Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
4 19 HAZ RAN 2011 / SAYI 1317 “Baba” olmanın dayanılmaz ağırlığı ZUHAL AYTOLUN ADNAN B NYAZAR ugün, 19 Haziran, yani Babalar Günü. Herkesin bu gibi günlere yüklediği anlam farklı. Kimine göre tüketimin körüklendiği bir gün, kimine göre sevgiyi ifade için yeni bir fırsat. Gazetelerde, sayfalarca haberler, etkinlikler, babakız ya da babaoğul röportajları olur bugün. Ancak bu yazıda durum farklı. Biyolojik babalık kavramından yola çıkmadık, çevresi ya da toplum Kitapla Tanışmamış Beyinler Demokratik Eğitimciler Kuruluşu’nun Dünya Kitap Haftası dolayısıyla hazırladığı bir araştırma raporuna göre Türk halkı 10 yılda ortalama bir kitap okuyormuş. Bu sürede kitaba ayırdığı para da 2 dolar. Avrupa’da ise kişi başına 500 dolar düşüyor. Bir Japon yılda ortalama 25, bir sviçreli 10, Fransız 7, Türk ise 10 yılda 1 kitap okuyor. Bu da Japonların bizden 250 kat daha fazla kitap okuduklarını gösteriyor. Okumada durumumuz daha da kötü. Bu, yaşadığımız her kötülüğün de nedeni... Raporda varılan sonuç, bu dengesizliğin halkı bilgisizliğe ittiğini, bilgisizliğin de toplumu giderek bilinçsizleştirip dış yönlendirmelerin güdümüne soktuğunu gösteriyor. Bu temel düşüncenin ışığında şu noktalara değiniliyor: Öğrenciler ders kitapları dışında kitap okumuyorlar. Hatta ders kitabını bile doğru dürüst okumuyorlar. Şaşırtıcı olan şu ki, öyle olmakla birlikte, kitap okumayan gençlerin büyük çoğunluğu, bilgisizliklerine karşın kendilerinde her konuda iddialı konuşma cesareti buluyor. Halkımız kendini televizyon seyretmeye, birkaç şarkıcının özel hayatını, dedikodularını öğrenmeye öylesine kaptırmış ki, kitap okuma bir yana ciddi televizyon programlarını bile izleme gereğini duymuyor. Buna karşın, gençlerin, futbolculara ilişkin en gereksiz ayrıntılarda bile bilgi sahibi olduğu görülüyor. Bu, çocukların ve gençlerin ailede kitap okuma alışkanlığını kazanmamış olmasına bağlanıyor. Bu durumun yarattığı okuma boşluğu, toplumda dengesizliğe, her alanda değerlendirme olumsuzluklarına yol açıyor. Okuyup gerçeği kavrayamayanların dürüst, yetenekli, donanımlı, işinde liyakat sahibi yöneticileri seçemediğine de değinilerek, halkın, hakkını aramadığı, yanlışlıklara karşı hesap sormaya, sorgulamaya yetecek bilgi birikiminden ve cesaretinden yoksun olduğu; bundan dolayı da zorlukları kaba kuvvetle çözmeye kalktığı üzerinde duruluyor. Oysa okuma, yalnızca aklın yolunu genişletmez, insanın duygu dünyasını da eylemli kılar. Trafikte her gün yaşanılan kavgalar, ölümler karşısında duyarsız kalınması okuma eksikliğine bağlanıyor. Duyarsızlık, ayrıca kişide kanıksamaya, koşulları olağan karşılamaya, vurdumduymazlığa yol açıyor. Bu durumdaki kişi de kötü gidişi kader sayıp önlem alma gereğini duymuyor. Yolsuzluklara, haksızlıklara sessiz kalmamızın temel nedeni budur. Bu yüzden de demokrasiyi, insan haklarını, özgürlüğü, şeffaflığı, saygıyı, erdemi sıradan kavramlar sayarak, insan olmanın bu temel anlayış ve yaşayış biçimini yeterince içimize sindirip yaşamın vazgeçilmez parçası haline getiremiyoruz. Bana internet yoluyla ulaşan bu rapora “Günün Sözü” diye bir tümce de eklenmiş: “Okumayan insan, düşüncesanatkültürbilimteknoloji üretemez. O, kuldur; beynine hurafeler ve gereksiz bilgiler yüklenmiş primitif bir robottur.” Okuma kültüründen yoksun olanlarda düşüncenin yerini hurafeler, dogmalar alır. Kulluk, dogmaların, hurafelerin ürünüdür. Ancak kitapla tanışmamış, beynini onunla beslememiş kişiler kulluğa boyun eğer, ona sunulan her şeyi kabul eder. Oysa beynini geliştirmiş kişi, Albert Camus’nün “Kimdir başkaldıran insan? Hayır diyen biri!” sorusu doğrultusunda düşünür. Halk, ancak okuyarak hayır deme bilincine varır. Kitap olmasaydı belki varlığımızın bilincinde bile olmayacaktık. nsan beyninin besleyicisi olan edebiyat, sanat, bilim insana gelişim yolunu açar. nsanı sonsuzluğa erdiren ise bu açılım ruhudur. G [email protected] B tarafından “baba” olarak anılan isimler konumuz. çlerinde müziğin “Orhan Babası” Orhan Gencebay, “Süper Baba” ile akıllardan hiç çıkmayan Şevket Altuğ, kimi zaman “erozyon dede” kimi zaman “Toprak Baba” olarak bilinen Hayrettin Karaca ve siyasetin babası Süleyman Demirel’i göreceksiniz. Diğer yandan sinemanın unutulmayan babaları, sporun baba olarak anılanlarını da ekledik yazımıza. Elbette eksik isimler var, sanmayın ki unuttuk. Bir sayfaya sığdırması zor isimlerden bir eleme yapmak zorunda kaldık sadece. Yıllardır unutulmayan isimler, baba ünvanlarıyla nasıl yaşadıklarını anlatıyor. G ORHAN GENCEBAY SÜLEYMAN DEM REL Önce mahallenin Baba Orhan’ıydım epimiz Orhan Gencebay’ı Orhan Baba olarak biliriz. Yıllardır böyle gelmiş, böyle gidecek. Ancak kaçımız onun önce Baba Orhan olarak anıldığını biliyor? O zaman önce hikâyesini anlatalım “Baba” oluşunun... Gencebay, Samsun doğumlu. Kalabalık bir mahallenin çocuğuymuş. “100150 kadar çocuktuk belki de. Sevilirdim, aralarında en kuvvetlileri de bendim. Bir şey olduğunda korurdum herkesi. O yüzden zaten bana Baba Orhan demeye başlamışlardı. Aynı yaştaki arkadaşlarımı çok kez kavgadan kurtarmışımdır. Paylaşmayı da severdim, dostluğu da, korumayı da. şin Baba Orhan kısmı bu.” Sonra yıllar geçiyor, Gencebay, müzik sektörüne atılıyor. smi ve başarısı duyuluyor, yayılıyor. “Bestelerimin çoğu bir felsefe içeriyordu, öğüt gibiydi. şte o dönemde de Orhan Abi oldum” diyor. Ha bu arada, bir lakabı daha var Gencebay’ın bu yüzden: Koca Yürek. Çünkü iyilikleri de çok dokunmuş. Sektörde kimlere babalık yaptınız, babalığın hakkını verebildiniz mi diye soruyorum. Anlatıyor: “Belki de yüzlerce kişiye babalık yaptım. Ama bunu söylemeye gerek yok. nsana yakışan paylaşmaktır zaten. Sağ elin yaptığını sol el bilmemeli.” Babalık kavramının Orhan Baba’daki yeri mi? “Kendisiyle barışık olmayan baba ünvanını alamaz” diyor. Tabii yıllar içinde yorulduğu da olmuş Orhan Baba’nın: “Camianın Orhan babasıydım. 53 yıldır bu sektörün içindeyim, pek çok alanında emek verdim. Babalıktan dolayı zorlu görevler de üstlendim, altından kalkmaya çalıştım. Örnekse son dönemde yine böyle bir his içindeyim. Müzik sektörü çöktü. Yeniden dirilmesi için baba olarak üzerimde görev hissediyorum. Bunun için de derhal çalışmalara başlayıp, başı çekeceğim.” Orhan Baba, aynı zamanda gerçek anlamda da Siyasetin babası... 1 970’lerde bir miting sırasında vatandaşın biri “Kurtar bizi baba” diye bağırınca siyaset dünyasının da bir “baba”sı oluvermişti. Demirel, 1924 yılında Isparta’da doğdu, içinden geldiği koşullar göz önüne alındığında, Çoban Sülü dendi. Tabii bu, siyaset adamının aslında halktan geldiğini de vurgulayan bir lakaptı. Bir bütünlük sağlamaktı amaç halkla. 30’larında genel müdür olmuş, 40’larında önce parti genel başkanlığı sonra da başbakanlık yapmış, 12 yıl bu görevini sürdürmüş bir isimdi. Halkın içinden gelmiş, halka hizmet vermişti sonuçta. Baba lakabını cumhurbaşkanlığı yapmadan önce almayı başarmıştı bile. Artık iyiden iyiye aile içine girmiş, baba figürüyle özdeşleşmişti. O noktadan sonra çocukluk yıllarında çobanlık yaptığı için kullanılan “Çoban Sülü”, 50’li yıllarda Devlet Su şleri’ndeki çalışmaları için “Barajlar Kralı”, 60’ların başlarında çalıştığı ABD’li Morrison Knudsen adlı mühendislik firması nedeniyle “Morrison Süleyman”, 12 Eylül darbesi sonrası siyasi yasaklı olduğu dönemde aldığı “Bir Bilen” gibi lakapları tarihte kalmıştı. Yıllar geçti. Ama yine de unutulmayan onun “Baba” lakabı oldu, siyasetin her daim babası olarak anılacak bir isimdir Süleyman Demirel. G H baba. Oğlu Altan Gencebay, 41 yaşında. Mesafeli bir ilişkileri olmadığını, ancak birbirlerine saygıyla yaklaştıklarını söylüyor Orhan Baba. “Sevgimi göstermesini de bilirim” diyerek devam ediyor, “Ancak şöhret olduğum için her baba gibi onunla her şeyi yapamamış, her yere gidememiş olabilirim. Bunun eksikliğini de kimi zaman hissettiğim oldu. Ancak oğlum da anlayış gösterdi bana.” Orhan Baba’nın dedesi 14.5 yılını cephede savaşarak geçirmiş. O yüzden oğluna, yani Gencebay’ın babasına sevgisini gösterememiş. Babadan oğula geçmiş, sevip belli edememe hali. Taa ki Orhan Baba’ya dek: “Bizde kırıldı bu süreç. Oğluma sevgimi ne mutlu ki gösterebildim.” Oğlu Altan Gencebay da müzik sektöründe, hatta o da kimi zaman Altan Baba olarak anılıyormuş ancak Gencebay, “Altan çok seviliyor ancak yine de baba ünvanın halk verir” diyor. Artık Altan Gencebay, babasından alır mı bu ünvanı miras olarak zaman gösterir. G ŞEVKET ALTUĞ Fikret’ten daha manyak bir babayım Ş evket Altuğ, namı diğer Süper Baba... 90’lı yılların çok sevilen, hafızalardan çıkmayan dizisi Süper Baba’nın Fikret’i olarak girdi evlerimize. Oynadığı rollerin bu kadar etkili olması ve unutulmamasının nedeninin sahicilik olduğunu söylemek yanlış olmaz. Özendiğimiz, sevdiğimiz, özlediğimiz bir baba figürüydü. Süper Baba mı Şevket Altuğ’du, Şevket Altuğ mu Süper Baba’yı oynuyordu, tam olarak söylemesi zor. Bunu ona sormak en doğrusu. Yanıtlıyor: “Değerli bir diziydi Süper Baba. Benim şansım bu işi çok iyi kotaran Yavuz Turgul oldu. Çünkü benim nasıl bir baba olduğumu biliyordu. Fikret’le bu anlamda aramda çok da büyük bir fark olduğunu söyleyemem. Tek farkımız ben eşimle ayrılmadım, kırk yıldır beraberiz, çok da mutluyuz.” Şevket Altuğ, biri 39, diğeri 34 yaşlarında iki de çocuk sahibi. Söz iyi babalığın sırrına geldiğinde anlatmaya başlıyor: “Anne, kutsaldır. Karnında taşıyan, doğuran, besleyen, büyüten, şefkat verendir. Ama babanın da yeri aynı derece de önemli. Hatta daha önemli diyebiliriz.” Tam da bunları söylerken arkadan eşinin sesi geliyor: “Yuh artık, o kadar da değil.” Bu kez, Altuğ biraz ödün veriyor: “Tamam canım, daha önemli demeyelim, at başı giderler.” Anne şefkati kadar babanın da koruyuculuğundan söz ediyor Altuğ. Ayrıca Süper Baba’nın Fikret’inden daha manyak bir baba olduğunu da ekliyor sözlerine. Örnekse, bir meyvenin sezonu başladıysa, çocukları yemeden asla yiyemezmiş. Tabii, çocukları da aynı derecede ona bağlı. Bir dönem, yaşadığı maddi sıkıntılarda çocukları küçük olmasına rağmen hep destek vermişler. “Bu karşılıklı bir iletişim”diyor, “Biz arkadaşız derler ya. Hayır, biz onlarla dostuz.” Babalar Günü mesajı mı? “Saldım çayıra mevlam kayıra babası olmayın lütfen.” G Toprak Baba olarak anlatmaya devam edeceğim ema Vakfı’nın Kurucu Başkanı Hayrettin Karaca, daha çok “Erozyon Dede” olarak tanınıyor. Ancak yine de ona “Toprak Baba” diyenlerin sayısı az değil. Karaca, Toprak Baba tanımlamasından da oldukça memnun: “Sağ olsunlar, beni gençleştiriyorlar. Gençleşmek işime gelir” diyor. Erozyon Dede lakabının hikâyesi ilginç. Yıllar önce, yabancı bilim adamlarıyla birlikte, Karadeniz’de çalışmadalar. stedikleri nadir bulunan bir bitkinin fotoğrafını çekebilmek. Rakım yükseliyor, araştırma sürüyor. Yayla evlerinin bulunduğu bölgeye gittiklerinde, dere boyu olarak belirliyorlar yollarını. Rakım yükseleceği için Karaca’nın, yayla evlerinin bulunduğu bölgede kalmasının daha doğru olacağını düşünüyorlar. Karaca’nın elinde iki fotoğraf makinesi, çevreyi çekiyor, ekibin dönüşünü bekliyor. O sırada yabancı olduğunu düşündükleri Karaca’nın etrafını sarıyor çocuklar. En son yanına gelen kızıl saçlı bir erkek çocuğu, “Ben seni tanıyorum. Televizyonda çıkıyorsun” diyor. Karaca’da soruyor, “Çıkıyor ve ne diyorum?” diye. Çocuk yanıtlıyor; “Kesme diyorsun, ağaçları kesme”. Sonra dönüyor arkadaşlarına sesleniyor kızıl saçlı çocuk: “Koşun koşun Erozyon Dede gelmiş” Sonra da Erozyon Dede olarak kalıyor ismi. Toprak Baba olarak da anılıyor. ki türlü de hitap edeni var. Karaca, çok da hoşuna gittiğini söylüyor bu tanımlamanın. “Toprak huzurludur. Oksijen ve hayat doludur. O yüzden büyük bir onur ve mutluluk bu benim için” diyor. Ayrıca 30 yıldan fazla zamandır da toprağı anlatıyor Karaca, önemini ve yapılması gerekenleri. Büyük bir mücadele onunki. “Giden topraktır. 1970’lerden bu yana çabam hep bunun önemini anlatmak yönünde oldu. Toprak Baba olarak anlatmaya da devam edeceğim.”G SPORUN BABALARI HAYRETT N KARACA T enüz sportif direktörlük müessesinin anlamının bilinmediği yıllarda, antrenmanlar toz toprak içindeki statlarda yapılırken futbol camiasının içine düşen bir lakaptı “baba”. Aslan Nihat’lar, Zeki Rıza’lar derken ikinci kuşak futbolcular içinden çıktı babalar. Hakkı Yeten, Beşiktaş’ın her şeyiydi. Tabii futbol yetenekleri, “zıpkın” gibi şutları ve inanılmaz gücüyle ama bundan da önemlisi liderlik özellikleriyle. Direnci kırılan arkadaşını yerden o kaldırırdı. Kimi zaman şefkatle kimi zaman hiddetle “kalk ayağa sen Beşiktaş’ın topçususun” dercesine. Rivayet o dur ki bir keresinde Beşiktaş Ankara’daki bir maçta ilkyarıyı 3 farkla geride kapatınca soyunma odasında “ya ikinci yarı adam gibi oynarsınız ya da dönüş biletlerinizi yırtarım stanbul’a yaya dönersiniz demiştir.” Sonuç mu? Beşiktaş şahlanır maçı da kazanır. Baba Hakkı efsane olur. Aslında Gündüz Kılıç’ın da hikâyesi farklı değil. O da futbolcu olarak sarı kırmızı renklerle özdeşleşir. Galatasaray’ın gerçek anlamda Mektebi Sultani takımı olduğu, henüz Anadolu’ya yayılacak sarı kırmızı sevgi selinin öncesinde Galatasaray’ın santraforu, büyük maçların büyük golcüsüdür. Ustalıkla oynar futbolu. Futbolculuğu sırasında bile oyun görüşü dikkat çeker. Baba Gündüz lakabını ustalığı sayesinde üstüne geçirir. Antrenör olduktan sonra Türk futbolunun da babası olur. Kariyerinin sonunda bir yıl Beşiktaş‘ı çalıştırır. Galatasaray’dan kimse çıkıp “Gündüz Kılıç yanlış yapmıştır” demez. Baba Gündüz’dür o, ne yapsa doğrudur. G H S NEMANIN BABALARI HEP AKILLARDA inemanın babaları dendiğinde, elbette pek çok isim düşüyor akla. Bu kısa yazıda bütün babaları anmak mümkün değil. O yüzden hafızalara kazınmış en belirginlerini hatırlatmakta yarar var. Sinemanın babası dediğinizde, dünya sinemasından bir isim geliyor ilk olarak akla: Godfather. Dünya sinemasının tartışılmasız “en iyi” babasıdır bu filmdeki rolüyle Münir Özkul Marlon Brando. Mario Puzo’nun yazdığı, aynı adlı romandan uyarlanan filmde, güçlü bir talyan mafya ailesinin hikâyesi anlatılıyor. Diğer yandan Hayat Güzeldir’le Roberto Benigni’yi anmadan geçmek olmaz. Canlandırdığı baba karakteri ile özveri dolu bir hikâye anlatılır. Robert de Niro’nun Zor Baba’sı da, farklı bir baba tanımlamasıyla akıllarda. Dünya sinemasında hal böyleyken Türk sinemasında da babacan roller üstlenen karakterleri de unutmamak gerek. lk olarak Münir Özkul’u hatırlayalım. Hababam Sınıfı’ndaki tatlı sert baba kıvamındaki Mahmut Hoca’yı kim unutabilir. Neşeli Günler, Bizim Aile, Gülen Gözler... Merhametli, iyi kalpli babayı oynayan Kadir Savun, sevimli, tonton görüntüsü ve babacan tavrıyla Hulusi Kentmen, Ahmet Mekin ve Ekrem Bora’yı da unutmamak gerek. Babam ve Oğlum’daki rolüyle Çetin Tekindor, dizi dünyasından altı sezon süren Yaprak Dökümü’nün babası Halil Ergün de günümüze en yakın isimlerden. Tabii Kabadayı filmindeki Şener Şen’in rolü de unutulmaz. G S lk olarak “babaların babası” lakabını alan Vito Ferro ile başlamak gerek söze. Doğduğu Palermo’dan New York’a göç ettikten sonra mafya içinde hızlıca yükseldi. Hatta Pizzu olarak bilinen haraç alma tekniğini geliştirerek ün kazandı. Ancak sonu pek acıydı. Boşaltılan hapishanede terk edilen Vito Ferro, susuzluktan öldü. Al Capone da en ünlü Amerikan gangsterlerinden biri olarak anılıyor. Pek çok kirli işe ve cinayete bulaşan bu “baba” da Alcatraz Hapishanesi’nde yaşamını yitirdi. Charles Luciano, Michele Navarra, Salvatore Greco, Bernardo Provazzano... Peki bu topraklarda mı? Aslına bakarsanız Türkiye’de “baba” denilince karşımıza mafya ile mahalle kabadayısı kavramı çıkıveriyor. “ lk akla gelenler kimler?” sorusuna çoğu kez Kürt dris ve Dündar Kılıç isimleriyle yanıt verildi. 1968’de ölen Oflu Hasan’ın cenaze töreni bize o âlemde racona uyan mafya babalarının itibarının ne denli büyük olduğunu gösterir. Cenazeye 20’ye yakın emniyet müdürünün katılması; devrin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın oğlu Kaya Sunay’ın çelenk göndermesi deyim yerindeyse “bir kabadayının güç gösterisidir.” Sonrası Dündar Kılıç. Her ne kadar, Kılıç için son kabadayı dense de “yeraltı dünyası” kamuoyunun önüne çok sayıda baba çıkardı. Hem de ne babalar!.. Bu babalar hiç kitaplarda yazdığı gibi değildi. “Robin Hood”vari kabadayıların yerini; Alaattin Çakıcı ile NuriVedat Ergin kardeşlerin cezaevinden basına yansıyan “Ben daha büyük babayım” atışmaları bile aldı. G YERALTININ BABALARI C MY B C MY B