24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

3 KASIM 2013 / SAYI 1441 5 Aşk Ağlatır filminden. Sara hastalarını görünce korktum Aslı Kapanşahin henüz 17 yaşında bir oyuncu. “Aşk Ağlatır” filmi için sara hastası bir genç kızı canlandırdı. Rolüne hazırlanmak için oldukça zor bir süreç kendisini bekliyordu. Ancak o, filmin en çarpıcı rollerinden birine imza atmayı başardı. DENİZ ÜLKÜTEKİN S Ben o eski adam değilim Fatih Al’ı Türkiye, Muhteşem Yüzyıl dizisindeki “Matrakçı” karakteriyle tanıdı. “Matrakçı” şimdi de karşımıza Atıl İnaç’ın “Daire” filminde Feramus karakteriyle çıkıyor. Filmde felsefe eğitimi almış birinin yaşamını sürdürme çabaları anlatılıyor. Fatih Al, rolü için “Feramus karakteriyle dünyaya bakışımdaki yorumda değişiklik oldu. Bu film düşünsel maceram için bir milattır. Yorumlama biçimim de değişti” diye açıklıyor. CEREN ÇIPLAK oynamamalıdır. Keşke yurtdışında yapılan ayrım burada da olsa. TV, dizisinema ve tiyatro oyuncuları kendi uzmanlıklarında rol alsalar. Tek başına 34 üslubu aynı anda götürebilmek her babayiğidin harcı değildir. Türkiye’de bunu yapabilen 23 deha vardır. TV’deki oyunculuk metodu sinema oyunculuğuna da yansıyor, TVsinema arasındaki bütün kan uyuşmazlıkları oyuncuya negatif olarak dönüyor. TV, başta edindiğimiz oyuncu alışkanlıklarımızla oynuyor. TV izleyicisi oyuncunun hamurunu istediği hale mi getiriyor? Muhteşem Yüzyıl seti o kadar ağır değil ama ağır çalışma koşullarında işler çabuk halletmeye dönük ilerliyor. TV, “aklıma şu geldi, şunu da deneyeceğim” diyeceğiniz sıradanlığı övüyoruz. Bizi daha fazla ilgilendirecek konulara yönelmeliyiz, o konunun ille ideoloji kovalaması gerekmiyor, sosyal sorumluluğu biraz daha almış filmler çekilmeli. Beni ilgilendirmeyen yaşantılar, yaşantılar... O zaman resim seyrediyoruz, güzel çekilmiş resimleri... “Daire” filmine bulaşalım şimdi de. Yönetmen, deneme çekiminden sonra sizin için “Evet Feramus bu” demiş... Menajerim senaryoyu gönderdi, bir okudum, bir daha okudum ve menajerime “Hadi gidiyoruz” dedim. Yönetmene de, “Bu filmde oynamasam bile bu filmi izlemek istiyorum” dedim. Benim için çok kıymetli bir rol oldu. Filmin, beni yeniden düşünmeye, tanımlamaya iten ve hâlâ süren bir deneyim hali var. bu filmde oynamadan önceki adam değilim. Filmi benim için sanat eseri haline getiren şey de bu. Filmden önceki adam yok, ben o adam değilim artık. Değiştim dediniz, ne değişti? Bir de Feramus ne demek? Feramus ışığın bekçisi demek. Dünyaya bakışımdaki yorumda değişiklik, yön değiştirme oldu. “Düşünen adam” mı oldunuz? Hayır, düşünme biçimim değişti. Bu film düşünsel maceram için bir milattır. Yorumlama biçimim de değişti. Sizdeki değişimi eşiniz fark etti mi? Fark ettiği belli noktalar var tabii. Eşimle tiyatroda beraber oynadığımız oyunlarda birbirimize oyundan cümleler kullanarak durumu daha rahat açıkladığımız anları yaşadık, dolayısıyla oynadığımız rollerin dönüştürdüğü yeni kişiye her daim karşılıklı olarak şahit olduk. Filmi ilk kez izlediğimizde ona “Seyredeceğin adamı hem tanıyorsun hem de tanımıyorsun” dedim. O da “Evet yeni adamı da tanıdığım adamı da gördüm” dedi. Henüz süreci tamamlamadım, belki Feramus kalan yanlarım olacaktır ama Matrakçı kalan yanlarım da var. Matrakçı kalan yanım sadakatla, bağlılıkla ilgili. Matrakçı’da benim çok beceremediğim bir dobralık hali var, ağa paşa dinlemeden söyleyen bir adam dolayısıyla bazen benim de ağa paşa dinlemeden bir şeyler söylememe katkıda bulunmuşluğu vardır. Felsefi yönü ağır basan filmde sizi etkileyen bir diyalog oldu mu? Mesela ben “Artık tanrının yokluğundan şüphe ediyorum” sözünü beğendim. Atıl, sette kendi cevaplarımızı üretmeyi ya da ürettiği yeni cevapları dönüştürmemizi sağladı. Sette felsefe mi yaptınız? Bir nevi... Filmdeki bazı cevaplar benimdir, teksti birebir uygulamadık. Karakter burada “Ne cevap verir?” diye düşündük. Bazen çok basit cevapları çok zor yollardan bulduk. l M uhteşem Yüzyıl’ın popüler karakterlerinden “Matrakçı”yı canlandıran Fatih Al bambaşka bir karakterle karşımıza çıktı. Atıl İnaç’ın “Daire” filminde rol alan Fatih Al, filmde felsefe eğitimi almış, “felsefeci” Feramus’u canlandırıyor. “Daire”, yaşamını sürdürebilmek için “her gün” çabalayan insanları anlatıyor. “Kader mi insanı yönetir? İnsan mı kaderi?” sorusu üzerinde duran film, en son Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin özel bölümünde izleyiciyle buluştu. “Daire” filminin gösterimi sonrası filmin yönetmeni Atıl İnaç ile Fatih Al’la çay içmek için buluşuyoruz. Fatih Al, öyle çekingen, öyle naif ki filmde yer alan “Benim kedim açtır, gitmeliyim” sahnesindeki gibi ama bu kez bir sigara bahanesiyle ayrılıyor masadan... Ertesi gün söyleşi için buluştuğumuzda bunu hatırlatarak başlıyorum sohbete... Filmdeki “Feramus” karakteri gibi çekingen, kırılgan bir haliniz var... Kırılgan, naif bir yanım var. Ortamlardan rahatsız olmaktan ziyade rahatsız etmekle ilgili, kendimi fazlalık hissetme gibi bir sıkıntım var. Sanırım bazı şeyleri kendime saklamayı seviyorum ya da bazı şeyleri söylemek için gereğinden fazla bekliyorum. Ünlü bir oyuncusunuz, ünlü oyuncular kendini pek fazlalık hissetmez tersine varlığının herkesi mutlu ettiğini düşünür... Bir insanın sevilmesi ya da saygı görmesi o insanın kendisini bir lütuf olarak görmesini gerektirmez. Salt ün, tanınmışlık... Benimkisi Muhteşem Yüzyıl dizisiyle gelen dönemsel bir tanınmışlık. Giderek tanınması zor bir insan haline geleceğim için şimdiden kendimi lütuf psikolojisine kaptırmıyorum. Neden kariyerinize “dönemsel tanınmışlık” diyerek set çekiyorsunuz? Televizyonun, dizilerin getirdiği böyle bir durum var. Belli başlı karakterler dışında, geçmişte çok tutulmuş dizilerden kaç oyuncu tanıyorsunuz? Diyelim ki bir daha iş bulamayacağım ya da ben yeni işler istemediğim zaman bir yıl içinde unutulacağım. Her rolü oynarım diyenlerden misiniz? Bir oyuncu her rolü Daire filminden. bir alan değil. O anda yapmanız gerekiyor, zamanı etkili ve çabuk kullanmak, tempoya uyum sağlamak gerektiğinden risk almamak için genel kabul görmüşe yöneliyoruz. Sinemada böyle bir şeye gerek yok o yüzden sinema sanat. Sizi ilk olarak Matrakçı karakteriyle izledim, ama röportaja başladıktan sonra sizi Feramus karakterine çok benzettim. Şu an sanki Feramus’la konuşuyorum... Önce rolü önümüze koyarlar. Ben o rol değilimdir o rol de ben değil... Dolayısıyla iki karakter birbirimizi çekiştirmeye başlarız. Oynadığın rolle illa ki bir yakınlık kuruyorsun. Ben şuna inanmıyorum insanın kendinden vazgeçip başka bir adam olarak ortaya çıkmasına. O rolle kendimizi de temsil etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Her oyuncu canlandırdığı rolde yani eserinde kendini de temsil etmeli. Evet, ben Feramus çok kıymetli Sinemamız yenilikçi ve bireysel bir tarafa mı eğiliyor? İzleyici tarafından yorum yapacağım. Sinema, seyirciyi, izlediği hikâye kadar ilgilendiren konulara yöneliyor. O hikâyeyle özdeşim kurabilecek, toplumsal yanı ağır basan konular pek kullanılmıyor. Birkaç kişinin kendilerine has dünyalarındaki ilginç yaşantılarına odaklanmaya gidiyor. Başkalarının macerası olarak izlediğimiz filmler var artık. Yönetmenler artık filmi tek bir karakter üzerine kuruyor ve film o karakter üzerinden gidiyor. Akif’in dünyası gibi... Kişinin hayatındaki ilginçliğe sığınıyoruz hatta kişinin hayatındaki TV’de seri üretim TV’de bir nevi seri üretim halindeyiz. Muhteşem Yüzyıl’da 3 yıldır rol alıyorum o yüzden artık oyunculuk anlamında daha rahatım. Bir sultanla, bir kadınla karşılaştığım zaman ne yapacağımı düşünmek zorunda kalmıyorum, ya da Sultan Süleyman’la nasıl konuşuluru bilmek zorunda değilim. Refleks olarak yapıyorum artık. Zaten TV ’de üzerine çok düşünülmesi gereken şeyleri söylemek istemiyoruz ki, çünkü o zaman bir çekirdek gibi çitleyip atamayız. l alonlara yeni gelen filmlerden biri “Aşk Ağlatır”. Yapımı ilginç kılan özelliklerin başındaysa henüz 17 yaşında olmasına karşın oldukça zor bir rolün altına giren ve görünüşe bakılırsa başarıyla kalkan bir oyuncu geliyor. Aslı Kapanşahin, kendini bildi bileli kamera karşısında olan oyunculardan. İlk kamera karşısına geçtiği zamanı hatırlamıyor bile. Ancak ailesi doğru karar vermiş olmalı. İşte Kapanşahin’in hikâyesi... Öncelikle rolünüzden bahsedebilir misiniz? Sara hastası bir kızı canlandırdım. İçine kapanık bir karakter. Her acıyı içine atıyor ve bu da onun için hayatı daha da çekilmez kılıyor. İçine atmasının sebebi sara hastalığı mı? Daha çok yaşadıklarıyla alakalı. Önceden zengin bir ailesi varmış. Bir dönem sonra bütün varlıklarını kaybediyorlar ve kızın da kimsesi kalmıyor. Oldukça zor bir hayatın içinde buluyor kendini. Rol önünüze geldiğinde kafanızda nasıl bir karakter canlandırmıştınız? İlk olarak yapamayacağımı düşündüm. Çünkü karakter benim kişiliğimden fazlasıyla uzaktı. Ancak sonunda başardım diyebilirim herhalde. En azından öyle söylüyorlar. Rolü öğrenmek için doktorlarla çalıştık. Oyuncu koçum ve yönetmenim de çok yardımcı oldu. Sara hastalarının en belirgin özelliği, çırpınlamaları ve dillerini yutma tehlikesi. Benim açımdan en dikkat çekici yönleri buydu. Bu yüzden öncelikli olarak bu detaylara odaklandım. Sara hastalarını ilk gördüğünüzde neler hissettiniz? İlk düşüşleri oldukça garipti. Yaşadıklarını tam olarak hissedemezdim tabii ama o kadar çok tekrar yaptım ki bir süre sonra çok iyi anlamaya başladım sanırım. Krizin başlangıcı ve bitişi arasındaki süre çok zor, insan, “onların yerinde olsam dayanabilir miydim” diye düşünüyor. Bayağı da korktum diyebilirim. Ağızlarından köpükler çıkıyor, gerçekten çok garip ve anlatması zor bir durum. Rolü kaç defa tekrar etmeniz gerekti? Dört defa galiba. Prova yaptık öncesinde, iki denemede de çektik. Çekimler sırasında belki de en çok yıprandığım performansımı gerçekleştridim. Demin de dediğim gibi sara hastaları, çırpınıp efor sarf ediyorlar. Ben de önceki denemelerimde bunun için çabalamıştım ama tam anlamıyla onlarınkine benzer bir çabayı çekimlerde yaptım sanırım. Yönetmen ve dizideki diğer oyuncular performansınız hakkında ne söyledi? Hepsi çok iyi iş çıkardığımı söyledi. Bunu onlardan duymam çok önemliydi çünkü sonuçta bir ekip işi yapıyoruz ve herkesin başarısı birbirine bağlı. Onlar öyle diyorsa ben de başarılı olduğumu düşünüyorum Önceki oyunculuk deneyimlerinizden bahseder misinz? “Güneşi Gördüm”de, “Gökten Üç Elma Düştü”de oynadım. Babam zaten beni çocukken ajansa yazdırmış, ben hatırlamıyorum bile. Ailede başka oyuncu var mı? Yok. Herhalde benim oyuncu olmamı istiyorladı daha o yaşta. Kızım oyuncu olsun demişler ve ajansa yazdırmışlar. Şanslısınız o zaman. Evet, zaten bir şey anlamadım, kendimi bildim bileli kamera karşısındayım. O yüzden çok da seçeneğim yoktu. Ancak çok memnunum. Dokuz yaşımda falan, bu işi kıvırabildiğimi fark ettim, sonrasında “ben de oyuncu olacağım” demeye başladım. Setlerde çalışmak size ağır geliyor mu? Oyunculuk zor bir sanat tabii ama bugüne kadar üstesinden geldim. Bundan sonra da üstesinden gelirim heralde. Şu an yaşı sizden büyük olanlar setlerde size çok destek oluyordur ama belli bir yaştan sonra bu desteği bulamayabilirsiniz. Evet ben de öyle düşünüyorum ama kafama koydum, ne olursa olsun bu işi yapacağım. Ancak cidden bu filmde herkes yanımda oldu. Destek verdiler. Heyecanlanmamam için çok çaba sarf ettiler. Oyuncu koçum da sırf rolümle ilgili değil, psikolojik olarak beni destekledi. Mesela kendimden büyük birisine âşık olduğum bir bölüm var. O sahnenin altından kalkabileceğimi hiç sanmıyordum. Kendi içinde yaşadığı bir aşk. Hem hasta hem âşık hem de kimsesiz. Ben çok dışa dönük biriyimdir. Herkese her şeyi anlatabilirim. Aslında böyle bir zıtlık vardı. En çok zorlayabilecek şey buydu, ama oyunculuk da böyle bir şey sanırım. l C M Y B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear