23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Mar bir taşra hikâyesi, yılan toplayıcısı bir adamla bir dişhekiminin aşkını anlatıyor. Başrol oyuncusu Begüm Kütük’e göre, herkesin kendinden bir şeyler bulabileceği duygusal bir film bu. Onu çeken de bu olmuş, bir de hiç görmediği taşra hayatına sinema yoluyla da olsa girmek... Oynarken arsızımdır CEREN ÇIPLAK egüm Kütük için soğuk, mesafeli diyorlar. Oysa samimi, matrak bir kadın. Şu sıralar, gösterimde olan Caner Erzincan’ın yönettiği “Mar” filmiyle karşımızda. Yönetmen, oyuncu Volga Sorgu’yla başrolü paylaşan Kütük filmde şehirli bir kadını canlandırıyor. Bir taşra hikâyesi olan film, bir yılan toplayıcısının (Volga Sorgu) şehirli bir diş hekimine (Begüm Kütük) aşkını anlatıyor. Kütük, filmin gelirinin Van’da bir kültür merkezi yapımı için değerlendirileceğini söylüyor. Aslında utangaç biri olsa da sette kayıt sesinin ardından bambaşka birine dönüştüğünü de. Dinleyin... Sizce, filmdeki karşılıksız aşk hikâyesi gerçek hayatta karşılık bulur muydu? Bunu aramızda da tartışıyoruz. Volga, sınıfsal ayrılıklardan ötürü asla böyle bir aşkın olamayacağını savunuyor. Ben de duygusal olduğum için aşkın dili, dini ve ırkı olmaz diyorum. Yine de böyle bir aşkın karşılığı olsaydı kimse filmi izlemezdi. Neden? Hikâye inandırıcılığını mı yitirirdi? Elbette, kimse hikâyeye inanmazsa film olmaz. Mar’daki rolü kabul etmenizi ne tetikledi? B Beni çeken hiç yaşamadığım ve görmediğim bir taşra hikâyesinin içine sinema yoluyla girmekti aslında. Hikâyenin samimiyeti, gerçekliği, filmin pek çok metaforla süslü olması da beni etkiledi. Her izleyenin kendinden bir şeyler bulabileceği duygusal bir film. Daha çok romantik komedi filmlerine yakışan Avrupai bir havanız var. Bu “Batılı Kadın” imajının zıttı bir roldesiniz bu filmde. Havanız oyunculuğunuzu sınırlandırıyor mu? Sarışın ve renkli gözlüysen rol tekliflerinde “Batılı Kadın” ya da fettan kadın olma ihtimalin çok yüksek. Açıkçası oyunculuk anlamında kendini çok fazla değiştirmene izin vermiyorlar. Bunu kırmaya çalışıyorum. Benim için zor rol yok. İlk rolüm bir köylü kızıydı. “Melek” dizisinde Adanalı saf bir köylü kızıydım. Beni soğuk, mesafeli buldukları için “Gönülçelen” dizisine ilk girdiğimde seyirci çok huzursuz oldu. Baş karakterleri ayıracağımı sandılar. Mar’ın kariyerinizdeki yeri nedir? İlk kez bağımsız bir filmde oynama şansım oldu. Bir derde tanıklık eden bir filmde yer almak anlamlıydı. Hayatımdaki en değerli, en güzel projelerden biri oldu. Sizi soğuk ve mesafeli buluyorlar ama tam tersi çok sıcak ve mütevazısınız. 6 yaşıma kadar çok utangaçtım. Masa altından çıkmazmışım. İnsanlarla ilişki kurmakta zorlanırdım. Aslında şimdi de utangaç tarafım var. Canlı yayında ilk 5 dakika çok heyecanlanırım, elim ayağıma dolaşır. O zaman hangi dürtü sizi oyunculuğa itti? Sete gittiğimde bastırdığım utangaçlık ve görünmez olma dürtüsü sette görünür olmamı tetikliyor. Mesela, dans ederken bazen utanabilirim ama sette “kayıt” dendiği zaman “hadi bir göbek at” dediklerinde oynarım rahatça. Modellik, dizi, sinema programı, sinema... Pek çok farklı alanda olmak “gizli hırs”tan mı yoksa mesleki anlamda bir arayış yolculuğu mu? Hiç modellik yapmadım. İlk 2001’de “Melek” dizisinde yer aldım. O dönem pek film çekilmiyordu, diziler popülerdi. Bu yüzden, kariyerimi devam ettirmek için dizilerde rol aldım. Daha sonra “Kurtlar Vadisi”ndeki Safiye karakterimi unutturmak için bir buçuk yıl sinema programı hazırlayıp sundum. O dönemki tekliflerin hepsi Safiye karakterine çok yakındı. O karakterin inandırıcılığını kırmak için kendim olarak sinema programı sundum. Bu programla film endüstrisinin mutfağında bulunma şansım oldu. Mar, yoğun bir aşk hikâyesi. Siz aşkı nasıl tanımlıyorsunuz? Aşk gelir ya çarpar gider ya da kalmayı seçer. Âşık olduğumda koşulsuz aşk yaşarım. Karşımdakinin kim olduğuna bakmam. Âşık olduğumda bambaşka biri oluyorum maalesef. Erdil’i (Erdil Yaşaroğlu) ilk gördüğümde fiziksel özelliklerine hayran oldum, sonra da zekâsına. Baş başa kaldığımızda uçuşan aşk kıvılcımları benim için çok önemliydi. Matematik profesörü Ali Nesin bir röportajında aşk için seksin kamuflajı, süsü demişti... Bu dönemde en çok karıştırılan bakış açısı bu. “Muhteşem ten uyumumuz var, çok aşığız” diyorlar. Böyle bir şey yok. Ten uyumunun dışında onunla hayatı ne kadar paylaştığın da önemli. Tutku var mı, ne kadar ortak yanlar var, ilişkide iki tarafı ne besliyor, bunların toplamı aşktır. Siz tutkulu musunuz? Hayata dair tutkuluyum, hırslıyımdır. Tuttuğunu kopran tiplerdenim. Görev insanıyım. Çalışmayı severim. Yaptığım işte iyi performans çıkarmak isterim. Eşiniz Erdil Yaşaroğlu, sizin hallerinizi de karikatürize ediyor mu? Hayatı çok ciddiye alırım. Başarısız olma ihtimalini unutmam. İşimi çok cidiye alırım. Erdil de bununla çok eğlenir. Erdil, hayata, pozitif, neşeli tarafından bakar. Adam 40 yaşında beyazı yok! Onunla yaşamak çok keyifli. Bence Erdil mizahta benden çok besleniyor. Malzeme bol yani. Biz çok eğleniyoruz. ATAOL BEHRAMOĞLU Din öğrenilmez 4+4+4 Anayasa Mahkemesi’nden de geçerek uygulamaya konulursa (ki büyük olasılıkla da öyle olacaktır), çocuklarımızı bir labirente kapatmış olacağız. Bu, Türk çocukları bakımından, öncelikle Arap alfabesi harflerinin ve Arapça sözcüklerin, yanı sırada da din bilgisi denilen şeyin labirentidir. Bunlarla ne demek istediğimi açıklamaya girişmeden önce, Emin Çölaşan’ın 15 Nisan 2012 tarihli Sözcü’de yayımlanan “Anaokulunda eğitim!..” başlıklı yazısından söz etmeliyim… *** Çölaşan yazısında Antalya MuratpaşaFener Mahallesinde bir anaokulunun yıllık ders programını yayımlamış. Bu aylardan bir tanesinin, Kasım ayının dört haftasının eğitim programını buraya aktarmakla yetineyim: 1. Hafta, öğreneceği KK (yani Kuranıkerim) harfleri: ElifBeTeSe; Öğreneceği Sure: 1. Sübhaneke. 2. Hafta. CimHaHı; 1. Sübhaneke. 3. Hafta, DalZelRıZe, 2. İhlas. 4. Hafta SinŞınSadDat, 2. İhlas Bu böylece bütün bir yılın 12 ayının haftalarını kapsayarak sürüp gidiyor… *** Kafalar çok karışmış olduğundan, açıklamak zorunda kaldığım için üzgünüm. Bu yapılan, böyle bir program, çocuklarımıza karşı işlenmekte olan bir suçtur. Daha Türkçede kullanılan alfabeyi öğrenme çağında, bebek çağındaki çocukların beynine Kuranı Kerim harfleridir diyerek Arap alfabesinin harflerini işlemek, onların ilerideki yaşamda (eğer din alanında uzman olmayacaklarsa) hiçbir işe yaramayacak bir alfabenin harfleriyle doldurmak, günahtır, ayıptır. Onlara kuşların, bitkilerin adlarını öğretmeden, onlara yaşama sevinci aşılamadan, onları dünyayı keşfetme duygusuyla donatmadan, onlara Türkçenin en güzel şairlerinden dizeler ezberletmeden; onlara bir enstrüman çalmayı, dans etmeyi, türkü söylemeyi öğretmeden, onlara güzelim halk masallarımızın dil ve içerik tartlarını duyumsatmadan, öncelikle ve esas olarak bunları yapmadan tazecik beyinlerini hiçbir şey anlayamayacakları Arapça dualarla, (söz konusu programın daha sonraki ay ve haftalarında öngörülen Kureyş, Felak, Nas, Maun, Allahümme Salli, Allahümme Barik, Ettahiyyetü, Ayet’el Kürsi’lerle) doldurmak, dine hizmet filan değil, bu ülkenin çocuklarının kişiliklerine, geleceklerine, bu ülkenin geleceğine kastetmektir. Herhangi bir uygarlaşmış ülkenin eğitim programına bir göz atın bakalım, böyle bir şey görebilir misiniz? *** Bunları yazarken başıma ne dertler açmış olabileceğimi, twiter’lardan facebook’lardan, ne hakaretler, küfürler, canıma kasteden sözler yükseleceğini bilmiyor değilim. Bu gibi kimselere din bilgisinin, hele bu yaşlarda, bir eğitim programı olamayacağını nasıl anlatmalı? Çocuk kendisi için gerekli olabilecek din bilgisini, ait olduğu bir kültür ve töre bilgisi olarak, yaşamın içinde zaten edinecektir. Devlet, hangisi olursa olsun bir inancı, çocuğa, (anaokullarına kadar inerek) dayatamaz. İnanç öğrenilmez, yaşamın içinde özgürce kazanılır. Bu yapılan, bütün okulları, anaokullarından başlayarak, din okullarına dönüştürmek; sonuçta da özgür, araştırıcı, irdeleyici, soru soran bireyler değil; her şeyin zaten bilindiğini, asıl yaşamın bu dünyada değil bir başka dünyada olduğunu düşünmeye başlayacak kullar, boyun eğmiş kişilikler oluşturmaktır.. Böyle bir çocukluk ve gençliğin Türkiye’si, herhalde daha aydınlık, daha mutlu, daha yaratıcı, daha özgür bir Türkiye olamayacaktır. ataolb@cumhuriyet.com.tr www.ataolbehramoglu.com.tr C M Y B C MY B Gülsen Tuncer’in bugün 18.30’da Bahçeşehir Üniversitesi Beşiktaş Yerleşkesinde “Bahar Keder Kokuyor” başlıklı savaş karşıtı şiir dinletisini kaçırmayın.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear