23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

2 25 KASIM 2012 / SAYI 1392 AYŞE YILDIRIM İmroz yalnızlığını bitirmek istiyor BİR ada “Yüz yıllık yalnızlığımız son bulsun”. Atina’daki İmrozlular Derneği Başkanı Konstantinos Christoforidis, yakasındaki beyaz çiçeğiyle kürsüden böyle sesleniyordu salonu dolduran kalabalığa. Annesi ve babası İmroz’da öğretmenmiş Christoforidis’in. 1964 yılında adada yaşananlar onları da etkilemiş. Birçok verimli arazi, askeri üs ve havaalanı yapmak, tarım üretim işletmesi kurmak bahanesiyle istimlak edilmişti o yıl. Ardından adada kurulan açık cezaevindeki mahkumlar, adalıları taciz etmeye başlamıştı. Suç oranı her gün artıyor, tecavüzlerden söz ediliyordu, cinayetler de işlenmeye başlamıştı. Adalılar mecburi bir göçe doğru yola çıkarken son kalanları da okulların tamamen kapatılması vurmuştu. Christoforidis’in ailesi öğretmen olduğu için İstanbul’a tayinini istemişti. O kalabilen “şanslılardan” biri olarak kardeşi Spiro ile İstanbul’un göbeğinde Talimhane’de doğup büyüdü. İstanbul İşletme’yi bitirdi. Ardından İngiltere’de AB üzerine mastır yaptı. Annesi ve babası 1998’de emekli olunca hep beraber Atina’ya yerleştiler. “O zamanlar İstanbul’u tam yaşayamamıştım” diyor, “Üniversitede konuşmamı duyanlar bana nerelisin, nereden geldin diye sorarlardı.” Oysa buralıydı ama hiçbir zaman kendisini tam ifade edememişti. Atina’ya gittiğinde de durum değişmedi. “Birkaç yıl kamuya açık hiçbir mekânda sesimi yükselterek konuşmadığımı fark ettim. Düşününce sonradan anladım neden Laboratuvarı cebimize sığdıran Türk bilimci öyle yaptığımı. İstanbul’da daha çocukken bile annemle Yunanca konuşurken hep sustururdu bizi.” İmroz dışında yetişen ilk nesil İmrozlulardan Christoforidis, geçen hafta Bahçeşehir Üniversitesi’nde düzenlenen bir kitabın tanıtımına katılmak için İstanbul’daydı bu kez. Yakasındaki beyaz çiçek de İmrozlu olduğunu simgeliyordu. Üniversitenin Fen Edebiyat Fakültesi’nde tarih dersleri veren öğretim görevlisi Feryal Tansuğ’un derlediği kitap onun için çok önemliydi: “İmroz RumlarıGökçeada Üzerine”. İmroz üzerine Türkçe çok az yazılı metin olduğunu gören Tansuğ’un Yunanca ve İngilizce makaleleri Türkçeye çevirerek ve tabii güncelleyerek hazırladığı kitaptı İmroz Rumları. Umudunu yitirmeme kültürü Christoforidis’in annesi Bademli (Glyky) köyünden. Verimli bir araziye sahip olduğu için istimlak edilmiş bir köy. Babası ise Tepeköylü (Agridia). Onlar daha “şanslı”. Çünkü dağlık bölgede istimlak edilecek az yer bulunabilmiş. Ama onları da başka şeyler vurmuş. Keçi ve koyun etinin ihracı yasaklanınca geçim kaynakları kurumuş. Gerçi daha önce de yaşamışlar bu baskıları. 1920’lerde okulları kapatılmış yine. Gücü yetenler çocuklarını okuması için Yunanistan'a yollamış. Christoforidis’in babası da bu yolu seçerek Selanik’te okumuş. Eğitimini tamamladıktan sonra geri dönmüş. “Bizim ilginç tarafımız budur benim açımdan; İmrozluların adayla hep bir gitgeli söz konusu. Türlü olaylar oluyor, zor duruma düşüyorlar, ayrılıyorlar. Sonra tekrar dönüyorlar. Bir kültür bu, umudunu yitirmeme kültürü.” Bir zamanlar 7 bin civarında Rumun yaşadığı adada bugün 400 civarında Rumun olduğunu söylüyor. Evleri istimlak edilmeyenlerin bazıları yılın 6 veya 8 ayını adada geçiriyor. Köyden köye farklı sorunlar yaşandığını anlatıyor Christoforidis. “Mesela Kaleköy boşaltıldı ama Tepeköy’de böyle bir şey olmadı. Kaleköylünün gidecek evi yok, o evleri işgal edenler zilliyet dolayısıyla tapu sahibi oldular. İstanbul’dan gelenler satın aldı vesaire, böyle bir mal mülk devri söz konusu adada. Mesela Zeytinliköy’de tüm zeytinlikler istimlak edildi. Cezaevine yakın köyler mahvoldu. Tüm adayı kaplayan ortak sorunsa okulların kapatılmasıydı.” Peki ne istiyorsunuz diyorum? Her şeyden önce iyi niyet sürecinin başladığını ve devamının geleceğine inandığını söylüyor. Zaten çözümün oturup konuşmaktan geçtiğini biliyor. Anlatmak, anlamak yani birbirini tanımaktan. “Aslında biz tam olarak gitmiş olsaydık bu sorun çözülmüş olacaktı. Her şey Hazine’ye verilmiş ve adaya başka insanlar yerleşmemiş olsaydı da bir sorun çıkmazdı, eski sahipleri geri dönerdi. Ama onların yerine başka insanlar yerleşti. Ve ben onlarla hasım olmak istemiyorum.” İşte bu noktada başka bir şeyden söz ediyor Christoforidis: “Şu anda Hazine’nin elinde olan yani dağıtılmayan araziler sembolik bir hareketle bize geri verilebilir. Bize derken bulunacak bir formülden söz ediyorum. Mesela bir kalkınma şirketi kurulur. O insanlara, o şirkete son derece iyi şartlarla üye olma imkânı verilir. O topraklar birlikte değerlendirilip, o insanlara da adaya tekrar bağlanma şansı verilebilir. Bu konuda beraber düşünmek lazım. Adanın geleneksel bir kimliği var, bu markalaşabilir. Kültür turizmi yapılabilir.” Dertlerinin milliyetçi bir politika olmadığının altını ısrarla çiziyor Christoforidis. Kendilerini kimseye kullandırtmaya da niyetleri yok. “Biz sorunun Türkiye tarafından çözüleceğini biliyoruz. Okulun açılmasına izin verilmesi sembolik açıdan çok önemli bizim için. Bu insanlar köylerine dönmek istiyorlar ama nasıl yaşayacaklar? Tamam babasının tüm topraklarına sahip olması mümkün değil ama baba evlerinin birini otele, pansiyona çevirecek. O da teşvikle olur. Bize özel bir takım idari ve siyasi uygulamaların yapılması gerekiyor. Çünkü bu insanlar özel olarak uygulanan birtakım politikalar sonucu ayrıldı, özel olarak uygulanan birtakım politikalar sonucu geri dönsün.” Christoforidis’in dediği gibi; “Niye olmasın?” G rof. Dr. Aydoğan Özcan için tutku ve profesyonel donanım başarının anahtarı. Sıradan ve monoton bilimin önüne geçmenin yolu da disiplinli bir hayal gücü. Özcan dünyanın tanıdığı bir isim, üniversitelerde dersler veriyor. Ama Kaliforniya Üniversitesi’ndeki zamanının yüzde 90’ını araştırmaya ayırıyor, yüzde 10’unu öğrencilerle geçiriyor. Bilim insanı olmak isteyenlere önerisi ise “Emeklemeden yürüyemezsin, yürümeden koşamazsın, koşmadan da uçamazsın” sözünü akıllarına kazımaları. İşte anlattıkları... Kimdir Aydoğan Özcan, bize biraz kendinizden bahseder misiniz? İstanbul Atatürk Fen Lisesi ve Bilkent Elektrik Mühendisliği mezunuyum. Bilkent’ten mezun olduktan sonra Stanford Üniversitesi Elekrik Mühendisliği Bölümü’nden burs alarak mastır ve doktora çalışmalarım için ABD’ye gittim. Stanford Üniversitesi’nden 2002 yılında mastırımı, 2005 yılında da doktoramı aldım. Daha sonra yaklaşık iki yıl Harvard Tıp Fakültesi’nde öğretim görevlisi olarak çalıştım. 2007 yılından itibaren (University of California, Los Angeles) UCLA’dayım. Kısaca, 2000 yılından itibaren ABD’de eğitim ve profesyonel hayatıma devam ediyorum. Kısa bir süre önce Dünya Teknoloji Ödülü’nü kazandınız. Popüler Sicence dergisi de isminizi en parlak 10 bilim insanı listesine yazdı. Nasıl başladı bu serüven? Son beş yıl itibarıyla yaptığımız işler oldukça önemli profesyonel ödüllere layık görüldü. Amerikan Başkanlık Ofisi’nden, donanmasından, ordusundan, National Science Foundation’dan, ulusal sağlık kurumlarından (NIH), uluslararası profesyonel kuruluşlardan (IEEE ve SPIE), National Geographic’den, Popular Mechanics’ten, Popular Science’dan, MIT Technology Review’den oldukça prestijli ödüller aldım. Başarınızın alameti farikası nedir? Merak, ilgi, çalışmak... Tutku ve profesyonel donanım çok önemli başarı için. Sadece tutku, yani çok derin bir merak ve ilgi eğer profesyonel bir altyapı ile gelmezse hayal ya da hobi seviyesinde kalırsınız. Tutku olmadan da aldığınız profesyonel eğitim sizi çok ileri götüremez, rutin bir kariyerde bırakır. Ders de veriyorsunuz. 32 yaşında profesör olmak da önemli bir başarı. Nasıl bir çalışma disiplininiz var, neler önerirsiniz bilim insanı olmak isteyen gençlere? Bilim insanı olmak isteyen bir gence en ilk vereceğim tavsiye, odasının duvarına, P Prof. Dr Aydoğan Özcan 32 yaşında. İki hafta önce Dünya Teknoloji Ödülü’nü kazandı. Popüler Science dergisi ismini 2012’nin en parlak 10 bilim insanı listesine yazdı. Neden mi? Çünkü cep telefonlarını taşınabilir laboratuvara çevirecek bir cihaz geliştirdi. Öyle ki bu cihaz sıtmadan HIV’e, tüberkülozdan anemiye kadar pek çok hastalığı teşhis edebiliyor. Teletıp için kullanılan cihazlar... aklının bir yerine, “Emeklemeden yürüyemezsin, yürümeden koşamazsın, koşmadan da uçamazsın” yazmak, hatta kazımak olur. “Türk hastalığı” diyebileceğim, çok sıkça gözlemlediğim bir sorunumuz, emeklemeden uçmak, daha da ileri gidip ışınlanmak arzusu. Yarı yolda, ya da işin başlangıcında kalıp takılmamak için bu çok önemli. Özellikle cep telefonlarına monte edilen aparatınız üzerine çok konuşuluyor. Nasıl bir sistem bu, neler yapıyor? Uzun yıllardır mikroskopların basitleştirilmesi ve hesaplamalı teknikler kullanarak teletıp için uygun aletler yapmak üzerine çalışmalarımız var. Bu proje de bu çalışmaların bir uzantısı. Sağlık hizmetlerinin daha ücra, azgelişmiş yerlere daha hızlı, etkili ve ucuz getirilmesi için cep telefonlarına entegre edilebilen teknolojiler çok önemli. Benim araştırma grubum da tam bu konu, yani teletıp üzerine çalışıyor. Hastanın gidip gelmesine gerek kalmadan teşhis koymak da mümkün olacak. Böylelikle ALİ DENİZ küçük sağlık ocakları USLU bile tam teşekküllü bir hastanenin vazifesini yapabilecek hale gelebilir. Hangi hastalıkların teşhisinde kullanılabiliyor bu sistem? Cep telefonuna takılan bir aparatla kan sayımı, sıtma, HIV, sifılis ve bunlara benzer bulaşıcı hastalıklar için kullanılabilir bir platform. Yaygın kullanım için adım attınız mı? Benim grubumda geliştirilen bu ve benzeri teletıp teknolojileri benim de kurucusu olduğum Holomic LLC Şirketi tarafından lisanlandı. İlk ürün bu yazdan itibaren satışta. Daha fazla bilgiyi http://holomic.com adresinden öğrenebilirsiniz. Bu tarz farklı ve başarılı projeleri Amerika’da Türkiye’den bilim insanları yapıyor, neden bu projeler Türkiye’de yapılamıyor? Türkiye ile ABD arasındaki önemli farklardan biri, en azından akademik dünya için, genç insanlara tanınan “özgür bağımsız” araştırma imkânlarının çok daha fazla olması. Diğer bir deyişle genç araştırmacıların özgüveni genel itibarıyla ABD içinde oldukça yüksek. Avrupa içindeki, Türkiye de buna dahil, akademik yapı bu konuda oldukça geride. Şimdi yavaş yavaş düzeliyor, gençlere daha erken bağımsız pozisyonlar veriliyor. Türkiye’de de aynı pozitif ivme söz konusu. Bir de İTÜ'nün bünyesinde bir uydu laboratuvarı kurma fikriniz var sanırım. Nedir işin aslı? Evet, İTÜ’de bir uydu laboratuvarı kurma projemiz hızla devam ediyor. Benim UCLA’da yürüttüğüm projelerin bir kısmını İTÜ bünyesindeki bir uydu laboratuvarında devam ettirmek istiyorum. İTÜ ve UCLA arasında öğrenci değişimine de izin verecek olan bu yapı akıllı teletıp sistemleri üzerine çalışacak. Halen öğrencilerden ve araştırmacılardan başvuruları kabul ediyoruz, yakında mülakatlara başlayacağız. G İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına Orhan Erinç Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Yayın Yönetmeni: Ayşe Yıldırım Görsel Yönetmen: Aynur Çolak Sorumlu Müdür: Miyase İlknur Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişli / İstanbul (0212) 343 72 74 (20 hat) Reklam Genel Müdürü: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Körükçü Reklam Koordinatörü: Hakan Çankaya Reklam Müdürü: Beste Paydaş Ertan Rezervasyon Yönetmeni: Onur Tunalı (0212) 251 98 74/75 (0212) 343 72 74 (554555) Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt / İstanbul Cumhuriyet gazetesinin parasız pazar ekidir / Yerel süreli yayın / cumdergi@cumhuriyet.com.tr / twitter.com/cumdergi C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear