24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

2 Çalışkanlıkta Mehmet benimle aşık atamaz Oğlu Mehmet Öz’ü hepimiz biliriz de babası Prof. Dr. Mustafa Öz’ü bilenlerin sayısı sınırlıdır. Prof. Dr. Mustafa Öz’ün Konya’nın Bozkır’ındaki bir köyden çıkıp ABD’nin Cleveland’ına uzanan öyküsü kitaplaştırıldı. İstanbul Bilim Üniversitesi Tıp Bilimleri Bölüm Başkanı olan Prof. Dr. Mustafa Öz, İngilizce bilmeden gittiği ABD’de hem çalışıp hem okuyarak yurtdışındaki ünlü tıpçılarımızdan biri oluyor. Oğlu Mehmet Öz’ün çalışkanlıkta kendisiyle yarışamayacağını belirterek, “Oğlum zeki bir insan olabilir ama benden daha çalışkandır diyemem. Ben bu yere çok çalışarak geldim. En azından Mehmet’i Mehmet yapabilmek için çok çalışmak zorundaydım” diyor. P ek klişe olacak ama bu yaşamı bir başarı öyküsü olarak tanımlamak en doğrusu. Bu kimin yaşamı mı? Prof. Dr. Mustafa Öz’ün. Mustafa Öz kim mi? Dünyaca ünlü doktor Prof. Mehmet Öz’ün babası. Boynuz kulağı geçer, derler ya. Bu ailenin yaşamı da onun gibi bir şey. Prof. Dr. Mustafa Öz yıllar yıllar önce Konya’nın Bozkır ilçesindeki bir köy evinden çıkmış. 1925 doğumlu. Yani tamı tamına 88 yaşında. Hâlâ etkin. Her gün sabah erkenden kalkıyor. İstanbul Bilim Üniversitesi Tıp Bilimleri Bölüm Başkanı olarak işbaşı yapıyor. Göğüs ve damar cerrahisinde önce ABD’de ün salmış. Yaşamı tam bir macera. Konya’nın Bozkır ilçesinden beş parasız çıkıp tek kelime İngilizce bilmeden ABD’ye giderek çok ünlü bir cerrah olmasının öyküsünü anlatıyor: “Zamanında ben bunu bir macera olarak düşünmedim. Aksi halde yapamazdım. Çünkü bu yaptıklarımı aklı selim sahibi kimse yapmaya cesaret edemezdi. Topu topu bir tane ilkokulu olan Bozkır’da ilköğretimimi yaptıktan sonra Konya’ya gittim. Hükümetin yatılı okul sınavını kazandım. Orta, lise hatta tıp fakültesini de devlet yardımıyla bitirdim. “Bu devlet yardımıyla okul bitirmenin de bedeli vardı. Devlete borcum 10 bin lira olmuştu. Ya bu parayı ödeyecek ya da on yıl süreyle hükümet tabipliği yapacaktım. Böylece birçok ilde hükümet tabipliği yaptım. Son olarak Ankara, Çankaya’ya geldim. Oradan, İngilizce bilmediğim halde ABD’nin yolunu tuttum.” ABD’de LEYLA TAVŞANOĞLU Cleveland’da bir hastanenin cerrahi bölümüne giriyor. Tam o günlerde apandisiti tutuyor. Acil ameliyat oluyor. Ertesi gün de hastanesinde bir ameliyata girmesi gerek. O ameliyatlı haliyle ertesi sabah erkenden hastanede buluyor kendini. Ameliyathaneye giriyor. Ama daha ameliyat başlarken baş cerrah, Öz’ün tek kelime İngilizce anlamadığını görünce çok kızıyor, onu ameliyathaneden apar topar çıkarıyor. Azim bu ya. Öz İngilizce öğrenmeyi kafasına koyuyor. Hem dil kursuna gidiyor hem de çalışıyor. Parayı denkleştirmede zorlanmasına rağmen hemen her yıl Türkiye’ye gelmeyi ihmal etmiyor. 1959’da İstanbul’da evleniyor. 1960’ta oğlu Mehmet, 1961’de büyük kızı Seval, 1968’de Nazlım doğuyor. İlk beş yıl Cleveland’da yaşadıktan sonra Atlanta’ya geçiyor. Bir yıl Upstate Newyork’ta tüberküloz hastanesinde, 30 yıl kadar da Delaware’in Wilmington kentinde çalışıyor. Elli yıllık ABD yaşamını 2000’li yılların başında sonlandırıp Türkiye’ye dönmeye karar veriliyor. O yıllarda ABD’de Türk ve Amerikalı olmak üzere pek çok ünlüyle tanışıyor. Pek çoğunun ameliyatını yapıyor. Derken, 2001’de Türkiye’ye dönüyor. O sırada bir dönem İstanbul Üniversitesi rektörlüğü yapmış olan yakın dostu. Prof. Cem’i Demiroğlu Florence Nightingale hastanelerini kurmuş. Orada Tıp Bilimleri Bölüm Başkanlığı yapmasını teklif ediyor. Bu görev 12 yıldır kesintisiz sürüyor. Biraz da aile yaşamına dalıyoruz. Mustafa Hoca ömür boyu, belki biraz abartılı olacak ama, günde neredeyse yirmi dört saat çalışmış. Yine de keyif ehli olmayı elden bırakmamış. Yemeyi içmeyi seviyor. Eşi Suna Hanım da çikolataya düşkünmüş. “Suna çok çikolata yiyor. Epeyce de kilo aldı,” diye anlatıyor. Bunun üzerine soruyu patlatıyorum: “Mehmet Hoca televizyonlarda sağlıklı beslenme programları yapıyor. Annesinin kilo almasına karşı çıkmıyor mu?” Mustafa Hoca diyor ki: “Mehmet annesine hiçbir şey söylemez. Sadece bana karışır.” Bu yaz ailece Dalaman’dan tekneyle koyları gezmişler. Tatil bitince Mehmet Hoca eşiyle ABD’ye dönmeden önce babasına, “Anneme iyi bak,” demiş. Bunun üzerine Mustafa Hoca da oğluna, “Senin işin ne? Ben annene 54 yıl baktım. Ben şimdi paraca çok sıkıntılı vaziyetteyim,” diye şaka edince, Mehmet Hoca’dan şu yanıtı almış:” “Sendeki para bir bitsin. Hiç merak etme, arkandayım.” Böylece gülüşerek oğlunu uğurlamış. Sol altta Öz ailesi. Soldan sağa: Seval, Suna, Mehmet, Mustafa ve Nazlım Öz. Mustafa Hoca, “Hayatımda benden fazla çalışkan bir insan olması mümkün değil,” diyor. Bunun üzerine, “Peki, Mehmet Hoca sizden daha mı az çalışkan?” diye kışkırtıcı bir soru sorunca şu yanıtı alıyorum: “Ben yatağında güneş görmemiş bir babayım. Benim kışımda da yazımda da, tatilde de, bu yaşta bile en geç sabahın altısında uyanırım. Düşünebiliyor musun? Hâlâ bu yaşta hastanedeki bütün konferanslara sabahın yedisinde orada hazırımdır. Benden erken gelen kimse yoktur. “Mehmet çalışkan çocuk. Belki de benden daha zekidir. Ama çalışkanlıkta benden daha çalışkan diyemem. Çünkü ben çok çalıştım. Esasen, Mehmet’i Mehmet yapmak için çok çalışmak mecburiyetindeydim. En önemli nokta da burası. Ayda 85 dolar maaş alırken biraz daha fazla para kazanabilmek için boş zamanlarımda özel hastabakıcılık yapardım. Mehmet bu konuda nasıl aşık atabilir? “Ama ben bir saatte yaptığım işten zamanında elli dolar aldıysam Mehmet bir saatlik işten belki beş bin dolar alıyor. Kaç para aldığını bilemem. Ama ben hayatım boyunca Mehmet’ten daha çok çalıştım. Makine Mühendisliği Profesörü Hakkı Öz) asistanıyken tanıdım. “Erbakan o sıralarda Türkiye Odalar Birliği Başkanı olmuştu. Bana politikaya Konya’dan girmek istediğini söyledi. Biz de işe Bozkır’dan başladık. “ Daha sonra bizim siyasi liderlerden siyasete girme teklifleri almış. Ama siyasetin kendisine uygun olmadığını bildiği için bütün teklifleri geri çevirmiş. ABD’de Fethullah Gülen’le de tanışmış. Birkaç etkinliğine davet edilmiş. Ama anladığım kadarıyla davetlere programının uygun olmaması nedeniyle pek katılamamış. Orada hemen, “Fethullah Gülen’le bir gönül bağınız var mı?” diye soruyorum. Yanıtı şu: “Benim gönül bağım Türkiye Cumhuriyeti milleti, devleti ve kuruluş yaşam tarzı. Benim gönül bağım bunlardır. Türk olarak içeriden ve dışarıdan yaşamamıza yardım eden herkese teşekkür ederiz. Benim politikaya girmeye hiç niyetim yok. Girecek olsaydım 1979’da ara seçimlerde Konya’dan beni aday göstermek istediler. Demirel’den geldi bu istek. Ben de kabul ettim. Ama ağabeyim (Prof. Hakkı Öz) karşı çıktı. ‘Deli misin? Darağaçları kurulmuş. Adam asmak için bekliyorlar,’ dedi. Bunun üzerine Ankara’ya gittim. Özür dileyerek politikaya giremeyeceğimi söyledim. Artık bu yaştan sonra da girmek istemiyorum.” Bu söyleşinin yapılmasındaki temel amaç yakınlarda yayımlanan Prof. Dr. Mustafa Öz’ün biyografisi. Yazarı ise Sabah gazetesi sağlık editörü Esra Tüzün. Ara vermeden okunan, ilginç bir yaşamöyküsü. l Erbakan’la siyaset macerası “Mehmet çok iyi, çok akıllı bir çocuk. Baba mesleğini seçti. Çünkü doğduğu günden beri hiç yanımdan ayırmadım. Cumartesi, pazar günleri dahil Mehmet’i hep yanımda hastaneye götürdüm. 1967’de Mehmet’le Konya Bozkır’a gittik. Yanımızda Necmettin Erbakan da vardı. Erbakan’ı ağabeyimin (İTÜ Ehmet, bilirmisen anamın babası Ermeniydi... G azeteciyazar Ahmet Abakay, Hoşana’nın Son Sözü’nde, 82 yıl saklanan bir aile sırrından yola çıkıyor. Annesi Hoşana ölümünden bir gün önce “Ehmet, bilirmisen, benim anamın babası Ermeniydi” deyivermiş. Hoşana Ana, kimliğinin, kökeninin sırrını 82 yıl boyunca saklamış. Suskunluğu, mağduriyeti tam bir “ömür” sürmüş. Ahmet Abakay da TİP’li, 68’li bir muhalif olarak “politik kimliği”nin mücadelesini yürütürken acılar, mağduriyetler yaşamış. Anne oğulun hikâyeleri bu kitapta buluşmuş. Bu topraklarda bazı kimlik ve aidiyetler yıllar boyunca “trajedi” anlamına gelmiş. Acı, hakaret, dışlanma, işkence ve ölümle biten TÜREY trajediler yaşanmış. Bu nedenle KÖSE bir ömür boyu saklanan kimlik, köken sırları var insanların. Ahmet Abakay, giriş yazısında kitabının başlangıç noktasını şöyle anlatıyor: “Bu kitap, annem Hoşana’nın 82 yıl boyunca içinde sakladığı sırrı ile ilgili. Bebekliğinden beri Alevi kültürü ile yetişmiş bir insan, bir kadın, Ermeni kökenli olduğunu, 82 yıl boyunca ailesinden, çocuklarından, torunlarından, yaşadığı çevreden saklayabilir mi? Bir köy, 82 yıl ve devamında bugün, susar mı? Hoşana bu sırrı 82 yıl içinde sakladı. Nasıl olduysa o gün en küçük oğluna, bana, bu gerçeği geniş şekilde anlattı. Ertesi gün bir kaza sonucu bilincini kaybetti ve ardından öldü.” Hoşana Ana, 82 yıl susuyor ve bir gün oğlu Ahmet Abakay’a, “Ehmet, bilirmisen, benim anamın babası Ermeniydi” diyor. Bu sır onu öyle ezmiş, öyle korkutmuş olmalı ki; yıllar yıllar sonra bile oğluna, “Karına da, kardeşlerine de söyleme. Ben ölene kadar da kimseye konuşma” diye tembihliyor. Ahmet Abakay, SivasDivriği doğumlu, “Trenci Rıza ile Hoşana’nın” oğlu. 68 kuşağından olmakla övünüyor. Erzincan Lisesi’nde THKPC kurucularından Hüseyin Cevahir’in yakın arkadaşı olmuş. Üniversitede de Abdullah Öcalan ve Kesire yakın arkadaşlarıymış. “Derin devletin simgesi Mehmet Ağar’la da Mülkiye’den okul arkadaşı olduğunu” söylüyor. TİP’li, “3 K’li” olduğunu söylüyor. “Kürt, kızılbaş, komünist” sıfatlarına annesinden öğrendiği sırla yeni bir aidiyet daha ekleniyor: “‘3 K + E’ olacaktım” diyor. Ancak bu yeni kimliğin kabullenilmesi öyle kolay değil. Annesinin ölümünden sonra bu sırrın peşine düşen Ahmet Abakay, çok zorlanıyor. Bugün bile akrabalar, köylüler “Ermeniliği” kondurmak istemiyor. “Senin ana tarafın aslında Ermeni değil Süryaniydi. Ermeni mermeni lafını etme” diye geçiştirmeye çalışıyorlar. Hatta, bazı akrabalarının “Halamıza nasıl Ermeni dersin” diye kendisini tehdit ettiğini anlatıyor Ahmet Abakay. Bu tehditlere “Fransız ya da İngiliz desem aynı tepkiyi gösterir miydiniz” sorusuyla karşılık vermiş. Ahmet Abakay, bir yandan bir yeni kimlikle tanışır ve bunun izini sürerken; diğer yandan Hoşana Ana’nın çok acı ve dokunaklı hayatından kesitler aktarıyor. Bu arada, Hoşana Ana’nın esprili laf geçirmelerini, sözünü sakınmayan üslubunu atlamak olmaz. Tiyatrocu Metin Coşkun’un kızı Hayriye’yi istemeye geldiği bölümü kahkahalarla gülmeden okumak olanaksız. Tiyatroculuğu işten saymayan Hoşana Ana, “İşi yok, oğlun kızımı neyle geçindirecek? Allah onlara durup dururken havadan para mı atacak” diye paylıyor dünürlerini. Aynı Hoşana Ana, 12 Eylül darbesinden sonra Ahmet Abakay gözaltına alındığında oğlunun ellerini kelepçeleyen polisleri “Vıyyy, bu ne hal, bu ne iştir! Oğlum banka mı soymuş da ellerini bağlamışsınız! Hiç mi utanmanız, arlanmanız yok sizin!” diye azarlamaktan da çekinmeyecektir. Ahmet Abakay hem 12 Eylül darbe sürecinde, hem de AKP iktidarı döneminde Çağdaş Gazeteciler Derneği Başkanlığı yaptı. Kitapta annesinin “kimlik” sırrı hikâyesine, kendi politik kimlik mücadelesinin hikâyesini ekliyor. Naif, sıcak, esprili bir dille. Hüseyin Cevahir’in kendisini sınavdan geçirdiği bölümdeki diyalog gülümsetiyor. Lise arkadaşı Hüseyin Cevahir “solcu musun” diye sorar. Abakay, ”Tabii solcuyum” karşılığını verir. Ama bu yetmez Cevahir’e. “Peki aşırı solcu musun” diye sorar. Ahmet Abakay, anında “aşırı solcu” olmaya karar verir. “Oğlum aşırı solculuk komünistlik biliyor musun” sorusu üzerine de “Yok yav. Bilmiyordum valla” der ama geri de çekilmez: “Tamam abi, aşırı solcuyuz”. Sonra da o başlar diğer arkadaşlarını solculuk sınavına sokmaya... Kitapta Abakay’ın hem gazetecilik, hem de siyasal mücadelesinden kesitler var. Polis, gözaltı, hapis, dayak, dava, evlerinde yapılan açlık grevi, Almanya’da Kürt konferansında konuşmacı olması, Aydınlar Dilekçesi, TBKP liderleri Nihat Sargın ve Haydar Kutlu’yu evinde ağırlaması gibi. Hocaları Ünsal Oskay’ın öğrencilerinden kız istemeye gelmesi gibi renkli hikâyeler de var. Abakay kitabında bazı anılarını paylaşırken, bazı eski yol arkadaşları, ya da kendi ifadesiyle “soldan sağa çark edenler”le de hesaplaşıyor. “12 Eylül’ün Kemalisti: Oral Çalışlar” başlıklı bölümde Aydınlık Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Oral Çalışlar’ın darbe sonrasında Aydınlık gazetesinin kapatılması üzerine Kenan Evren’e gönderdiği mektup aktarılıyor. l ÇGD’nin en zor dönemlerinde başkanlık görevini yürüten 68 kuşağının basındaki temsilcilerinden Ahmet Abakay, çocukluk anılarından öğrencilik yıllarına, basındaki macerasından ölmeden önce annesi Hoşana’nın “Annemin babası Ermeniydi” sırrına kadar birbirinden ilginç olayları ve anılarını, “Hoşana’nın Son Sözü” kitabında topladı. C M Y B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear