Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
SAYFA 2 18 MART 2018, PAZAR Her şey Mİrgün Cabas Çiftlikbank’ın ardından… Büyük çiftliği kurtarmak için bir öneri O döneri kapıp kaçmanla başlayacak her şey Çiftlikbank’ın mağdurları ellerindeki avuçların daki her şeyi kaptırırken vatan millet, ecdat nu tuklarına ve bedava dağıtılan ekmek arası döne re tav olmuşlar. Sonra da Uruguay’a kaçan tokat çıyı nasıl buluruz diye Facebook gruplarında tar tışmaya başlamışlar. Akıllarına gelen en iyi fikir, Galatasaray’ın Uruguaylı kalecisi Muslera’ya ula şıp ona yol yordam sormak.. Düşene gülmek insanın doğasında var. Biri popo üstü oturduğunda, eğer düşenin gururundan başka incinen bir yeri yoksa, insan yardım için elini uzat madan önce şöyle çaktırmadan bir güler, malum. Bu para kaptırma meselelerinde de böyle oluyor biraz. Bir dönem “Emniyetten arıyoruz, bakın arkadan telsiz se si de geliyor, şimdi kimseye ha ber vermeden bütün paranızı bize teslim ediyorsunuz” diye fa aliyet gösteren dolandırıcı lar, cep telefonu olan her kesi yoklarken de aynısı olmuştu. Yaşlılara, elinde avucunda ne varsa kaptıran emeklilere üzüldük ama do landırılanların arasında “Yuh, sen bunu nasıl yedin!” dediği miz kocaman şirket yöneticileri, insanla ra “Kaya tuzu yiyin tansiyonunuzu düşürür” diye tavsiyelerde bulunan profesörler de vardı. Bunlara çaktırmadan gülmedik mi? Vatan millet, hem de ecdat mı? Halkımızın sonsuz dolandırılma potansiyelini görünce az bile gülmüşüz diye geçiyor insanın içinden. Zaytung’un, “Eline üç kuruş geçince dolandırıcılara kaptıran vatandaşlara günlük cep harçlığı verilmesine ilişkin kanun tasarısı Meclis’e sunuldu” şakası da yersiz ve acımasız değil. Ama insan böyle dolandırılanlara da, bu şakalara da bir yere kadar gülebiliyor. Çünkü insan hayatı ve top lumsal yaşam birleşik kaplardan oluşuyor. Bir yerde “Ne? Vatan millet mi! Hem de ecdat mı? Üstelik bir de Kur’an mı okunuyor? Alın size bütün paramı vereyim o zaman. Hatta durun bankadan kredi de çekeyim” diyen vatandaş orada durmuyor malum. Aynı lafları duyunca, kurulmuş gibi, siyasi mitinglerde de coşuyor, aynı coşumcu duygularla gidip oy da kullanıyor. Sonrası malum… Yeni Türkiye, yerli ve milli gündem… İşte bu yüzden, insan dolandırılanlara gönül rahatlığıyla “Oh olsun!” diyemiyor, çünkü dolandırılanların yediği kazık başka alanlardan dönüp dolaşıp bize de dokunuyor. Bundan kaçınmanın en kestirme yolu, “ahmakça dolandırılanların en az bir seçimde oy kullanma haklarının ellerinden alınması” olabilir. Ama bu bazılarına pek demokratik gelmez. (Gerçi buna ‘duyar kasanların’ oy haklarını da iki dönem ellerinden almak gerekir ya, neyse.) O yüzden en iyisi laboratuvar deneylerinde sonuç alınmış yöntemlerle hızlı bir bilinçlendirme kampanyası başlatmak. (Bilinçlendirme lafın gelişi, kastettiğim, refleks kazandırmak.) Tıpkı kendilerine yem sunulan kobayların elektrik akımına maruz kalmadan yemi kapıp kaçmaları gibi… Çiftlikbank’ın mağdurlarına ve çiftlik gibi memleketin dolaylı müsebbiplerine diyeceğim şudur: Bir yerde döner ekmek dağıtılıyorsa, döneri alın ve arkanıza bakmadan sessizce uzaklaşın. Bunu yaptınız mı? Kendinizi aşmaya başladınız ve toplumsal barışın tesisi için büyük bir adım attınız. O döner size ananızın ak sütü gibi helaldir… Güftesi iyi ama bestesi, ııh! Anayasanın üçüncü maddesi, “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Milli marşı ‘İstiklal Marşı’dır. Başkenti Ankara’dır.” der. Yani biraz zorlarsanız, adı değişmediği müddetçe, milli marşımızın her yeri değişebilir. Ama güfteyle ilgili bir sorunumuz yok, derdimiz bestesiyle. O yüzden MESAM’a kayyum atanması tartışmasında önce isimleri geçen, sonra arka sıralara kaçan müzisyenlerin “Böyle milli bir davada görevlendirilmekten duydukları gurur ve sorumlulukla” açılan beste yarışması için notaları birbirine çatmaya başladıkları haberi yakında gelirse, kimse şaşırmaz. Zaten bir dönem, marşın prozodisi bozuk tartışması da yapılmış, “Larda yüzen alsancak diyen marş mı olur” diye bugünkü çıkışın müzikal temeli atılmıştı, prozodinin ne demek olduğunu da hepimiz öğrenmiştik. Bence marşın bestesi değişmese iyi olur. Ama biliyoruz ki göklerden gelen karar “değişsin” derse, değişecek. Çok da şey etmemek lazım… Benim diyeceğim şey başka. İstiklal marşı deyince, yakında yayınlayacağımız bir kitap için Can Kozanoğlu’yla yaptığımız uzun söyleşinin bir bölümü geldi aklıma. O bölümü Can’ın anlat tığı gibi aktarıyorum, İstiklal marşı mev zusunun günlük siyasette ne verimli bir konu ol duğu anlaşılsın, bu konunun daha ne çok su kaldıracağı görülsün diye. “Ekmeleddin İhsanoğlu’yla rakip oldukları cumhurbaşkanı seçim kampanyasında yap tığı bir konuşma vardı, onu hiç unut muyorum. Hatırlarsın, Ekmeleddin İhsanoğlu İstiklal Marşı’nı yanlış okudu. Sonra “Ben aslında iyi şi ir okurum” dedi, yine yanlış okudu. Erdoğan bir mitingde onunla dal ga geçiyor. Meydandakiler de eğle niyor. Bir şey söyledi, aşağıdan kah kaha ve tezahürat koptu. Kendisi de gü lümserken yüzü bir anda ciddileşti. Çok vu rucu bir tonda “Ekmeeelll, Ekmeeelll!” di ye bağırdı. Meydan sustu. “O şiir değil, o İstik lal Marşııı, İstiklal marşııı!” Meydan nasıl coş tu... On saniye içinde eğlence modundan mil li tepki coşkusuna geçmek, o tonlamalar, kitleyi kavrayış... Maalesef yani, yetenekli hatip…” (Kitap yakında Can Yayınları’ndan çıkacak.) Dubai, Abu Dabi ve ötesi... Tasarım Tasarımın Ortadoğu’su ÖZLEM YALIM Sanatın muhafazakârlaşması ülkemizde bir dönem uzunca tartışılan bir konu olmuştu. Tasarım kavramı sanat ile aynı motivasyona sahip olmadığından muhafazakârlık ve tasarım kavramlarını birlikte pek anmadık. Ne var ki, günden güne muhafazakârlaşan ülkemizde çoğunlukla “yaratıcı” kelimesini kullanmak bile teolojik anlamından ötürü sorun teşkil edebiliyor ve tercih edilmiyor; yerine heyecanla “icat” ve “keşif” gibi kelimeleri öneren kitleler var, oysa ikisi de tam olarak tasarımcının yaratma süreçlerini tanımlamıyor. Reklamcılar, İngilizcesi “creative industries” olan sektörleri “kreatif sektörler” olarak kullanmayı tercih ediyor. Belli ki tasarım ve muhafazakârlığı yan yana düşünürken daha en baştan başlamak gerekli. Türkiye, tasarım alanında daha ifade sorunsalını bile aşamamışken, Ortadoğu’nun muhafazakâr yaşamı ile önde gelen ülkesi Birleşik Arap Emirlikleri uzun soluklu stratejileri, yıllara yayılan emekleri ve ciddi yatırımları ile dünyanın sayılı tasarım üslerinden biri olmayı başarıyor. Yaşam kalitesinin üst seviyelere çıkarılması muhafazakâr olsun olmasın tüm toplumların hakkı ve Ortadoğu bunu görebilen bir vizyona sahip. Yapılan çalışmaların çok büyük bir kısmı “Biz de burdayız, artık fark edilmek istiyoruz ve sizden daha zenginiz” diye bağıran bir reklam anlayışı ile yapılsa da ortaya çıkan sonuç herkesi mutlu eder nitelikte. Abu Dabi, Dubai’den aşağı kalmıyor BAE, bir çölün ortasında, baştan tasarlayarak yarattığı Dubai kenti ile bu vizyonun en çarpıcı örneğini sergilerken, burada aynı zamanda 200’den fazla ülkeden insanın yaşayacağını, böylece sahip olacağı kültürel çeşitlilik sayesinde ya LouvreAbuDhabi© Luc Boegly & Sergio Grazia. ratıcı endüstrilerde de yükselen bir değer yaratacağını elbet öngörmüştü. Çünkü gerek Avrupa’da gerekse Amerika’da yaratıcı endüstrilerin ekonomiye sağladığı milyon dolarlarla ifade edilen katma değerin hacmi araştırmalarla sabitti. Kısa sürede tüm dünyanın ilgi odağı olan tasarım ve inovasyon haftaları, önemli markaların yer almak için yarıştığı özerk tasarım bölgesi (“Dubai Design District”), dev bütçeli akıllı kent projeleri, kentsel hedef olarak ortaya konan “Creatopia 2021” gibi eşsiz girişimleri ile tüm taşların bugüne kadar doğru biçimde yerlerine konduğunu belirtmekte fayda var. Emirliklerin diğer bir projesi Abu Dabi’nin de Dubai’den aşağı kalır yanı yok. Kentin bilgiye ve yaratıcılığa dayalı stratejisi 2030 yılına dek planlanmış. Böylesine uzun vadeli olarak hazırlanmış plan da adım adım uygulanmaya devam ediyor. Çoğunlukla gayrimenkul yatırımları ile öne çıkan Abu Dabi’de görece Dubai’ye göre daha iddialı mimari eserlere ve daha akıllı kentleşmeye önem veriliyor. 2006 yılında Guggenheim Müzesi için start verilen kentte Gehry’nin Guggenheim’ı 2017’de hâlâ ilerleme kaydedemedi ancak aynı yıllarda başlatılan ve ünlü mimar Jean Nouvel’ın imza attığı Abu Dabi Louvre müzesinin açılışı ile büyük sükse yapıldı. Abu Dabi bu açılıştan itibaren sadece bu müze için gelen milyonlarca turisti ağırlıyor ve sıkça global basında haber olmaya devam ediyor. Ayrıca bu müzenin 2007 yılında Fransa ile Arap Emirlikleri arasında imzalanan ve Centre Pompidou’dan Rodin müzesine kadar 13 Fransız müzesinin ülkede açılmasına yönelik anlaşmanın ilk halkası olduğunu da belirtelim. Nü fusunun yüzde 80’ini 120 farklı ülkeden insanların oluşturduğu bu kentte, 2015 yılında uluslararası müze ziyaretçilerinin yüzde 127 arttığı kayıt altına alındı ve bu rakam 2015’in sonunda 1 milyon 700 bin turistti. Hollywood’a sunulan binalar İddialı yapıları ile sadece kenti şekillendirmekle kalmayan yönetim, her biri star mimarların elinden çıkan bu binaları Holywood filmlerinde kullandırarak cazibe merkezi olmaya da devam ediyor. Kentsel tasarımın bir deneyim olarak sunulduğu bu stratejiler, beraberinde yaratıcı endüstrileri besleyen büyük bir pazarı da birlikte getiriyor. Belki de BAE’nin en iyi kavradığı ve uyguladığı strateji de bu. Böyle bir kent yarattığınızda ilgi odağı oluyorsunuz, yeni ve aç pazarın cazibesi lüks tüketimden en basit servis sektörüne kadar tüm dünyanın iştahını kabartıyor; bütün markalar size koşarak geliyor; olanaklar önünüze halı gibi seriliyor. İrdelenecek pek çok yanı olsa da, sonuçta elde edilen toplam fayda tasarım ile yükselen toplumsal yaşam yönünde. Muhafazakâr bir toplum olan körfez kentleri sakinleri, bugün açık toplumlardan daha iyi kaldırımlarda yürüyor; daha zengin bir kültürel hayat sunuyor; dev sanat eserlerini, önemli sergileri, dev prodüksiyonları kendi evlerinde izleme şansına sahip olabiliyorlar. Büyük bir ekonomik güçten bahsediyoruz; diğer yandan asıl başarı parada değil uzun yıllara yayılan planlı bütçe kullanımı ve en önemlisi, işi gerçek uzmanlarına, yani mimarlara ve tasarımcılara bırakabilme yetisi. Son olarak Ortadoğu ve Güney Afrika (MENA) ülkelerini dikkate alan 2015 tarihli bir raporun, bölgedeki tasarıma dayalı sektörlerdeki pazar hacmini 100 milyon dolar olarak belirttiğini de bir kenara not edelim!.. C MY B