28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

8 EYLÜL 2013 / SAYI 1433 3 Sekiz insan, bir torba, tek mezar! Adnan Örhan, babası Selim’i son kez, gözaltına alınırken gördüğünde tarih 24 Mayıs 1994’tü. Yıllarca bekledi. On yıl sonra bir toplu mezarda kemiklerini buldu babasının. Bir mezara sahip olmaktan bile “mutlu” olacaktı ki, devlet bu sefer de kemikleri kaybetti. Sonunda bulundu, ama bu seferde tek mezara sekiz insanın kemikleri gömülmüştü! B şey döküp ateşe verdiler.Yangın ilmemek ve beklemek, insanı en bittiğinde taşlar bile yanmıştı. yıpratan duygular. Onlar hayatlarının İnsanların feryatları hayvanların çoğunu bu duyguyla yaşadı. Her an bağırtılarına karışıyordu. Dedem kapıdan girecek bir babanın hayaliyle. Bir tarafları yaşamı hep erteledi o yüzden “o hele rütbelinin yakasına yapışıp “Ben Atatürk’ü gördüm, dedelerim bir gelsin”! Bu bekleyişle büyüdü dokuz Çanakkale’de şehit oldu, üç yıl çocuk ve bu bekleyişte yaşlandı bir kadın. bu ülkeye askerlik yaptım, sen Tam on yıl sonra Mehmet Selim Örhan’ın kendini ne sanıyorsun”, dediğinde kemikleri toplu mezardan çıkana kadar. Ölümünü kabullenirken çektikleri acı 100 yaşındaydı, üç yıl sonra vefat Adnan Örhan, 1994’te “kaybedilen” babası Selim’i yıllarca aradı, on yıl sonra kemiklerini buldu, ama acısı hiç dinmedi. etti, oğullarını bekleye, bekleye... yetmezmiş gibi, bir de devlet mezardan çıkan kemikleri kaybetti ve on yıl dirisi Neyse... Ekili alanımız Kulp Savcılığı bir yazı gönderdi: “Kemikler şu Hep babamı bekledik. Belki bir yerden ben en büyük erkek çocuğum. Ablama bir ve hayvanlarımız olduğu için beklenen babanın bu sefer de anda Kulp Kimsesizler Mezarlığı’ndadır.” haber çıkar, gelirler, bırakılırlar diye. Aradan asker silah dipçiğiyle vurdu o gün, duymaz o köyde kaldık. İki ay sonra kemikleri için arayış başladı. İki yıl kulağı hâlâ. Yine neyse... Okuduğum yatılıdaki Savcılık tek poşette kemikleri vereceğini ne kadar geçerse geçsin hep umut ettik… dağlardan askerler indiğinde sonra bir gün, “Ay, babanızı söyledi. Sekiz insana tek poşet… Kim götürüp İHD olayı AİHM’ye taşıdı, Türkiye mahkum lojmanlara askerler sürekli insan getirirdi, tarih, 24.05.1994’tü. Sabah kimsesizler mezarlığına gömdük, edildi. Ama yeterli değildi, çünkü çok çok yatarken çığlıklar duyardık. Sonra oranın köyüne gömecek, dedik. O benim görevim toplu mezardan çıkarılan diğer yedi 07.00. Annemler askerleri değil, dedi. Bir dilekçe yazdım, zulmün büyük büyük yaraydı açılan. Annemi Parkinson işkencehane olduğunu öğrendim. Meğersem görünce erkeklere, gidin insanın kemikleriyle birlikte” denildi olduğunu, maneviyatımızla oynama hakları yapacak kadar büyük. Bir neyse daha babamı da oraya götürmüşler. Tanışımız bir buradan, sizi götürürler, dediler. gayet normalmiş gibi. Örhan ailesinin olmadığını söyledim. Bunun üzerine savcılık, öyleyse... Gazetede bir haber gördüm; Kulp köylü, Ramazan Ayçiçek, söyledi. Hasan Başka köylerden götürülen ve açtığı dava, dinlenen onca tanığa Adnan Örhan’ın dilekçesi dikkate alınarak Bağılar köyünde bir toplu mezar bulunmuş. amcam “Oğlum da asker, Allah’ınız yok mu ESRA bir daha haber alınamayanlar rağmen yıllardır bir arpa boyu yol DNA karşılaştırması istedik. Sonuca göre, sizin?” diye bağırıyormuş. Diğer amcam mezarın açılmamasına karar verilmiştir, almadı. Ve 2014’te cinayetlerle ilgili olduğunu biliyorduk. Babamlar AÇIKGÖZ diye bir yazı gönderdi! Yıllardır Kimsesizler mezardaki sekiz kişiden biri babam Selim, OHAL valiliğine kadar her yere dilekçe verdi. da “Siz, çocuklar buradasınız, dava zamanaşımına uğrayacak. Bu Mezarlığı’na gidiyoruz. Bayramda iki aile diğeri amcam Hasan’dı. Kuzenim yoktu. Yanıt aynıydı; “Bizde değiller”. O sıralarda nereye gidelim” deyip kaldılar. sefer bu “normal”liğe izin vermeyelim karşılaşıyoruz. Tek mezar başında iki büyük Kalanlar mı? Devlet aramadı. Gözaltının haber geldi: “Yakın köyde cesetler bulundu, Saçları hafif beyaz, iri yapılı biri babamların istiyor Adnan Örhan; dinleyin: acı... Bu yapılanlardan sonra bir mezarı tanığı Ramazan Ayçiçek’le görüşüp 19 bir bakın”. Büyükler kamyona binip gitti, isimlerini anons etti. Karşı taraftan “Getirin” Diyarbakır’ın Kulp ilçesi Çağlar köyünde Mayıs 1994’te beş fertleri “kaybedilen” Bulut beni çocuğum diye almadılar. Kamyonun bile bize çok gördüler. Suç duyurusunda yaşıyorduk. Yatılıda okuyordum Lice’de. dediler, “Getirin”! Bir sözcük insanın hayatını bulunduk, dönemin Bolu Komando Tugay ailesinin adına ulaştık. Üç cesedin; Ali, Ekrem arkasından nefesim kesilene kadar mahvedebilirmiş... 1994’te kurban bayramı tatili için köye komutanı Yavuz Ertürk, Zeyrek Karakol ve Ramazan Bulut olduğu anlaşıldı. Ayçiçek, koştum, koştum, sonunda toz duman içine Çok direndik ama bir şeyi değiştirmedi. dönmüştüm. Babam Mehmet Selim, amcam komutanı Ahmet Potaş, Kulp Jandarma Edirneli bir çocuğun da olduğunu söyledi yuvarlandım, kamyon gitti... Köyde sekiz ceset Bizde kadınlar başörtüsünü ayakların önüne Hasan ve kuzenim Cezayir işte o zaman Komutanı Ali Ergülmez hakkında. Yıllar gözaltında, ama ailesini bulamadık. görmüşler, yanmış, tanınmayacak halde sekiz attığında çiğnenmesi büyük saygısızlıktır, gözaltına alınıp kaybedildiler. Sonra... Sonrası ceset. Biri, bir cesetteki sigara tabakasını geçti, hala savcılık dosyayla ilgili zerre kadar Beklenti bitti, ama acı kaldı. Hiç değilse sonsuz bir arayış ve derin sancılı bir bekleyiş... insanı çiğneyip geçmek gibi, annemler ilerlemedi. 2014’te dosya zamanaşımına kemiklerimizi alıp bir mezar yapalım istedik. tanıyıp, babam olduğunu söylese de, kimse başörtülerini attılar, çiğnediler. Kuranıkerim O dönemde çok sık operasyon vardı, uğrayacak. Lütfen, adaleti kaybetmelerine izin Ama devlet kemiklerimizi de kaybetti! Bu sefer inanamamış. Bu laf, kafamda hep takılı kaldı koyduk, biri tekme attı. Babamları götürdüler. çevre köyler yakılmıştı. Askerler bizim de vermeyin! l de kemiklerimizi aramaya başladık. 2009’da ama, neyse... O zaman 12 yaşındaydım. Dokuz kardeşiz, evleri boşaltmamızı istedi. Evlere ilaç gibi bir Nihayet Ali, nihayet kavuşacağız! Hüsnü Yıldız, 14 yıl aradı kardeşi Ali’yi. Bir toplu mezar haberinde Ali’nin adı geçene kadar. Toplu mezarın açılmasını istediler, ama devletin hep yaptığı gibi kepçeyle değil, adli tıp eşliğinde. Kabul ettirmek için 66 gün yemedi. Ölümden döndü, ama artık ziyaret edeceği bir mezarı olmasından “mutlu”. Sizi ve kardeşiniz Ali Yıldız’ı tanıyabilir miyiz? 1900’lerden önce Dersim’den Sivas Zara’ya sürgün edilmiş Zaza Alevi bir aileyiz. 1970’lerde de ekonomik sebeplerden İstanbul’a göçmüşüz. En Ali Yıldız büyük çocuk bendim, en küçüğümüz de Ali. Üniversiteyi ekonomik sebeplerden bıraktığım için Ali’nin okumasını çok istedim. Onun 1990’lardaki siyasi olaylardan etkilendiğine tanık oluyorduk, Madımak ve Gazi Katliamlarından oldukça etkilenmişti... Kardeşimi en son 96 Haziran’ında gördüm. Temmuz 96’da da bir komşumuza telefon ettiğini duydum... 18 Ocak 2011’de Fırat Haber Ajansı’nda Ali’nin de bulunduğu 19 kişinin Çemişgezek’te bir toplu mezarda olduğu haberini arkadaşlarım söylediğinde ellerimi gökyüzüne kaldırıp “Nihayet Ali!” dedim, “Nihayet kavuşacağız.” Bu 14 yıl sizin için nasıl geçti? Çok sevdiğimiz canımızdan haber alamıyorduk. Yaşadığımız her şeyde bunun ezikliğini an be an yaşadık. Hiç doya doya kahkaha atamadık. Hiçbir zaman lokmalar kursağımızı doldurmadı. Özellikle annem Ali’nin odasında yetiştirdiği çiçeklerle konuşur, saatlerce sohbet edip ağlardı. Hiçbirimiz yokluğunu kabullenemedik. Hep bekledik, bekledik… Öldürüldüğünü öğrenince ne yaptınız? 11.03.2011’de toplu mezarın açılıp kardeşimin cesedinin verilmesini istedim. Mezarın adli tıp uzmanları eşliğinde açılmasını istedik çünkü daha önce kepçelerle kazıldığından kemikler birbirine karışıyordu. Ölülerimize saygı gösterilmeliydi. Uzmanların görev almayacağı ve kepçe kullanılacağı söylenince kabul etmedim. Bedeninizi ölüme yatırdınız ve kardeşinizin mezarına ancak öyle kavuşabildiniz... Dosyamız kapatılıp rafa kaldırıldı. Devlet, öldürdüklerinin cesetlerini ailelerine vermeyeceğini ilan ediyordu. Ya bunu kabul edecektik ya da çok sevdiğimiz oğlumuz ve kardeşimizden arta kalan Hüsnü Yıldız kemikleri almak için mücadele edecektik. Kazanmak için benden bedel isteniyordu. Bunu ödemeyi göze aldığımı Dersim’de kurduğum açlık grevi çadırıyla ilan ettim. Ölüm orucunun 40’lı günlerinde Adalet Bakanı mezarı açtırabileceğini söyledi. Her geçen gün bedenim zayıflarken, dünya çapında düşünür, aydın, gazeteciler TBMM Başkanlığı’na, Başbakan ve Cumhurbaşkanlığı’na mektuplarla mezarın açılmasını talep ettiler. 60. günlere gelirken yirmi kilonun üzerinde zayıflamıştım. Nihayetinde 62. günde devlet toplu mezarı açmayı kabul etti. Yıllardır süren Cumartesi Anneleri eylemleri düşünüldüğünde Türkiye’de mezar sahibi olmak bile şans! Toplu mezarlar faşizmin olduğu ülkelerde halkı sindirmek için geçerli bir politika. Binlerce insanın hâlâ toplu mezarlarda olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Annem, Ali’ye iki haftada bir muhakkak gidiyor, ben mezarlığa yakın oturduğum için daha sık gidiyorum. Mezarı açtırırkenki süreci anlatan bir kitap yazdım. Gittiğimde ondan birkaç sayfayı kardeşime okuyorum... Mezarımıza kavuşmanın bir mutluluğu var. Fakat diğerlerinin hâlâ açılmaması bir o kadar da üzüntü verici. Bütün toplu mezarların açılmasını istiyoruz. l G SELÇUK EREZ Kim sevmedi seni başkan? ezi Parkı Olayları’nın çekirdeğini 1990’dan sonra doğan gençler oluşturdular. Sonra, bunlara her yaştan yurttaşlar eklendi “On beş milyon genç yarattık her yaştan” diyen Onuncu Yıl Marşı’nı doğrularcasına... Başlangıcından bu yana çok zaman geçmedi; bu gün Gezi Parkı Olayları’nın önemi konusunda herkes aynı düşüncede ama yorumlar alabildiğine farklı! Mesela, Başbakan nasıl yorumladı? Önce sen haddini bileceksin. Bilmem ne platformuymuş, ne platformu olursan ol. Ayaklar ne zamandan beri baş olmaya başladı. Böyle şey olur mu? Milletin vermiş olduğu bir yetki var. Milletimizin verdiği bu yetkiyi kullanamaz duruma gelirsek o zaman bittik demektir. Bu tanı yanlıştır ve her yanlış tanı gibi yanlış tedavilere sürükler insanları. Doğru tanıya varmanın yolu 90 doğumluları bilmekten geçer: Bu kuşaktan olanlar genellikle analarından babalarından baskılanmamışlar, dayak yememişlerdir, internet yoluyla ve konuştukları yabancı diller aracılığıyla yeryüzünün başka yerlerinde olup bitenleri iyi izlerler: Sadece hangi ülkenin hangi pop şarkıcısının dinlemeye değer olduğunu değil dünyanın neresinde hangi çevre sorununun öne çıktığını da bilirler. Yeryüzünün gelişmiş ülkelerinin gençleri gibi farklı olana saygılı, değişik düşünceye de hoşgörülüdürler. Onlara “Önce sen haddini bileceksin!” diyenler böyle midir? Hayır! F. Çalmuk ve R. Çakır’ın “Kasımpaşalı” başlıklı kitaplarında yazıyor: Başbakan çocukken kendini sık döven babasını yumuşatmak için onun ayakkabılarını öpermiş. Bir gün Tayyip bir komşu kadına küfretmiş. Babası onu ayaklarından tavana asmış. Yirmi dakika asılı kalmış, dayısı kurtarmış. Çocukluğunda dayak yiyenler, gençliklerinde cemaat önderinin huzurunda haddini bilmenin gerektiğini belleyenler, baskı görmeden büyümüş gençlerin yaşamlarına, önemsedikleri çevreye vb. akla yatkın açıklama yapılmadan, “Ayaklar ne zamandan beri baş oldu?” denerek zarar verilmesine ne boyutta tepki vereceklerini kavrayamazlar. Gençler bunu da anlamışlardır: H. Badilli’nin Gezi şarkısı ne diyor? “Kim sevmedi söyle seni sayın başkan sen çocukken” Anaları ve babaları tarafından dövülmemiş, baskılanmamış yurttaşlarını sen bu yaştan sonra baskılamaya, dövdürmeye kalkarsan ne olur? Gezi olur işte! l www.selcukerez.com C M Y B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear