25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

2 10 HAZİRAN 2012 / SAYI 1368 AYŞE YILDIRIM BİR İstanbul Anlatılan şehrin hikâyesi İ stanbul’da Rum cemaati iki güzel etkinlikle oldukça hareketliydi bu hafta. İlki pazartesi günü, diğeri ise salı günü kendisini tanıttı. İkisinden de kısaca söz edeceğim. Karaköy’deki Galata Özel Rum İlk ve Anaokulu, pazartesi günü büyük bir etkinliğe ev sahipliği yapıyordu. Malum, söz konusu okula ve gelir kaynaklarına 1989 yılında Hazine tarafından el konulmuştu. Bu utanç yaklaşık 2 ay önce son bulmuş ve okul gerçek sahiplerine geri verilmişti. Okulun tabelası hâlâ kapıda duruyor, yanında ise o günkü etkinliği anlatan başka bir tabela; “Anlatılan Şehrin Hikâyesidir!” Evet, yeni bir hikâye daha doğrusu eski bir hikâyenin devamının ilk günüydü o gün. İstos'un yayın hayatına merhaba dediği gün. İstanbul Rum topluluğunun parçası olan kurucularının inisiyatifiyle, Rumların ve şehrin tarihi, kültürü ve hayatına dair çalışmalara bir katkı koymak, on yıllarca kesintiye uğramış bir yayın geleneğini canlandırmak ve “nostalji”yle yetinmemek, nostaljiyi halihazırda devam eden pratikle birleştirmek amacıyla yola çıkmıştı İstos. Türkçe adıyla “Ağ”. Kuruculardan Foti Benlisoy, “Biz ticari bir kurumdan ziyade kolektif bir çabanın ürünüyüz. Sosyal sorumluluğu olan bir yayıneviyiz” diyordu. Onun için de yayınevini en iyi tanımlayan ismi seçmişlerdi. Türkçe, YunancaTürkçe ve Yunanca eserleri okuyucularla buluşturmayı hedefliyor İstos. Bir yandan “temel” nitelikli kitaplarla artık tarihi bir vesika sayılabilecek metinleri Türkçeye kazandırırken bir yandan da İstanbul’da günümüzde üretilen Türkçe ve Yunanca edebi ve akademik çalışmaları yayımlayacaklar. İlk kitapları Thomas Korovinis’in “Fahişe Çika” adını taşıyan bir tanıklığı. Frango Karaoğlan’ın çevirisiyle bir solukta okunuyor. İkincisi Nikos Kazancakis’in “ÇileciTanrının Kurtarıcıları”. Harun Ömer Tarhan çevirmiş. Kitabın bir sayfası Türke, bir sayfası Yunanca. Üçüncü kitap ise 2006’da yapılan “İstanbul Buluşması” başlıklı konferansın metni; “İstanbul RumlarıFoti Benlisoy Bugün ve Yarın, Zoğrafyan Lisesi Mezunları Derneği”. Çeviricileri de birden fazla; Anna Maria Aslanoğlu, Foti Benlisoy, Yorgo Benlisoy. Önümüzdeki günlerde birbirinden değerli kitaplarla adından söz ettirecek İstos, üstelik ileriye dönük hedefleri sadece Türkiye'de değil Yunanistan’da da aynı yayın akışını sağlamak. Hatta Foti Benlisoy’un dediğine göre dünyanın her tarafına savrulan Rumların olduğu her yere ulaşmak istiyorlar. Neden olmasın adı zaten İstos değil mi, bu ağı kurmak o kadar da zor olmasa gerek. İkinci etkinlik de yine yayın dünyasından. “İstanbul’um. Tadım, Tuzum, Hayatım”. Som kitaptan çıktı. Meri Çevik Simyonadis’in üç yıla yakın bir zamanda hazırladığı hazine değerinde bir kitap. İstanbullu Rumların yemeiçmeyaşama kültürüne tanıklık ediyor. Kitabın tanıtımı salı günü Rum cemaatinin büyük katılımıyla Şişmanoğlu Konağı’nda yapıldı. Önümüzdeki hafta kitabı biraz daha ayrıntılı anlatacağım; birbirinden güzel ve hüzünlü anılar eşliğinde. Gülme, esneme, çalış! Her işyerinin kendine göre kuralları var. Buna edecek laf yok ancak bazıları durumu öyle abartmış ki, insan hakkı ihlaline girecek yasaklar uyguluyorlar. Ne gibi mi? Hastayken rapor almak, hapşırmak, uzun süre gülmek, paydosa yakın zamanda tuvalete gitmek... Dahası da var. ürkiye’de hayat baskılar nedeniyle giderek zorlaşıyor. Sağolsun, Başbakanımız bu baskılar ve yasaklar konusunda oldukça iyi, her gün yeni bir gündem maddesiyle hayatımızın ESRA çemberini biraz daha daraltıyor. Patronlar da onu AÇIKGÖZ aratır gibi değil, elbette her işyerinin kendine göre bir düzeni, kuralı var, ancak işyerlerinde bazen öyle yasaklar konuyor ki, ne mantıklı bir açıklama bulmak mümkün, ne de gülmemek elde. Yenibiriş, bin 747 kişiyle yaptığı bir anket sonucunda seçilen en saçma yasakları geçen hafta açıkladı. Neler mi bu yasaklar arasında? İşte önce ilk on: “1. Esnemek. 2. Kahverengi giyinmek. 3. Türkçe müzik dinlemek. 4. Başkasından ilaç istemek. 5. Şirket aracının klimasını her yöne çalıştırmak. 6. Sürekli aynı arkadaşlarla yemeğe inmek. 7. İzinsiz tuvalete gitmek. 8. Çaya ikiden fazla şeker atmak. 9. Enerji içeceği içmek. 10. Şal takmak”. Bu kadarla sınırlı değil yasaklar, bu yüzyılın en önemli aracı haline gelen internet de işyerlerinde yasaklardan en çok payını alanlardan: Sosyal ağları kullanmak (Facebook, Twitter vs.), sohbet etmek, şirket dışına eposta yollamak, alışveriş sitelerine girmek ve bilgisayara flaş bellek takmak en çok bahsedilen yasaklardan birkaçı. Onun dışındaki yasaklara gelirsek; soda içmek, fazla Türk kahvesi içmek, şeker ve süt tozunda verilen sınırı aşmak, hava kararmadan ofisi terketmek, öğle tatilinde ofisten çıkmak, yöneticiden önce çıkmak, pazar günü çalışmamak, asansörü kullanmak, poğaça ve simitleri xray cihazından geçirmemek, klimaları bütün gün çalıştırmak, alt kademe personelle konuşmak, başka birimdekilerle arkadaş olmak, sigaraya arkadaşla inmek, tuvalete üç defadan fazla gitmek, fazla tuvalet kâğıdı kullanmak, beş dakikadan fazla tuvalette kalmak... Bunlar sık rastlanan yasaklar, bir de ankette işyerinde hapşırmanın, uzun süre gülmenin, paydosa yakın zamanda tuvalete gitmenin, müşteriye ikram ederken çay içmenin, hastayken rapor almanın yasak olduğu çalışanlar var. Bırakalım konuyu mağdurları anlatsın... T BİR albüm Biraz siyaset biraz müzik C HP Milletvekili Emrehan Halıcı ve müzisyen Seda Bağcan, “Neyim” adlı albüme birlikte imza attılar. Aslında Emrehan Halıcı’nın ilk müzik deneyimi değil bu. Kendisi ODTÜ Elektrik Elektronik Mühendisliği bölümünden mezun. Zekâ oyunlarına ve çalışmalarına duyduğu ilgiyi bilmeyen yok zaten. Müziğe ilgisi ise çocukluğuna dayanıyor. 1975 yılında Parthenogenesis Music grubunu kuran Halıcı, rock ve caz müziği doğaçlamalarla harmanlamış. Barış Manço, Alpay, Grup A, Çalarsaat, Telefon, Let’s Go ile müzik çalışmalarını sürdürmüş hatta bilgisayar destekli müzik teknolojisinin Türkiye’de tanınması ve yaygınlaşmasında da öncü olmuş bir isim. 1994 yılından beri de “Halıcı Bilgisayarla Beste Yarışması”nı düzenliyor. 2006’dan beri Ankara’da her yıl “50 Yılın Rock Konseri” temasıyla konserler düzenliyor, sadece düzenlemekle de kalmıyor müzisyenlere davuluyla da eşlik ediyor. Seda Bağcan’la tanışması ve birlikte bir albüme imza atmaları ise tamamen tesadüfe dayanıyor. Bağcan’ın Bilgisayara yüklü belli telefon numaralarını arayarak bir ürün hakkında anket yapmaya çalışıyorduk. Tuvalete gitmek için izin almamız gerekiyordu, hatta onun da bir sayısı vardı ve beş dakikadan fazla süre tuvalette kalmak mesai ücretinizden kesinti yapılmasına neden oluyordu. İnanamamıştım. Öğle yemeği molası dedikleri süre 15 dakikadan bile azdı, öyle ki bir tostu bile bitirmenize imkân olmuyordu süre bittiğinde. İşin acı tarafıysa, kimsenin başında denetleyen yoktu ama insanlar o kadar içselleştirmişlerdi ki bu yasağı, yemeğini hızlı hızlı yiyip koşarak ofis denen o tımarhaneye geri dönüyordu. Bilgisayar başında otururken yanındaki kişiyle konuşmanın, kafanızı elinize dayamanın yasak olduğunu söylememe gerek yoktur herhalde. Arama yapmadan uzun süre yani 23 dakika durmanın imkânsız olduğunu da.... Daha sonraki işyerimde başka yasaklar bekliyordu beni. Bu sefer ünlü bir kadın programının mutfağındaydım. Cenazede, yakınını kaybetmiş insanların önüne atlayıp, onları stüdyoya götürmek için dil dökmekti işim. Zordu. Ama daha da zoru, “ünlü televizyon sunucusu kişi”siyle uğraşmaktı. Kaprisler, kaprisler... O şirketten çıkmadan bizim ayrılmamız yasaktı. Bu çoğunlukla gecenin bir yarısını buluyordu. O ünlü kişi o saate dek çalışıyor muydu? Elbette, hayır. Yemek yiyip keyif çatıyor, bizse onun keyfinin bitmesini bekliyorduk! beklerdi şefimiz. Biz toplu halde çıkar, hep aynı yere hep birlikte gider, yemeğimizi yer, yine toplu halde geri dönerdik. Çünkü iş gününde başka insanlarla, arkadaşlarınızla yemeğe gitmek de yasaktı. Şimdiki işyerimde sigara içmenin saatleri var. Günde sadece iki sefer, biri 11’de, diğeri 15’te... Ancak müdürler içmediği için sigara içmeye dışarı çıkana ters bakıyorlar. Ben de bu bakışları çekmek yerine sigara içmeden mesai saatlerini geçirmeye çalışıyorum. Neyse ki İstanbul dışında pek çok yere iş yapıyoruz, sırf ofiste kalıp bu eziyeti çekmemek için bütün İstanbul dışı işlerine gönül olmam bundan... BU İŞYERİNDE ÇİÇEK YASAKTIR O gün iş hayatımdaki ilk gündü. Heyecanlıydım. Üniversiteyi bitirmiş artık bir mühendis olmuştum. İşe başladım, bir yandan insanları çözümlemeye, diğer yandan işi öğrenmeye çalışıyordum. Birkaç saat sonra çalan telefonla irkildim, güvenlikçiler bir kuryenin geldiğini söylediğinde şaşırdım. Aşağıya indiğimde elinde kocaman bir orkide çiçeği tutan bir kurye gördüm. Sevgilimin bana yaptığı güzel bir ilk gün süpriziydi, eğer her şey bunla bitseydi... Elimde çiçeklerle ofise girdiğimde herkes bana bakıyordu. Masama geçtiğimde, biri yanıma yaklaşıyordu ki, patronumuz beni yanına çağırdı ve tek cümleyle yanından yolladı: “Bu işyerinde çiçek yasaktır, lütfen bir daha böyle uygunsuz bir durum olmasın”. Şok içindeydim. Kıpkırmızı kesilmiştim. Neredeyse ağlayacaktım. Bakışları bile kendimi dünyanın en büyük suçunu işlemişim gibi hissettirmeye yetmişti. Koşar adım tuvalete gittiğimde sevgilimi arayıp, işyerindeki ilk günümü berbat ettiğini, bir daha ne çiçek ne de kendisini görmek istemediğimi söyledim. Şimdiki aklım olsa sevgilim yerine patronuma çiçekle uygun davranış arasında bir bağlantı olmayacağını söylerdim. SİGARA İÇİN İZİN SAATİ Mühendisim. Yedi yıldır bu sektörde çalışıyorum. Şimdiye kadar 45 işyeri değiştirdim. Her işyerinin kendine göre yasakları vardı. Birinde ofis içinde cep telefonuyla konuşmak, mesaj yazmak yasaktı mesai saatlerinde. Birinin cebi çalsa ve açsa, biraz sonra amir gelip uyarırdı. Kiminde 12.0012.45 arasındaki öğle yemeğinde ofis içinde kalmak; ilkokulda teneffüs zilinde öğretmenlerin öğrencileri dışarı çıkarmaları gibi, hepimiz çıkana kadar anne ve babasının müzik dükkânına bateri almaya giden Emrehan Halıcı, kısa bir süre sonra da kendisi gibi hem ODTÜ’de okuyan hem de müzikle uğraşan Seda Bağcan’la tanışıyor. Yol bir kez kesişince devamı geliyor. Sözler Emrehan Halıcı’dan beste ve yorumlar da Seda Bağcan’dan olunca ortaya “Neyim” albümü çıktı. Albüm geçen ay satışa sunuldu ama Seda Bağcan ve Emrehan Halıcı’nın konserleri yakın zamanda başlayacak. İkisini sahnede dinlemek büyük bir keyif olacak. ÇİŞİM GELDİ, GİDEBİLİR MİYİM? İşsiz kaldığım dönemlerde farklı sektörlerde çalışmak zorunda kaldım. O kadar saçma yasaklarla karşılaştım ki, basın sektörünün bu konuda en az suçlulardan biri olduğunu farkettim. Misal bir süre çalıştığım bir çağrı merkezinde tuvalete gitmek için ilkokul öğrencileri gibi izin almamız gerekiyordu! G ATAOL BEHRAMOĞLU HES direnişçilerine selam 22 Mayıs tarihli gazetemizin iç sayfalarında ilginç bir haber başlığı vardı: “80’i birden mağdur!” Altında ise türbanlı, pek güzel yüzlü bir genç kız portresi… C M Y B C MY B eçen yılın son ayındaki “Pazar Söyleşileri”mden biri Rizeli “Yurttaş Kâzım” üzerineydi. Onun adı Rize Salarha Vadisi’nde gerçekleştirilmek istenen Ambarlık Hidroelektrik Santralı projesine karşı verdiği savaşımda simgeleşmişti. Yazımın yayımlanışından sonra beni gazeteden telefonla aramış, 67 (şimdi artık 68) yaşındaki bu sıcak halk insanıyla HES’ler, üzerine, ülkede yaşanmakta olanlar üzerine sohbetlemiştik… Hidroelektrik Santralları, kısa adıyla HES… Gün geçmiyor ki ülkemizin güzel coğrafyasında, insanın bakmaya doyamayacağı güzellikle bir doğa parçası, inadına seçilmişçesine, buldozerlerle, iş makineleriyle bölünüp parçalanmaya, dinamitle uçurulmaya başlamasın... Amaç oraya bir Hidroelektrik santral kondurmak… Yöre halkına danışmadan, düşüncelerini almadan… Tam bir yağma, yok etme, talan düzeni… “Yurttaş Kâzım” adı Rize yöresindeki HES karşıtı savaşımda simgeleşmişti.. Şimdi yanına yeni bir ad ekleniyor… 18 yaşındaki bir genç kızdan, adı Erzurum’un Tortum ilçesindeki HES direnişinde simgeleşen Leyla Yalçınkaya’dan söz ediyorum… *** Erzurum’un Tortum ilçesine bağlı bazı beldeler ve köylerden geçen Ödük Çayı üzerinde yapılması planlanan HES’e karşı yöre halkının direniş haberlerini basından izliyordum… Sözünü ettiğim gazete haberinden, 80 kadar polisin açtığı davada, yöre halkının ve Leyla Yalçınkaya’nın yargılanmakta olduğunu öğreniyoruz… Meğer taş ve toprak atarak polise direnmişler… Polislerin ifadesine göre, onlar köylülere herhangi bir müdahalede bulunmadığı halde köylüler polise taş ve sopalarla saldırmış… *** Türkiye bir polis devleti olmaya doğru evrilirken yeni tip bir polisle de karşı karşıyayız… Bu polisin kadın erkek, genç yaşlı, çoluk çocuk ayrımı yapmadığını görüyoruz… Hatta kadına karşı daha da acımasız ve zalim oldukları gözlemleniyor… Dolmabahçe’deki bir gençlik protestosunda, aşağılık bir postal altında kıvranmakta olan genç kız fotoğrafı bugünkü siyasal iktidarın utanç (ya da utanmama) belgelerinden biri olarak belleklerden silinmeyecek. Kürtaj konusundaki söylemlere karşı protesto gösterileri düzenleyen kadınlar, aynı acımasız polis saldırısına uğradılar. Polis otobüsünde götürülürlerken kadın polislerin de hakaret ve tacizlerine uğramış olmaları, ayrıca düşündürücü ve bu kadın polisler adına utanç verici… Yeri gelmişken, herhalde birçoğumuzun da gözünden kaçmamış olması gereken bir gözlemimden söz edeyim… Kürtaj konulu protestolarda tek bir türbanlı kadın yurttaşımız yoktu… Sevgili, başları örtülü kadınlarımız… Oysa en çok tecavüze uğrayan, aile içi tecavüz ve tacizlerin kurbanı olan, iradesi dışında kaldığı gebeliğe son vermek için olamadık yollara başvurarak sakatlanan, yaşamını yitiren sizler değil misiniz… Neredesiniz? Bedenlerinizin, yaşamlarınızın üzerine oynanan oyunlara karşı neden çıtınız çıkmıyor?.. *** Tam bu noktada, başı örtülü, 18 yaşındaki Leyla Yalçınkaya’nın direnişi daha bir anlam taşıyor… Demek ki şu ya da bu nedenle başın dışına sarılan örtüden çok, içindeki beyin önemli… Leyla Yalçınkaya’nın da aralarında olduğu HES direnişçilerine karşı açılan davanın en yakın tarihli duruşmasının 4 Eylül’de yapılacağının avukatlarından öğrendik… Duruşmaya henüz çok zaman var… Fakat Sanatçılar Girişimi olarak Leyla’yı ve Erzurumlu HES direnişçilerini yalnız bırakmamaya, o gün geldiğinde gözlemci olarak katılıp direnişlerini ve kendilerine karşı açılan davayı ülke gündemine daha güçlü biçimde taşımaya kararlıyız… Ülkenin her yöresindeki HES direnişçilerine, Leyla Yalçınkaya’lara, Yurttaş Kâzım’lara selam olsun… ataolb@cumhuriyet.com.tr www.ataolbehramoglu.com.tr
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear