Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
4 10 HAZİRAN 2012 / SAYI 1368 Penis müzeden büyük çıktı... Elif Öner, Müze İçinde Müze sergisi için hazırladığı penis büyütme reklamını sergiye ev sahipliği yapan Elgiz Müzesi’ni içeren alan adına sahip bir internet sitesinde sergiledi. Ortaya sanat, hukuk ve ticaret hakkında çok ilginç ve trajikomik bir durum çıktı. ürkiye’deki çağdaş sanat camiası birkaç gündür belki de tarihindeki en ilginç olaylardan birini yaşıyor. Sanatçı Elif Öner’in Elgiz Çağdaş Sanat Müzesi’ndeki “Müze İçinde Müze” isimli sergi için yaptığı müze kavramını eleştiren çalışması oldukça ilginç bir tartışmayı gündeme getiriyor. Öner, Elgiz Müzesi’nin ismiyle “com” uzantılı bir site açarak, sitede kendi yaptığı hayali bir penis büyütücü reklamı sergiledi. Bunun üzerine Elgiz Müzesi sanatçıya, markasının ticari açıdan zedelendiği gerekçesiyle siteyi kapatması yönünde dava açtı. Öner'in bu süre içinde yaşadıkları hem sanat hem hukuk açıından trajikomik bir durum. Ancak o asıl meselenin işi üzerinden müzecilik kavramının tartışılması olduğunu söylüyor. Siz bu fikir sergi proje aşamasındayken mi kurguladınız? Sergiye katılanların çoğu zaten sadece sergi mekânı için çalışma üretmişti. Bazıları eski çalışmalarını T yenileyerek koymuştu. Müze eleştirisi üzerine bir sergiydi. Ben de iki yıldır “museummodern.org” diye bir çalışma yapıyordum. Türkiye’de internetin sanat olarak algılanmasıyla ilgili çok büyük bir problem var. İnsanlara çalışmamı anlatamıyorum. Dava açarken de “Elif Öner’in yapmış olduğu penis büyütücü ilaç reklamı” diye geçiyor. Bunun tamamen sanat disiplini içinde algılanması gerekiyor. İş, zaten bir müze ismi altında sergilendiği için müze eleştirisi taşıyor. İşi sırf sergi mekânında bir afiş olarak sergileseniz böyle bir problem çıkmaz mıydı? Zannetmiyorum. “18 yaş altında insanlar da geliyor” gibi bir şey söylemişler, gazetelerden okuduğum kadarıyla. Elgiz’de çok avangart sanatçıların işleri de var. Kendi koleksiyonlarını bilmiyor olamazlar. Çalışmayı anlayamıyorlar. Sürekli kendimi savunmak zorunda kalıyorum. Ortada çok ilginç bir ironi var. Müze, sergide eleştirmek istediği şey yüzünden size dava açıyor. İşi nasıl ürettiniz? Bir de “elgizmuseum.com” bana Aslında öyle bir reklam ait bir alan. Ben satın var. Araştırıp buldum. aldım. Onların markasını Üzerinde çalıştım, “Zevk kullanmış değilim. Veren Ürünler” diye bir Müzecilik kavramını marka yarattım. Bunu eleştirebileceğim bir alan sanat eserini işaret etmek yarattım kendime. Bence için yapmıştım. Genel anlamda müze yaptıkları çok büyük bir Röportajlar: ve galerilerin çağdaş hoşgörüsüzlük. DENİZ İşinizin içeriğini nasıl sanata bakışı hakkında belirlemiştiniz? neler söylemek istersiniz? ÜLKÜTEKİN Sergi başlangıcında Birisi kalkıp bir söz müze tarafından üretim ve söylüyorsa onun üzerine sanatçı için bir bütçe ayrılmamıştı. konuşulmalı. Burada bir şeyi yıkmaya Ben de bunu deşifre etmek için bir yönelik hareket yok. Tabii ki çalışma yapmak istedim. Bir erklik Türkiye’de çok az galeri var. Hepsi de sembolü olarak penisi kullandım. çok kıymetli ama bir şeylerin Neden bu kadar ahlakçı yaklaşıldığını düzelmesi için eleştiriye hoşgörülü da anlayamadım. Buna yakın bir ilaç olmak gerekiyor. “Azız, çağdaş sanata reklamı, ben Radikal'de internetten destek veriyoruz” diye de bu kadar dava haberini okurken haberin altında hoşgörüsüz olmamalılar. İyileşmeyi vardı. nasıl sağlayacaksınız o zaman. Benim Sergi öncesinde müze ve de kafam o kadar karışık ki. İlk anda sanatçılar arasında yaşanan sıkıntılar bir tepki olacak. Sonra zekâmı yüzünden düşünülmüş olabilir mi? kutlayacaklar diye düşünüyordum. Kutlamadıkları gibi bir de dava açtılar. Hukuki boyuttan bakınca ne söyleyebilirsiniz? O kadar fazla hukukçuyla görüştüm ki çok ilginç bir dava. Avukatları çok heyecanlandırıyor. Eski Baro Başkanı Yücel Sayman'a gittim fikir almak için. Dedi ki “kesinlikle sanatı ilgilendiren bir konu ve o açıdan tartışılması gerekiyor.” Müze ise ticari bir mevzu olduğunu savunuyor. Yaptığım eseri kendim yok etmek istemedim. Bir emek harcadım. Siteyi kapatmam bir heykeltraşın heykelini yıkmasından farklı değil. Dava ne zaman görülecek? Henüz bir tarih yok ama dava sonuna kadar sitenin kapatılması karara bağlandı. Ancak bürokrasinin güzelliği oldu bana ve site hâlâ açık. İşlemler uzun sürüyor sanırım. Bu tartışılmaya açılması gereken Peki davada bilirkişi getirip “bu bir şey. Müzeyle birtakım sıkıntılar sanat eseri mi” diye mi soracaklar? yaşandı, bu da bana ilham verdi, Bilirkişi raporu var zaten. Site herhangi bir karşılaşma ya da olayın içinde bir marka olmadığını söyledi yapabileceği gibi. Bunda ne var? ama konuyu bilmediği için ahlaka Bence sanat camiası da durumu mugayir olduğuna hükmetti. anlıyor ama nasıl bir duruş Ama şimdi bilirkişinin konuyu sergileyeceğini bilmiyor. Herkes bilmemesi... “sanat eseri olsa da burada olmalı mı” O kadar karışık ki bilirkişiye “bu diye soruyor kendine. “Acaba site nedir, kime ait” diye soruldu. gerçekten müzeye zarar veriyor mu?” Sanat eseri olarak nasıl diye düşünenler de olabilir. değerlendirebilir ki? Kendisi sanatçı Sanatçıların nerede durmasıyla değil. Aslında, altında “bu sanat eseri gerekli kafaları çok karışık ama şunu Zevk Veren Ürünler” sponsorluğunda birçoğu tarafsız durmayı tercih ediyor gerçekleştirilmiştir diye de yazdım ki bu sanat yapan, sanat yazan ya da zaten. yaptığını iddia eden birileri için büyük Çalışmayı müzede sergilediniz mi? soru işareti doğuruyor benim Evet. Müzenin haberi yoktu açımdan. çalışmadan. Sergi günü gördüler, İntenet sitesi olduğu için yeterince sergilediler de. “İşin kendi emek verilmediği düşünülüyor belki. onaylarından geçmediğini ama Aynı işi bir yağlıboya ya da afiş olarak sanatçının ifade özgürlüğü adına” yapsanız... sergilediklerini belirten bir notla Zannetmiyorum, Elgiz'in çağdaş birlikte. Ancak sergilerlerken de bana sanattan anladığını biliyorum. Önemli dava açıp, siteyi kapatmamı istediler. bir koleksiyona sahip. Belki gerçekten Bu onay işi de garip. Ben yanlış bir ticari olarak kendilerine zararlı şey yaptığımı düşünüyor olmalıyım ki olacağını düşünüyorlar. Müzeden gidip onların onayını almam kimse benimle iletişime de geçmedi. gerekiyor. Lale Çavuldur / Arap Devrimi (solda en üst, detay), Helvecia Cremaschi / Bulutların Köpüğünden (üstte), Gundel Hadeler / Transfer (solda). Sanatçının yeni malzemesi kâğıt lmanya’daki Deggendorf Kâğıt Sanatı Trienali, kağıdı işinin öznesi olarak kullanan tüm sanatçılara açık bir etkinlik. Serginin Türk konukları arasında Lale Çavuldur da vardı. Sanatçı, Arap Devrimi işiyle günümüzün, geleceğe kalacak en önemli olaylarından birini kâğıt ve eski belgelerle yani kâğıdın bin yıllardır varolan, geçmişi bugüne taşıyan belgeleme özelliğiyle resmetmiş. Çavuldur’la hem kendi işini hem de etkinlikte yer alan diğer işler üzerinden kâğıdın farklı formlarının sanattaki yerini konuştuk. Öncelikle sergi konseptinden bahsedebilir misiniz? Deggendorf Kâğıt Sanatı Trienali, sanatsal üretimde malzeme olarak kâğıdı seçen, yaratıcılığının ifade aracı olarak kâğıdı kullanan dünyadaki tüm sanatçılara açık bir duyuruyla yapıldı. Seçilen işler, plastik sanatların çeşitli alanlarında kâğıdın kullanımının ne kadar farklı boyutlara A Lale Çavuldur’un Almanya’daki Deggendorf Kâğıt Trienali için yaptığı eseri, Arap Devrimi’nde kâğıdın sanatta edindiği farklı biçimleriyle geleneksel özelliklerini bir araya getiriyor. erişebileceğini göstermek amacı taşıyor. El yapımı, bitkisel, endüstriyel, geri dönüştürülmüş ya da kâğıt hamuruyla yapılmış iki ve üç boyutlu yapıtların çağdaş sanatta kullanımını geniş bir perspektiften sunmaya çalışıyor. Katılan sanatçılar işlerinde kullandıkları kâğıtları nasıl ürettiler? Kâğıt üretim tekniklerinin tüm örneklerini görmek mümkün. En eski papirus yöntemiyle kırmızı lahanadan kâğıt yapan ve onu da elbiseye dönüştüren Sigrid Schraube isimli bir sanatçı vardı. Joanne B. Kaar ketenbezi ve iplerden kâğıt hamuru elde edip onu torf ile renklendirmişti. Gazete kâğıtlarını hamur haline getirip heykel yapan sanatçılar da vardı. Bu teknikler dünya çapında kağıt üretiminde kullanılıyor mu? Kâğıt üretimi için seluloza sahip lifli bitkiler kullanılıyor özünde. İstenilen dokuyu, rengi, yapıyı elde edeceğiniz bitkileri siz seçiyorsunuz. Endüstriyel kâğıt üretiminde de kağıt hamuru elde etmek icin lifli odunsu bitkiler, tekstil atıkları ve atık kâğıt kullanılır. Ağaçları kullanmadan yalnız lifli bitkilerden, mesela kenevirden endüstriyel kâğıt üretmek mümkün. Yeniden üretilmiş kâğıdın bir sanat objesine dönüştürülmesi oldukça orijinal bir fikir. Bu sanat alanında yeni bir akım mı? Kâğıdın, sanatsal üretimin taşıyıcı zemini olarak algılanması sanat tarihinde uzun yıllar devam etti. İlk kez 20. yüzyılda kâğıdın kendisi bir malzeme olarak algılandı Dadaistlerin ve Kubistlerin kolajlarinda. 60’lı yıllarda kâğıt kendi başına sanatsal yaratımın malzemesi oldu. Kâğıt Sanatı kavrami ilk kez Amerika’da 70’lerde ortaya çıktı ve sanatsal kâğıt üretiminde bir rönesans yaşandı. Robert Rauschenberg, Frank Stella gibi sanatçılar kâğıt hamuruyla iki ve üç boyutlu işler üretti. "Pulp Painting” tekniği sanatsal üretime girmiş oldu. 1986'da Almanya’da LeopoldHoesch Müzesinde “Elyapımı” adı altında enternasyonal bir kâğıt sergisi açıldı. Ayrıca Uluslararasi Elyapımı Kâğıt Yapımcıları ve Sanatçıları derneği kuruldu. İşiniz hakkında konuşursak, Arap Baharı hakkında bir iş üretmek nasıl aklınıza geldi? Fikri esere yansıtma süreci nasıldı? 2011 başında dünya tarihinde cok önemli olaylara şahit olduk. Halk isyanları hiç beklenmedik bir coğrafyadan geldi. Uzun yılların kanlı diktatörleri devrildi. Tahrir Meydanı direncin, dayanışmanın, özgürlük isteğinin ve kararlılığının simgesi oldu. Bu çok heyecan verici bir süreçti ve beni de tüm dünyayı etkilediği gibi etkiledi. Bir dizi “Siyasi Dünya Haritası” yapma fikri bu heyecandan doğdu, değişen dünyanın kaydını tutmak istedim. Kâğıdın bir belge olma özelliğinden yararlanarak, kullanılmış kâğıtların, belgelerin üzerine yeni bir siyasi dünya haritası yaptım. İsyanlarının sonucunda zafer kazanmış ülkelerin bulunduğu yerleri işaretledim. Afrika kıtasından çıkan isyan coşkusunun tüm dünyaya yayılışı gibi küçük mavi kâğıt parçalarını okyanuslara saçtım diyebilirim, radyoda dinlediğim haberlerin eşliğinde. Araplar “Arap Bahari” değil “Arap Devrimi” olarak adlandırdıkları için ben de bu ismi verdim kolajıma. G ZÜLAL KALKANDELEN C M Y B C MY B Utanmış sessizlik... ezi yazıları, genellikle okunduğunda insana “Ah keşke ben de orada olsaydım!” dedirtecek türden iç açıcı ve merak uyandırıcı yazılar olur. Farklı ülkeleri gezip dolaşanların izlenimlerini okumak benim için hep ilgi çekici olmuştur. O nedenle kendim de gidip gördüğüm yeni yerler hakkında yazmayı severim. Bugün de geçen hafta ziyaret ettiğim Budapeşte, Viyana, Bratislava, Prag, Karlovy Vary ve Dresden kentlerinin büyüleyici güzelliğinden söz etmeyi planlamıştım. Ancak planım Terezin Toplama Kampı’nı gördüğüm anda değişti. Anlatacak onca güzellik varken neden bu dehşet verici yeri seçtim? Daha önce hakkında çok şey yazılsa da, ben hayatımda ilk kez bir Nazi kampı gördüm ve öylesine altüst oldum ki düşüncelerimi paylaşmak gereğini duydum. Muhteşem binalarıyla koca bir pasta gibi görünen güzelim Prag’dan arabayla sadece bir saat uzaklıkta Terezin kampı. İlk olarak 18. yüzyılda Habsburg döneminde Alman sınırını korumak için inşa edilmiş. Ancak burası 194145 yılları arasında Nazilerin savaş esirlerini topladıkları bir çalışma kampına dönüşmüş. Esirler, ilk olarak burada toplanıp sonra Auschwitz gibi diğer kamplara dağıtılırmış. Terezin’in içinde gaz odası ya da krematoryum yok ama esirlere son derece ağır koşullarda yavaş yavaş işkence edildiği için çok sayıda ölüm yaşanmış; çoğunlukla kurşuna dizme ve idam uygulanmış. Yüz binlerce insanın tutulduğu Terezin’de her dört kişiden birisi hayatını o kampta kaybetti. Ölenlerin çoğunun 12 yaşın altındaki çocuklar olması, vahşetin boyutlarını ortaya seriyor. Terezin’e varır varmaz, soğuk ve yağışlı bir havada geniş bir alana yayılan Yahudi ve Hıristiyan mezarlıkları karşıladı bizi. Avluya girdiğimizde, Nazilerin bu tür kampların girişine Çalışmak Özgürleştirir” anlamına gelen “A Arbeit yazdıkları ve “Ç Macht Frei” yazısını gördük. Rehberimiz Osman Serhat Ertem’in yetkinlikle aktardığı bilgiler eşliğinde esir koğuşlarının insanı ürperten korkutucu sefaletine tanık olduk. Ufacık pencereler, daracık koridorlar, çürümüş duvarlar, kırılmış tahta yataklar, tek kişilik aydınlatmasız hücreler gördük... Nazilerin kamptaki koşulların iyi olduğu izlenimini yaratıp Kızılhaç’ı aldatmak için yaptırdığı ama gerçekte hiçbir zaman kullanılmayan traş ve sağlık odalarıyla karşılaştık. Biz 70 yıl sonra bunları dinleyip kahrolurken, aramızdan Balbay da Türkiye’de tek kişilik hücrede” dedi usulca. birisi, “B Aklıma bir süre önce bakan eşliğinde Silivri’deki hapishaneyi gezen gazeteciler geldi. Tutuklularla hiç görüşmeden, kendilerine gösterilen hapishaneye övgüler düzenler vardı. Acaba onlar, Terezin de elden geçirilip biraz parlatılsa orayı da beğenirler miydi? Terezin’de benim için en sarsıcı an, yüksekliği sadece 2 metre olan 500 metre uzunluğundaki daracık tünelden yürürken gerçekleşti. Klostrofobisi olanlar o sırada fenalaştı; aydınlığı görüp geniş düzlüğe çıktığımızda bir “Oh!” çekti herkes. Oysa 70 yıl önce aynı koridordan geçen bir deribir kemik kalmış insanlar, aydınlığa çıkmamak için direniyordu. Çünkü o tünelin sonunda idam tahtası vardı; geniş düzlük, toplu kurşuna dizme yöntemini uygulamak içindi... Hızlanan yağmur toprağı çamurlaştırırken sessiz bir yürüyüşü sürdürüyorduk Terezin’de ama içimde fırtınalar kopuyor, insanın insana yapabileceği zulmün en uç noktasına tanık olmanın yıkıcı gerçeğiyle yüzleşiyordum. Utanmış Sessizlik” adını 2005’te yazdığım romanıma “U vermiştim. Çünkü sessizlik, her ne kadar dinginliğin ifadesiyse de, aynı zamanda derin bir utancın da göstergesi olabilir. Terezin utançtan titriyordu... www.zulalkalkandelen.com / kzulal@yahoo.com