Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
4 7 ARALIK 2014 / SAYI 1498 Aziz Dede’den çocuklarına ilk ders: HİÇ KİMSENİN ELİNİ ÖPMEYİN Saat yönünde: Emine Özacar, Ali Hançer, Tayfun Özşahin ve Süleyman Cihangiroğlu. Fotoğraf: VEDAT ARIK Ardında, Türk edebiyat tarihinde çoktan yerini almış onca eser bıraktı. Sözleri, zamanında çok tepki çekti, ama bugün o tepkileri gösterenler, “Az bile söylemiş” diyerek hakkını veriyor. Aziz Nesin kimdi, ya da neydi? Sağcı mı, solcu mu, entel mi? Galiba hiçbiri. Onu anlatacak en iyi isimlerse Nesin Vakfı’nda yetiştirdiği çocukları. A ralık ayının 20’si, Türk edebiyatının en büyük çınarlarından Aziz Nesin’in doğumunun yüzüncü yıldönümü. Ölümünün ardında insanımıza ışık Biraz çekinmişsiniz anladığım kadarıyla. A. Hançer: Çekindim çünkü Anadolu’da büyüklerin eli öpülür. Gittim, elini öpeceğim, “Hayatta kimsenin elini tutacak, güldürecek sayısız eserinin yanında çok değerli bir öpme” dedi. İlk söylediği şey buydu. Bu huyumu bırakmış eser daha bıraktı: Nesin Vakfı’nı. İstanbul’un çeperinde, değilim, hâlâ büyüklerin elini öperim, ama öperken sesi de Çatalca’da, daha kuş uçmaz, kervan geçmezken kurmaya kulaklarımda çınlar. başladığı bu eğitim yuvası, zaman içinde yüzlerce çocuğun E. Özacar: Kitap fuarı vardı. 30’lu yaşlarda bir kadın geldi eğitim hayatına katkı sağladı. Ölümünden sonra da onun ve ona ilişkin hoş bir anısını anlattı. Kendisi ortaokuldayken, kurduğu düzen değişmedi. Çünkü onun sayesinde yetişen bir okumaya gitmiş. Aziz Nesin de oradaymış. Toplantı çocuklar, doğumunun 100. yılında onun ideallerini bitmiş ama o kalkmamış yerinden, Aziz Nesin de “Sen yaşatmak için mücadele ediyorlar. O yüzden belki, bu niye gitmiyorsun” diye sormuş. “Size biraz daha bakmak yıldönümünü yad etme hakkı en çok onların. Nesin Vakfı istiyorum” diye cevap vermiş. Aziz Amca da “Gel o zaman yöneticisi Süleyman Cihangiroğlu, Nesin Yayınevi çalışanları biraz seninle sohbet edelim” demiş ve bir saat sohbet Emine Özacar, Tayfun Özşahin ve Ali Hançer’le Aziz Nesin’i etmişler. ve bıraktığı mirası konuştuk. S. Cihangiroğlu: Çocuklara ve delilere sonsuz bir Nesin Vakfı sizin için ne ifade ediyor? toleransı vardı. Zaten delilerle ilgili onlarca anısı vardır. Emine Özacar: 13 yaşımda geldim. Okulum 2003’te Çocuklar için de öyle, bitti, ama hâlâ o vakıfın bir parçasıyım. Eskişehir’in küçük Siz Aziz Nesin’le daha önce mi tanıştınız? bir köyünden geldim. Bir Aziz Nesin kitabı geçmişti elime, T. Özşahin: Ben 1986’da gelmişim, üç yaşımda. arkasında vakıf fotoğraflarını görmüştüm, gelmek Aslında çok ilginç bir hikâyesi var. istedim. Babam darbeden sonra hapse giriyor. Kafanızda nasıl bir Aziz Nesin vardı? O hapishanenin müdürü de kovuluyor E. Özacar: Gelene kadar sadece kitapları oradan. Daha sonra çok ilginç bir şekilde, biliyordum. Herkes gibi bir dede profili düşünmüştüm. kısa bir süre vakfa müdür oluyor. İlk defa kütüphanede gördüm. Yerden yukarı kitaplar Hapishane müdürü! ve neredeyse benle aynı boyda, beyaz saçlı bir adam T. Özşahin: Evet, Faik Bey. Çok ilginç, çıktı karşıma. ama hikâyesini ben de bilmiyorum. Sonra Kendisini devamlı vakıfta görür müydünüz? babama mektup yazıyor, “Çocuklarını Süleyman Cihangiroğlu: Eğer seyahate çıkmadıysa vakıfta olurdu. Bazen iki üç gün DENİZ al, buraya getir” diye. Babam izin alıyor, çok uzun mesafeler yürüyerek İstanbul’da kaldığı olurdu, ama bizimle birlikte yaşardı. ÜLKÜTEKİN bizi vakfa kadar getiriyor. O zamanlar, Aslında çok sıra dışı bir vakıftır. Çünkü kurucusuyla bu Çatalca’ya ulaşmak bugünkü gibi kolay kadar iç içe yaşayan bir başka vakıf yok. değil. Bayağı çileli bir yolculuk oluyor. Öldüğü günü hatırlıyor musunuz? Ne kadar cezaevinde kalacağını bilmiyor. O yüzden Ali Hançer: Evet, Ruşen Ulusoy vardı, müdürümüz. bizi vakfa getiriyor. Ben sadece Aziz Nesin’in çalışma Sabah bizi topladı bize o söyledi. odasının kapısını hatırlıyorum. Ondan önce hiçbir şeyi S. Cihangiroğlu: Bir hafta önce atak geçirmişti. hatırlamıyorum. Kız kardeşim Sema’da iki yaşındaydı. Hastaneye götürmüştük. Ali Abi (Nesin) çok ısrar etmişti. Hastanede birkaç saat kaldı, doktor, “Birkaç gün dinlenin” Babam istedi, ben gitmedim dedi. Ancak Çeşme’ye gidip bir festivale katıldı. Bir hafta sonra da haberi geldi. O sabah kahvaltı salonunda Aziz Aziz Nesin sizin nasıl yetişmenizi hayal ediyordu? Dede’nin, çay içerken bir fotoğrafı vardı... T. Özşahin: Olağanüstü insan yetiştirmek değildi E. Özacar: Kahvaltıyı ben hazırlıyordum, erken amacı. Vakıf iyi insan yetiştiriyor. Bir gün kuşlara sapanla kalkmıştım. Fotoğrafı gördüm. Hiç öyle bir şey aklıma taş atıyorum. Aziz Nesin bizi gördü, dışarı fırladı, sapanı gelmedi, “ne güzel fotoğrafmış” diye geçirmiştim içimden. elimizden aldı. Ofisine gittik. Bir süre hiç konuşmadı. Belli ki Herhalde, bir yerden çıktı, buraya koydular diye düşündüm. çok üzülmüştü. O suskunluğu bizde öyle bir utanç yarattı ki, A. Hançer: Ali Nesin’le mektuplaşmaları vardır. İlk iki cilt hâlâ eve giren karıncayı bile öldüremem. üzerine konuşmuştuk. Diğer ciltler üzerine de Çeşme’den Ama sizin oyunlarınıza da katılıyordu değil mi? dönünce konuşacaktık; Olmadı. T. Özşahin: Tabii, misket filan oynardı. Kendisi Bizimle misket oynardı çocukluğunda pek oynayamadığı için bayılırdı. Bazen eline misketi alır gösterirdi, “öyle yapılmaz, böyle” diye. Siz nasıl geldiniz? Aziz Nesin gibi, insanlar zor iletişim kurulabilen S. Cihangiroğlu: Ben Şırnak’tan geldim. Abim bir karakterlere sahip olabiliyor. Size karşı nasıldı? kitabını okumuştu. Aziz Nesin çok akıllı adam. Facebook Tayfun Özşahin: Dışardaki insanlara karşı çok mesafeli filan yok ama onun kendi Facebook’u var. Sürekli durum ve sertti. Bize karşıysa dede gibiydi. Telefon konuşmalarını bildirimi yapıyor kitaplarının arkasında. “Vakıf temeli atıldı, hatırlıyorum, “buyrun, ne istiyorsunuz!” gibi çok sert, beni şimdi çocukları alıyoruz” diye. Abim de kendisi için bir meşgul etmeyin, tarzında konuşurdu. mektup yazdı. Aziz Nesin de “görüyorum ki, sen zaten A. Hançer: Ben 11 yaşımda geldim, 1991 Mayıs’ında. kendini kurtarmışsın” bunun yerine iki kardeşini gönder Geldikten sonra, kitaplarını okumaya başladım. Sonra demiş. Böylece ben ve kardeşim geldik. kendisini görünce, “bu kadar komik şeyler yazan bir adam, Ailelerinizin durumu nasıldı? Vakfa gidişinize destek nasıl böyle olabilir diye düşünmüştüm. oldular mı? Zübük, Aziz Nesin anısına sahnede A ziz Nesin’in yüzüncü doğum yılı etkinliklerinin başlama vuruşu, 15 Aralık gecesi, Fulya Sanat Merkezi’nde yapılacak. Aziz Nesin’in oğlu Ali Nesin’in bir konuşma yapacağı, Nesin Vakfı’ndan yetişen çocukların da bir sunumla katılacağı gecede, büyük yazarın doğum günü kutlanacak. Gecenin bir başka sürprizi ise, Aziz Nesin’in unutulmaz eseri Zübük’ün sahnelenecek olması. Nedim Saban tarafından uyarlanan oyunda, bundan 34 yıl önce, Kemal Sunal’ın beyazperdeye taşıdığı Zübük karakterini ise Tuna Orhan üstleniyor. Oyundaki diğer rollere ise, televizyon dünyasından da tanıdığımız, Hakan Akın, Bahar Yanılmaz, Deniz Değirmenci ve Ercü Yorulmaz gibi isimler hayat veriyor. Projeyle ilgili konuşan Nedim Saban, “Zübük, romanını okuduktan sonra, bu karakterin yazıldığı dönemde Don Kişot efsanesini yakaladığını gördüm. Zübüklük adeta bir kavram olarak dilimize girmiş ve Aziz Nesin’in dillere destan karakteri ölümsüzleşmiş” diyerek bu eserin önemini dile getiriyor. Oyundaki bir başka sürpriz ise ünlü gazeteci Uğur Dündar’ın da kısa bir rolle sahnede yer alacak olması. l Zübük’ün başrolünde Tuna Orhan yer alacak. A. Hançer: Bir ortak noktamız varsa, o da hepimizin yoksul olması. Biz yedi kardeşiz aslında. Altısı kız. Babam İstanbul’da çalışıyordu. Hayır, dedi. Ben babama rağmen geldim vakfa. T. Özşahin: Benim babam hapisten çıktıktan sonra, durumunu düzeltti. Bizi üç defa almak istedi ama biz gitmek istemedik. Burada kalıcı olacağınızı tahmin eder miydiniz? S. Cihangiroğlu: Böylesi aktif olacağımı düşünmezdim. Ancak İstanbul’da çalışırken de hafta sonu hep giderdim. Çünkü yapılacak işler var, çocuklara resim çizdirmek, onlarla oyun oynamak... Ali Nesin bir gün, “ben çok yoruldum, artık sizin yürütmeniz lazım, zaten babamın isteği de buydu” dedi. Nasıl hayır diyebilirdim ki. Tarihsel bir görev bu. Aziz Nesin’in kafasında nasıl bir hayal vardı? T. Özşahin: Aslında ilk önce bir ülke kurmayı düşünüyordu. “Türkler bir sürü devlet kurup yıkmış, n’olacak bir tane de ben kurarım” diyor. Olamayacağını anlayınca, şehir, kasaba derken, vakfa kadar inmiş hayal. Sosyal hizmetler bize küstü Ölümünden sonraki dönemde, ülke siyasi ve sosyal anlamda büyük değişimler geçirdi. Aziz Nesin’in hayalinin tersinde olduğunu tahmin ediyorum. Bu durum vakfı nasıl etkiledi? S. Cihangiroğlu: Aziz Nesin kendini borçlu hissediyordu. “Aslında bu halk beni okutuyor. O zaman ben halka borçluyum” diyor. Bunu kafasının bir köşesine not alıyor. Altmışların sonunda kendi deyimiyle iyi para kazanmaya başlayınca, bu fikir yeniden gündeme geliyor. 1972’de noterde kuruyor vakfı. 1974’de de temelini atıyor. Büyük badireler atlatıyor. Parasızlıklar, gelen çalıyor, çırpıyor. Bir yandan yazmaya çalışıyor. Sonunda vakfı kuruyor ve talepler geliyor. Fakat bu çocuklara kim bakacak? Çalışanlar istediği gibi çıkmıyor. Aslında hayali on yaşından küçükleri almak. Ama büyüklerden de talep var. Fark ediyor ki, büyükleri alırsa, onlar hem okur, hem de küçüklere bakar... Ölümünden sonra ülkenin yönü değişti elbet. Bir taraftan gelişti de. Benim geldiğim yıl, Şırnak’ta bir lise vardı. Beğenin beğenmeyin, şimdi Anadolu lisesi, yüksekokulu falan var. Şimdi, babam gibi bir adam, “çocuğum yanı başımda okusun” diyebiliyor. Üzerinizde siyasi bir baskı var mı? S. Cihangiroğlu: Aslında şu an pek yok. Bu ülkede bir kurumu teftiş etmek demek, orayı kral olarak ziyaret anlamına geliyor. Kendinizde her hakkı buluyorsunuz. Öyle ki kız çocuklarının iç çamaşırlarına kadar karıştırdılar. “Siz burada komünizm propagandası mı yapıyorsunuz” yaklaşımından öte şeyler değildi. Denetimden kaçmıyoruz tam tersine “gelin bizi denetleyin” diye talepte de bulunuyoruz. Sonunda 2000’lerin başında bize, “Sosyal Hizmetlere bağlanacaksınız” dediler. Önümüze protokol koydular. “Müdürünü biz atayacağız, çalışanı biz atayacağız, çocukları da biz getiririz” dediler. Neredeyse imzalatıyorlardı. Ali Nesin uzun bir araştırmadan sonra karar verdi ve Sosyal Hizmetler’e dava açtık, kazandık. Hatta Ali Bey’in tabiriyle, biraz daha ısrar etsek, Sosyal Hizmetler’i bize bağlayacaklardı. Fena da olmazdı. Galiba sonunda küstüler, arayıp sormaz oldular. Nesin’i Sivas değil “ama”lar öldürdü Aziz Nesin’in toplum gözündeki değeri yıprandı mı? A. Hançer: Tam tersine. Neredeyse ölümü üzerinden 20 sene geçti. Hâlâ en çok satan kitaplar arasındadır. Hâlâ gazetelerde “tam Aziz Nesin’lik olay” diye manşetler çıkıyor. Böyle bir kavram yerleşti. S. Cihangiroğlu: Bir gün, Adana’da kitap fuarında, şalvarlı bir adam, yanında 12 yaşlarında bir çocukla standın önüne geliyor. “Artık senin Aziz Nesin okuma vaktin geldi” diyor. Bizim yayın yönetmenimiz, Atay Bey’in duyduğunu fark ediyor, “her ne kadar bizden değilse de... “ diye ekliyor. Sonra dönüyor Atay Bey’e, “Niye Aziz Nesin’i severim biliyor musun” diyor. “Çünkü doğru bildiğini açıkça söyleyen adamdı.” A. Hançer: Zeynep Oral çok güzel söylemişti. “Aziz Nesin’i öldüren, Sivas olayları değil, olaylardan sonra bazı “aydın”ların ‘evet böyle oldu ama, keşke Aziz Nesin de oraya gitmeseydi” demeleri. İşte bu “ama”lardır Aziz Nesin’i öldüren. Sivas’ı, 2 Temmuz’u hatırlıyor musunuz? E. Özacar: Bozcaada’da gençlik kampındaydım. Günde bir kere çarşıya iniyorduk. Televizyonda haberleri gördüm. Bir gün önce olmuştu. Sonra vakfı aradım, “durumu iyi” dediler. Kamptaki öğretmenler, kahvedeki insanlar çok üzgündü. Büyükler korkuyordu. Sanki daha büyük bir şey, bir savaş olacakmış gibiydi. S. Cihangiroğlu: Ben de tesadüfen, ilk kez ailemi ziyarete gitmiştim. Çocuk aklımla inanmadım. Bir oyun gibi, tuhaf gelmişti. Bugün anlıyoruz ki, bu büyük bir oyundu aslında. Onu öldüren de buydu. Sivas Acısı şiirinde bunu net görebilirsiniz. Çünkü, onu yakmaya çalışan halkın yanında olan bir adamdı. Her ne kadar “aptal” filan dese de, bunu bir dede edasıyla söylemişti. Aziz Nesin’in buna hakkı var çünkü bu halk için büyük sıkıntılar çekti. l denizulk@gmail.com C MY B