Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
6 TEMMUZ 2014 / SAYI 1476 5 Kimse ertesi gün unutacağı sözler etmemeli Arif Sağ’ın sazı, Sabahat Akkiraz’ın sesiyle can bulan “Turap”, toprak demek. O yüzden yaşamdan ölüme her şey var bu albümde. Sabahat Akkiraz “Turap özlem dolu bir yoldaşlık oldu, istediğimiz lezzeti yakaladık. Eserlerimizi özenle seçtik. Albümde Sivas’tan okuduğumuz uzun hava ise benzersiz bir serüven, sinema filmi gibiydi” diyor: “Halk müziği gönülde, ruhta ne varsa onun dışa vurumu, paylaşımı. Hesap, kitap işi değil... Biz böyle bildik, böyle yürüyoruz.” Fotoğraflar: VEDAT ARIK A rif Sağ’ın sazı, Sabahat Akkiraz’ın sesi 18 yıl aradan sonra “Turap” albümünde buluştu. Bu özel yoldaşlık dinleyiciyi umut dolu bir müzik serüvenine çıkarıyor. Turap, her dinleyende ve her dinleyişte yeniden keşfedilecek bir albüm. On iki eserden oluşan albüm, gelenekselden, geleceğe Anadolu müziğinin kalbinde atıyor. Arif Sağ’ın sazını, Sabahat Akkiraz’ın sesi ile duymak ise tarif edilemez. Arif Sağ ve Sabahat Akkiraz 18 yıl aradan sonra yeniden buluştu. “1996 Yiğit İnsanların Türküsü”nden sonra şimdi de “Turap”la bir araya geldiniz. Nasıl bir yoldaşlık sizinkisi? Sabahat Akkiraz: Bu 18 yılda elbette konserler oluyordu, bir araya geliyorduk ama bunun anlamı başka, bize özel. Hayatın ve meşkalelerimizin zoruyla başka yerlere savrulsak da hiç kopmadık. Turap ise özlem dolu bir yoldaşlık oldu, istediğimiz lezzeti yakaladık. Eserlerimizi özenle seçtik. Hocam beni hoş bir yolculuğa hazırladı. Sonra da birlikte o yolculuğa çıktık. Beni epey de zorladı, hırpaladı bu yolculukta... Epey azar işittim tabii! Tüm bunlar bize heyecan verdi. Albümde Sivas’tan okuduğumuz uzun hava ise benzersiz bir serüven, sinema filmi gibiydi. Arif Sağ: Sabahat özel bir ses, tonu ayrı, ruhu ayrı. Gırtlak yapısı için seçtiğimiz parçalar da bu anlamda çok özeldi. Ne parça sanatçının ne de sanatçı parçanın önüne geçmeliydi. O yüzden Sabahat’ın içinde yoğuracağı, içine sindireceği eserler üzerinde yoğunlaştık. Dengeyi tutturmamız gerekliydi. Parçalarla bütünleşip tek bir duyguyu yakalamak istedik. Albüm ismi “Turap” yani toprak... A. Sağ: Evet, turap toprak demek. Ayağına toprak olurum demek, geldiğimiz yer gideceğimiz yer demek turap. Engin, dünya, hayat ve ölüm demek. Toprakta buluşur herkes, hepimizin ortak paydası toprak. Albümün girişinde bir de hatırlatma var; “Turap Soma’da maden işçisinin emeği ve mezarı.” A. Sağ: Hayat çok hızlı akıyor ve kötü alışkanlığımız da kritik meseleleri sloganlaştırıyor oluşumuz. Böyle olunca içi boşalıyor, çabuk tükeniyor. Dolayısıyla derdimiz de eriyip gidiyor. Biz ise not düştük slogan atmadık! Bir hatırlatma kurduk gelecekle. Bu albüm yıllar sonra da olacak, Soma’da yıllar sonra hatırlanacak... Bu albüm Soma’yı unutturmuyor. Zaten kimse ertesi gün unutacağı sözler etmemeli. S. Akkiraz: İnsanlara özel bu unutma hali, belki de acıyı yaşanır kılıyor. Ama yeni dünyada zaten her şey başka işliyor. Biz katliamları unutmuyoruz. A. Sağ: Madımak, Çorum, Maraş, Kerbela unutulmuyor. Unutulmaması için de doğru anlamak gerekli. Soma’nın tehlikesi siyasi arenanın ortasına düşmesi. Çok insani ve vicdanı bir durum bu, o yüzden toplum vicdanında muhafaza etmek gerekir Soma’yı. S. Akkiraz: Soma’da çok acı gördüm, “bu kadar sorumsuzluk olur mu?” diye sordum kendime. Yanıt bulamadım! Ne televizyona ne gazetelere bakasım var, neredeyse orada hayatını kaybedenler suçlu bulunacaklar. Neresinden tutsak elimizde kalıyor bu dava... Politikanın yok belli ki ama müziğin vicdanı hep var. Bu albüm de o anlamda özel, yeniden bir araya gelmeniz de bana yıkılmaz bir cephe gibi geliyor. A. Sağ: Kendinden olanı korumak lazım, böyle başlar mücadele. “Turap” halk müziği açısından bir inatlaşma albümü. Yozlaşmanın önüne geçmek için bir savaş. Şimdi yapılanlara halk müziği demeye bin şahit lazım! Revanlar, ağlamalar, salya sümük müzik yerlerde sürünüyor. Halk müziği ağlayan bir müzik değildir, direnişi barındırır. Evet, ağıt söylerken halay çekersin! Ağlarsın ama kabullenmezsin, cesaretlisin, kabullenmiyorsun... Maalesef teslimiyet var artık halk türkülerinde! Biz ağlamaz mıyız, ağlarız, belki de her gece ama hayatımızı ağlamak üzerine kurmayız. Direnişimiz, dik duruşumuz nerede o zaman? Halk müziği ile arabesk arasındaki sınırların flulaşması mı bunun nedeni? A. Sağ: Arabesk müziği getirdiler halk müziğinin ortasına koydular. Halk müziğinin en önemli özelliği önce bireyin sonra da toplumun onu okumasıdır. Kişi okur, toplum cevap verir. Sonra birlikte devam ederler. Çıkışlar inişler ile gönül ritmi yakalanır. Bir halk türküsünü binlerce insan aynı ağızdan söyleyebilir ama arabeski söyleyemez. Yürek ritmi düşer, algı farklılaşır. Peki, o zaman biz nerede buluşacağız? Halk müziğine ihanet var, şaşırmamalı tabii. Çünkü toplumsal direnişe, itiraza taş koymak en önemli politika haline geldi. Bakın fikir üreten, eleştiren, doğruyu arayan herkes devleti bölüyor ya da yıkıyor gibi algılanıyor. Düşünürseniz, üretirseniz eleştirirseniz hesap verirsiniz! İnsan üretmemeli, emirleri yerine getiren bir mahlukat Söyleşiler: olmalı diye düşünüyorlar. Eğitilmiş ALİ DENİZ insanlardan korkmalarının nedeni USLU bu. Gençlerden zaten ödleri kopuyor. Bozulmamış halk müziği işte bu yüzden önemli, çünkü mayasında direniş var. Hepsinde ihanet görmüş toplum duyguları yatıyor. Elimizde bir tek türküler kaldı, onu da yozlaştırıp yok etmek istiyorlar. Benim de mücadelem bu. S. Akkiraz: Halk müziği bir düşüncenin ürünü, planlı programlı değil. Gönülde, ruhta ne varsa onun dışa vurumu, paylaşımı. Hesap, kitap işi değil... Biz böyle bildik, böyle yürüyoruz. A. Sağ: Halk müziği masada, stüdyoda yazılmaz, muhabbette yazılır. “Turap” halk müziğinin tekrar yola girmesi için yapıldı. Halk müziği popülerliğin içinde sırıtır, sahiciliğini kaybeder. Zaten kendi içinde yüzyıllardır bitmeyen ve çoğalan bir yapısı var, onun popülerliği ayrı ve ulaşılmaz. l Ben kemençem ile dertleşiyorum Selçuk Balcı’nın müziğinde hep derin bir melankoli var. Umudu, mutluluğu ve direnişi de o ince sızıyla anlatmayı seviyor. Hayatı müzik, fazlasını istemiyor, ihtiyacı da yok. Mutlu ve tutkunu olduğu müziği tüm mesaisi. Derdi de dertleri paylaşabilmek, umutla çoğalabilmek. Her şeyin farkında, değişimin neleri götürdüğünü biliyor. İşte o yüzden enstrümanı ile dertleşip bizimle paylaşıyor. S elçuk Balcı, Karadeniz müziğinin yeni kuşak yükselen isimlerinden. Türkülerinde sevda, özlem, öfke, umut ve direniş var. Balcı, Karadeniz kültürünün karikatürize edilip belli kavramlarla sınırlandırılmasından rahatsız. O yüzden, “Karadeniz’in sadece horon olmadığını anlatmak için yola çıktı gençler. Karadenizli gençler müzik yapmanın peşinde, dertleri hayata dair. Çünkü müzik can simidi, çünkü müzik şifalı...” diyor. Kimdir Selçuk Balcı, nedir derdi, hikâyesi? Rize’de 1988 yılında doğdum. İlkokuldan sonra, Ankara’ya yerleştik ve o günden beri Ankara’da yaşıyorum. Küçük yaşlardan itibaren müzikle kardeş gibi büyüdüm. Kemençe ile hayatını sürdürüyorum. Dışarıdan nasıl görünüyorsa öyleyim aslında! Bildiğim tek şey müzik, müzik olmasa işe yaramaz bir adam olurdum, aslında üşengecim pek çok şeye. Müzik beni harekete geçiriyor, dünyanın diğer ucuna bile giderim, her şeyi göze alırım müzik sevdam için. Zaten müzik bir dert işi, hissetmeden, anlamadan, anlatmak istemeden olmaz. Karadeniz müziği, Karadenizli gençlerin ellerinde, sözlerinde yükseliyor. Karadeniz türküleri sevdasını, özlemini, öfkesini, umudunu coğrafyasına benzeterek anlatır. Mesela, “Duman dağı sarıyor, ben yâri saramıyorum” diyor. Görmek ile bakmak arasındaki fark işte bu. Ben dağlara yalnız çıkmayı severim, izlerim duman dağı nasıl sarıyor, nasıl düşüyor yaprak sararıp yere. Mesela deli dolu akan derelerdir bize besleyen. HES’ler ile yağma ve talan etmeye çalışıyorlar derelerimizi. Ben dozerin üstüne çıkamam belki, ama müziğimle ona karşı durup, direnebilirim. “Diren Karadeniz” de zaten böyle ortaya çıkmıştı ve herkese ulaştı, duyurduk işte sesimizi. Yağma ve talan ülkenin her yerine ulaştı. İnsanların gözünü para hırsı bürümüş. Bir Kızılderili atasözü var ya “İnsanlar paranın yenmeyecek bir şey olduğunu anlayacak gün geldiğinde” ama işte o zaman çok geç olacak. Biz topraklarımızdan göç etmek zorunda bırakılıyoruz, yeni sahipleri avuçlarını ovuşturuyorlar hırsla. Bizden sonra ki nesil adına kimse karar veremez, dereden oynamadan büyüyen çocuklar olsun istemiyorum. Kâzım Koyuncu’ya ve diğer pek çok müzisyene Karadeniz müziğinin daha çok duyulması adına çok şey borçluyuz değil mi? Tabii ki borçluyuz! Kâzım Koyuncu, Fuat Saka, Birol Topaloğlu, Gökhan Birben gibi üstatlar Karadeniz müziğinin dikkate alınmasını sağladılar. Daha eski dinlediğim isim verebileceğim pek çok yöresel sanatçılarımız var, ama kitlelere duyurma anlamında ve gençlerin Karadeniz müziğine odaklanması, tulum, kemençe çalmaya başlamasını sağlamak noktasında en çok emek verenler saydığım sanatçılarımız. Karadeniz’de horondan fazlası var Hep derin bir melankoli var müziğinizde. En son Sinop Cezaevi’nde bir yazı görmüştüm, çok utandım! Tanıtıcı yazısında “Burası pek çok şaire ilham kaynağı olmuştur” diyordu. Bununla övünüyordu yani, bu nasıl iş? Nasıl derin bir acı, özlem ve umut olmasın müziklerimizde şimdi. Ama Karadeniz kültürü sığlaştırıldı. “Temel, hamsi, Fadime” gibi üç dört kavramdan ibaretmiş gibi gösterildi. İşte gençler bunun ötesine geçti, bunu aşmanın derdindeydiler. Karadeniz insanı hep karikatürize edildi. Sürekli horon oynuyoruz sanıyorlar. Bu coğrafyanın ağıtları da büyük. Çünkü bu coğrafya çok zengin, kültürleri, dilleri, hikâyeleri derin ama bunların üstü yalnızca “Türklük” ile övünmek ile kapatılıyor. Başka dillerde şarkı söylediğimiz zaman taşlanıyoruz, eleştiriliyoruz ve daha neler neler... Benim albümüm de Rumca var. Ona bile tahammülleri yok! Bunlar zenginlik ve tüm halklar kardeş, var mı bunun ötesi? Karadeniz’in sadece horon olmadığını anlatmak için yola çıktı gençler. Karadenizli gençler müzik yapmanın peşinde. Müzik can simidi, müzik şifalı... Popüler olmak değil dert, para kazanmak değil. Mutlu olduğunu işi yapmak, bunu paylaşabilmek, paylaştıkça çoğalmak. Mesela okullarda önce flüt dayarlar, sonra gitar. Ama ne bağlama ne kemençe gelir akıllara. Sahip olduğumuz, özümüze ait ne varsa küçümsemeye, tukaka demeye, hor görmeye alıştırılmışız biz. Eskiden kemençe düğünlere bile gazeteye sarılıp sokulurmuş. Kemençe bir dünya enstrümanı, oktav olarak dar biraz ama her şeyi çalabilirsiniz onunla. Büyük müzikler yakalayabilirsiniz, ruha dokunursunuz. Köy düğünlerine bile klavyeler geldiğinde herkes işlerin daha “modern” olduğunu düşünmüştü, sonra küçük kapalı düğün salonlarında klavyelere ve limonata pastaya teslim oldu insanlar. Halbuki düğün coşku demek, canlı müzikle hareket ve paylaşmaktır mutluluğu. Bilgisayardan verme sesi, enstrümanı görsün dinleyici, tanısın anlasın, hatta dokunabilsin. Yeni dünya düzeni böyle bir şey işte... Önümüze ne sunuluyorsa onu yiyiyoruz, onu giyiyoruz, onu kullanıyoruz. Sonra değiştiriyorlar hepsini ve biz yine alıyoruz. Üzüntüm herkesin buna alışmış olması. İlk albümünüzün ismi “Patika”ydı. Bu ismin özel bir anlamı var mı? Çocukken oynarken, koşarken düşüp dizimizi kanattığımız yollardır patikalar. Ve köylerde araba yolu yokken, omuzunda tomruklarla çarşıya inip tuz, şeker, ekmek yemek getiren dedelerimizin geçtiği yollardır patikalar. Ben de müziğe albüm anlamında attığım ilk adımın ismi “Patika” olsun istedim Bestelerinizi nasıl yapıyorsunuz? Derdim olduğu zaman daha çok beste yapabiliyorum. O yüzden çoğu eserlerimiz hüzünlü oluyor. Bir tarifi yok aslında. Enstrümanıyla dertleşen herkesten bir beste çıkabilir. Deniz üstünde fenerin bir hikâyesi yok, yine kemençe çalarken birden o ezgi geldi aklıma. Çaldım, sonra da oturup sözlerini yazdım. Bugüne gelebileceğinizi düşünmüş müydünüz? Konserler sahneler olmasaydı da boşluğa düşmem, evimde oturur çalarım, dinlerim, hiç dert değil. Ama günün birinde müzik yapma hakkım elimden alınırsa işte sıkıntı o zaman başlar. Elbette hayallerim var, dünyanın büyük meydanlarında coşku ve umut dolu insanlara müziğimizi dinletmek istiyorum. l alidenizuslu@gmail.com C M Y B