminin yüzde 85’i tamamlanıyor. Bernard Van Leer Vakfı, Türkiye dahil olmak üzere, pek çok ülkede yerel, kültürel kodları da hesaba katarak geliştirdiği ‘Ev Ziyareti Temelli Ebeveyn Rehberlik Projesi’ ile dezavantajlı bölgelerdeki ailelere destek oluyor. Sağlık, beslenme, çocuğun bakımı, doğum sonrasında annenin stres ve depresyonu, çocuğun beyin gelişimi gibi konularda onları bilgilendiriyorlar. Annenin yaşadığı stresin bebeğin beyin gelişimini zedelediği pek kimsenin bilgisi dahilinde değil. Ama bilim bunu çoktan ortaya koydu. Erken çocukluğa ve beyin gelişimine dair bilimsel çalışmalar dünyada hızla çoğalırken, pek çok ülke bunu destekleyecek politikalar geliştiriyor. 03 yaş arası çocuklara yatırım yapmak hem toplumsal hem de ekonomik anlamda geri dönüş sağlıyor. 03 yaş arası çocuklar için harcanan her 1 dolarlık yatırım ekonomiye 7 dolar olarak geri dönüyor. Ama bu yatırım yapılmaz ise psikolojik, toplumsal ve ekonomik bedeli ağır oluyor. Siyasetçiler bilgisiz, ilgisiz Şiddetin çok küçük yaştaki çocukların beynine etkisini öğrenince, Türkiye’de çocuklara yönelik şiddette idam popülizmine sığınan siyasetçilerin yanlışı daha da görünür oluyor. Konuya bilimsel yaklaşmadıkları ortada. Eğer çocukları gerçekten önemsiyor olsalar, yeni cezalar getirmeden evvel var olan kanunların uygulanmasını sağlarlar; önlem almanın cezadan daha elzem olduğunu bilirlerdi. ‘İdam gelsin’ diye tweet atan Devlet Bahçeli hayatı boyunca, şiddetin çocuk beynine etkisine dair tek bir bilimsel rapor okumuş mudur? Sanmam. İdamın uygulandığı ülkelerde çocuğa yönelik şiddeti azaltmadığı verilerle sabit iken, şiddet olup bittikten sonra şiddet uygulayanı cezalandırmanın hiçbir şekilde şiddeti azaltmadığını, şiddeti önlemenin çocuğu korumak açısından esas olduğunu herkesten önce siyasetçiler bilmeli. Ama onlar biraz okuyup bilgileneceklerine birbirlerini yemekle meşgul. Çocuklara yönelik şiddeti engellemenin önündeki en büyük engel çocukların hak sahibi bireyler olarak değil, ‘yarım insanlar’ gibi görülmesi. Her şeyden önce bu algı değişmeli. Bilim, bir çocuğun hayatının ilk 1000 gününün geleceğini belirlediğini ortaya koyuyor. Çocuğun fiziksel, entelektüel ve duygusal potansiyeli, 34 yaşından itibaren değil, doğduğu andan itibaren gördüğü ilgi ve sevgiye bağlı. Bebekken stres yaşayan veya şiddete maruz kalan çocuğun sağlığı riske giriyor; beyin gelişimi, dil edinimi, bilişsel işlevleri ve kendini kontrol etme yetisi çok olumsuz etkileniyor. Kötü muamele veya şiddet gören çocukların, ileriki yaşlarda ya şiddet kurbanı ya da şiddeti bizzat uygulayan kişilere dönüşme ihtimallerinin diğer çocuklara kıyasla çok daha yüksek olduğu da bilimsel araştırmalarla sabit. O yüzden, siyasetçiler artık ‘idam, hadım’ söyleminlerini bir tarafa bırakıp çocuklarla gerçekten ilgilensinler ve ailelerin eğitimi için seferber olsunlar. 8TEMMUZ 2018, PAZAR Her şey Mİrgün Cabas Kaybedince oyuna küsenlerden değiliz Mutsuz olalım, ne var! Seçim geçti gitti, sonuçları sindirmeye, ders çıkarmaya çalışıyoruz; bir de daha önemli işimiz var: Genç seçmenleri teselli etmek. Çünkü seçimin en büyük mağduru onlar. En olanlar da en fırlamaları. Çok umutlandılar, bu kez tamam dediler… Çok emek verdiler, zekice laflar buldular. Twitter’ı salladılar.. Tatlış esprileri elden ele yaydılar. Neredeyse hükümeti tweet’leriyle yıkıyorlardı. Bazıları üşenmeyip mitinglere gitti, daha az sayıda bazıları çok değerli 24 saatlerini sandık başında oylara sahip çıkmak için harcadı. Ama neye yaradı? Koca bir hiç! Seçim kaybedildi, siyasetin ne kadar süfli, yararsız bir şey olduğu hatırlandı. Bir gün öncesine kadar Binali Yıldırım’ı beğenmeyenler, Erdoğan’ın gaflarını yakalayıp affetmeyenler, hayvan hakları için kendilerini parçalayanlar, uzay madenciliğiyle umutlanıp kıraathane ve kekle makara yapanlar (hepsini ben de yaptım) daha seçim sabahı gün doğmadan “Bir daha oy verirsem” diye mızıklamaya başladılar. Şunu diyen bile çıktı: “Fakir arkadaşım, ben ayda 30 bin lira kazanan bir avukatım, o gün senin için sandıkları bekledim, sen gittin AKP’ye oy verdin.” İşi bu tür afra tafraya vardıranlara söylenecek şeyler var, “Arkadaşım” diyerek başlıyorum.. ? Sen sosyal medyada esip gürlerken CHP’den Saadet’e kadar partili gençler miting meydanlarında güvenliği sağlıyordu, afiş asıyordu, terliyordu. Onlar da kaybettikleri için üzgün, sor bakalım onlara bir daha oy vermemeyi düşünüyorlar mı? ? Aydınlıkçılar bile 100 bin oy alamayan adayları için sahada kendilerini paraladılar, onlar peşin galibiyet sözü mü almıştı? ? Başkaları daha az eğitimli oldukları, daha fakir ailelerden geldikleri için sahada terlemeye müstahaklar ve yılmaya hakları yok. Ama sen çok zeki olduğun ve on parmak bilgisayar kullandığın için heves ettiğin ilk seçimden sonra pes edebilirsin, öyle mi? ? Siyaset meselelerinde bizi bizimle bırakmaya hakkınız var çünkü zaten girdiğiniz işleri de beğenmiyorsunuz, tutunduğunuz işte hemen terfi istiyorsunuz, ilişkilerde bağlanma sorununuz var, en büyük motivasyonunuz yurtdışına seyahate gitmek. Çünkü varlığınız bir lütuf ve hasbelkader bizimlesiniz, doğru mu? ? Zaten hayatta her şey kişisel, her şey sizin şahsınızla ilgili. Siyaset de bir tür yüz bulamadığınız sevgili: “Sen bilirsin canım, kendin kaybettin. Daha da yüzümü zor görürsün. Zaten Instagram’da da engelledim” gibi bir şey mi? ? Binali konuşamıyor, Burhan saçmalıyor, Erdoğan prompter olmadan bir hiç, beriki yüzüklerin efendisi, öteki zaten büyük dönek ve yeniden bakan olmak için deliriyor, ayrıca kekten seçim vaadi mi olur… Biz gelecekte de bunlara layığız ama siz ar Habertürk neden kapandı? Bu hafta kötü bir şey oldu, ana akım gazetelerden biri kapandı. Habertürk, kepenk indirdi. Hayatına internette başlamış bir gazeteydi, yine internete döndü dendi. Oysa dünyadaki haber siteleri de kâr etmiyor hatta kendilerini döndüremiyor ama dileyelim ki Habertürk orada tutunsun. Gazetenin yöneticileri kararı çalışanlara duyururken uzun uzun, dünyada medyanın gidişatını, reklam gelirlerindeki düşüşü, dijitalin yükselişini anlatmışlar. Dedikleri “kâğıt üzerinde” doğru. Ama tamamen gerçek değil. Çünkü Habertürk, kâğıt gazeteler kan kaybettiği için kapanmadı. Tıpkı birbirinin kopyası, vasıfsız bir sürü havuz gazetesi kârlı olduğu için yaşamadığı gibi… (Habertürk onlardan değildi, yanlış anlaşılmasın.) Habertürk kapandı çünkü sahibinin diğer ticari faaliyetlerine hizmet etmiyordu. Habertürk kapandı çünkü ticari kaldıraç olarak etkisi azalmıştı. Habertürk kapandı çünkü her şeyin tek karar vericisi, gazete nin kapanmasını büyük kayıp olarak görmedi. Habertürk kapandı çünkü başkaları da kapanacak. Kamudan talimatla verilen ilanlar, özel sektörden gırtlağa basılarak alınan ilanlar bitince, gazeteler devralınsın diye dağıtılan ihaleler azalınca, Habertürk’ten çok daha önce kapanması gerekenlere gelecek sıra. Habertürk kapandı çünkü okur Habertürk’ün kapanmasını dert etmedi. Çünkü okurun gazeteyle haber alma ilişkisi bitmişti, tıpkı diğer gazetelerle olduğu gibi. Gazetelerin çoğu okurun umurunda değil. Okurla gazete arasındaki ilişki, bir el alışkanlığına dönüşmüş durumda. Yarın Hürriyet de kapansa, düne kadar gazeteyi satın alanlar, yaşamlarına Hürriyet hiç var olmamış gibi devam edecekler. İşin daha da kötüsü, hiç kimse gidip haberleri internetten okuyayım diyemeyecek. Çünkü Habertürk bugün kâğıda neyi basıyorsa, internete de onu koyacak ve maalesef onun da okurun aradığı haberle pek alakası olmayacak. tık bunların hiçbirini muhatap almayacaksınız, elinizi yıkayıp siyasetten çekildiniz… Doğru mu anladık? Oy verdiği hiçbir seçimin ertesi sabahında mutlu olamamış biri olarak şunu da söyleyip susayım. Kimse size, “Yenile yenile yenmeyi öğren” filan demiyor. Kazanmak için önce yenilmek şart değil. Ama yarışmazsan da kazanamazsın. Ayrıca zaten canımız burnumuzda, afra tafranın kralıyla uğraşıyoruz bir de siz kendinizi kıymeti bilinmemişler sınıfına sokup ilgi beklemeyin. Bu arada, Cemal Süreya’nın, Behzat Ç’nin kült sahnelerinden birine de ilham vermiş iki dizesi var, onlar da kulağının bir kenarında dursun: “Kim istemez mutlu olmayı, Mutsuzluğa da var mısın?” Moda tasarımında müthiş başarılara imza atan mimarlar var İzlenim ‘Elbise dikmek hareketin mimarisidir’ Son dönemde moda dünyasının parlayan yıldızı, kurduğu “OffWhite” markasının kazandığı başarı ve ardından Louis Vuitton gibi köklü bir evin ilk siyahi kreatif direktörlüğüyle taçlanan kariyeri ile Virgil Abloh… Abloh’nun sunduğu ilk Louis Vuitton koleksiyonunun müthiş tasarım dili ise pek çok yönü yanında tasarımcının mimari zekâsına da atfedildi. Ve yeniden modada mimarların etkisi konuşulur oldu. Cardin, Tom Ford, Mugler, Balmain gibi tanıdığımız pek çok ünlü ve başarılı moda tasarımcısının ya mimarlık eğitimi almış ya da mimarlık eğitimlerinin sonuna yaklaşırken moda tasarımına yönelmiş olduğunu biliyoruz. Ama bir de moda tasarımında müthiş başarılara imza atan Zaha Hadid, Frank Gehry gibi mimarlar var. Anıtsal ve kalıcı olması arzusuyla binalar tasarlayan bu insanlar nasıl olup da önceliği sezonluk olan modanın içinde olmayı yine de düşünebilmiş?.. Modave mimaride ‘Art Nouveau’ Pierre Balmain, diye özetlemiş mimari ve moda arasındaki benzerliği. Her iki disiplin de tasarım elemanları arasındaki etkileşimin yanı sıra; iki boyutlu taslaklardan başlayarak üç boyutlu gelişmiş formlara dönüşme, estetik kaygı taşıma, yapısal ve biçimsel kıstasları yanında fonksiyonelliği de düşünmek zorunda olma gibi pek çok benzerlik içermekte. Mimarinin moda üzerindeki etkisi modanın şimdiki hızda değişmediği çok eski zamanlara dayanıyor. Moda ise her zaman mimariyi kendini besleyecek en önemli kaynaklardan biri olarak benimsemiş. Antik Yunan’daki devasa kolonlar aynı dönemde kullanılan giysilerin Koolhas’ın yine kendisi gibi mi tasarımlarına silindirik formlar mar olan yeğeni Rem D. Kool olarak yansımış; Gotik mimari haas ise tamamen mimari fikir dönemi ile birlikte katedraller ve çizgiler ya da dizayn objeler de görülen sivri kule kemerle den esinlenerek ayakkabılar ta rinin etkisi, tepesi sivrilmiş ka sarladığı United Nude markası dın başlıklarında, sivri burun ile moda dünyasında devrim ya lu çoraplarda, manşetlerde gö rattı. 80’lerde çocuk olanların ha rülmüş. len büyük tutkuyla bağlı olduğu, Rönesans ve Barok dönem kült tasarımlardan Nike Air Jor lerde de tasarım dilinde deği dan’ların yaratıcısı Tinker Hat şim önce mimaride başlayıp field da bir mimar. Spor ayakka sonra kostümlerde kendini gös bıların mini birer yapıdan fark termiş. 19. yüzyılın sonları sız olduğunu söyleyen Hatfield, na doğru “Art Nouveau” akı örneğin Air Max 1’i Paris’teki mıyla beraber popüler hale ge Centre Pompidou binasından il len organik şekiller hem mi ham alarak tasarlamış. maride hem modada görül İşin aslı şu ki mimarlar moda müş. 20. yüzyılda ise mima tasarımına el attığında hiç de ge ri, modernizm akımıyla yalın Moda tasarımında ayakkabıdan mücev çici olmayan, tıpkı kendi disip lığa geçiş yaptığında, bu deği here en fazla ürün çıkaran mimar Za linlerinde olduğu gibi moda sek şimi önce Le Corbusier ve J. J. ha Hadid’in koleksiyonundan bir örnek. töründe de kültleşen tasarım P. Oud’un mimari eserlerinde, lar yaratmışlar. Yaptıkları bina akabinde ise hızla modada Coco Chanel ve Cris lar kadar yarattıkları giyilebilir ürünler de benzer tobal Balenciaga gibi isimlerde görüyoruz. siz ve kalıcı olmuş. Üç boyutlu yazıcılar aracılı Mimari çizgide ayakkabı tasarımı ğı ile hızla ürüne dönüşen tasarımların hayatımıza iyiden iyiye gireceği düşünülünce belki de da Tasarladığı neofuturistik yapılarla çağımızın en önemli mimarlarından olan Zaha Hadid, moda tasarımında ayakkabıdan mücevhere en fazla ürün ha fazla mimar, iç mimar ya da endüstriyel tasarımcı kendini giyilebilir ürünler tasarlarken bulabilir, ne dersiniz? çıkaran isimlerden biri. Prag’daki “Dans Eden Ev” gibi ikonik binalarıyla tanınan mimari deha Frank Gehry büyük moda evleri ile ayakkabı ve çantada Burçİn Akgün Ünaldı tasarım iş birliklerine imza attı. Ünlü mimar Rem C MY B