Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
2 20 NİSAN 2014 / SAYI 1465 DÜNDEN BUGÜNE NEFRET SUÇU Türkiye’de yıllarca süregelen, kitlesel katliamların, faili meçhullerin, hedef gösterilerek işlenen cinayetlerin altında yatan tek bir neden var: Nefret! Esra Açıkgöz ve Hakan Alp’in Türkiye’de kitlesel nefretin yol açtığı sonuçlara yönelik hazırladığı belgesel bugüne kadar nefret suçları hakkında derlenmiş en kapsamlı çalışma. 1 “Biz” de sizden miyiz? İlginç bir şekilde, örneğin Selendi’de şiddete maruz kalan Roman Cemal Koca (3) kendini savunurken “Biz de Müslümanız, Türküz” ifadelerini kullanıyor. Bu sizce ait olma isteği mi yoksa bir savunma refleksinin mi göstergesi? H. Alp: Aslında ikisi de. Ötekileştirilerek dışlanmış ve her an şiddetin hedefinde olanlara yaşamlarını sürdürebilmek için iki seçenek kalıyor. Ya pasifleşip, silikleşecek ve görünmez olacaklar ya da “biz”in görüntüsüne bürünerek kendilerini çoğunluğa kabul ettirmeye çalışacaklar. Aslında Romanların bu “çaba”sını yansıtan bir söylemi, Türkiye Kurtuluş Kiliseleri Önderi İhsan Özbek’le yaptığımız sohbette de dinledik. İlk açıldığında isimlerinde “bağımsız” ve “Türk” sözcüklerinin yer aldığını, bağımsızlık vurgusuyla “dış mihraklarla” bağlantımız yok, “Türk” vurgusuyla da biz de sizdeniz, mesajını verdiklerini anlattı; O “muktedir”lerin, “biz”in içinde yerleri olmadığını zamanla kabullendiklerini de. İhsan Özbek’in söylediklerinden nefrete ait referansların ilkokul çağındaki çocuklarda bile bulunduğunu görüyoruz. E. Açıkgöz: Bu dinlediklerimiz içerisinde bizi de korkutan anılardan biriydi. 10 yaşındaki çocukların kendilerinden “farklı” olduğu için sınıf arkadaşına şiddet uygulaması aslında devletin ideolojik aygıtlarıyla beynimizi küçük yaşlarda nasıl “terbiye” ettiğinin en açık örneği. Kuşkusuz bu “terbiye” ailede başlayıp, okulla, medyayla devam ediyor. Üstelik farklı olana yönelik tek cezalandırma şiddet de değil. Dışlama bazen bundan daha da ağır olabiliyor. Yine İhsan Özbek’in küçük kızının yaşadıklarından devam edersek, o sınıf arkadaşlarının evlerine gelmediğinde ya da onların evlerine davet edilmediğinde, yediği dayaktan daha büyük bir üzüntü yaşamış. İşte nefret suçları tam bu yüzden insanlar üzerinde çok derin izler bırakıyor. l N efret; bireysel bir duygu olabileceği gibi, belli referansları arkasına alarak belli bir etnik, siyasi ya da toplumsal kimliği de hedef alabilen bir kavram. Ve bu kolektif nefret suça dönüştüğünde ortaya kuşaktan kuşağa aktarılan, toplumun içinde kolay kapanamayacak yaralar açan bir cadı avı çıkıyor. Dergimiz muhabiri Esra Açıkgöz akademisyen Hakan Alp’le birlikte, Türkiye’de kuşaktan kuşağa süregelen nefret suçlarını belgesel haline getirdi ve suçun kurbanlarıyla konuştu. Nefret suçu DENİZ kavramını ÜLKÜTEKİN detaylandırarak söze başlayalım mı? Hakan Alp: Bir fiilin nefret suçu olarak tanımlanabilmesi iki unsurun varlığına bağlı: Gerçekleştirilen fiilin bir suç teşkil etmesi ve bu suçun işlenmesindeki temel nedenin “önyargı” olması. Avrupa Güvenlik İşbirliği Teşkilatı’nın “nefret suçlarını” aynı zamanda “önyargı suçları” olarak da tanımlaması boşa değil. Fail bu suçlarda, mağdurun kendisinden çok ait olduğu kimlikle ilgileniyor. Esra Açıkgöz: Dolayısıyla nefret suçları, suçlar arasında özel bir konuma sahip. Mağdur üzerinde sıradan suçlardan daha büyük bir etki yaratıyor. Zira fail nefret suçunu gerçekleştirirken mağdur ve mağdurun ait olduğu topluma bir mesaj yolluyor: “Senin 4 2 3 5 6 Kolaj: MÜGE KAYGUSUZ burada bizimle yaşama hakkın yok”, “Sen, ‘bizim’ koşullarımıza adapte olursan yaşarsın”. Ya da bizim en çok duyduğumuz şekliyle “Ya sev ya terk et”... Türkiye’de nefret suçu oluşturacak toplumsal referanslar hemen hemen aynı kalıplar üzerine oturuyor. Örf, âdet ve kutsallar üzerinden ortaya çıkan kolektif bir nefretten bahsedebiliriz sanırım. E. Açıkgöz: Ne yazık ki Türkiye’de “biz” kavramı hep ötekiler üzerinden kuruluyor. “Biz” sayılan erkler belli; “Türklük”, “Müslümanlık”, “Sünnilik”, “erkeklik”. “Normal” ve “anormal” iktidar tarafından belirleniyor. Doğduğumuz andan itibaren bizi kuşatan bu referanslar devlet tarafından sistemi devam ettirmek adına en büyük savunma/saldırı aracı olarak kullanılıyor. H. Alp: Kürtlere yönelik linç girişimleri bunun örneklerinden sadece biri. Belgeselde konuştuğumuz Kürt işçi Fevzi Çelik örneği bu öğretinin nasıl da ezbere hayata geçirildiğini gösteriyor. Fevzi abi bir inşaat işçisi. 2011’de Silvan’da çıkan çatışmada 13 askerin yaşamını yitirdiği gün sırf Kürt olduğu için linç girişimine maruz kalıyor. Oysa Silvan’da ölen askerlerden biri Fevzi abinin kuzeni! Bir Kürt’ü Silvan’da “şehit” olarak kabullenip “kutsayan” toplum, Aydın’da diğer bir Kürt’ü kolayca “düşman”, “terörist” ilan ediyor. E. Açıkgöz: Bu düşmanlaştırmayı Dilşat Aktaş (2) örneğinde de gördük. Bu sefer referans “erkeklikti”. Metin Lokumcu Hopa’da öldürüldükten sonra gerçekleşen eylemlerde polis panzerine çıktığı için Dilşat, Başbakan tarafından “kız mıdır, kadın mıdır bilemem” sözleriyle hakarete uğradı, cinsiyetçi bir söylemin hedefi oldu. Panzerden indiğinde 46 polisin saldırısına uğradı, kalçası kırıldı. Onun için en korkutucusu da devlet erkini arkasına almış polisin “sen dur, sana daha neler yapacağız” şeklindeki taciz ve tecavüz tehditleriydi. Aileyi kutsayan, erkek egemenliğini merkeze koyan, kadını eve hapsederek, 3 çocuk annesi olmak dışında yaşam şansı tanımayan sistem için sokakta olan, hakkını arayan, bunu da bağıra bağıra yapan bir kadın tabii ki “öteki” olmaktan da kurtulamıyor. Ermeni Sevag Balıkçı’nın (5) ailesinden Milletvekili Şafak Pavey’e (4), oğulu öldürülen Songül Alıcı’ya (1) kadar belgeselinize konuk olan ve nefret suçuna maruz kalanların ortak özelliği adalet tarafından neredeyse görmezden gelinmeleri ve bir anlamda “hak ettiniz” imasına maruz kalmaları. H. Alp: Ne yazık ki Türkiye’de şimdiye kadar Ceza Kanunlarında nefret suçuna yönelik bir düzenleme yoktu. Geçen ay çıkarılan torba yasada, bir düzenleme yapıldı. Ancak bu düzenlemede de etnik kimlik ve cinsel yönelim ibareleri yer almıyor. Yani Kürt, Ermeni gibi milliyetlerin ya da LGBTİ bireylerin şimdiye kadar uğradığı ayrımcılık görmezden geliniyor. Oysa Türkiye’de en çok nefret suçuna maruz kalanlar onlar. Transgender Europe’un 2013’teki raporuna göre Türkiye en çok trans cinayetinin yaşandığı Avrupa ülkesi. 20082013 arasında Türkiye’de 34 trans birey nefret cinayetine kurban gitti, tabii bunlar raporlanabilenler! E. Açıkgöz: Yani yasa yetersiz. 60’dan fazla sivil toplum kuruluşunun yer aldığı “Nefret Suçları Yasa Kampanyası Platformu”nun hazırladığı yasa taslağı dikkate alınmadı. Üstelik düzenleme yeni olduğu için nasıl bir yargılama biçimiyle karşılaşacağımızı, hâkim ve savcıların yaklaşımını bilemiyoruz. Ekleyeceğiniz… Belgesel 25 Nisan’da Tasarım Atölyesi Kadıköy, 26 Nisan’da Taksim’deki Aynalıgeçit’te, 7 Mayıs’ta Şişli Kent Kültür Merkezi’nde, 18 Mayıs’ta Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde gösterilecek. Ayrıca Ege ve Ankara Üniversitesi’nde gösterimler olacak. l “Bizim çocuklar” korunuyor Kitlesel nefret suçlarına baktığımızda üç aşağı beş yukarı Hizbullah, Alperen Ocağı gibi benzer grupların parmak izlerine rastlıyoruz. Bu kışkırtma potansiyeli yüksek grupların devlet mekanizması tarafından korunduğunu söyleyebilir misiniz? E. Açıkgöz: Tam da tutukluluk süresini beş yıla indiren yeni yasayla, cezaevinden ilk çıkarılanın Erhan Tuncel olduğu, Malatya’daki Zirve Yayınları katliamında insanların boğazını kesenlerin serbest bırakıldığı düşünülerse bu soru gerçekten manidar. Türkiye’de iktidar sürekli kendine “düşman” üreterek güçleniyor. O “düşman”ın karşısına da “bizim çocuklar” konuyor ve kollanıyor. H. Alp: Türkiye’de hemen hemen tüm linç girişimlerinde, saldırganların değil, lince maruz kalanların gözaltına alındığını, haklarında davalar açıldığını ve nihayetinde suçlu bulunduklarını görüyoruz. Örneğin Behiç Aşçı (6), Türkiye’nin muhtelif yerlerinde, TAYAD üyelerine yönelik gerçekleşen linç girişimlerinde, haklarında dava açılanın hep kendileri olduğunu anlattı. Ya da Selendi’de linç girişimine uğrayan Romanları, “güvenliğinizi koruyamayız” diye sürgün eden aynı devlet anlayışıydı. Yine Maraş’ta onlarca Alevi öldürülürken, resmi komando kıyafetleriyle, olaylara müdahale etmeden günlerce katliamı izleyen de devletin aynı yüzüydü. l Hakan Alp, Esra Açıkgöz S SELÇUK EREZ Hartum’da yaşam ıcak mı sıcak bir Hartum gecesi. El Nugami Caddesi’nin Albara sokağıyla kesiştiği yerde dört katlı bir apartmanın çatı katı. Elli üç derece sıcaktan adamakıllı bunalmış baba ile küçük oğlu Temel Beşir düz çatıdaki güneşliğin altındaki salıncakta sallanıyorlar. Baba da oğlu da Arapların dişdaşaha dedikleri beyaz keten entariler giymiş yelpazeleniyorlar. Baba, büyükbabam en çok seni severdi değil mi ? Hıı? Jabba! Jabba yani büyükbabama çok benzermişsin ya... Ama o en çok halanı severdi. Büyükbabam çok büyük bir adamdı değil mi? Çook, çok büyük bir adamdı. Ne kadar büyüktü? Hıı? Kaddafi kadar, Hüsnü Mubarek kadar, El Morsi kadar büyük müydü? Hepsinden daha büyüktü: Konuşunca onu en az bir milyon kişi alkışlardı. Ona “Dünya lideri” derlerdi. Padişahların Padişahı Kanuni Sultan Süleyman’ın filmini bile yerden yere vurmuştu! Bütün bunlara rağmen alçakgönüllüydü: Birisi “Ona dokunmak ibadettir!” dediğinde “Böyle bir şey olmasın, herkes bana dokunmak istemesin!” diye dokunulmazlıkların kaldırılmaması için sonuna kadar direnmişti.. Öyleyse biz neden buralara geldik? Omar Al Başir davet etti. Büyük baban onu çok severdi. Biliyorsun sana onun adını vermemizi istemişti... Cumhurbaşkanı Başir üzülmesin diye “Gelmem!” diyemedi. Peki, Sefine ve Define neden gelmediler? Sefine’yle Define Temel’in kuzenleriydi. Sefine, Arapça “gemi” demekti; define de malum. Adam, oğlunun “Öyleyse neden şimdi biz memlekete dönmüyoruz?” demesinden korkarken Allahtan Temel’in annesi, babasının üçüncü karısı Ümmü Letafet geldi de laf karıştı: Mede tefalu? (“Ne yapıyorsunuz”un Arapçası) Nahlul ulkul el mahil! (“Hurma yiyoruz”un Arapçası) Teberruat rijel! Temel’in babası anlamadı: Hıı? Temel Başir anladı; Gülen’in Hartum’daki okuluna gittiğinden Türkçeyi de Arapçayı da iyi biliyordu: Teberru amca gelmiş! Hıı? Yani bağış amca! O da Hartum’a gelmişti. Eskisi gibi zayıf değildi, çikolata yiye yiye bir hayli şişmanlamıştı. Ne mi yapıyordu? Nil Nehrinde balık tutuyor, bazen de turist gezdiriyor, fırsat buldukça da Temeller’e gidip babasıyla eski günleri yad ediyordu. l www.selcukerez.com İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına Orhan Erinç Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Yayın Yönetmeni: Miyase İlknur Görsel Yönetmen: Aynur Çolak Sorumlu Müdür: Aykut Küçükkaya Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ İdare Merkezi:?Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişli / İstanbul (0212) 343 72 74 (20 hat) Reklam Genel Müdürü: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Körükçü Reklam Koordinatörü: Hakan Çankaya Reklam Müdürü: Beste Paydaş Ertan Rezervasyon Yönetmeni: Onur Tunalı (0212) 251 98 74/75 (0212) 343 72 74 (554555) Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt / İstanbul Cumhuriyet gazetesinin parasız pazar ekidir / Yerel süreli yayın cumdergi@cumhuriyet.com.tr C M Y B