28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

4 28 TEMMUZ 2013 / SAYI 1427 K küçük İskender: Şair militan yanını korumalı patlatıyorlar, koku alamaman için gaz üçük İskender’e göre Gezi sıkıyorlar, tat almaman ve konuşamaman Direnişi’nden sonra bir şeyler için gözaltına alıyorlar, değmemen değişmedi, dönüştü. Herkes kara için kelepçeliyorlar. Ve bunu ülkenin kutusunu açtı. “Koyunları sağduyulu geleceği için yapıyorlar. Haldun Taner’in, olmaya çağırarak pazara götüren çoban” Ionesco’nun bunları yerinde tespit edip bitti artık. Çocuklar da uyuyacağına büyük bir oyun yazmaları şarttı. Boris uyandı. Masal ters tepti. Şair, yeni kitabı Vian, İmparatorluk Kuranlar oyununda “Ali”de ise aşksız insan istemediğini lüzumsuz değerlerine kaskatı bağlıların anlatıyor. “Topyekun devrime ne gerek yaklaşan gürültü ve direnişe karşı var, biraz aşk, çokça denge bu çürümeyi, duydukları telaşa, panikle kaçışmalarına, bağnazlığı durdurur” diyor. bununla birlikte gitgide azalarak yok Şairin hayatı deliliğin başlangıcıdır olmalarına değinse de bizim coğrafyayı belki de, sizin başlangıcınız neresi? Ya maalesef es geçti grotesk. Olanlara bitmemek için başlamadınız mı? bakıyorum da, kokoreç, fıskiye, penguen Makul diye bir sözcüğün vesayeti üçgenine kıstırdıklarını sandıkları bir altına girmişseniz, varlığınız hüküm nesli kendi arazilerindeki mezbahalara verenlere engel olmaya başlamışsa çekip öldürmeye girişmeleri ulusa sınırların özgürlük ve bağımsızlık sadakatsizliğin bir göstergesi sayılabilir gibi artık neredeyse içi boşaltılmış mi? Devlet adına bu ülkenin nüfus kavramlarla değil de tahammül ve kontrol kâğıdını taşıyan birini öldürmek ya da altında tutulabilen refleksle çizilmesi ölümüne sebebiyet vermek benim kaçınılmazdır. Size kendi tanımladıkları edebiyatımda açık açık vatan hainliği özgürlük alanını bahşediyor, burada demek. İhanet ile vicdan da sadece bağımsız ve özelsiniz deniyorsa hayati bunlara tahin pekmez. Karıştırıp karıştırıp anlamlarınızla, toplumsal suretinizle, ekmek banarlar ancak. Akdeniz’e özgü daha da önemlisi gelişme ihtimalinizle fundamentalizmin Türkçeye çevrisi ancak oynanıyor demektir. Bir karar verir ve bu kadar olabiliyor. ne işe yarıyorsanız, o yarar için zarar görmeye başlarsınız. Bu zaten kimlik sorumluluğudur. İnsan, fazla yanıt HERKES KARA KUTUSUNU şıkkı olan bir soru değil. Soruyu doğru AÇTI SONUNDA anlayabiliyorsak hem kendimiz, hem Nelerden korkarsınız? başkaları için, gerekirse bitme riski de Eskiden “yalnız insan”dan korkardım; taşıyan bir yanıt verebiliriz. İnsanlar şimdi “yalnız ülke”den korkuyorum. Belki çocuklarına ‘devrim’ adını koymaktan tek insanla başa çıkabilirsiniz de dünya daha ileri gidebilir düşüncesindeyim; akıl üzerinde bir başına kalmaya mahkum diye bir organ yok. Onu tecrübelerde edilmiş ülkeler önce bir suç, ona uygun bulmak lazım. “Tanımlamak sınırlamaktır” O yüzden tanımları sevmiyorsunuz sanırım? Belki de şair kime denir değil de şair kime denmezin cevabı önemli? Şaire duygusal dedikçe onu ekarte etmiyor muyuz; Fotoğraf: dışarıda bırakmıyor Mehmet muyuz? Buradaki duygusal Turgut yakıştırmasında sanki karışılan her ciddi olayda onun bir yerde mutlaka hata yapacağına gizli bir inanç, gücünü küçümseme ya da ‘sen haddini bil, otur şiirini yaz, bu meselelerle uğraşma’ edası var. ‘Şair kime denir’i, ‘kimlere şair diyerek aramıza almıyoruz’ şeklinde algılarsak toplumun genel yargısı netleşecektir. “Gogol Öldü Yaşasın Google” denen bir dünyada şairin papirüs üzerinden hâlâ yalnızca güzellikler hakkında ahkâm kesmesi, iktidarlar karşısında tedirgin edici yanını kaybetmesi biraz da gelecek ile ilişkisinin zedelenmiş olmasına bağlı. Ama şairin kanaat önderliği gibi bir saçmalıktan çoktan kurtulduğu da aşikar. Şair rehberliği bırakıp rençberliğe geçti mi, yüzümüz gülecek. Şair, partizan ve küçük İskender’in militan olmalı mıdır? Partizanlık bir seçim; ama şair yeni şiir kitabının militan yanını koruma altına almış olmak ismi “Ali”. “Memetler zorunda diye düşünüyorum. Hele Ortadoğu’da yaşıyorsa, bu kaçınılmaz. ölürken Aliler Rejimlerin oturabilmişliği halkın refahtan öldürülür bir coğrafya ve mutluluktan yana neredeyse talepsiz için” diye yazıyor kalmışlığıyla koşut bence. Öyle bir huzur yaşanmalı ki herkes bundan yorgun kitabın arkasında. düşmeli. Şair doğa, şiir insan içinse eğer Sabahattin Ali de en azından eşitliğin sempatizanı bile olunsa şimdilik yeter. var bu acı cümlede, Ülke, “körler ülkesi”. Vicdan Ali İsmail Korkmaz kanseri yaşanıyor. “Kötü söz muhatabını bulur” diye da. küçük İskender bir ahkâm kesme yöntemi geliştirmişiz; “Şair militan yanını “iyi sözün kimi bulacağı ise meçhul”. korumalı ve asla Polis, direnenlerin gözlerine kurşun ve fişek sıkarsa elbette “körler ülkesi” iktidarın ayağına denir buraya. Zaten meseleleri duyu gitmemeli!” diyor. organlarıyla; görmemen için gözünü çıkartıyorlar, duymaman için kulak zarını suçlu(lar), ardından da on(lar)a yakışacak bir ceza yaratma konusunda hüner sahibidirler. Yanlış anlaşılmasın; korkum kendime yönelik değil, failsizliğin yeniden gitgide artmasından ve bizlerin bunlardan bütünüyle habersiz kalmamız ihtimalinden korkuyorum. Ama Gezi Direnişi’nden insanlar korkmamayı öğrendi. Neler değişti sizce? Bir şey değişmedi; bir şeyler dönüştü. Herkes kara kutusunu açtı sonunda. Değişen şey özünü korur. Gördüğümüz öz başka artık. “Koyunları sağduyulu olmaya çağırarak pazara götüren çoban”ın hikâyesi bitti. Çocuklar uyuyacağına uyandı. Masal ters tepti. Gaz, tazyikli su, cop yeni kuşağın oyuncağı oldu. Kendilerini yukarıda sananlar bir zamanlar sevilmiyorlardı, artık nefret ediliyorlar. Eskiden dinlenmiyorlardı, artık kale alınmıyorlar. Gençler onların zerresinin bile olmadığı bir dünya peşine düştüler. Daha ne olsun? Gemi de kaptan da sizsiniz. Rotayı yönlendiren ne peki, fırtınalar mı, bozuk bir pusulamı? İnsanlık suçu işleyenleri muhatap almazsanız yönünüz zaten bellidir. Beni, benim gibileri herhangi bir olay esnasında başbakanla aynı masada fikir alışverişi yaparken görme ihtimaliniz nedir? Tebrik ederim; herkesin gardırobunda her an çağrılacağı bir davet için ütülü takım elbisesi varmış meğer. Gezi Parkı bunu da kanıtladı. Rotamız samimi bir birlikte yaşam modeli hep. Buna fırtına da müdahale eder, bozuk pusulalar da. Gemi sağlamsa kaptansız gitmeyi becerir zaten. Mürettebat sadece ayrıntı. “Küfür edebilmek” hakkımız var, olmalı değil mi? Küfrü hak edenler oldukça küfür edebilme hakkı korumamız altında kalacaktır. Nükteye de gerek yok – doğrudan, dolaysız. Neden rahatsız oluyorlarsa onlar bizim direniş aletlerimiz! Fotoğraf: VEDAT ARIK Hayat ‘öğrenmeler’ üzerine kurulu E Doktor, senarist, oyuncu, yazar Ercan Kesal, hikâyelerini topladığı ilk kitabının ismi “Peri Gazozu”. Kesal, yanı başımızdan geçip giden, hiç fark etmediğimiz acıları anlatmaya çalışıyor. Basit ve sıradanmış gibi gözüken hayatların acısının ve şiddetinin daha güçlü olduğunu söylüyor. “Peşine düştüğüm şeyler tam da böyle ve tüm bunlar hayata sahip çıkmak için bize gerekli, çünkü hayat ‘öğrenmeler’ üzerine kurulu” diyor. Zor bir hayat yaşadığınız anlaşılıyor. Ama rcan Kesal’a göre en canlı anılar tüm bunlar da sizi bu günlere getirmiş... çocukluğa ait. O yüzden hep bir yanımız Hayatın “öğrenmeler” üzerine kurulduğunu orada duruyor. Erkek çocukları ise düşünüyorum. Her şeyin öğrenildiğini ve babalarını büyüdükçe tanıyor, anlıyor. Bu yüzde öğretilebileceğini yaşadım her seferinde. Bu bu tanışmaya geç kalmamak da önemli. Peri yüzden yoksulluğun ya da sıkıntıların da iyi birer Gazozu ise bir taşra hikâyesi. Doğduğu, acılarını, öğretmen olduğunu söyleyebilirim… sıkıntılarını ve çaresizliğini çok iyi bildiği “Derdimiz dilimizi belirler” demiştiniz... coğrafyada bu kez “kasaba bürokratı” olarak Öyle değil mi? İnsanın içindeki dert ya dönen bir doktorun hikâyesini anlatıyor. Kesal’ın da sıkıntı neyse onun peşine düşüyor, dili de anlatımı yine keskin, derdi de büyük. ona evriliyor. Bana bunu hastalarım öğretti. “Gökyüzü gibi şu çocukluk hiçbir yere Tıp fakültesinde öğrenciyken rahmetli İsmail gitmiyor” der Edip Cansever. Sanırım siz de Ulutaş hocamız “hasta kapıdan girip sandalyeye çocukluğunuzu hep yanınızda taşıyorsunuz? oturuncaya kadar eğer teşhisi yüzde 50 En canlı anılar çocukluk anılarıdır. Sanatın nispetinde koyamazsanız iyi bir hekim değilsiniz” da en saf hali “çocukluk” değil midir zaten? derdi, “her hastanın bir yürüyüşü, bakışı, kokusu Kitabımın sunuş bölümünde Bergman’dan vardır. Bunları bileceksiniz ondan sonrası bir alıntı yaptım, “İnsan bir ipekböceği şov...” derdi. Asıl ondan sonrası daha zahmetli gibidir ağacın yaprağına tünemiş. İşte o bir işmiş, onu da sahada öğrendim. Hastanın ağaç çocukluktur. Ondan beslenir, zamanla derdiyle “hemhal” olmak. Onların derdini içinde olgunlaşır, büyür ve son bulur”. Ben de duymak, “diğerkam” olmak. Yazdıklarım, hayatın çocukluğumdan besleniyorum. Kalabalık, ve hastalarımın bana öğrettiklerinin büyük bir çiftçi ailesinde büyüdüm. kâğıda dökebildiğim parçalarıdır. Geniş aileler iyidir, insana güven Peri Gazozu nasıl hayat buldu? verir. Sofralarınız hep büyüktür. Hem Önce Radikal’de yazma serüvenim sonsuz bir şefkat, güven çemberi başladı. Koray Çalışkan’dır bunu ilk sarar sizi, hem de kendi işinizi düşünen ve beni ikna eden. Sonra kendiniz görmeniz gerektiğini öğretir. yazılar çok sevildi. İletişim’den Çünkü kalabalıkta görülmezsiniz de “kitap yapalım” teklifi gelince, ve bu yüzden aç kalabilirsiniz. Fark Peri Gazozu dolmaya başladı. edilmemenin getirdiği özgürlükle Gazetede yazdıklarım ister istemez birlikte, ayakta kalmak için mücadele Söyleşiler: gazete formatına uygun ve kelime etmeyi bilmeniz de gerekir. ALİ DENİZ sayısı sınırlıydı. Ekonomik yazmayı “Ben büyüdüm baba” USLU öğrenmiştim ama bu arada, zaten diyorsunuz bir hikâyenizde. şairlik de var serde. Kitap için Çocuklar büyüdüklerini ne zaman hazırlanırken, editörüm Tanıl Bora’nın da anlıyorlar ya da erkek çocukları babalarını önerisiyle her yazıyı elden geçirerek, bütünlüğünü biraz geç mi tanıyor? bozmadan genişletmeye çalıştım. Daha önceden “Ne alakası var baba!” hikâyemle “ben yazdığım uzun hikâyelerden dördünü de büyüdüm baba” hikâyesini yan yana okumak kitaba ekledim. Bunlar da yine, mecburi hizmet gerekli. Babalarımızın bize söylediklerine karşı günlerimden kalan anı ve gözlemleri içeren ilk cümlemiz “Ne alakası var ya baba!” oluyor. hikâyeler. Ortaya 31 hikâyeden müteşekkil bir Ama, asıl şimdi bu yaşlarda “çok alakası varmış” kitap çıktı. İster okuyun, ister seyredin! diyebiliyoruz, o gençlik itirazının yerini ihtiyaç ve “Peri Gazozu” bir taşra hikâyesi, peki taşra hayıflanma alıyor. Bu bir döngü, benim babamla sizin için ne anlama geliyor? kurduğum ya da kuramadığım ilişkim şimdi Taşra, benim köklerim. Çocukluğum, ilk yedi yaşındaki oğlum ile sürüyor. O da benimle gençliğim, ilk aşkım, ilk hayal kırıklığım belki… sürekli bir pazarlık halinde ve kendi bildiğini Sosyal anlamda ise ne köy, ne de şehir. Arada okumaya çalışıyor. Yedi yaşında ama, her şeyi bir yer. Ben, kasabada büyüdüm sonra büyük bildiğini iddia ediyor! Yazımda “ben büyüdüm şehirde doktor oldum. Mecburi hizmette ise yine artık ölebilirim” diyerek, biraz acıtıcı şekilde kendi topraklarıma döndüm. Acılarını, sıkıntılarını bitiriyorum. Çünkü ölüm ve yaşam meseleleri ve çaresizliğini çok iyi bildiğim coğrafyada bu baba oğul ilişkilerinde çok temel bir hesaplaşma kez “kasaba bürokratı” olarak yerimi aldım. alanıdır aslında. Bu yüzden her iki tarafın duygularını da aynı Öyküleriniz sert, yakıcı. Hayatın keskin yoğunlukta yaşıyorum herhalde. yanını mı görmek istiyorsunuz sürekli? Yazının vicdanı önemli ama insanın vicdanı Sizin hangi zaviyeden baktığınızla da ilgili. yok gibi. Bunca acıyı yaşamış bir coğrafyada Ben, yanı başımızdan geçip giden, hiç fark vicdanla olan sıkıntının nedeni ne olabilir? etmediğimiz acıları anlatmaya çalışıyorum. Bana göre “vicdan” “bilinç”tir. Bilincimiz, Basit ve sıradanmış gibi gözüken hayatların yani hafızamız. Geçmişimizden bugüne yaşayıp acısı ve şiddeti daha güçlüdür. Yani insanlar biriktirdiğimiz her şeyi “anılarımız, hafızamız, Çehov’un dediği gibi, “Günlük yaşantılarında belleğimiz” diyerek bugüne taşıyoruz. Bellek, durmadan birbirlerini öldürmezler, boyuna şimdinin içinde ne duruyorsa, hepsi. Nasıl kendilerini asmazlar, durmadan birbirlerine yaşadıysanız, neler yaptıysanız, ne biçimde âşık olmazlar, hep akıllıca konuşmazlar. Daha hareket ettiyseniz, hepsi de hafızanıza çok yerler, içerler, gevezelik ederler, saçma kaydoluyor, o da vicdanınız zaten. Bu yüzden sapan şeyler konuşurlar. Fakat bütün bu olaylar unutmak ihanettir ve hafızasızlık vicdansızlıktır. sırasında mutlulukları yaratılmakta ya da hayatları Bunca acının yaşandığı coğrafyada vicdanlı paramparça olmaktadır.” Peşine düştüğüm kalabilmenin tek yolu hayatı hatırlatmak ve ona şeyler tam da böyle ve tüm bunlar hayata sahip her şeyiyle sahip çıkmaktır… l çıkmak için bize gerekli. ŞAİR İKTİDARIN AYAĞINA GİTMEZ Bir başbakan; “benim valim, benim polisim, benim bakanım” der de “benim şairim” diyemez değil mi, umarım böyle bir gün görmeyiz... Görmedik mi? Uzlaşmacı, ara bulucu, şirin şairler Ankara’ya da gittiler. Onlar şiiri ‘duygu yüklü, zarif değinmeler, akıl oyunları’ sanadursun çocuklar barikatlara yardım edecek dost insan arıyorlardı. Şair kimsenin ayağına gitmez. Hele iktidarın ayağına hiç gitmez. Yeni şiir kitabınız “Ali”. Sormak saçma belki ama nedir derdi? “Memetler ölürken Aliler öldürülür bir coğrafya için” diye yazıldıydı kitabın arka kapağına. Sabahattin Ali de var bu acı cümlede, ne yazık kitap çıktıktan sonra kaybettiğimiz Ali İsmail Korkmaz da. Tabii, Hüseyinler, Ayşeler, Mustafalar, farklı din, cinsel yönelim ve etnikmilli kökenden olanlar da dahil bu Ali’ye. Aşksız insan istemiyorum bu topraklarda. Topyekun devrime ne gerek var, biraz aşk, çokça denge bu çürümeyi, bağnazlığı durdurur. Son soru yerine son birkaç mısra, röportajın bıraktığı tortu neyin tadını veriyorsa... Keşke mümkün olsa. Ama artık şiirin kısmen sustuğu, yeni neslin bugün ayağa kalktığı yerdeyiz; şiirden çok onların söyleyecekleri şarkıları dinlemekten yanayım. l alidenizuslu@gmail.com C M Y B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear