24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

13 OCAK 2013 / SAYI 1399 Bugün Ne Giysem’den kovuldum Medya sizi magazin ikonu olarak görüyor sanki. Bu son olayda malum medya görmezden geldi. O medya patronunun karısı ve kızları magazin ikonu. Onlar bir giydiklerini bir daha giymiyor. Öyle ama bu açıdan baktığınızda Bugün Ne Giysem’de yer almanızın hata olduğunu düşünüyor musunuz? Daha önce iç yapımdaki beyle Yemekteyiz programından dolayı itilafımız oldu. Kanalın genel müdürü rica edince kabul ettim. Ancak 20 bölüm dayanabildim. Çünkü ulus, Atatürk demeyeceksin, bana yayında kart veriyorlar “babası taciz etti bunu konuşacaksın” diye. Yanımdaki kadın üç kelimeyle Türkçe konuşuyor. Diğeri satış elemanlığından gelme, satene “kumaş” diyor. Oradan da kovuldum sonunda. G Barbaros Şansal toplumun her kesimi için farklı bir anlam taşıyor. Kendisi ise “o kadar abartmayın, ben terzi yamağıyım” diyor. Ancak bu terzi yamağı birilerini fazlaca rahatsız ediyor. Geçen yıl Başbakan’ın kendisine açtığı hakaret davasının ardından bu kez sokak ortasında saldırıya uğradı. Neden mi? Cevabı ondan dinleyelim. Söyleşi: DENİZ ÜLKÜTEKİN Fotoğraflar: VEDAT ARIK Neden bu kadar kıçıma meraklılar “Çok pis dövdüler”. Bir gazetenin internet sitesinde Barbaros Şansal’ın uğradığı saldırı sonrası atılan başlık buydu. Onu sevmeyenlerin sayısı çok, sebepleri de. Ancak bir terzi yamağını sevmemeniz için canınızı çok yakmış olması gerekir. O da yakıyor ama diliyle. Uzun süre görmezden gelindikten sonra birkaç yıldır televizyonda da görünür oldu. Kimileri onu Kral Çıplak’ta bir filozof olarak tanıdı, başkaları içinse Bugün Ne Giysem’de yer alan bir medya ikonuydu. Ancak o “köyün delisiyim” demeyi tercih ediyor. Uğradığı saldırı hakkında bile “sağ tarafıma vurdular, masturbasyon sağ elle yapılıyor, belki onu engellemek istediler” diyecek kadar, hayata mizahla yaklaşıyor. Olayı biraz anlatabilir misiniz? Sıkıntılı tabii. Sonrasında o gün İTÜ’de hiçbir kamera kaydının olmadığını öğrendik. Baktığım sokak köpeklerinin o gece ortadan kaybolduğunu öğrendik. MKE’nin tesadüfen! kamera kayıtlaırnın çalışmadığını öğrendik. Pusu kurularak yapılmış bir saldırı. Kendi apartman kayıtlarımız var. Polis “lütfen medyaya vermeyin” dedi. Zaten saldırganlar da kamera açısını bildiklerinden olsa gerek, arkaları dönük duruyor. Saldırıdan sonra Dolmabahçe'ye kaçmışlar, oradaki mobese kayıtlarında da yoklar. Buhar olmuşlar. Zaten polislerden biri “tamam kayıt var ama şahit yok” dedi. Konu kapandı benim için. Aydın düşünen, laik demokratik cumhuriyeti ayakta tutmaya çalışan herkese yapılan bir saldırı bu. Sonrasında yaşananlar da oldukça komikti. İlk gün telefonu açmadım. Asena vurulmuş gibi bir durum oldu. Saadet Partisi ve Alperenler dahi aradı. Ben körü körüne Atatürkçü de değilim. Bağnazlık yaparak, körü körüne ötekileştirerek konuşmuyorum. Saldırganlardan biri tekbir çekti ama o şaşırtmacaydı bence. Zihniyet bellidir. Bu adrese başbakan yardımcısının eşi de geliyor. Bunda başka bir şeyler var. Onu da hiç bulmayacaklar. Söylediğiniz herhangi bir şeyin buna sebep olduğunu düşünüyormusunuz? Yurt gazetesine röportaj vermiştim. Belden aşağı olması mı problem? “İktidarın tepesinde olan bazı adamlar koynumdan geçti” demişim. Anlamadığım bir şey var. Bir yıllık kalkınmanın yüzde üç olduğu bir ülkede borsada yıllık kazanç yüzde 58’se... Borsada lotları yöneten Siyonizm değil mi? Artık her şeyin üzerinde mutlak bir kontrol var. Mesele Evangelist Anglosakson emperyalizm ve Siyonizmin Türkiye üzerinde oynadığı oyun. Bunu da ilk söyleyen kişi ben değilim. Pek fazla kişi de konuşmuyor ama... Terzi olduğum için iyi dikip sökebilirim. Dolayısıyla analiz yeteneğim gelişmiştir. Madem birileri bu cümlelerimden rahatsız oluyor, neden bunun üzerine bir tartışma, defacto yaratılmıyor. Neden bu kadar kıçıma meraklılar. Ama sizin dedikleriniz de çok ilgi çekici oluyor. Şöyle bir avantajım oldu, önce şunu söyleyeyim her soylu ailede bir soysuz çıkar anne ve babamın köklerinden dolayı Türkiye’yi sömüren beş köpek, 25 köpekbalığı ve 250 çöpçü balığı ailenin içinde büyüdüm. Dolayısıyla “benim anam seninkini genelevinde görmüş” muhahbbeti oluyor. Herkesin ne olduğunu biliyorum. Swiss Otel’in spor salonunda spor yaparken Ertuğrul Özkök de orada oluyor. Erkek erkeğe spor yapılan yerler referansları almak için doğru adresler. Bu homofobinin tavan yaptığı dönemde diğerleri gibi omzuma şal atıp “ben eşcinselim” diye televizyona çıkıp “saçını beğenmedim, kıçını beğenmedim” diyerek ahmakça bir şeyin peşinden gitmiyorum. Bu benim davamdır ister öldürürler, ister sakat ederler ama vazgeçiremezler. Geçen yıl açılan bir dava var ama bunu dava sahipleri yaptı diyemem. O kadar da küçüleceklerini düşünmüyorum. Zaten öyle bir şey yapmak isteseler Beyoğlu’nda da çok gezerim orada yaparlar, bir de “sarhoştu” derler. Bazıları da yazmış zaten. “Şarhoştu adamlara asıldı” diye. Sanki evimin önünde adamlar bekliyor, ben de gidip onlara asılıyorum. G denizulk@gmail.com First Lady çanta taşımaz Peki analiz yeteneğiniz kendi içinde bulunduğunuz sektörün açmazlarını görmenize yardımcı oluyor mu? Tabii, Türkiye’de kefen bezi yok. Ey cemaati mümin polyester çöplüğü olarak gömülüyorsunuz. Moda yok artık. Türkiye ya soyunuyor ya da örtünüyor. Siyonizm İslamın başına pardösü ve eşarbı örtmüştür. Erbakan haklıydı, iktidar Siyonizme hizmet ediyor. Bu sene moda adına bir belgesel projem var. Atatürk ve moda diye bir eser hazırlıyorum. Konu buraya gelmişken Cumhuriyet döneminde giyim alanındaki değişimlerin tepeden inmeci olduğunu düşünüyor musuuz? Bir açıdan öyle algılayabilirsiniz ama bu bir kültür devrimidir. Böyle düşünürseniz Mao’yu da Lenin’i de reddetmeniz gerekir. Atatürk bunu tek başına yapmadı ki, saray zaten modern giyiniyordu. İttihat ve Terakki’de de halk giyinmeye başlamıştı. Kıyafet devrimi aynı zamanda sanayileşmeye geçişti. Sümerbank gibi tesislerde halkın kendi ürettiğini giyimesi sağlanmıştı. Bunları söylediğim zaman, “neden bunları anlatıyorsun, Okan Bayülgen engellendi Sizi Kral Çıplak’ta izleyenler “acaba filozof mu” diyor ama çoğunluk sizi diğer taraftan tanıyor. Öncesinde çoğu kanalda yayın yasaklıydım. Bugün Ne Giysem’i biraz da bundan kabul ettim. Orada Türkiye beni yeniden keşfetti. Onun da faydası oldu, pişman değilim ama yaptığım en büyük hatalardan biridir. Bir de diyorlar ki senin ne işin var Flash TV’de, Seda Sayan’da. Ben sırf Ulusal Kanal’dan ibaret değilim ki. Bak Okan da yapamadı programı işte. Okan engellendi. TV8’de programlarının olmamasının sebebini üstü kapalı bir engelleme olarak algılıyorum. Yine hükümet kanalıyla mı? Olabilir çünkü o grup hükümetle çok büyük ihale anlaşmaları yapıyor. Okan Bayülgen’in programlarının da sistemli olarak “yarışma yap, şunu da yap” diye bitirildiğine inanıyorum. Okan zaten çok eski arkadaşımdır, daha Kanal D’deyken bir program yapacaktı, ilk beni aradı. Dedim ki “Okan bak yaptırmazlar,” “deli misin ben Okan Bayülgenim” filan dedi. Yarım saat sonra aradı “ben bunların ağzına sıçayım” diye. Benim ölüm ilanım Doğan Grubu’nda yer almayacak ama onların ölüm ilanlarını çerçeveletip duvara asacağım. Biraz da renklendirip dışkılarımı filan sürerim. Bu kadar bilgiye sahip biri olarak Doğan Grubu’nun gelişme, yükselme, büyüme devirlerini de iyi biliyor olmalısınız. Fırat Oto’dan beri bilirim. Vehbi Koç’un naaşının nasıl kaybolduğunu da bilirim. G sen çık 2013 modasını anlat” diyorlar. Şimdi tarlanın ortasında liseden bozma moda bölümleri açılıyor. Buradan mezun olanlar ne olacak? Merter’de merdiven altında sigortasız çalışan overlokçu olacaklar. Bir şey olanlar da zengin adam buluyorlar, diğerleri de karı satıp oluyor. First Lady’miz Emine Erdoğan’ın giyim tarzını nasıl buluyorsunuz? Dünyada hiç çantalı first lady görmedim. 1500 kişilik koruma ordusu olan bir lady çanta taşımaz. Sadece İngiliz Kraliçesi taşır, o da semboliktir. Çünkü içinde kilise ve hazinenin anahtarı vardır. Bizimki bavul taşıyor zaten. Kocaman çantaları, pahalı ayakkabıları var. Moda o oldu artık. G ADNAN BİNYAZAR Erdemsizler sürüsü Şerafettin Elçi, Kürt yurttaşlarımız arasından çıkmış bir Cumhuriyet aydını. Türkiye’nin bütünlüğünün kutsal belgesi sayılan Misakı Milli ilkelerini benimsemiş olmasına karşın 12 Mart faşizmi onu iki buçuk yıl hapislerde çürütmüştür. Dirimiyle yıllarca siyasa, diplomasi ve bürokrasinin en üst düzeyinde görevler üstlenen Elçi, ölümüyle de MHP’nin dışında, TBMM üyelerini başkanlarıyla birlikte bir araya getirerek, bir anlık da olsa, insan manzaramızın rengini değiştirdi. Ölümü üzerine, gazetelerde kişiliğini yansıtan yazılar yayımlandı. Elbette bununla kalınmayacak; eylemleri, başarıları üzerine daha nice kitaplar yazılacaktır. Ben bu yazımda, Elçi’nin, gösterişten uzak kişiliğine yönelik bir anıma yer vermek istiyorum. 1978’in başları. Elçi, Ecevit’in başkanlığındaki hükümetin Bayındırlık Bakanlığı’na getirilmiş. Bakanın; Talip Apaydın, İlhami Soysal, Ahmed Arif, Dursun Akçam’la sınırlı yemeğine ben de çağrılıyım. Gazetelerde resmini görüyorum, ama o güne değin onunla yüz yüze gelmişliğim yok. Dost sofrasının ağırlıklı konusu edebiyat... O sırada içeriye çağrılı olmayan üç kişi giriyor. Adından sıkça geçen gazeteciyi uzaktan tanıyorum. Öbür ikisinin ona neden eşlik ettiği belli değil. Bakan, İlhami Soysal’la bir şeyler konuşuyor. Gazeteci, bakanın sözünü keserek politikanın iyice aşınmış orta malı sözleriyle, “Sayın Bakan, Türkiye Cumhuriyeti’nin gelmiş geçmiş en iyi Bayındırlık Bakanısınız siz; onca hükümet geldi geçti, ilçemizin köprü inşaatına sizin döneminizde başlandı” diyor. Konuşan, sanki gazeteci değil, ağzındaki peynir parçasını düşürtmek için, La Fontaine’in kargasına, “Tüyleriniz gibiyse sesiniz, sultanı sayılırsınız bu ormanın!” diye seslenen kurnaz bir tilki! Elçi, “Şimdi görev bize düşmüş, onu yerine getirmişiz,” demekle yetiniyor, başını çevirip Soysal’la konuşmasını sürdürüyor. Gazeteci susmuyor, boş sözlerle övdükçe övüyor Elçi’yi. Ondan yüz bulamayınca Ahmed Arif’e dönüyor, sorgularcasına, “Ahmet Bey, onca güzel şiirler yazdınız; şimdi niye yazmıyorsunuz” diye soruyor. Birbirlerinin yakını olmalarına karşın, Ahmet Arif bir devlet adamıyla buluşacak diye giydiği çok düğmeli yeleğiyle bir saygı anıtı gibi oturuyor. Bu sataşma üzerine, gazeteciden işkillenen şairin sert bakışları daha da sertleşiyor. Talip Apaydın, havayı yumuşatmak için, “Ne diyeceksin buna, Ahmed” diye sorunca, şair, fermuar çekercesine elini ağzından geçirerek soruyu yanıtsız bırakacağını belirtiyor. Apaydın üsteleyince, şiirlerinin ödün vermez tınısıyla diyor diyeceğini: “Çirkefe taş atılmaz!” Siyasal bunalımlarda kamuoyu duyarlığının miyarı olması gereken gazetecilerin erdemlisini, erdemsizini ayırt etmek daha kolay. İktidara yakınlık uğruna onurlarından ödün verenleri ayırt etmek ondan da kolay! Onlar, yazılarıyla, “Şeyh uçmaz, mürit uçurur” deyiminde olduğu gibi, yaranmak istediklerini, oturamayacakları yükseltilere çıkaracağım diye nasıl da çırpınırlar!.. Kurtuluş Savaşımızdan bu yana, ulusal onurumuz yalnızca kimi politika oyuncularınca kirletilmemiş, adı gazeteciye çıkmış gazeteciler sürüsü bu kiri daha da katmanlaştırmışlardır. İktidarların olanaklarından yararlanma yarışına girenler, kendilerini bu yarışın çekiciliğine nasıl kaptırıyorlarsa, sonraki yıllarda vicdanlarının kirli kalacağını akıllarından bile geçirmiyorlar. Toplumsal vicdanda onuruyla yer bulmuş nice gazeteci hapislerde çürütülüyor, dışarıdakiler işten atılarak eylemsiz kılınıyor; buna karşın, kollananlar baş üstünde tutuluyorsa, o ülkede ne adalet gerçek anlamda adalettir ne onur onurdur ne vicdan vicdandır... G binyazar@gmail.com C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear