Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
4 2 MART 2014 / SAYI 1458 ‘Sarı’daki karşıt kavramlar... Sarı, güneşin rengi; her Tanrı’nın gücünü sembolize eden bir renk. Hardar Art Team’in yeni projesinde bu renge yönelmesi bundan. “Sarı Virüs” karşıt kavramları barındırıyor. ESRA AÇIKGÖZ H ardan Art Team’in yeni sanat projesi “Sarı Virüs” / “Yellow Virus”, 13 24 Mart arasında Beyoğlu Belediyesi Cihangir Sanat Galerisi’nde sanatseverlerle buluşacak. Dimitris Vogdanis Danis, Harris Louvros&Özlem Haliloğlu tarafından kurulan Hardan Art Team’in yeni sanat projesi “Sarı Virüs”, Promart’ın desteğiyle ve toplam 48 sanatçının katılımıyla gerçekleştiriliyor. Serginin çıkış noktasını, farklı kültürlerde sarı renge yüklenen anlamlar, semboller oluşturuyor. Tanrısallık atfından günümüzdeki olay mahalline çekilen bant ya da trafik ikaz ışığı uzanan bir serüveni anlatıyor sergi. Sarı Virüs içinde karşıt kavramları barındırıyor. İyi ve kötü, güzel ve çirkin, gerçek ya da ütopya, yararlı ya da zararlı… Sergide tüm sanatçılar sarı rengin Eski zamanlarda neredeyse bütün kültürlerin sarı rengini, sıcak bir renk olduğu için çok sevdiğini fark etim. Sarı güneşin rengi, her Tanrı’nın gücünü sembolize eden bir renk… Antik Mısır’dan Antik Yunan’a, Bizans döneminden Çin kültürüne, hatta Osmanlı’ya kadar pek çok kültürde ilk kullanılan renk olmuş. Şimdiyse siz onu virüsle birleştirdiniz? Size bunun nedenini anlatacak bir örnek vereceğim. Tarihsel olarak biraz geriye gider ve toplama kamplarını düşünürsek, sarı yıldızlar Yahudilerin damgası haline gelmişti. Yani sarı ve virüs kelimelerinin herhangi birinin zihninde bir araya gelmesi çok az zaman alır. Benim için virüs ışığı, gücü ve özgürlüğü söndürecek her şey anlamına geliyor. Aklın ermediği şeyi kadın çözer Aylin Aslım kısacık bir dizi tecrübesiyle adım attığı Reha Erdem filmi “Şarkı Söyleyen Kadınlar”da Hale karakterini canlandırdı. Üstelik çekimler sırasında ayağı bile kırıldı, ama hem sette hem de adada olmak ona çok iyi gelmiş. Biz de kendisiyle orada biriktirdikleri üzerine konuştuk. Söyleşi: DENİZ ÜLKÜTEKİN R kendi algılarının yansıması olarak ortaya çıkardıkları eserleri yer alıyor. Hardan Art Team kurucularından Dimitris Vogdanis Danis anlatıyor. Sarı Virüs sergisinin çıkış fikri nasıl oluştu? Sarı Virüs fikri insanları o bölgeden uzak tutmak için “Olay yeri, girilmez” şeridi olan bir alana girmeye çalıştığımda geldi. Sonraları bu olayın üzerine düşünürken günümüzde sarı renginin insanlara tehlikeyi ya da yasak olan bir şeyi bildirmek için kullanıldığını fark ettim. Pek çok kültürde sarı rengi üzerine araştırma yaptıkça bu renge zaman içinde farklı anlamlar yüklendiği sonucuna vardım. Kutsal bir renk olarak yaşamaya başlamış, radyoaktif madde işaretlerinde kullanılan bir renk olmuştu. Nedir sarıyı kutsal bir renk yapan? Sanatçıları neye göre, nasıl belirlediniz? Bir sergi için sanatçılar seçmek her zaman kolay olmuyor. Biz Hardan Art Team olarak yeni bir proje konusu belirlediğimizde başvuru kabul ediyoruz. Eğer başvuran sanatçı bizim sergi için belirlediğimiz kurallarımıza ve içeriğimize uyum sağlayabiliyorsa portfolyosüne bakarak kabul ediyoruz. Genelde açılıştan önce bunu yapmayı tercih etmiyorum, ama size yeni biten eserlerden birini açıklamak isterim. Bu eser bütün sarı rengi, paletini arka plan olarak kullanan büyük bir resim. Resimde bu arka planın üzerinde her yöne ve her şeye bakan 7 çift göz görüyoruz. Ama metal bir telin arkasından… Sanırım bu resim günümüzü anlatıyor. Kameralar bir VİRÜS gibi sizi her yerde takip ediyor… l İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına Orhan Erinç Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Yayın Yönetmeni: Miyase İlknur Görsel Yönetmen: Aynur Çolak Sorumlu Müdür: Aykut Küçükkaya Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişli / İstanbul (0212) 343 72 74 (20 hat) Reklam Genel Müdürü: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Körükçü Reklam Koordinatörü: Hakan Çankaya Reklam Müdürü: Beste Paydaş Ertan Rezervasyon Yönetmeni: Onur Tunalı (0212) 251 98 74/75 (0212) 343 72 74 (554555) Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt / İstanbul Cumhuriyet gazetesinin parasız pazar ekidir Yerel süreli yayın cumdergi@cumhuriyet.com.tr / @cumdergi eha Erdem'in son filmi “Şarkı Söyleyen Kadınlar”ın belki de en sürpriz ismiydi Aylin Aslım. Rol, onun için de sürpriz olmuş. Ancak kendisiyle film hakkında konuştuğumuzda ne kadar doğru bir tercih olduğunu daha iyi anlıyoruz. Binnur Kaya ve Deniz Hasgüder’in adada kurduğu doğayla ve kendi dillerine özel dünyada, şehirli bir kadın karakter, Hale olarak dahil oluyor Aylin Aslım. Film ve karakter üzerinden başladığımız sohbet, bizi kadınlık ve erkeğin aklının ermediği şeylere götürdü... Filmde nasıl rol aldınız? Aradılar beni, hiç irtibatımız yoktu. Ben de şaşırdım. “Şarkı Söyleyen Kadınlar” deyince, “herhalde şarkı söyleyeceğim” diye düşündüm. Ancak öyle birşey olmadı. Tabii Reha Erdem olduğu için, çok da şaşırtmadı beni. Yine de, neden beni istediğini başta anlamadım. Bir dizide oynamıştım gerçi önceden, ama “illa tecrübeli olmaya gerek yok” dedi. Ben de “ne yaptığını biliyordur” herhalde diye düşündüm. Sizden beklentisi neydi? Tekerleme gibi diyaloglara melodi katmamı istiyordu, ama kazadan sonra o sahnelerde pek olamadım. Yine de aşağı yukarı halyal ettiği şey ortaya çıktı. Senaryoyu okuduğunuzda üç kadın karakteri nasıl algıladınız? Okuduğum şeyi Deniz’de de Binnur’da da gördüm. Hayal ettiğim gibiydi. Hoşuma gitti, çünkü üçü de çok güçlü kadınlar. Binnur’un karakteri zaten başrol, ama o olmak istemezdim. Bir şekilde o şehirli kadını bana daha yakın hissetmiş Reha. Binnur Kaya’nın karakteri, şifacı, Deniz Hasgüder’inki zaten ismi Meryem daha çok kadının saflığı ve masumluğunu yansıtıyor. Sizinki de, hayatın içinde varolmasını temsil ediyor. Bunu bir kadının üç farklı yasıması gibi de okuyabilir miyiz? Bence güzel bir tespit. Zaten çok da konuşmadan anlaşıyorlar. Hale o hayatın çok dışında gibi görünse de, oraya geldiğinde çabucak ormandaki gizli dünyaya ayak uydurabiliyor. Üçünde de o başka dünyayla bağlantı hali var. Hale de “bu son vapurdu” denildikten sonra, oradaki yaşamı kabullenip, diğer kadınların nihai amaçlarına ortak oluyor. Evet, çünkü adapte olması gerekene adapte olup, hayatta kalma yetisi, kadının doğasında var aslında. Kaçışı ormanda bulmaları da bu yüzden. O doğayla olan bağın hemen onarılabilmesi, orada kendilerini saklayabilmeleri, hayatta kalması gereken taraflarını yaşatmaları... Kadındoğa ilişkisi üzerine hep tehlikeli bir sınırda gezen göndermeler vardır. Erkek için, o negatif, şeytani ya da korkutucu tarafa yakın olarak algılanabiliyor. Orada aslında şeytani ya da negatif birşey yok da, erkek dünyası biraz daha maddiyatı ve gerçekliği temsil ediyorsa, kadınınki, daha çok büyüyü, hayali temsil ediyor. Ancak orada iyilik kadar kötülük de var. Kötülük kadınlardan çok erkeklerden geliyor. Kadınlar o uhrevi yönleriyle bir şekilde onu tedavi ediyorlar. O yüzden korkutucu gelebiliyor. Kadının doğayla ilişkisinin korkutucu tarafı, gerçekleşmesinden korkulabilecek şeyleri, yapabilecek büyüye sahip olması. Erkeklerin çok aklının ermediği bir güce sahip olmaları, onu da doğayla bağlantısıyla kuruyor kadın. Toprağın sesini duyabilmek ve içgüdüyleriyle doğanın ne söylediği hissederek davranmanın sonuçları oluyor. Nasıl sonuçlar? Olacak şeyleri sezmek, akıl yoluyla çözülemeyen şeylere başka çareler üretmek, veya şifa vermek, canlandırmak, bunlar korkutucu şeyler. İnsan aklının ermediği şeyden korkar, doğaya da çok akıl ermiyor. Dediklerinizin üstüne, Karakteriniz daha önemli hale geliyor, çünkü kentli yaşantısı, kadının doğayla olan ilişkisi ve ruhani yönünü de iğdiş ediyor. Evet, Hale daha şehirli, daha stresli, biraz daha bezgin. Para kazanıyor, kocasına kaptırıyor, aldatılıyor. Dünyevi sıkıntıları var. Bunu feminist argüman üstünden okursak, kadının, kent hayatının içinde daha çok var olması bu özeliğinden feragat etmesi anlamına mı geliyor? Feminizim üzerinden değil de materyalizm üzerinden düşünebiliriz. Maddeye ve mülke muhtaç olan her insan bazı şeylerden feragat etmek zorunda kalıyor. Bu hem kadın her erkek için geçerli. Kadınlığın iğdiş edilmesi için, şehirde olmak yeterli aslında. Çalışmasa bile, ev işinin arasında sıkışıyor. Bunlara rağmen erkeklerden daha iyi koruyor o bağlantısını. Mesela Adem’le kadınların ilişkisi, bir şekilde ona el vermeleri, ruhani olarak onu iyi tarafa çekmelerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Adem’i ben çok da erkek olamamış, çocuk adam gibi gördüm. O yüzden kadınlara daha yakın. Bir yandan da kadınlara tecavüz etmeye çalışıyor. Gelişimini tamamlayamamış bir erkek. O da aslında ironik. Diğer karakterler için de söyleyebiliriz, ama Adem’e yakınlık duymalarının sebebini, gelişememiş tarafını biraz da acıma duygusuyla tedavi etmelerine bağladım. Yaptıklarını da o yüzden kolay affediyorlar. l İnsanlar artık sırf müzikle yetinmiyor Bir daha filmde oynarım diyor musunuz? Diyorum ya, çok zevkliymiş. O kadar çok çalışmak bana çok iyi geldi. Dizide de öyle olmuştu. Bir yandan da altmış kişiyle aynı yerde olmak hem yorucuydu, ama bir yandan da kafamı boşaltıyordu. Biraz müzikten uzaklaşmak istiyordum o dönemde. Her albüm sonrası yaşadığınız birşey mi bu? Evet, aslında. Yoruluyorum, her röportaj zevkli geçmiyor. Saç, başmakyaj kıyafet. “Erkeklere özeniyorum bu yüzden” dedim, “erkek olmak istiyorum” diye başlık çıktı. Sırf bu sebebten bile insan uzaklaşmak isteyebilir. Albüm sonrası, bayağı bir mesai gerektiriyor, o da benim enerjimi emiyor. Başka şeyler de yoruyor. Sevdiğim şey, şarkı yazmak, ama onun dışında çok fazla şey yapmak zorunda kalınca tam tersi bir durum oluyor. Çok dışa dönük, görsel bir hayat. İkisi arasında geçişleri kurarken ruhum yıpranıyor, ben de uzaklaşmak istiyorum. Eğlence sektörüne dahil bütün sektörler giderek vahşileşiyor sanki. Müzik dışında herşeyi yapmak gerekiyor. Sosyal medyacı olmak, güzel olmak; insanların böyle beklentileri var. Sürekli yeni şeyler koyman gerekiyor önlerine. “Şu anda provadayız, şimdi bilmem neyi çekiyoruz” gibi. “Multi tasking” beni çok sinir eden bir durum. “Gözümü çektim, dudağımı çektim” diye, sürekli kendini teşhir ve pazarlama çok aşındırıcı geliyor. Başından beri bahsettiğimiz, o antenlerin açık olması gereken tarafı korumamız gerekirken, ihmal ediyoruz. Fotoğraf çektirmeyi ruh çalmak olarak gören kızıldereliler vardır ya, onlar gibi düşünüyorum. Artık gösterecek yerimiz kalmazsa, “götümüzü de açalım, vajinamızı da gösterelim.” O bitince nereni göstereceksin? Ben de reddediyorum, bakalım nereye kadar gidecek? Ne ara bir ağaca dönüp birşey üretiyor insanlar, anlamıyorum. l Filmden. Mesleğimden yırtıyorum Hiç filmdeki gibi, bir erkeği ayağa kaldırdınız mı? Mecazi olarak, çok defa. “Benim görevim, bu mu hayatta” diye düşündüğüm çok oldu. Çok da bilerek yapılan birşey değil. Bir canlıya ihtiyacı olanı vermek, destek, şifa, her neyse onun adı. Sonrasında pişman oluyorsun, olmuyorsun, ama onu yapmadan duramıyorsun. Ne hissettiriyor? Doğurganlığın bir yan etkisi gibi. Birşeyler vermek iyi hissettirir insana. Daha önce çocuk sahibi olmayı düşünmüyorum demiştiniz... Doğanın dayatması oluyor, bir noktada, o yüzden düşünmüyor değilim, ama çok büyük birşey gibi geliyor. Çok düşünmeden davranırsam belki olabilir. Hem doğanın bir annelik içgüdüsü var, hem de toplumun dayattığı roller. Bu insanın kafasını karıştırıyor mu? Kesinlikle, doğanınkiyle toplumunki başka türlü. Toplumunki, “bunları bunları yapmaman gerekiyor” gibi. Doğanınkiyse çok daha sessiz ve derinden geliyor. Allah’tan etrafımda benim gibi insanlar var, ama etrafı çoluk çocuklu kadınlar için çok daha zor. Toplumun dayatması doğa kadar masum değil. O da zorluyor insanı. Ben mesleğimden yırtıyorum biraz, çok beklentisi yok insanların. “Yemek bile yapamaz” diye düşündükleri için, yemek yaptığıma şaşıran çok insan var. Artık kafalarında nasıl bir imajım varsa? l C M Y B