Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
SAYFA 8 22 Nİsan 2018, PAZAR Kurgu TAYFUN ATAY Kanal D ‘Sultan Mehmed’e ikinci kez mezar oldu ‘Cihan Fatihi’nin ekran hezimeti Kenan İmirzalıoğlu (‘Mehmed: Bir Cihan Fatihi’ Kanal D). Kanal D’de Kenan İmirzalıoğlu başrolüyle (Çetin Tekindor takviyeli) ekrana gelen “Mehmed: Bir Cihan Fatihi” beş bölüm sonunda istenen seyirci ilgisini görmediği için 6’ncı bölüm itibarıyla final kararı aldı. Militarist/şoven milliyetçiliğe tavan yaptırılan bir dönemde o milliyetçiliğin tarihteki şahika simgesi kurguda kitlesel ilgi görmeyip tepetaklak oldu yani. Neden peki? Önce şunu belirtmeli; Kanal D’ye Fatih Sultan Mehmed’le iştigal etmek hiç yaramadı. 2013 yılında da o dönem fırtına gibi esen “Muhteşem Yüzyıl”ın rüzgârına kapılıp yayına sürülen “Fatih” adlı dizi de yine beş bölüm ekranda kalabilmişti. Çünkü reaktif bir işti. “Proaktif” olan, yani ön alıp olumlu/olumsuz geri bildirimlerle gündem belirleyen “Muhteşem Yüzyıl”dı. Hem, öncesinde bazı örnek fiyaskolar da vardı. Ne “Muhteşem Yüzyıl”a hasetle üretilmiş hamaset dozu yüksek ve ergen ruhlara hitap eden “Bir Zamanlar Osmanlı: Kıyam” (TRT); ne de “Muhteşem”in parodisine soyunan Gani Müjde yaratısı “Harem” (FOX) tutmuştu. Her iki dizi de adeta “Muhteşem Yüzyıl”ın farkını ve seyirci nezdindeki kredisini tasdik edercesine döküldü. Buna rağmen Kanal D, “Fatih”i ekrana sürüp boyunun ölçüsünü aldı. Şimdi de aynı suda ikinci kez yıkanılarak “Bir Cihan Fatihi” ile hezimete uğranılıyor. Dizi sektörünün ‘amiral gemisi’ Biraz mesafe alıp büyük resme bakmaya çalışalım. Gazetecilik kulvarında Hürriyet için telaffuz edildiğine benzer şekilde Kanal D’nin de uzun bir süre dizi sektörümüzün “amiral gemisi” olduğunu söylemek yanlış olmaz. Özellikle 2000’lerden bu yana dizi dendiğinde aklınıza ilk gelip de sıralayacaklarınızın çoğu bu mecradan çıkmıştır: “Geniş Aile”, “Çemberimde Gül Oya”, “Gümüş”, “Ihlamurlar Altında”, “Yaprak Dökümü”, “Aşkı Memnu”, “Fatmagül’ün Suçu Ne”, “Binbir Gece”, “Asi”, “Bıçak Sırtı”, “Kuzey Güney”, “Suskunlar”, “Küçük Sırlar”, “Öyle Bir Geçer Zaman Ki”… Bu dizilerin ortak paydasına bakıldığında hep Kanal D’nin dizi sektöründeki liderliği 2012’de reyting sistemine darbeyle sarsıldı. Ardından iktidar baskısı karşısında Holding’in ‘teslimiyetçi’ tavrının parçası olarak kendi kültürel genetiğine ters düşen, böylece yıllardır laik toplum kesimlerinde edinilmiş krediyi sıfırlayan işlerle yol almaya yeltenildi. Kanal D’de Kenan İmirzalıoğlu’nun başrolünde olduğu ‘Mehmed: Bir Cihan Fatihi’ beklenen ilgiyi görmedi. sinin ağırlıklı olarak laik orta sınıfa hitap eden bir kültürel çerçeve ile karşımıza çıktığı görülür. Kanal D’yi “dizi ekranı” yapan temel dinamik budur. “Gümüş”, “Ihlamurlar Altında” gibi yapımlarla başlayan Türk dizilerinin yurtdışına açılmasında da aynı “kültürel” doğrultuda Kanal D öncülüğü vardır. Başlangıçta Arap Ortadoğu’suna yönelik bu girişim başarısı, esasen Türkiye’nin Müslüman bir kültürel altyapıyı laik/modern bir kültürel üstyapı ile buluşturup bağdaştırabildiği algısı/duygusu yaratan kurgulardan kaynaklanmıştır. Dolayısıyla Kanal D dizi dünyamızda ne olduysa işte bu laik toplum kesimine hitap eden, çağrı ya pan kurgusal içerikleriyle oldu. ‘Batan Gemi’nin dizileri Bu süreci sekteye uğratan ilk kırılma, 2012 yılında reyting sistemine yönelik siyasitaassubi müdahale ile yaşandı (ki bu aynı zamanda “AKPGülen koalisyonu”nun ortak son siyasi girişimlerinden biridir!). Reytinge tabi seyirci profilini kendi ölçülerince muhafazakârlaştırıp içerik tercihini değiştirdiler; dolayısıyla reklam verenin kafası karıştı, dengeler alt üst oldu. Kanal D bundan nasibini fazlasıyla aldı. O dö nemde, Genel Yayın Yönetmeni Pelin Diştaş’la görüştüğümüzü ve onun ekipçe yeni reyting yapılandırması ve seyirci profiline uyarlanma yolunda enine boyuna kafa yorduklarını söylediğini hatırlıyorum. İlginçtir, şimdi Diştaş Kanal D’de değil ve Ay Yapım bünyesinde yeni reyting sisteminin öne çıkardığı kültürel beklentileri de ihmal etmeksizin aynı laik orta (ve üst) sınıflara seslenen çalışmaların içinde (“Çukur”, “Ufak Tefek Cinayetler”, “8. Gün” ve dijital ortamda “Fi”, yakınlarda da “Şahsiyet” gibi). Kanal D ise bir yandan reyting sistemine darbeyle gelen şokun etkisi altında sarsılıp arada iyiler olsa da çoğu kötü projelerle hayal kırıklıkları yaşadı. Diğer yandan iktidar rüzgârı karşısında Holding’in genel tavrının parçası olarak kendi kültürel genetiğine ters düşen, böylece yıllardır emek emek oluşturduğu algıyı yok eden, edindiği krediyi sıfırlayan işlerle yol almaya yeltendi. “İsimsizler”, terör/karşıterör formatında bunlardan en göze çarpanıdır. Aynı tarzdaki “Söz” (STAR) ve “Savaşçı” (FOX) ile birlikte girdi yayına ve dökülen o oldu. Teslimiyetçiliğin sonu Şimdi de “tarihe oynama” yolunda (TRT’nin koltuk değnekliğinde ancak tutunabilen birtakım dizilere öykünerek) kotarılmış pahalı mı pahalı bir proje, “Mehmed: Bir Cihan Fatihi”nin dökülüşüne tanık oluyoruz. Kanal D’nin bu tür yapımları belli ki onun yıllardır belirginleşmiş seyirci kitlesine hitap etmiyor, aksine büyük hayal kırıklığı yaratıyor onlarda. Tabii yine belli ki bu tür şoven, etnisist, militarist dizilere meyilli, ağırlıklı olarak “erkek ve de ergen” kitlelerden de ilgi gelmiyor. Kuvvetle muhtemel ki onlar, işin içinde bir “içtensizlik” olduğunu düşünüyor ve yakıştıramıyorlar Kanal D’ye bu içerikleri… Yadırgıyorlar, “eğreti” buluyorlar o ekranda bu kurguları... Demek ki teslimiyetçilik, iktidar nezdinde merhamete mazhar olmadığı gibi, iktidar yanlısı kitleler nezdinde de seyre mazhar olmuyor, olamıyor. Teknoloji karşıtlığına delilik mazereti ‘Manhunt: Unabomber’ 1978 ile 1995 yılları arasında ABD’nin çeşitli eyaletlerindeki havayolları, bilgisayar şirketleri ve üniversitelere onlarca bombalı paket kargolanır. Bu eylemlerin sonucunda üç kişi ölürken 23 kişi de yaralanır. Bombaları gönderen kişiyi yakalamak için özel büro kurup 17 yıl uğraşan FBI, sonunda başarılı olduğunda karşısına beklemediği, bilindik suçlu profilinden çok farklı birisi çıkar: Theodore John Kaczynski. Kaczynski, henüz 16 yaşında Harvard’a kabul edilmiş, 25 yaşında matematik alanında doktorasını almış bir dâhidir. İki yıllık akademisyenlik hayatından sonra şehir ve teknolojiyle bütün bağlarını kopartıp orman içerisinde bir kulübede yaşamaya başlayan Kaczynski, üniversite yıllarında geliştirmeye başladığı teknoloji karşıtı fikirlerine uygun bir yaşam kurgularken, bir yandan da insanlığın çöküşü olarak gördüğü modern yaşamın mimarlarına bombalarla zarar vermeye çalışır. Netflix’in son dönem ilgi çeken dizilerinden “Manhunt: Unabomber”, Kaczynski (Paul Bettany) ile onun kimliğini ortaya çıkartan FBI ajanı Jim Fitzgerald’ın (Sam Worthington) işte bu sıra dışı hikâyesini anlatıyor (Dikkat, bundan sonrası spoiler!). Dizi, kendi çabalarıyla devriye polisliğinden profil uzmanlığına terfi eden Fitzgerald’ın, FBI’ın Unabomber için kurduğu büroya davet edilmesiyle başlıyor. Görevi kabul eden Fitzgerald, kendi yöntemleriyle (dilbilim) bombacının peşine düşse de kısa sürede kurumun içerisindeki bürokrasi tarafından işleyişe uymaya zorlanıyor. Unabomber tarafından yazılan Sanayi Toplumu ve Geleceği (Türkçesi için: Kaos Yayınları, 2013) başlıklı manifesto da diğer ajanların dikkatini hiç çekmezken, Fitzgerald bu metne yoğunlaşıyor. Bu çalışma bombacının kimliğini belirlemek için avantaj sağlarken, manifestoda yazanlar Fitzgerald’ı politik olarak da etkiliyor: “Genelde alt ile orta dü Netflix’te ekrana gelen “Manhunt: Unabomber”, seri katil John Kaczynski ile FBI ajanı Jim Fitzgerald’ın sıra dışı hikâyesini anlatıyor. zeydeki işlerde gereken tüm çaba yalnızca itaattir. Size oturmanız söylenen yerde oturur ve size söylenenleri, size söylenen şekilde yaparsınız.” İyi başlangıç, sönük final Sekiz bölümlük dizinin ilk kısmı Fitzgerald’ın soruşturma sürecine odaklanırken, ikinci kısım Kaczynski’nin hayatını ele alıyor diyebiliriz. Ancak bu kısım, popüler bir dizinin böylesi “tehlikeli” bir konuyu sulandırmadan ya da şeytanlaştırmadan anlatmasına duyduğumuz saygıyı yerinden ediyor. Bir FBI ajanını dahi etkileyebilecek derecede güçlü bir politik arka plana sahip Kaczynski’den, kötü geçen çocukluğu, ailevi sorunları, üniversitede yaşadığı travmalar ve asosyal kişiliği nedeniyle suça sürüklenmiş bir akıl hastası profiline geçiliyor. Durum böyle olunca, Kaczynski’nin politik amaçları, dâhi bir seri katil ile onun peşine düşen ajanın sürükleyici polisiye hikâyesinin flu bir arka planı düzeyine iniyor. Böylece çağımızın en ilgi çekici konularından birisi olan “teknolojinin bize ettikleri”, dizinin ilk kısmında güçlü bir vaat olarak öne çıkarken dizinin bütününde toplumun egemen işleyişinden böylesi bir kaçışın ancak akıl hastalığı ile mümkün olduğu indirgemesine gidilerek iz bırakacak bir işin kıyısından dönülüyor. EMRE TANSU KETEN Ölüm silahından ruhların intikamı Bülent Vardar Wincester’in lâneti Vizyona yeni giren Winchester, korku gerilim sinemasının yeni bir örneği. Yönetmenliğini Spierig Kardeşler’in (Michael&Peter Spierig) yaptığı Winchester, bu tarz filmlerin bilinen beylik trüklerini başarılı şekilde gerçekleştirmiş. Michael Spierig, aynı zamanda filmin senaryo yazarlarından. Yirminci yüzyılın başlarında geçen öykünün odak noktası, döneminin meşhur silah markası Winchester. Gerçek bir olaydan esinlenmiş filmde Sarah Winchester (Helen Mirren), San Francisco’nun dışında, yüzden fazla odası olan, labirente benzeyen büyük bir malikânede yaşamakta. Kocasını ve küçük kızını bir yangında kaybetmiş. Winchester silah şirketinin yüzde ellisinin varisi. Şirketin yöneticisi, onun yetkilerini akli dengesinin bozuk olduğu gerekçesiyle yönetim kurulu kararıyla almak ister. Belge oluşturmak için karısını kaybetmiş ve hayata dayanabilmekte ilaç bağımlısı olan zeki doktor Eric Price (Jason Clarke) ile anlaşır. Brian, Sarah Winchester’ın onayıyla, kadının yeğeni Marion (Sarah Snook) ve oğlu Henry (Fin SciclunaO’Prey) ile yaşamakta olduğu malikâneye taşınır. Doktor şahit olduklarından etkilenmiş ve kafasında kuşkular oluşmuştur. Kendisi de geçmişte vurulup üç dakika ölü kalan Brian, yaşadığı deneyimle Winchester silahlarıyla öldürülmüş ve intikam almak isteyen ruhların evi teslim aldığını anlar. Malikânede haftanın yedi günü yirmi dört saat inşaat devam eder. Bunun nedeni de ruhların yıktığı bölümlerin yeniden yapılmasıdır. Korku, gerilim sinemasının vasat örneklerinden biri sayılabilecek Winchester, insanın kendini korumak maksadıyla ürettiği silahların, amacını aşarak bir ölüm makinesi haline gelmesini ve günümüzde dünyayı tehdit eden duruma dönüşmesinin fantastik çerçevede simgesel anlatımı. İFF 37’den iki damla 37.İstanbul Film Festivali, zengin bir film seçki sinin sunulduğu değişik bölümleri, ulusal ve ulus lararası yarışmalarıyla sona erdi. 198 uzun met rajlı ve 12 kısa filmden oluşan festival kapsamında 12 günde 43 ülkeden 218 yönetmenin filmi göste rildi. Ayrıca teknolojik yenilikler festivale katkıda bulundu. 17 Nisan’da yapılan ödül töreninde, ulu sal ve uluslararası yarışmanın ödülleri verildi. Festivalin Ulusal Yarışma Bölümü’nde dikka ti çeken filmlerden biri, dünya prömiyerini 2018 Berlin Film Festivali’nde ger çekleştiren “Güvercin”di. Banu Sıvacık ilk uzun metraj lı filminde, Adana’nın kenar mahallelerinden birinde, ab lası ve abisiyle yaşayan, ba basından kalma güvercinle ri evlerinin damında besleyen Yusuf’un öyküsünü anlatıyor. Güvercinlerden Maverdi ile Güvercin (Yön. Banu Sıvacık) arasında özel bir ilişki olan Yusuf, ağabeyinin bas kısıyla otomobil parçası satan bir dükkânda işe başlar ve yaşamın acımasız yüzüyle karşılaşır. Sı nırlı mekânda, az sayıda oyuncuyla çekilen Güver cin, yaşamın sert yüzünü, reşit olmayan çocukların acımasız sömürüsünü, alt sınıfın ürettiği şiddet ve adaletsiz dünyayı, bağımsız sinemanın olanakla rı içinde etkilice yansıtıyor. Kemal Burak Alper’in, Yusuf karakterindeki performansı oldukça başarılı. 37. İstanbul Film Festivali’nde “Borç” da En İyi Film Ödülünü (Altın Lale) alarak sürpriz yapan film oldu. Ölçülü, olgun oyunculuklarıy la dikkat çeken film, yaşamın sı radanlığı içinde yitirilen değer leri, küçük insanların özlemle rini ve hayal kırıklıklarını yalın (Yön. Vuslat Saraçoğlu) bir sinema diliyle anlatma becerisi gösteriyor; sevgi ve iyilik gi bi kavramları nötralize eden vicdan yoksunluğu nu gerçekçi fırça darbeleriyle yansıtmasıyla da öne çıkıyor. C MY B