Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
4 30 MART 2014 / SAYI 1462 Barınma anayasal haktır, Van’ı unutma! ESRA AÇIKGÖZ Van depreminin üzerinden üç yıl geçti ancak 46 aile hâlâ konteynır kentte hayat mücadelesi veriyor. Pis sularla, gidip gelen elektrikle, yetersiz sağlık ve eğitim hizmetiyle hayatta kalmaya çalışıyorlar. Sanat Meclisi’nin hazırladığı “Van Üşüyor” şarkısının klibi buna dikkat çekiyor. Biz de Van Anadolu Konteynır Kent sözcüsü Ali Ahi’yle konuştuk. Onu dinleyip seslerine ses katalım diye... B iliyorum gündem yoğun. İktidar baskılarını artırdıkça artırıyor. Hazirandan beri sokaklardan çekilmiyor ayaklarımız. Yasaklar çoğaldıkça, sesler yükseliyor ve bugün de gözler sandıktan çıkacak sonuçlara kitlenecek. Ama bu yoğun gündem arasında, sizden gözlerinizi ve vicdanınızı iki dakikalığına bu yazıya çevirmenizi isteyeceğim. Sizi Van’a davet edeceğim; 2011’de Van depreminde evini kaybeden ve üç yıl geçmesine rağmen hâlâ barınma sorunları çözülmemiş, konteynır kentlerde, kirli sularla, eğitimden, sağlıktan yararlanamadan yaşayan, seslerini duyurmak için açlık grevine girdikleri halde, sorunlarını çözecek bir muhatap bulamayan Vanlı depremzeleri hatırlayalım ve hatırlatalım diye. Aslında bu davet benden değil, Sanat Meclisi’nden geliyor. Belki bu yoğun koşturmaca arasında, Sanat Meclisi’nin Van depreminde evini kaybedenlerin barınma sorununa dikkat çekmek için hazırladığı “Van Üşüyor” adlı şarkının klibi sizin de gözünüze takılmıştır. Takılmadıysa ben anlatayım. Müjde Ar’dan Zuhal Olcay’a, Grup Yorum’dan Bülent Emrah Parlak’a, Arzum Onan’dan Fırat Tanış’a, Erkan Oğur’a, İsmail Hakkı Demircioğlu’na, Barış Güney’e, Ogün Sanlısoy’a 40 sanatçı Van için sesleniyor bize klipte, Vanlı depremzedelerin konteynır kentlerde verdiği yaşam mücadelesinin görüntüleri eşliğinde: “Susarak ölür yüreğin. Susmalara, şaşıyorum. Ekmeğim yok, suyum kesik. Sen düşün, ben üşüyorum. Sen düşün ben üşüyorum. Sen düşün, ben üşüyorum...” Klip youtube’da dönerken, Van Anadolu Konteynır Kent sözcüsü Ali Ahi de Sanat Meclisi’nin misafiri olarak İstanbul’daydı geçen hafta; soğuğun, işsizliğin, konteynır kentte yaşamanın ne demek olduğunu anlattı bize. Şarkının sözlerini, onun yaşam hikâyesi tamamlıyordu adeta: Ali Ahi: Van Anadolu Konteynır Kent sözcüsüyüm, aynı zamanda konteynır kentte oturmaktayım. İki erkek, bir kız çocuğum, eşim ve ben yani beş kişi 21 metrekarelik alanda yaşamımızı sürdürüyoruz. 34 yaşındayım, 10 aydır işsizim ve kendimi tamamen bu davaya adadım... 23 Ekim ve 9 Kasım 2011’de meydana gelen iki büyük depremde de Van’daydım. Şu kadarını söyleyeyim, deprem olduğunda 1999 Marmara depremi aklıma geldi. Oradaki insanların ne hissettiğini iyi anladım. Bunu ancak yaşayan bilir. Allah kimseye yaşatmasın. Psikolojim hat safhada bozulmuştu ve en önemlisi çocuklarım çok kötü durumdaydı. Halen bu sorunu yaşıyorlar. Deprem hayatımızı altüst etti. Zaten 1989’da zorunlu göçle Van’a taşınmıştık. Ekonomik anlamda çok zor durumdaydık ve ilkokulu bitirdikten sonra çalışmam gerektiği için okuyamadım. Ortaokulu açık öğretimde okudum ve şimdi de liseyi açık öğretimde okuyorum. Okuyamamak beni çok etkilemişti ve şimdi de depremin yaralarının halen sarılmaması bunalttı, diyebiliriz. Eşim yaralandı, evimi kaybettim, eşyalarımızı kaybettik, psikolojimiz bozuldu. Haftalarca çadır alamadık. 2.5 yıldır konteynır kentte yaşıyoruz. Fırat Tanış Erkan Oğur Arzum Onan Ogün Sanlısoy Ali Ahi: Konteynır kentte yaşam zor. Psikolojik açıdan insanlar bitmiş durumda. Sağlık sorunları oldukça kötü. Eğitim sağlıklı sürdürülemiyor. Bir de elektriklerimizi kesmişlerdi. Bu yüzden 27 Ağustos 2013’te açlık grevine başladık. Sesimizi duyurmak adına yapmıştık ancak marjinallikle suçlandık. Psikolojik baskılar vardı. İtibarsızlaştırma, yalnızlaştırma, parçalama, sınıflandırma ve müthiş bir kara propaganda çalışması vardı. Yılmadık. 120 günlük elektrik kesintisinden sonra 16 Aralık’ta elektriklerimiz verilmişti, ancak geçici süreliğine. Oluşan kamuoyu Zuhal Olcay baskısı ve gündem nedeniyle şu an dokunulmuyor. Sular akıyor, ancak çok sağlıksız, kontrol edilmiyor. Bizi bu konteynırlardan da atmak istiyor, gidecek yerimiz olsa zaten bu şartlarda yaşamayız ki? “Kıran gibi girdi Van’a. Sıfırın altı bedava. Artık ölüm var sırada. Sus diyor, ben ölüyorum. Sus diyor, ben ölüyorum. Sus diyor, ben ölüyorum”... Ali Ahi: Taleplerimiz net; Kalıcı konut sorununun, işsizliğin çözülmesini istiyoruz öncelikle. Eğitim koşulları, sağlık sorunları düzeltilmeli. Acilen psikolojik destek verilmeli. Bizler devletten yardım değil, anayasal hakkımız olan barınmayı talep ediyoruz. Barınma anayasal haktır, diyoruz... Aslında Türkiye’nin bir gerçeği barınma ve işsizlik sorunu. Bize göre tüm Türkiye’deki yurttaşların temel hakları olan barınma ve çalışma hakkını güçlü bir dille talep etmesi gerekiyor. Bu anlamda da burada konteynır kentte yaşamını sürdüren aileleri desteklemeleri gerekiyor güçlü bir sesle. Herkesi duyarlı olmaya davet ediyoruz..... Ya da şarkıda dendiği gibi: “Donuyor kanım, görmedi öte yanım. Bakışında bulayım sıcaklığını senin. Donuyor kanım, görmedi öte yanım. Bakışında bulayım, sıcaklığını senin”. Öyleyse, seslerine ses, nefeslerine nefes olmaya ne dersiniz? Gelin, onları üşütmeyelim... l “Ev dediğin saç baraka. Kış ortası, soğuk şakak. Kavuşmuyor iki yakam. Sen düşün, ben üşüyorum. Sen düşün, ben üşüyorum. Sen düşün, ben üşüyorum...” Ali Ahi: Direnişin olduğu konteynır kentte toplam 46 aile kalıyor. Ekonomik sıkıntı çeken aileleriz biz. İşsizlik en büyük sorunlarımızdan. Deprem öncesi mağdurken deprem sonrası bir kat daha arttı mağdurluğumuz. Depremden önce, bütçemize uygun olarak 50100 liraya kalacak yer bulabiliyorken, depremden sonra kira fiyatları çok arttı, şu anda 400 TL ve üzerinde. Van’da kiralık ev bulmak zor artık, çok çocuklu ailelere kimse ev vermiyor. Dünyanın birçok yerinden toplanan yardım paralarıyla yapılan konutların mağdur ailelere hibe edilmeyip 75 ile 100 bin TL arasında satılması ayrı bir muamma. Oysa barınma anayasal haktır ve herkese bu hakkın verilmesi gerekiyor. Sosyal devletin de gereğidir bu. “Devlet baba buldu deva. Defterimi dürdü gene. Gördü bunu bana reva. Sus diyor, ben üşüyorum. Sus diyor, ben üşüyorum. Sus diyor, ben üşüyorum...” Ali Ahi ATAOL BEHRAMOĞLU Tutsak arkadaşlara selam Bu yazı yerel seçimler için oy vermeye gitmekte olduğumuz 30 Mart Pazar günü yayınlanmış olacak. “Tutsak Arkadaşlara Selam” diye başladım, “gitmek” sözcüğüyle devam edeceğim… Günlük yaşam içinde sayısız kez kullanmaya alışık olduğumuz, belki en çok kullandığımız sözcük… Eve gitmek, ekmek almaya gitmek, işe gitmek, okula gitmek, sinemaya gitmek, parka gitmek, arkadaş ziyaretine gitmek vb… Cezaevleri bu gitmeklerin en aza inmiş olduğu, birçok gitmenin yasaklandığı yerlerdir. Bu konuda az çok deneyim sahibi olarak, bir tek gün bile değil tek bir saat bile özgürlükten yoksun olmanın ne demek olduğunu bilirim. Az çok diyorum, çünkü ülkemizde bugün yaşanmakta olanlar darbe dönemlerinde yaşananlardan farksız olmakla kalmayıp bazı bakımlardan onları da geride bırakıyor. Tutukluluk süresinin on yıldan beş yıla indirilmiş olması demokrasi yönünde bir adım sayılıyor… Beş yıl süren bir tutukluluk… Tüyler ürpertici ve ne yazık ki neredeyse olağan karşılıyoruz… *** Ergenekon yalanı, sahteciliği, alçaklığı şimdilik çökmüş görünüyor. Özgürlüklerine kavuşan arkadaşlarla karşılaşıp kucaklaşmanın tadı bir başka oluyor. O rezil mahkeme salonunda, birkaç hukukçu müsveddesi karşısında savunmalarını yaparken görmeye alıştığımız dostlarımızı karşımızda dipdiri, sımsıcak görüp kucaklamak benzersiz bir mutluluk… İlk sevinci Soner Yalçın’la yaşadık… Onu epeyce arayla da olsa Balbay izledi… Geçen hafta Bursa Kitap Fuarı’nda, önünde biriken okur topluluğunu güçlükle aralayarak yanına ulaşabildiğim Tuncay Özkan yine kıpır kıpır, yine enerji doluydu… Sımsıkı kucaklaştık... İçerde nasıl onurla, inançla, çalışarak, üreterek yattılarsa, dışarıda da, öncekinden bile daha pırıl pırıl yaşamın içindeler… Doğu Perinçek, Yalçın Küçük, Fatih Hilmioğlu, Kemal Alemdaroğlu, Turhan Özlü gibi dostlarımla tahliyeleri sonrasında henüz karşılaşıp kucaklaşmadık… Onlara, özgürlüklerine kavuşan bütün yurtseverlere geçmiş olsun diyorum… Fakat geçti mi gerçekten? Uydurmasyon yargı kurulu dağıtılmış olsa da uydurma davalar sürüyor. Yıllarca tutuklu kaldıktan sonra mahkumiyet kararları Yargıtay’da el çabukluğuyla onanan yurtsever subaylar hapisteler. Ergenekon, Balyoz, vb sahte davalar bütün sonuçlarıyla sona ermeden, ülkemizin üzerindeki karanlık tümüyle dağılmadan hiçbir şey geçmiş olmayacak… *** Bu yazıda son günlerde aldığım iki cezaevi mektubundan söz etmek istiyorum. İlki yine Silivri’den, Tümgeneral Sayın Yalçın Ergül’den. Emekli demiyorum, çünkü bence bazı sanlara, rütbelere emeklilik sözü yakışmıyor. Askerlik mesleğinde hakkıyla ulaşılmış rütbeler de bence bunlardandır. Mektubunda, “General” adlı romanını cezaevinden çıktıklarında bana elden sunmak istediğini yazan Sayın Ergül’e benim için söylediği güzel sözler için teşekkür ederim. Kitabı ise ilk karşılaşmamızda üzerinde konuşmak için hemen edinecek ve kuşkum yok ki bir solukta okuyacağım… İkinci mektup “Bakırköy Kadın Hapishanesi C Koğuşu”ndan… “Kadın” ve “Hapishane”… Yan yana olmaları ne kadar yadırgatıcı iki sözcük… Biri inceliklerin, güzelliklerin, emeğin, doğurganlığın, varoluşun; öteki karanlığın, kötülüğün, tutsaklığın simgesi… Bir çiçekle de süslenmiş mektupçukta “Bakırköy Hapishanesi Özgür Tutsakları” adına Nurhan Yılmaz, 13 Nisan Pazar günü (tam da benim doğum günüm!) Bakırköy’de verilecek Grup Yorum konserine onlar adına da katılmamı istiyor... Konseri izlemeye gidecek ve yine istedikleri gibi onlar adına halay da çekeceğim… Evet, yerel seçimler için oy vermeye gidiliyor bugün… 30 Mart tarihinin özgürlükler yönünde bir dönüm noktası olması, ülkemizin üzerine çeken bu lanet karanlığın dağılması dileği ile, içerde de özgür olma iradesini, inancını, direncini diri tutmayı başaran bütün tutsak arkadaşlara selam olsun… l ataolb@yahoo.com İÇERDE TEK BİR “DÜŞÜNCE SUÇLUSU” KALMAMACASINA CEZAEVLERİ BOŞALMALIDIR. C M Y B