24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

2 27 KASIM 2011 / SAYI 1340 Bir cerraha yakışan koleksiyon Gültekin Çizgen. Fotoğraflar: VEDAT ARIK ir tıp aletini ancak ameliyathaneye girdiyseniz görmüşsünüzdür. Ya da gündelik hayatta doktora gidip geldiğiniz dönemde bir kısmının kullanımına tanık olmuşsunuzdur. Peki sizce bugünün tıp aletiyle 20 bin yıl öncekinin arasında nasıl bir fark vardır, hiç düşündünüz mü? Yanıtı biz verelim: Çok az. Bu bilgiyi de Türkiye’nin ilk antik tıp koleksiyonerliğini yapan Prof. Dr. Erdoğan Yalav’dan alıyoruz. Bir gün, bir merakla eline aldığı çok eski yıllara dayanan tıp aletiyle birlikte girdiği bu başka dünyayı konuşmak için buluştuğumuzda öyle şeyler anlatıyor ki, çoğunu ağzımız açık dinliyoruz. İlgimizi çeken tıp aletlerini incelerken ve hikâyelerini dinlerken, Yalav’ın, yani bir cerrahın da dünyasına tanık oluyoruz. “Bir cerrah, o kadar yüklüdür ki, ya alkolik olur ya kumarbaz ya da kendini müziğe, resme veya başka bir hobiye verir” diyen Yalav, belli ki içindeki o yorgunluğu atabilmek için kendini koleksiyonerliğe vermiş. Dilerseniz önce 200 parçayı bulan koleksiyonunun hikâyesini dinleyerek başlayalım söze. Ankara Tıp Fakültesi, Türkiye’nin ikinci büyük tıp fakültesi olarak 1945’te açıldı. Anadolu’nun ilk müracaat yeri olarak çok fazla hasta geldi o yıllarda. O yüzden Yalav, çok fazla vaka ile karşılaştıklarını söylüyor. Hatta öyle hastalıklarla karşılaşmış ki, dünyada en çok vakaya bakan hastane olarak anılmışlar. Çok değerli hocalarla çalışmış, çok önemli ameliyatlardan başarıyla çıkmış. “Cerrahlık, hekimliğin ötesinde bir sanattır, bu sanatı da sanatkârdan öğrenirsiniz. Hiçbir zaman kitaplar tek başına yeterli gelmez” diyor. Ayrıca cerrahinin bir loca olduğundan da söz ediyor. “Hocamın hocası olarak altı göbeği sayabilirim size. Bunlar zamanın en iyi cerrahlarıdır. Kızdığı zaman döver söverlerdi ama bir fazla şey öğrenebilmek için peşinde koşardık. Ertesi gün yapılacak ameliyatın tüm aletlerini kontrol eder, sıraya dizerdik. Hiç konuşulmaz ameliyatta, siz onun eline aleti vurarak verirsiniz. Yanlış alet verdiniz mi yandınız!” İşte tam da böyle bir günde, Yalav aletleri hazırlarken, bir hasta yakını geliyor yanına. Aletleri göstererek “Doktor bey, siz ne yapıyorsunuz bunlarla?” diyor. Yalav, onların ameliyat malzemesi olduğunu söylüyor. Kocaman aletlerle ameliyatların yapıldığını düşünen hasta yakını şaşırıyor önce, sonra da ekliyor: “Yahu ben, bunların aynısını mezardan çıkarıyorum. Antikacıyım. Altın ve gümüş olanları ayırıyor, diğerlerini atıyorum.” Yalav da şaşırıyor, ertesi gün bir tane getirmesini istiyor. Kaçak yollarla kazı yapan bu hastası, ertesi gün Yalav’a bir kaşık getiriyor. İşte bu, antikacının atmayı düşündüğü ancak tıbbi operasyonlarda kullanılan kaşık, onun koleksiyonunun ilk parçası oluyor. Değersiz gördükleri bu aletleri atan kaçakçılar, zamanla Yalav'ın kapısını çalmaya başlıyor. Yalav da müzeye gidiyor, araştırıyor, kitaplar alıyor. Derken konunun içine düşüyor. Her aleti almak kolay değil, hasta muayenesi karşılığı aldığı da oluyor, “Hocam bu seni aşar, vereyim bir hafta sende kalsın, incele geri ver” sözlerine maruz kaldığı da. Hal böyle olunca, içinde kalanlar da oluyor. Örnekse, idrar taşını atmaya yarayan, altında boğa başlı bir alet... Bu arada elindeki aletleri müzeye götürüyor, envanter defterine kayıt ettiriyor Yalav. Fotoğrafın da müzesi oldu İstanbul’un ilk fotoğraf müzesi Kadırga’da açıldı. Bin metrekarelik alana kurulan müze, aynı zamanda fotoğraf kültürünün de yaşatılması adına önemli bir adım. Bu mekân, fotoğraf arşivi, kütüphanesi ve galerileriyle sergilere, etkinliklere ve sempozyumlara ev sahipliği yapacak. urası bir fotoğraf müzesi. İstanbul’un tarihi semtinde, Kadırga Kültür Merkezi’nde açılan ve İstanbul’un ilk fotoğraf müzesi olma özelliğini taşıyan mekân 1000 metrekarelik bir alana kurulmuş. Müzede önce sizi Kadırga’yı anlatan fotoğraflardan oluşan bir cep salonu karşılıyor. Sonra salona doğru ilerliyorsunuz. Müzenin girişinde büyük format bir fotoğraf makinası bütün ilgiyi üzerine çekiyor. Koridorlarında ilerlerken fotoğraf tarihini anlatan metin ve fotoğraflar size eşlik ediyor. Fotoğraf sanatına güncel bir bakış atan müze, sonrasında salonlara ayrılıyor. Beş ayrı salonda sergileri takip etmek mümkün. Dünya ve ülke fotoğraflarının yer aldığı müze, bir eserler deposu olmaması için en ince detaylarına kadar hassasiyetle tasarlanmış. Fatih Belediyesi ve Fotoğraf Dostları Derneği’nin işbirliği ile açılan müzeyle ilgili, derneğin başkanı Gültekin Çizgen’le konuştuk. Bu müze, aslında Gültekin Çizgen’in yıllardır kurduğu hayalin sonucu. 30 yılı aşkın bir süredir fotoğraf müzesi açma hayaliyle çalmadık kapı bırakmadıklarını söylüyor Çizgen. Hatta müze fikrini 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’na da sunmuş ancak yaşanan gecikmeler dolayısıyla hayata geçirememiş. Tam da ümitlerinin tükendiği anda Fatih Belediyesi’yle yolları kesişmiş. Bu hayalini gerçeğe dönüştürdüğü için de oldukça mutlu. “Fotoğrafın da artık bir müzesi var, ölsem de gam yemem” diyor. Ne de olsa anı durdurarak insanların ortak hafızasına katkı yapıyor fotoğraf. O B yüzden de önemli bir belge olma özelliği de taşıyor. İşte Yazılar: müze, bu belgelerin bir araya ZUHAL gelmesiyle oluşmuş. İstanbul Fotoğraf Müzesi, AYTOLUN beş fotoğraf galerisi, fotoğraf arşivi ve kütüphaneden oluşuyor. Kimileri artık aramızda bulunmayan 50 fotoğraf sanatçımızın birer eserleriyle temsil edildiği sürekli sergi, sanatçıların eserlerinin ait olduğu dönemlerin teknik ve imkânlarıyla ürettiği bir baskı koleksiyonu olarak ‘klasikler’ galerisinde yer alıyor. Eserler, fotoğrafın zaman tünelinden geçerek günümüze gelen hatıraları ve belgeleri olarak ilgi çekici. Müzenin ilk süreli sergileri ise “Fotoğrafımızda Bugün2011” ve “Basılı FotoğrafımızAlbümler”. Üç ay boyunca gezilebilecek sergi, her kuşaktan ve her kesimden, ‘alaylı’ ya da eğitimli, 200 fotoğraf sanatçısının eserlerinden oluşuyor. “Basılı fotoğraflar Albümler” ise fotoğraf albümlerinin kalıcılık ve daha geniş kitlelere ulaşabilmedeki öneminden yola çıkılarak albümler, kitaplar ve portfolyolardan oluşan önemli bir seçkiyi sunuyor. Bu koleksiyon sergi, aynı zamanda müzenin arşivinde araştırmacıların kullanımına da açılacak. Yolunuz Kadırga’ya düşerse ki mutlaka düşürün; hem tarihi ve ruhu olan bir semtle tekrar tanışabilir hem de fotoğraflarla bir zaman yolculuğuna çıkabilirsiniz. Tel: 0212 458 88 42 Er d Ya oğa lav n İçlerinde en eskisi 20 bin yıllık, en yenisi ise 2 bin. Prof. Dr. Erdoğan Yalav’ın tesadüfen başlayarak topladığı antik tıp koleksiyonunda yer alan değerli eserlerin sayısı şimdilerde 200’e ulaştı. Tunç devri ve Roma dönemine ait, binlerce yıllık eserler yer alıyor bu koleksiyonda. Türkiye’de ilk kez böyle bir koleksiyonculuğu yapan Yalav, tüm bu aletlerle tıbbın dünden bugüne seyrine tanıklığa davet ediyor. Müze yetkilileri de bazı eserleri gülerek karşılıyor, kandırıldığını hissettirerek. Bir gün müzeden Yalav’a haber geliyor. “Her yakalanıp getirilen adamın cebinden sizin kartlarınız çıkıyormuş, mali polisler sizi bize soruyorlar.” “O bana ders oldu” diyor Yalav, “adım neredeyse kaçakçıya çıkacaktı. Kimseye kart vermedim bir daha.” Koleksiyonun içeriğine dönersek, bu aletler bizim için neden önemli dersiniz? Yanıtlıyor Yalav: “Yazıdan önce maden vardı. Bakırın keşfi 5 bin senelik, taşın keşfi 20 bin. Bendeki en eski alet de 20 bin yıllık. Bu aletlerin yapımı, şekli, teknolojisi bize çok şeyle ilgili bilgi veriyor. Öyle ki kullanılan aletlerden anatomik yapı, aletlerin üzerindeki motiflerden inanışları görebiliyorsunuz.” Mezar kazıcılarından söz ettik de bu aletlerin mezarlarda ne işi varmış onu da Yalav’dan öğrendik. Ölen doktorlar, o zaman aletleriyle gömülürmüş. Hikmetin alette olduğunu düşünenlerin, bilinçsizce operasyon yapmaması için. O yüzden her doktorun kendi aleti olurmuş. Yalav, 10 bin yıl önce yapılan B ameliyatlarla, bugünküler arasındaki benzerliği de şöyle açıklıyor: “Bu adamlar aptal değildi. Yaşamla mücadele içindeydiler ve bir şey vardı onlarda: İçgüdü.” Haliyle teknoloji geliştikçe, robotik operasyonlar arttıkça geçmiş nostaljikmiş gibi geliyor. Tabii ki gelişmiş teknolojinin faydası aşikâr. Ancak Yalav, geçmişten de beslenmek gerektiğini söylüyor: “Ben bu neslin son adamıyım. Artık ayrı bir dönem başladı, çelik bir perde çekildi araya. İnanın bana, eğitilmiş bir elin duyduğu hissi bugünkü hiçbir makine veremez. Elbette bu sistemde hiç hata payı yok. Ama teknoloji demek para da demek. Bir alet, yenilik yaratılıyor, daha onu tam çözemeden bir yenisi çıkıyor. Bilgi ve birikim yeterli olmuyor. Cerrahiye has sır kalmadı artık.” Son olarak soruyorum Yalav’a. Bu koleksiyonu nasıl değerlendireceksiniz, sizden sonra kim sahip çıkacak diye. “Daha önce, çalıştığım Amerikan Hastanesi'nde bir sergi açtık. Bir de “Tanrısal Gücün Elçileri” adında bir kitap çıkardım. Ben o aletleri her elime aldığımda heyecan duyuyorum. Benden sonrakiler bu heyecanı duyacak mı bilmiyorum, devir değişti. O yüzden koleksiyonun akıbetiyle ilgili şimdilik bir fikrim yok” diyor. Cerrah ya alkolik olur ya bir hobi edinir C MY B Cerrahinin hassas noktalarını da paylaşıyor Yalav bizimle. Hastayla beraber ölüp dirilmedikten sonra bu ruh halini taşımanın imkânı olmadığını söylüyor. “Yaşadıklarınızdan etkilenirsiniz, oturur ağlarsınız. O zaman hekimsinizdir, cerrahsınızdır. Neden cerrahlar ya sarhoştur, ya kavgacıdır, ya ressam, ya müzisyendir dersiniz? Ruhlarını sükuna davet etmek için. Ya bir hobi edinirler, ya da bir kaçış ararlar. Başka çareleri yoktur. Benim kaçışım koleksiyonerlik oldu. Resim de yapıyorum. Şiiri, müziği seviyorum, kitap okuyorum.” C M Y B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear