23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

27 TEMMUZ 2014 / SAYI 1479 5 Kemal Kahraman 22 yıl sonra ülkesinde... Benim sürgünüm kendime sürgün Metin, Kemal’ine sonunda kavuştu. Metin Kahraman, kurucularından olduğu Grup Yorum’dan ayrıldıktan sonra kardeşi Kemal Kahraman’la başladığı müzik yolculuğunda sadece albümlerde bir araya gelebildi. Çünkü Kemal Kahraman 1993’te Türkiye’den ayrılıp Almanya’ya iltica etmiş ve 22 yıldan beri Türkiye’ye dönmemişti. Türkiye konserlerinde Metin Kahraman bugüne kadar tek başına sahneye çıktı. Ancak Kemal’in ismini de kendi ismine ekleyerek. Kemal Kahraman geçen günlerde Türkiye’ye dönüş yaptı. HATİCE TUNCER D ersim’den Mezopotamya’ya kadar uzanan kültürlerin izlerini takip ederek yaptıkları müzikle geniş bir dinleyici kitlesi yakalayan MetinKemal Kahraman kardeşler, 22 yıl sonra Türkiye’de de birlikte sahne alabilecekler. Kemal Kahraman’ın Almanya’da yaşamasına karşın Metin Kahraman, Türkiye’de grubuyla yaptığı programlarına hep MetinKemal Kahraman adıyla çıkıyordu. Kemal Kahraman, 1993’te ayrıldığı İstanbul’a 9 Temmuz’u 10 Temmuz’a bağlayan gece döndü. Albümlerdeki yorumu ve etkileyici sesiyle tanıdığımız eşi Maviş Güleşer ile 10 yaşındaki kızı da yanındaydı. Aynı gün kardeşler, ağabeyler, ablalar, yengeler, yeğenlerle geniş bir aile topluğu, bu kavuşmayı kutlarken sevince ortak olduk. Kavuşmanın telaşlı heyecanına karşın ailesi bizi de misafir ederken Kemal Kahraman da sorularımızı yanıtladı. Türkiye’den 22 yıl önce nasıl ayrılmıştınız? Neden dönemediniz? Ankara’da ODTÜ’de felsefe okuduğum dönemde, Filistin’de İsrail askerlerinin bir çocuğun kolununu kırmaları üzerine korsan miting yapmıştık. Bütün öğrencileri topladılar. 1980 sonrasında Ankara’daki ilk öğrenci davasıydı. Benim de içlerinde olduğum 10 kişi örgüt üyeliğinden ceza aldı.1988’de tutuklandık, 91’e kadar yattık. Çok ciddi haksızlıklar vardı yargılama süreçlerinde. ODTÜ’nün Almanya’daki kardeş okulu Darmstadt Teknik Üniversitesi’nin derneği, bizim davayla yargılanma sürecinde çok ilgilenmişti. Çıktıktan sonra turist vizesiyle Almanya’ya gittim. Bir yıl kadar uğraşarak öğrenci vizesi hakkı kazandım ama Türkiye Konsolosluğu öğrenciliğimi reddetti. Benim de pasaport sürem bitince Almanya’da yasal statüm kalmadı. İşte o aşamada benim iltica etmekten başka çözümüm yoktu. Türkiye’ye gelmenize engel olan neydi? Aslında benim giderken de burada aranmam, mahkemem yoktu. Benim sürgünüm kendime sürgün. Kendimle, hayatla ilgili sorularımı dışarıdan etkilerin daha az olabileceği bir yerde, kendimle halletmek istiyordum. Kendi tercihimle buradan çıkmak istedim. Sorularınıza cevap bulabildiniz mi? Bulabildiklerimizi genelde albümlerimizde, yazılarımızla paylaşmaya çalıştık. Bizim dinleyicimizle paylaştığımız her bir cümlenin arkasında, söylenmemiş 50 cümle vardır. Mesela Şahmaran albümünün, yayınlanmamış 350400 sayfalık bir kitabı var. Alevilikle ilgili Zazaca, Kürtçe dualar beyitlerin olduğu Çeverê HazaruBinler Kapısı albümünün yanında en az 400 sayfalık yayınlanmamış bir dokümanter çalışma birikti. Yani her çalışma, kendisiyle beraber başka çalışmalar da çıkarttı. Müzik çalışmalarınıza nasıl devam ettiniz? Ben ODTÜ’den önce İstanbul Üniversitesi’nde bir yıl Türkoloji okudum. Metin ile sabahlara kadar şiirler okuyorduk, çalarak söyleyerek bu meseleri konuşuyorduk. Ben Ankara’ya gittikten sonra Metin’in Grup Yorum çalışmaları başladı. Benim Grup Yorum ile doğrudan ilişkim olmadı. Yorum birkaç şarkımı okumuştu. Cezaevinde müzikle ilişkim yoğunlaştı. Cezaevinde gitar öğrendim, metotlarım vardı, disiplinli çalıştım. Bağlama zaten aileden geliyor. Bizim hayatımızda müziğin önemli olduğu konusunda ikna olmuştuk. 19911993 yılları arasında Almanya’ya gidip geldim. O arada Metin ile “Deniz Koydum Adını” albümünü çalıştık. 22 yılda düşünceleriniz ve müziğinizde nasıl değişim oldu? Yola çıkarken “Bizim de şahit olduğumuz Zazaca var. Bu dilde biz şarkılar, türküler, duyduk, gördük, yaşadık. Öyleyse bu dil de yaşamayı hak eden bir dildir. Bu dilde de şarkılar söyleyebiliriz, söylemeliyiz” gibi sorumluluk duygumuz vardı. 10 yıl sonra ben bu cümlemi artık tersine çeviriyordum. “Şimdi kendini kurtarmak isteyen bu dile gelsin” diyordum. Bu dilin bizim onu kurtarmamıza ihtiyacı yok. Bu dilin öyle köklü bir hafızası var ki bütün hikâye tersine döndü benim gözümde. Biz bu dili kurtarmak için yola çıkmadık, bu dil, ihtiyaç duyduğu anda bizi kendine getirdi. Zazacanın çok köklü bir hafızası var. Bunda resmi dil olmamasının çok Tori Amos piyanosunun başına geri döndü T ori Amos piyano çalmaya henüz iki buçuk yaşında başlamış ve 13 yaşından beri sahnelerde. 90’ların en çok ses getiren ve şarkı sözleriyle tıpkı ismi gibi sarsan albümü “Little Earthquakes” ile kazandığı hayranlarını belli ki yeni albümünün o ilk hallerini fazlasıyla anımsatan tarzıyla ve piyanosuyla yeniden mutlu etmek üzere kolları sıvamış… 12 milyondan fazla albüm satan, solo kariyerinin başında kendine has alternatif rock lezzetini başrole piyanoyu koyarak veren Amos, son olarak geçen sene aramızdan ayrılan ünlü DJ prodüktör Peter Rauhofer’in yeniden düzenlediği “Flavor” parçası ile 2012’de, tıpkı 1996 yılında “Professional Widow” şarkısıyla olduğu gibi Amerika’da yine kulüp 1 numarası olmuştu. Sanatçı son albümü “Unrepentant Geraldines” ile birlikte 80 konserlik bir turneyle yollara düşerken, geçtiğimiz günlerde İstanbul’da da bir konser vermişti. Amos yeni albümünde tıpkı efsanevi şarkılarından “Cornflake Girl” ile kendi ülkesi Amerika’yı da fethettiği dönemlere de göndermeler yaptığı albümüyle bizde de piyasada... Tori Amos’la görsellikten ilham aldığını CENK söylediği yeni albümünü, cesur ERDEM şarkılarını ve müzik endüstrisinde öne çıkarılan kadın cinselliğini konuştuk. Uzun bir aradan sonra yepyeni albümünüz “Unrepentant Geraldines” ile en çok nelerden ilham aldınız? Albümde bana en çok ressamlar, tablolar ve görsel araçlar ilham verdi. Birçok resme bakıyordum. Ve birdenbire, hepsi bir araya gelince albüm zaman ve yaş almak üzerine oldu. Her yaşta insanla konuşuyordum ve sıkıntılarını dinliyordum. Ergenlerin üzerindeki eğitim baskıları, New York’ta tanıştığım 20’lerinde iş bulamayan genç bir kadın, 30’larında aileleri hakkında endişeleri olanlar ya da terfi alamayanlar. Tüm bu hikâyeleri dinliyordum. Bugüne kadar şarkı sözlerinizde kendinizi açık sözlülükle ifade edişinizle bir ikon haline geldiniz; ama şarkılarınızda böylesine kişisel itiraflarla hiç kendinizi emniyetsiz hissettiğiniz olmadı mı? Başka bir yol bilmiyorum ki. Bana çok doğal geliyor. Bazen direkt benle ilgili olmayan şarkılar da yazıyorum. Başka birinin hikâyesinden de ilham alabiliyorum, ama yine de yazabilmem için benzer bir deneyim yaşamış olmam da gerekiyor. İçinde kendimle de ilintilendirebileceğim bir kısım bulmam ya da dinlemem lazım. Bana dokunması lazım. Hissetmediğimi yazamam… Peki yeni albümde sözler açısından sizce en cesur şarkınız hangisi? Belki, “Wild Way”… Nefret oldukça güçlü bir duygu. Değer vermediğin birinden nefret edemezsin. Birçok kişinin hayatlarındaki diğer kişiler hakkındaki duygularını da sakladıklarını fark ettim. Tanımadıklarımıza karşı daha yumuşak başlı oluyoruz, onlara karşı daha naziğiz çünkü onlara karşı kendimizi açığa çıkarmak zorunda değiliz. Gerçek duygularımızı sakladıklarımız bize en yakın olanlar. Ayrıca “America” şarkısı diyebilirim, çünkü Kızılderili tarihi üzerine. Avrupa’nın sömürgeciliği ile acıklı bir şekilde yok ettiğimiz Kızılderili tarihi… Bir kadın şarkı yazarı olarak ayrıca ataerkil düzenle savaşan bir tavrınız olduğu da söylenebilir, peki müzik endüstrisinde kullanılan kadın cinselliği hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu soruyla karşılaştığım oluyor ama artık 50 yaşındayım ve oturduğum yerden kimseyi yargılayacak değilim. Aslında bu konuda söylemek istediğim şu ki 80’lerde ve 90’larda sahne performansları fazlasıyla kışkırtıcıydı. Bazı rock grupları hem çok az para verip hem de sahnede kafeslerde birer cinsel obje haline getirdikleri dansçılar çıkarıyorlardı. Asıl parayı da bu kadınlar üzerinden bu adamlar kazanıyorlardı. Hatta bazı rapçiler de bunu yapıyorlardı. Ve kendimize sormamız gereken asıl soru: “Erkeklerin kontrolünde üzerlerinden para kazandıkları kadınların birer objeye dönüşmesi bir sorun olmuyor da, kadınların Özgün sesi ve açık yürekli şarkı sözleriyle 90’lı yıllara damga vuran kadın şarkıcı ve söz yazarı Tori Amos, 14. stüdyo albümü “Unrepentant Geraldines” ile müzik piyayasına muhteşem bir dönüş yaptı. Yeni albümünde ressamlar, tablolar ve görsel araçlardan ilham aldığını söyleyen Amos, “Tüm bunlar bir araya gelince albüm zaman ve yaşlanmak üzerine oturdu” diyor. kendilerini birer objeye dönüştürüp para kazanmaları mı sorun oluyor?” Bence mesele iki tarafı da keskin bir kılıç… Eğer kendilerini bir obje gibi teşhir eden kadınların bununla ilgili bir sıkıntıları yoksa biz kim oluyoruz ki yargılıyoruz? Kendinizi ayrıca romantik olarak tanımladığınızı da biliyorum; ama yıllarca tüm deneyimlerinizden sonra aşk ve cinsellik algınızda neler değişti? 20’li yaşlarda hemen her şeyi deniyorsunuz ve bu çok doğal, çünkü öyle gelişiyor. Ama 50’inizde, farklı bir noktadasınız, bazı meseleleri çözmüş oluyorsunuz ve kim olduğunuzu ve nasıl rahat edebileceğinizi de biliyorsunuz. Müzik endüstrisinde 50 yaşında ya da daha da üstünde bazı kadınların cinselliklerinin fazla meydanda olmasından gayet rahat olduklarını da görüyorsunuzdur. Ben pek rahat olamıyorum, daha saklı kalmasını tercih ediyorum. Sanırım yıllar içinde beni hem bir birey hem de bir müzisyen ve sanatçı olarak en çok bir anne ve bir eş olmak etkiledi. Kariyeriniz boyunca konserlerle neredeyse tüm dünyayı gezmiş oldunuz, peki bir şarkı yazarı olarak size en çok hangi şehirler ilham verdi? Bilirsiniz, bazen ilham veren bir şehirdir ama orada tanıştığınız insanlarla birlikte. Ve duyduğunuz hikâyelerle… Oradaki etkileşimlerle. Ve planlamak da mümkün değil, çünkü bir ilham gelebilmesi için bir tür sihir de gerekiyor ve bu hemen her yerde olabiliyor. Sanırım seyahatlerimde Avrupa bu konuda öncelikli, çünkü konserlerde bir şehirden bir şehre geçerken ülke de değiştirebiliyorsun, dolayısıyla konuşulan diller de değişiyor, yemekler de, her türlü tatlar da…Ve farklı enerjilerle çevreleniyorsunuz… Son olarak albümünüzde “Promise” şarkısında 13 yaşındaki kızınız Natashya size eşlik ediyor ve sesi de benziyor, yoksa o da sizin gibi romantik mi? Romantik biri. Ama eğlenceli de. Mizah duygusu da İngilizler gibi dersem sanırım herkes ne demek istediğimi anlar… Bir Amerikalı olarak mizah anlayışı beni de güldürüyor. Sanırım baba kız komikler. İngiltere’de Londra’da Sylvia Young Sahne ve Gösteri Sanatları Okulu’na gidiyor. Daha 11 yaşındayken “Bakın çocuklar, ben olmadan da gayet iyi olacaksınız, hem bence atlatacaksınız” deyip beni ve babasını öylece bırakıp gitti. Ve bir de bizi kucakladı… l büyük katkıları var. Bir kültür dili olarak kalmış Zazaca asırlardır. Dolayısıyla çıkış noktasına en yakın hafızayı muhafaza etmiş. Müzik çalışmalarınız zamanla Alevi inancına ilişkin öğeler ağırlık kazandı. Kendi şarkılarımızı yorumladığımız albümlerimiz ile Dersim kültürüyle çalışmalarımız hep paralel gitti. Zaten planlanmış bir çalışmayı adım adım yürütmeye çalıştık. Yoksa “birden Aleviliği fark ettik” değil. 2002’de kendi şarkılarımızdan oluşan Meyman çıktığında biz “Dersim’de derlediklerimizden bir albüm yapalım, insanlar Zazaca Kürtçe dua, beyit, gulbant olduğunu görsün” diyorduk. Fakat öğrendiklerimiz bizi başka bir noktaya getirdi... “Amca burada şunu dedi, niye dedi? Haydi Mahmut Dede’ye gidelim”... Mahmut Dede derya deniz, Çevere Hazaru’nun en önemli kaynak kişilerindendir. Metin’in, Seyit Süleyman Şahin ile yaptığı kayıtları, ben en az 45 yıl, saatlerce dinledim. Alevilikle ilgili en çok etkilendiğimiz, birçok sorumuzun ortaya çıkmasına sebep olan görüşmedir. Neler fark ettiniz? Öyle bir ayrıntılar çıkıyor ki öğrendiklerinizle, bütün bildiklerinizi yıkmak zorunda kalıyorsunuz. Bizzat yaşadığınız, duyduğunuz halde Alevilikle ilgili ne kadar yüzeysel baktığınızı, bu akademik ortamın yüzeysel tespitlerine mahkum olduğunuzu, sırf bilim diye kabul edip geçtiğinizi fark ediyorsunuz. Öğrendiklerimizden geldiğim nokta şudur: Sözlü olarak aktarılmış Alevi geleneği üzerinden, Alevi literatürü üzerinden dinler tarihi yeniden yazılmak zorunda. Türkiye’de yürüyen akademik gelenekte de, uluslarası gelenekte referans gösterilen isimlere göre de Alevilik “eklektik, senkretik, heterodoks” bir kültürlenme yığınıdır. Bu tarifler o kadar baskın ki bugün Aleviliğin ne olduğunu anlamak istiyorsak ilk önce Aleviliğin ne olmadığını söylemek zorundayız. Alevilik, “eklektik, senkretik, heteredoks” bir kültürlenme yığını değildir. Aleviliğin tarihselliğini de bilmiyoruz, nasıl bir teolojisi olduğunu da bilmiyoruz. Bütün bu araştırmalarınızı, bu kültürün doğduğu topraklardan, Dersim’den uzaklarda yaptınız... Kendine ve o kültürünü taşıdığın bölgeye ilişkin soruları ancak kaçarak cevaplayabiliyorsun. Kendine, burada olup bitenlere dışardan bakabilme arzusu. Dersim’e, Dersim’den uzaklaştığım bu 22 yıl içerisinde yaklaştım. Geniş bir aileniz var, sizi havaalanında karşılamışlar. Çok sevindim. 22 yıla kendi çalışmalarımız ve kendi kişisel gelişmemiz açısından baktığımızda ben gerçekten bir tatmin duygusuyla buradayım. Yaptığım işten memnunum, kendimce 22 yılda geldiğim noktadan memnunum ama insanın ailesiyle yaşadıkları ve yaşayamadıkları, kaçırdıkları onlar da hiç konuşamayacağımız kadar acı. Türkiye’deki dinleyicileriniz Metin Kahraman ve Kemal Kahraman’ı birlikte ne zaman bir konserde izleyebilecekler? Bu ayın sonunda Dersim Festivali başlıyor. Güzel bir tesadüf oldu, orada konser vereceğiz. İstanbul’da yaz sonu gibi bir konser düşünüyoruz. l MetinKemal Kahraman’ın albümleri Deniz Koydum Adını (1993), Renklerde Yaşamak (1994), Yaşlılar Dersim Türküleri Söylüyor (1997), Ferfecir (1999), Sürela (2000), Meyman (2002), Çeverê HazaruBinler Kapısı (2006), Saé Moru (2011), Oğul (Film Müziği2013) l C M Y B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear