Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
2 6 TEMMUZ 2014 / SAYI 1476 Yaz ne olur, onlar da ölmesinler! Gündem hızla değişiyor yine. Ama Soma için tarih hep 13 Mayıs’ta çakılı. Yürekler hep 301 canın acısına takılı. İşte bu acıyı paylaşmak, hem de kendi hukuk mücadelelerindeki deneyimleri anlatmak için Adalet Arayan İşçi Aileleri, Soma’yı ziyaret etti. Farklı nedenlerle olsa da hepsi iş cinayetinde yakınlarını kaybetmişlerdi, acıda da, öfkede de ortaklaştılar haliyle. Size de bu satırlara damıtabildiklerimiz kaldı... Dudu Sidal ve gelini Tomurcuk’a yapılan ziyaretten (üstte). Uğur Çolak’ın annesi Gülsüm Çolak ve Ayşe Kıyak’ın yüzüne vuran acı aynı (solda). Ş. Çalış: Yoksa benim hakkımı niye aramadın demez mi? Bu ihmal. Sen günde beş ton kömür çıkardığın yerde işçinin de azcık emniyetine dikkat etsene. A. Kıyak: Her işyerinde aynı şey, üç kuruş para için çocuklarımızı öldürüyorlar. İşçinin hiç kıymeti yok. Devlet ilgilenmiyor. Bizimkiler öldü, geri gelmeyecek ama başka acılar yaşanmasın diye Ankara’ya milletvekilleriyle konuşmaya gittik. Dikkate almadılar, bak sonra madenciler öldü. Hâlâ hiçbirinin umuru değil. P. Çalış: İşçileri de sattılar Soma Holding’e. 18 yaşındaydı kuzum... Sonuna kadar davacıyım. Hayatım söndü benim. Hayatım. Sendika hâlâ ölü oğlumun maaşından kesinti alıyor. Ne yaptı bugüne kadar? Haram olsun. En değerli varlığım gitti, ne verip onu geri getirebilirler ki? Onlar da çeksin, ölmesinler, çeksinler bize yaptıklarını. “Madenciler unutuldu”, diyor Soma’daki maden katliamında 18’inde hayatından edilen İsa Çalış’ın annesi Perihan Çalış, “301 kişi yetmiyormuş gibi, 301 kişi daha istiyorlar”. Yüreğinde oğul acısı taşıyan başka bir anne Ayşe Kıyak tamamlıyor onu; “Sade onlar değil her işçi unutuldu. İşçinin bir kıymeti yok”. Kıyak’ı oğlundan eden Soma değil, o Barış’ı yıllar önce, 11 Mart 2012’de, Esenyurt’taki Marmara Park AVM şantiyesinde çalışan işçilerin yatakhane olarak barındırıldığı çadırda çıkan yangınla kaybediyor. Ama yan yana şimdi Çalış ve Kıyak. Acıdan buruşmuş yüzleri, hiç dinmeyen evlat özlemleriyle birbirlerine bakıyorlar. Konuşmadan anlaşıyorlar. Acıları ortaklaştırıyor onları. Öfkeleri de. Durun bu birliktelik nasıl sağlandı, anlatayım. Taksim’de Bir Umut Derneği’ndeyiz. Onların yardımıyla birbirini tanımış, iş cinayetlerinde yakınlarını kaybetmiş ailelerle birlikte. Evet, Ayşe Kıyak da kızı Damla’yla burada. Başka kimler mi var? 21 işçinin öldüğü Davutpaşa’daki maytap fabrikasında eşlerini kaybeden İdris Çabuk, Arzu Cesur ve Fadime Tayranoğlu, kuzenini kaybeden Salih Temel, Soma’da kuzenlerini kaybeden, Adalet Arayan İşçi Aileleri gönüllü avukatlarından Berrin Demir ve başka gönüllüler. Acının da, öfkenin de sahibi onlar ve dayanışarak hem sağalmaya çalışıyor, hem de yüreklerini az da olsa serinletecek adalet arayışında birbirlerine destek çıkıyorlar. Şimdi bu dayanışmayı Soma’ya da taşıyacaklar. “Aynı acıyı paylaştığımız için onlara destek olmak istiyoruz. Neler yaşadık, neler gördük, onları da anlatmak istiyoruz. Onların yanında olmak için Soma’ya gidiyoruz” diyor Kıyak. Taksim’de bir cuma gecesi... Çılgın müzik seslerinin, bar önüne taşmış insan kitlesinin arasından ağır adımlarla ilerleyip minibüse biniyoruz. Sekiz saatlik yolculuk boyunca havadan sudan da konuşuluyor, Soma’dan, kendi yaşadıklarından da. Sabah çocuklar aranıp kontrol ediliyor. Arzu Cesur, kızını ilk kez teyzesiyle bıraktığından biraz kaygılı. “Eşim Kadir’i Davutpaşa’da kaybettim” diyor, “Kızım babasını kaybettiğinde 21 aylıktı, şimdi sekiz yaşında. Dava açılması için 31 hafta Taksim’de yürüyüş yaptık. Yedi senedir suçlular cezalandırılsın diye adalet mücadelesi veriyoruz. 14 Temmuz’da karar davamız var, bekliyoruz. Gerekirse AİHM’ye gideceğiz”. Soma’ya neden gitmek istiyorsunuz? A. Cesur: Şu an çok acılılar. Biz de o dönemde hiçbir şey düşünemiyorduk. Acımızla beraberdik. Bir Umut Derneği’nden Erbay Bey geldi başsağlığına. Bizi bilgilendirdi. Biz kendi halinde bir aileydik, mahkemeyle işimiz olmamıştı hiç. İnsanın başına her şey gelebiliyor ve hayat insana her şeyi öğretebiliyor. Şimdi hakkımı arıyorum. Diğer ailelerle dayanıştık, acılarımızı birleştirdik. Mücadelemizi de. Soma’dakilerin de bizi görmelerini istiyoruz. Birbirinize kenetlenirseniz acınız daha azalır, diyeceğiz. Sabahın ilk ışıklarıyla Soma’ya giriyoruz. Normalde 301 işçi Soma’da rakamın daha da fazla olduğu düşüncesi hâkim ölmese, girince iç acıtan değil, iç sıkan bir Anadolu kasabası olacaktı Soma ama yan yana dizilmiş mezarlar artık bunu imkânsız kılıyor. Mezarlıktayız. Yolda toplanan papatyalar dualarla koyuluyor boylu boyunca uzanan onlarca işçinin mezarına. Onlar, o mezarları sizin benim gibi gezmiyorlar. Bizim gözlerimize dolan yaşla onların kalbine inen sızı bir değil. Toprak altına iş cinayetleri yüzünden giren her can onlara kaybettikleri evlatları, babaları, kardeşleri, kocalarının acısını yeniden hatırlatıyor. Buna rağmen, o mezarlara, o mezarlarda bekleyen ailelere gitmeye devam ediyorlar. Çünkü o mezarlar olmasın, acılarını başkası yaşamasın istiyorlar. Ekibin en genci Damla Kıyak, 20 yaşında. “Abim Barış, Avrupa’nın en büyük alışveriş merkezi diyorlar ya hani, Marmarapark AVM arkasında durması gereken biziz. Burası gerçekten bir hukuk devleti olsaydı, bunlarla uğraşmak zorunda kalmasaydık çok iyi olurdu, ama öyle değil. Sohbet sürerken yol bizi Avdan köyündeki iki göz odalı, tek katlı bir eve çıkarıyor. 18 yaşındaki oğulları İsa’yı madende kaybeden Çalış ailesinin evindeyiz. Baba Şenol Çalış da bir madenci. İş kazası mağduru. “Ben bir ömür verdim madene” diyor, “Madenler kamudayken daha kontrollü çalışılıyordu. Özelleşince kazalar arttı. Elime kömür düşünce tüm kemiklerim kırıldı. 11 ay tedavi gördüm. Sonra işe döndüm, şalterci oldum. Madencilikte en rahat yerdir, düğme başındasın. Ama iki ay dayanabildim, hamallığa geçtim. Çünkü şalterin başında sıcaklık 40 derecenin üzerindeydi. Bu 2.53 ay sürdü. Her şey belliydi yani”. EŞİM BEBEĞİMİZİ ÖPEMEDİ Ergün Sidal, baba olmayı çok istiyordu. Oğlu doğmadan iki gün önce Soma’daki katliamda hayatını yitirdi. Şimdi eşi Tomurcuk, annesi Dudu Sidal evden eksilen nefesin acısını taşıyor. Taziye için bu sefer de onların kapısını çalıyoruz: “Başınız sağ olsun. İş cinayetlerinde yakınlarını kaybedenler olarak taziyeye geldik”. Dudu Sidal: Sağ olun... Mahsus öldürdüler biricik çocuğumu. Kaza değil, katliam katliam. Bordrosunu almak için çıkıyor çocuğum. Yeniden yeraltına sokuyorlar. Kasten öldürdüler, kasten. Ben çocuğuma doyamadım. O kadar okullarda okudu. Çocuğuma doyamadım... Akşam çıktım, bahçeye baktım, gelcek diye. Yok. A. Kıyak: Yol bakıyorsun, çok bakıyorsun, ben de çok yol gözledim. Kabullenemiyor Adalet Arayan İşçi Yakınları’nın gönüllü avukatı Berrin Demir için bu ziyaret daha da zor. Çünkü İsmail Yılmaz’ın annebabası Aziz ve Kadriye Yılmaz’ın evindeyiz. Fotoğraflar: AHMET AKPOLAT yanına kalmasın, onlar da cezasını çeksin. Kavgaysa kavga, ne gerekiyorsa yaparım... Sizin davalarınız bitti mi? A. Kıyak: Yok sürüyor. Bilirkişler çadırda yanan işçileri suçlu buldu! İtiraz ettik. 2 Ekim’de duruşma. İ. Çabuk: Bizimki de sürüyor. Ama uğraşa uğraşa belediye başkanını da sanık sandalyesine oturtmayı başardık. T. Sidal: Burada da kimseyi yargılamak istemiyorlar... İnsanlara iş imkânı vermediler. Madenden başka iş yok burada. Mecbur gittiler. Üç çocuk yapın diyorlar, insanlar bir çocuğu tok karınla uyutamıyor ki... Biz her şeye rağmen hayata tutunmaya çalışıyorduk. Açlığa rağmen. Ama şimdi tutunacak dalımız kalmadı. Kimsenin yanına bırakmam bunu. Çocuğum doğmadan babasız kaldı. Eşim çok bekliyordu çocuğumu, göremedi, onun ölümünden üç gün sonra doğdu. Madene onun için gidiyordu. D. Sidal: Beşik alacaktı. T. Sidal: Benim çocuğum yarın büyüyünce babamın katillerinden neden hesap sormadın demez ESRA mi? Ben bu davanın AÇIKGÖZ peşini bırakmam... Bir taziye evindeyiz. Kadriye ve Aziz Yılmaz, oğulları İsmet’in taziyesi için kurdukları sofrada az da olsa acılarını dindirecek bir teselli arıyor. İsmet, gönüllü avukat Berrin Demir’in kuzeni aynı zamanda. Onun için daha da zor bir ziyaret bu. “Ölüm Allah’ın emri, biz inanıyoruz ama bu ölüm başka. Ölünceye kadar unutulmaz bu acı” diyor baba Yılmaz. “Acımız sönmez” diye sözü devralıyor Kadriye Yılmaz, yorgun, acısı yüzünden okunuyor, “Kimi ailelere makarna, pirinç vermişler. Susmuşlar. Biz ne gerekiyorsa hepsini yapacağız Berrin, bizim güvendiğimiz bir sen varsın. Hakkımızı arayacağız.” BÖYLE KADER Mİ OLUR? “Sensörlerin kapatıldığı söyleniyor. O kadar ısınmış yani maden, elbette bir gün patlayacak. Her şey belli. Ne diyeyim ya, ne diyeyim?” Başsağlığı laflarının hemen ardına birikmiş öfkesini döküyor baba İsmail Çolak. 25 yaşındaki oğlu Uğur, Soma’da ölüme yollanan işçilerden biri. Üstelik Soma’daki 301 can yetmezmiş gibi hâlâ madenlerde ölümler olduğu haberleri daha da katmerliyor öfkelerini. İsmail Çolak: Geçen yine biri daha öldü. Son da olmayacak engel olunmazsa. Hâlâ hükümeti savunan aileler var. Kader, diyorlar. Böyle kader olur mu? Madem kader, Almanya’da neden madenci ölmüyor? Onların neden kaderi değil? Gülsüm Çolak: Ekmek parasına giderken torbada mı gelecekti bana kuzum? Benim içim yanıyor. Müfettişler ocağa girmeden otelde yiyor, içiyor, rüşvetlerini alıp gidiyorlardı. O zaman ben nasıl hükümeti suçlamayayım? Hükümetin görevi değil mi işçisini korumak? Yanıtı herkes tarafından bilinse de olması gerekenle olanın arasındaki büyük uçurum susturuyor hepimizi. Mezar ziyaretiyle başlayan Soma ziyaretimi yine mezarda bitiriyorum. Birbiri ardına dizili, artık hikâyelerini bildiğim, mezar taşı olmaktan annebaba gözündeki yaşa, bir eş gönlündeki özleme dönen mezarlara bakıyorum. Bir kadın yaklaşıyor yanıma, fotoğraf makineme takılı gözleri: “Benim kocam şimdi yeraltında, madende” diye başlıyor nem tutmuş gözleriyle, “İmbat’ta. Yaz, şimdi diyeceklerimi de yaz; kaç gündür çalışıyor, hiç güvenlikleri yok. Sürüne sürüne kazıyorlarmış. Dün madene çekidüzen verdirmişler, müfettişler gelecek diyerek. Sonra yine aynen devam edecek, güvenliksiz. Yaz, ne olur yaz. Eşim mecbur iniyor yeraltına. Önlemler alınsın. Onlar da ölmesinler.” l inşaatında çalışıyordu. 30’undaydı. Çalışma şartları çok kötüydü” diye anlatıyor. A. Kıyak: İşi bırakmıştı. Evde iki gün durduktan sonra, biraz daha çalışayım, Damla’nın okulu kapanınca memlekete gideriz, dedi. Gitti. Gittiği gün de bu olay oldu. D. Kıyak: Bir yandan yas tutuyorduk, bir yandan avukatlar arıyordu tazminat davasına bakalım, diye. Hepsi sadece tazminat davasından bahsediyor, şu kadarını alırız, diyorlardı. Annemle ilk davaya avukat bulamadan gittik. Bir Umut’un avukatları birkaç aileden vekâlet almıştı. İlk duruşmadaki savunmalarını görünce derneğe gidip gelmeye başladık. İş cinayetlerinde davaları aileler takip etmiyor. Aile ya parasını alıp çekiliyor ya da bir şey çıkmayacak diye düşünüyor, avukatı da öyle söylüyor. İlk mahkemeye gittiğimizde hâkim bile bunlar niye gelmiş ki, tavrındaydı. Ama bu davada asıl konuşması, davanın Oğlunuz ne kadardır madende çalışıyordu? Ş. Çalış: On ay olmuştu. Birlikte mi gidiyordunuz? Ş. Çalış: Yok, on gün beraber gittik. Sonra kendiliğinden ayrıldı benden. Dedi ki, babamla ikimiz aynı zamanda işe gittiğimizde evde erkek kalmıyor... Sessizlik çöküyor sohbete. Acı suskunluğa bulanınca taşınması daha da ağır oluyor. Baba Çalış yeniden alıyor lafı: “Takdiri ilahi, diyor bazıları. Ben bunu kabul etmiyorum. Cenabı Allah diyor ki, sen tedbirini al, sonra bana bırak. Tedbirini almadan nasıl takdiri ilahi dersin? Soma’da dolanıp davacı olursan çocuğun rahat yatamaz, diyenler var”. Ayşe Kıyak giriyor araya, “Olur mu öyle şey? Ben de oğlumu kaybettim, oğlumun yanında edebi suçlu olmamak için davasıyla uğraşıyorum, koşturuyorum”. insan bir türlü ama gelmiyor... Tomurcuk Sidal: Eşimi, hayat arkadaşımı kaybettim Soma’da. Bebeğimle kaldık... Onsuz... İdris Çabuk: Ben de eşimi iş cinayetinde kaybettim. Davutpaşa’daki maytap patlamasında öldüğünde 30 yaşındaydı. Oğlum üç yaşındaydı, şimdi dokuzunda. Acınız tazedir, biliriz. Ama peşini bırakmayın bu işin. İnsanlar parayı verelim vazgeçin diyebilirler. Biliyoruz, geride kalanın yaşaması zor. Ancak en önemlisi vicdanının rahat etmesi. Ceza davasını mutlaka takip edin. Sadece avukata vermekle olmaz. Mahkemeye gidin, söz alın, hakkınızı talep edin. T. Sidal: Benim eşim çok genç yaşta toprağın altına girdi, eşimi öldürenlerin yanına kalmasın. Bile bile öldürdüler eşimi. Ölün, yeter ki kömür çıksın, dediler. Para değil, dünyayı verseler peşini bırakmam. Bunu yapanların C M Y B