24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

13 OCAK 2013 / SAYI 1399 7 Bu anlatılan savaş filmi değil! ESRA AÇIKGÖZ analla hayatın iç içe geçtiği bir dünyada yaşıyoruz. Bazen çizgiler öyle kırılıyor ki, “gerçeklik” de bundan payını alıyor. Yüz binlerce ölümün olduğu savaşları, anı anına izlerken olağan hayatımıza bir anlık üzüntü, duraksama bile yaşamadan devam etmemizi başka ne açıklayabilir ki? Fotoğraf sanatçısı Ali Alışır’ın “Sanal Savaşlar” sergisi işte buna işaret ediyor. Çünkü Alışır’ın da dediği gibi: “Savaş içinde olan toplumlardan daha kötüsü bence duyarsızlık, pişmanlık üzerine oturmuş olan bir toplumdur.” Sanal Bedenler ve Sanal Mekânlar sergisinden sonra şimdi de Sanal Savaşlar sergisiyle karşımızdasınız. Nedir sanallıkla derdiniz? 2009’dan beri fotoğraf çalışmalarımın merkezini bu kavram oluşturuyor. Yaşadığımız yüzyılın tüketim kültürünün bir sonucu olarak “Gerçek”lik kavramının zorunlu bir değişime uğradığını düşünüyorum. Sosyal ilişkilerin yerini iletişim ortamlarında geçirilen “Sanal” bir ortam aldı. İnsanların gerçek yüzleri gitgide sanal bir dünyaya ait yüzlere dönüşmeye başladı. Asıl ile kopya, gerçek ile görünüş iç içe geçti. Yaşadığımız çağ dini, siyaseti, ekonomiyi, sosyal ilişkileri, haberi adeta bir “anlam” bombardımanına boğuyor... Benim derdim yaşadığımız yüzyılda bir imgeden yola çıkıp herhangi gerçekliğe ulaşmanın imkânsız hale geldiği, tarihsel hafızası gittikçe silikleşen, imaj ve görüntü bombardımanı altında ezilen ve sürekli şimdiyi yaşayan çağımız insanının durumunu ve konumunu çalışmalarıma konu edinmek. Sanalla savaşı yan yana getiren nedir sizin için? Ortadoğu’da yaşanan savaşlar ve sınırımıza kadar gelen askeri tehditler beni geçmişten günümüze kadar savaş kavramını sorgulamaya yöneltti. Artık savaş denince akla ne ağır topçular, ne devasa muhabere alanları, ne de göğüs göğüse savaşan askerler geliyor. Savaşların önceliği Ali Alışır askeri olmaktan öte, komuta kontrol iletişim sistemleriyle (siber savaş), psikolojik operasyonlarla (medyadaki enformasyon akışı) ve kültürel, toplumsal alanlardaki bilgi akışıyla (internet ve multimedya) gerçekleştiriliyor... 21. yüzyılın hızla gelişen teknolojileri bize yeryüzünün en acımasız savaşlarının bile “eğlenceli” olabileceğini gösterdi. Amerika’nın Körfez Savaşı’yla başlattığı 11 Eylül saldırısından sonra Afganistan ve Irak’ın işgaliyle devam eden süreçte gelişmiş teknolojiyle önceden belirlenen hedefler vuruldu. Gece yarısı evlerimizde, rahat S Hediye alma sıkıntısına son uldumBuldum.com; Türkiye’de bulunmayan, hayata renk katacak en ilginç ürünleri müşterilerine sunan bir internet sitesi. Aynı zamanda BuldumBuldum.com ismiyle İstanbul’da City’s, Cevahir, Capitol, Capacity, Astoria ve Torium alışveriş merkezlerinde Kiosk mağazaları da bulunuyor. İsmini de bundan yüzyıllar önce Arşimet’in suyun kaldırma kuvvetini bularak üzerinde sadece bir peştemalle yarı çıplak sokağa çıkması ve “Buldum! Buldum!” diye bağırmasından alıyor. Çünkü hediye alma telaşına ve belirsizliğine uygun bütçelerde çözümler buluyor. Hem de tüm bu ürünleri dünyanın dört bir yanından getiriyor. Beş bin çeşitten fazla ürüne sahip olan BuldumBuldum.com ile hayatınıza renk katabilir, sevdiklerinize özel günlerde gerçek anlamda değer taşıyan, unutulmaz hediyeler verebilirsiniz. Şirketin sahibi ve yöneticisi Güçlü Gökozan ise 26 yaşında. Koç B İletişim teknolojileri artık hayatımızın vazgeçilmez parçaları. Dünyayı algılayışımızda da büyük payları var. Bunun en olumsuz yanını havai fişek gösterisi tarzında sunulan savaş haberlerinde görüyoruz. Fotoğrafçı Ali Alışır, “Sanal Savaşlar” sergisiyle işte bu halle uğraşıyor. İşlerini art ON Galeri’de 2 Şubat’a kadar görebilirsiniz. koltuklarımızda sivillerin bombalanmasını televizyonlarımızdan adeta havai fişek gösterisi veya bir video oyununu izler gibi seyrettik. Bu teknolojik savaşı diğerlerinden ayıran en büyük özelliği, eğlence ile savaşın iç içe geçmiş olmasıydı. Medyanın savaşı “görsel şölen” olarak sunduğu bir yüzyılda izleyiciye nasıl bir rol düşüyor? İzleyiciler tarafından bakıldığında 21. yüzyılın bu teknolojik savaşları adeta hiç yaşanmamış gibi gözüküyor. Televizyondaki savaş görüntüleri izleyici üzerinde bir uyuşturucu etkisi yaratmış ve televizyon kapatıldığında sanki savaş bitecekmiş gibi algılanmıştır. Siber tehditler sizce dünyayı nasıl şekillendiriyor? Geçmişte fiziksel güvenlik ne kadar önemliyse, günümüzde de bilgi güvenliği aynı derecede önemli. Artık saldırı her an, her yerden gelebilir. Tehdidin açık bir “gönderici adresi” de olmayabilir. Örneğin 11 Eylül olayından sonra gördük ki sivil uçaklar bile teröristlerin saldırı aracı olarak birer silaha dönüştürülebiliyor. Dolayısıyla çağımızda bilgi güvenliği çok önemli. İsrail’in bugün 100 bin, Amerika’nınsa 25 bin civarında siber askeri olduğu söyleniyor. Amerika kendisine yapılmış siber bir saldırıyı gerçek savaş nedeni sayabiliyor. Belki de şunu asla unutmamalıyız: Artık “siber” ve “sanal” kavramları gelecek ile ilgili değiller; “siber saldırı ve tehditler” tamamen gerçek. Sanal savaşı bir hikâye içerisinde sunuyor işleriniz aynı zamanda. Bu hikâyenin kıssadan hissesi nedir? Dijital görüntüler artık yeni savaşların somut kanıtları sayılmakta. Henüz gerçekleşmemiş bir olay suç, henüz gerçekleşmemiş bir suç da güvenliği tehdit etme bahanesiyle saf dışı edilmeye çalışılmaktadır. Sanal Savaşlar bu yüzden bana göre hiç bitmeyecek. Çünkü günümüzde güvenlik saplantısı adeta kodlanmış bir görüntü silsilesi haline gelmekte. Bu gelişmeler aklıma Fransız düşünür Baudrillard’ın meşhur sözünü getiriyor: “Bir bombanın en tehlikeli anı, onun patlamadığı zamandır”. Şu an dünyanın neresinde olursak olalım dikkat etmemiz gereken tek şey, büyük bir savaşın hiçbir zaman beklediğimiz şekilde gerçekleşmeyeceği gerçeği olabilir. Daha da ötesinde 21. yüzyılın savaşları patlamayan bir bomba gibi hayatımıza şu an zaten egemen. Ve bu savaş, bugüne kadar gerçekleşmiş birçok savaştan daha tehlikeli gözüküyor... G www.alialisir.com www.alisir.com Üniversitesi Endüstri Bölümü mezunu, hatta okulda çalışırken yurt odasında, “BuldumBuldum.com”u yaratmış. Siparişleri oradan almış, odasını depo olarak kullanıp bugünlere gelmiş. Hikâyesini anlatıyor; “Bir hediye sıradan değilse ve şaşırtıyorsa paha biçilemez olur. Bunun fiyatla alakası da yok. Ne kadar para harcarsanız o kadar değer veriyorsunuz anlayışını kırdık biz. Hem güzel, ilginç hem de işlevsel şeyler sunuyoruz. Sınırımız yok bu anlamda. Ben de öğrenciyken en iyi bildiğim işi; interneti, hediye alma sıkıntısını yenmek için kurdum. Birbirlerine aynı hediyeleri almaktan sıkılanlara ‘absürt’ denebilecek hediyeler satın alabilecekleri bir site yarattım. 10 bin lira ile işe başladım, şimdi 1 milyon TL cirolu, 50 kişinin çalıştığı bir şirkete dönüştürdüğüm internet sitesini perakendeye çevirdim.” G Masur Dal Yeni Delhi’de yeni eski lezzetler tel lobisinde sabırsızlıkla bekliyorum. Sonunda beliriyor. Geniş bir gülümseme, sıkı bir kucaklama. Sadece birkaç günlüğüne tanımış olduğum sevgili bir arkadaşa kavuşmanın sevinci, yepyeni bir kente adım atmanın heyecanına karışıyor. Yeni Delhi’deyim ve Hindistan’a ilk gelişim. Beni karşılayan Bikramjit Ray, Hindistan’da yemek dünyasında çok tanınan biri, televizyonda yemek programları yapıyor. Sabaha karşı indiğim otelin kentin çok ters bir yerinde olduğunu anlamam gecikmiyor. İlk hedefimiz kent merkezindeki eski çarşı Chandni Chowk. Trafikte git git bitmeyen bir mesafede de olsak en azından konuşuyoruz ve etrafı algılamaya çalışıyorum. Yemek konusunda tanıdığım en bilgili insanlardan olan Bikram ile Delhi’nin yiyecek dünyasına dalacağız. Hindistan’a gidenler sokak yemekleri yememek konusunda uyarılır. Kim takar! İlk işimiz sokak yemeklerine dalmak oluyor. Daha ilk köşede Bikram bir sokak satıcısının üstüne adeta atlıyor. Bunu bulduğumuz için çok şanslıyız diyerek ekliyor “bu yıl ilk görüyorum, mevsimi şimdi başlıyor, en fazla bir iki ay bulunur”. Sanki mevsimi kısa nadide bir meyveden bahseder gibi. Ama benim gördüğüm satıcının kafasında taşıyıp istediği yere tezgah açtığı yuvarlak geniş kenarlı sinide hiç bir şeye benzetemediğim tuhaf bir yiyecek O var. Üstü tülbentle örtülü sinide tepeleme sıvanmış, ilk bakışta sert mi yumuşak mı, tatlı mı tuzlu mu, soğuk mu sıcak mı anlayamadığım bembeyaz bir yığın duruyor. Yoğurt veya dondurma gibi, en çok kar yığınına benziyor. Satıcı çocuk hızlı bir hareketle bir parça tabağa alıyor üstüne bir şeyler serpeliyor. Ağzıma atttığım ilk lokma bir melek dokunuşu gibi. Sihirliymişçesine bir anda yok olup gidiyor. Bir lokma daha... anında yok oluyor. Anlamakta zorluk çekiyorum. Bikram süt köpüğü diyor. Daulat ki chaat, Delhi’nin en özel sokak yiyeceklerinden biriymiş. Çok az şekerli manda sütü geceleri ay ışığında çırpılıp köpüğü toplanırmış. Köpüğün kıvamı sabah serinliğinde inen çiğ ile yoğunlaşır, dünyanın en hafif tatlısı haline gelirmiş. Süt köpüğünün üstü yer yer safranla renklendirilmiş, sarı sarı parlayan safranlı bölümlerin üstüne ay ışığı gibi gümüş varaklar yapıştırılmış. Torpilliyim, bana safranlı gümüş varaklı bölümden de koyuyorlar. Üstüne serpelenen şeker kamışı şekerinin yanı sıra kahverengi kıtır kıtır bir şey var, ama kıtırlar da hemen ağızda dağılıyor. Bu da sütün saatler boyu kaynayıp koyutulmasından sonra kurutulmasından elde ediliyormuş. Yani süt köpüğü üstüne çektirilmiş süt şekeri serepeleniyor. Batı yemek dünyasında moleküler mutfak diye kendini parçalayan, ellerine geçen her malzemenin köpüğünü, tozunu yapmaya çalışan şefler buraya gelmeli! Delhi sokaklarında bir oğlan çocuğunun sattığı bu sokak tatlısı, asırların birikimine dayanan bir nefaset. Delhi sokaklarında gün boyunca tatmadığımız lezzet bırakmıyoruz. Karachi kökenli helvacı Chaina Ram, yepyeni keşiflere vesile oluyor. Asırlık helvacının bütün tatlıları çok ilginç, çoğu tatlıyı sevmeyen beni bile şaşırtıyor ama Karachi helvası tuhaf bir şekilde lokuma benziyor, lokumun sadeyağ ile yapılan uzak bir akrabası gibi. O kadar çok ortak lezzet, hatta ortak kelime çıkıyor ki her biri apayrı birer hikaye olur. Öğlen için kendimizi Park oteldeki Fire restoranının şefi Anurudh Khanna’ya teslim ediyoruz. Sofraya Anurudh'un bizim için seçtiği yemekler ardı ardına geliyor. Geleneksel yemekleri lezzetten AYLİN taviz vermeden son ederece sade ve şık ÖNEY TAN bir sunumla modern mutfağa uyarlamış. Otantik tatları nasıl olup da modern bir otel ortamında yakalayabildiğini mutfağı gezince anlıyorum. Mutfakta kuyu tandır ve ekmek fırınları dahil her türlü düzen tamamen geleneksel pişirme biçimlerine uygun şekilde düzenlenmiş. Asıl sürpriz ise akşam yemeğinde. Kentin şık evlerinin bulunduğu bir yerinde Manor House adlı bir butik otele gidiyoruz. Otelin bünyesindeki Indian Accent tam bir saklı hazine. Şef Manish Mehrotra’nın Hindistan’ın en müthiş şefi olduğunu sonradan öğreniyorum ama sıradışı bir yemek yiyeceğimi daha ilk lokmada kavrıyorum. Manish, gün boyunca sokakta yediğimiz lezzetleri almış, yeniden yorumlamış ve ortaya unutulmaz bir menü çıkarmış. Geleneksel malzemeler inanılmaz bir yaratıcılıkla kullanılmış. Manish çok samimi, sıcak ve mütevazı bir insan.. Yerel malzemelere olan tutkusunu görünce Bikram için getirdiğim bir bavul dolusu malzemeden bir kısmı Manish’e hediye oluyor. Sumak ve Antakya nar ekşisine çok seviniyor. Lokantanın adı ‘Hint Aksanı’ anlamına geliyor. Tam yerinde bir seçim, şef Manish Mehrotra Hintçeyi ulusalararası mutfak diline tercüme etmiş, ama dünya tatlısı, şeker mi şeker Hint aksanını olduğu gibi korumuş. G aylinoneytan@yahoo.com Bu tarif Bikram’ın en sevdiği mercimek yemeği. Memleketi Kalküta’dan... Tamamen ham mangonun ekşi tadı sayesinde sıradışı bir lezzet oluyor. Kırmızı mercimek ile yapılan bu yemek zaten kırmızı mercimek demek... 1 bardak kırmızı mercimek, 1 tatlı kaşığı toz zerdeçal, 2 çorba kaşığı hardal tohumu yağı (veya sıvıyağ), 1 acı sivri biber, 1 ufak ham mango, 1 tepeleme tatlı kaşığı çörekotu veya panch phoron (çörekotu, rezene, kimyon, hardal tohumu, çemen otu), 1 çay kaşığı tuz, 1 fiske şeker Mercimeği üzerini iki parmak geçecek kadar suda tuz ve zerdeçal ile haşlayın. Mercimek dağılacak kadar haşlanmalı ve biraz suluca kalmalıdır. Derince bir tavada yağı ısıtın ve bütün yeşil biber ile baharatları ekleyin. Birkaç saniye çevirip yeşil ham mangoyu kubuğunu soymadan dilimleyerek ilave edin. Bir dakika daha çevirin ve haşlanmış mercimeği suyuyla birlikte üstüne boca edin. Bir fiske şeker koyun ve tuzunu ayarlayın. Mango biraz yumuşayınca kadar en fazla 510 dakika pişirin. Bikram kıvamın suluca bir yemek veya koyu bir çorba gibi olması gerektiğini söylüyor. G C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear