25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

4 5 ARALIK 2010 / SAYI 1289 Contemporary İstanbul’un yıldızı Güneşe Açılan Kapılar adlı resimdi. Her ATAOL BEHRAMOĞLU ne kadar Güneştekin Kadın okurlarımla adın okurlarım benim için özellikle değerlidir. Şair olarak okurlarımın çoğunluğunu kadınlar oluşturuyor. Erkek okurlarıma da haksızlık etmek istemem. Fakat şiirlerimin erkek okurları, daha çok üniversite ya da lise öğrencileridir. Bunu imza günlerimden biliyorum. Kadın okurlarım arasında ise, yine lise ya da üniversite öğrencileriyle birlikte, çok sayılarda, çalışan ya da emekli öğretmen, memur ve ev hanımları yer alıyor. Ergen yaşta genç kızlar ve ileri yaşlarda hanımlar da şiirlerimin okurları arasındadır. Gençlik çağını geride bırakan erkek okur, çoğu kez şiirden de kopuş sürecine giriyor… Buna karşılık, şiir sever kadınlar sanki ömürleri boyunca bu sevgiyi sürdürüyorlar… eserinin fiyatıyla gündeme gelmesinden K rahatsız olsa da 2.5 milyon dolarlık bir fiyat da konuşulmayacak gibi değildi. Peki neydi bu işin sırrı. En iyisi Güneştekin’den Fotoğraflar: VEDAT ARIK *** Gazete yazılarım bakımından kadın ve erkek okur arasında bir eşitlik var gibi. Bu yazılar öğrencilerden çok, kadın ya da erkek öğretmenler, işçiler, çalışan ya da emekli başkaca meslek sahipleri tarafından okunuyor. Yine yazılarım bakımından, öğrenci gençlik arasında erkek okur sayısının genç kızlardan daha fazla olduğunu düşünüyorum. Bu, kadınların genç yaşlarda siyasetle daha az, edebiyatla daha fazla ilgili olduklarını düşündürüyor. Fakat, yukarıda da değindiğim gibi, kadınlar daha sonraki dönemlerde siyasetle daha fazla ilgilenmeye başlarken edebiyata olan ilgilerini de yitirmiyorlar. Buna karşılık erkeklerin özellikle genç yaşlardaki şiir sevgileri, yerini, giderek sanki başka ilgilere, kaygılara bırakıyor… *** Kadın sorunları üzerine yazdığım köşe yazılarım neredeyse bir kitap oylumuna ulaştı. Kadın sorunları bu ilgiyi zorunlu kılıyor. Daha birkaç gün önce yayımlanan bir istatistik, ülkemizde günde ortalama dört kadının cinayet kurbanı olduğunu gösteriyordu. Cumartesi yazılarımdan birinin başlığı “Kadın mezbahası Türkiye”dir. Bu gerçekten de böyle. Ama neden? Düşündüğümde şu sonuca ulaşıyorum: Bizden daha geri ülkelerde kadın zaten baskı altında ve suskundur. Köleliği ister istemez kabullenmiştir. İleri dediğimiz ülkelerde ise bağımsızlığını kazanmıştır, örgütlüdür. Bizim ülkemiz tam ortada bir yerde duruyor… Cumhuriyet, kadına bağımsız olma hakkını kazandırdı. Bizim kadınımız, ülkenin en geri bölgelerinde bile hakkını aramak için sesini yükseltebiliyor… Fakat çok büyük ölçüde de bilinçsiz ve örgütsüzdür… Bu çelişki onun daha kolay ve daha çok sayıda erkek despotluğunun kurbanı olmasına yol açıyor... Benimki bir varsayım; fakat en geri toplumlarda bile kadınlara karşı bizdeki kadar çok sayıda suç işlendiğini sanmıyorum… (Sınıfsal çelişkilerin ve her türlü yozlaşmanın en derin ölçülerde yaşandığı New York ve benzeri metropolleri bu karşılaştırmanın dışında tutuyorum.) *** Yazıya başlarken amacım, kadın okurlarımdan gelen mektup ve iletilerden söz etmek, alıntılar yapmaktı… Bu haftaki söyleşide buna yer kalmadı. Kadın okurlarımın bana daha sık ve çok yazmalarını, sorunlarından söz etmelerini isterim. Onların düşüncelerini, kaygılarını paylaşmak, Cumartesi ve Pazar köşelerimin olanakları ölçüsünde bu düşünce ve kaygıları yansıtmak, benim için çok önem verdiğim bir görevin yerine getirilmesi olduğu kadar, mutluluktur da… G ataolb@cumhuriyet.com.tr dinlemek. İstanbul sanat camiası kompleksli Ahmet Güneştekin Yazılar: DENİZ ÜLKÜTEKİN hmet Güneştekin 2.5 Milyon Dolar’lık Güneşe Açılan Kapılar adlı eseriyle Contemporary İstanbul etkinliğinin en dikkat çekici ismiydi. Böylesi büyük bir meblağ elbette dikkat çekecekti. Ancak eleştirilerin hepsi de olumlu değildi. Sanat camiasından pek çok isim bunu bir spekülasyon olarak nitelendirdi. Öte yandan Güneştekin bunun İstanbul sanat camiasının bir kompleksi olduğu görüşündeydi. Contemporary İstanbul boyunca merak edilen konulardan biri Güneşe Açılan Kapılar’ın akibeti oldu. Önce bir alıcı çıktığı söylendi, hemen ardından Güneştekin’in alıcıyı reddettiği. Bir de resmin satıştan çekildiği söylentisi yayıldı ama bu doğru değildi. Güneşe Açılan Kapılar hâlâ Güneştekin'in kriterlerine uygun bir alıcı bekliyor. Sanatçı yapıtını alacak kişinin sergileme garantisi vermesini istiyor. Yapıtlarınızın kökeni ilgi çekiyor. Bu kökenin yapıtlarınıza etkisinden bahsedebilir misiniz? Sanattan önce sanatçının kökenine, yetiştiği kültüre bakmak gerekiyor. Benim yaşadığım coğrafya Mezopotamya. O kadim coğrafyanın kadim halkları içinde büyüdüm. Arkadaşlarım Yezidiler, Süryaniler, Kürtlerdi. Burada büyümeniz sanatınıza yansıyor. Ben bundan kaçmadım. Geldiğim coğrafyanın kültürünü sanatla buluştuyorum. Bugün ötekileştirilmiş halklar var. Ötekileştirilmiş birçok halkın içinden önemli sanatçılar çıkıyor. Ben de dışlanmışlığı hissediyorum. Sanki kendi ülkemde farklı bir yere koyuldum, bu fuar alanında bile. İyi şeyler yapıyorsunuz. Bunları bir kenara atıp sizi eleştirebiliyorlar. Bugün dilin ve etnik kimliğin tartışılmaması gereken bir çağdayız ama hâlâ o kimlikten dolayı aşağı A lanabiliyorsunuz. Anadolu böyle bir yer değil. 17 yıldır Türkiye’yi dolaşıyorum. 10 bin çocukla atölye çalışması yaptım. Biz inanılmaz bir zenginlik içindeyiz. Batı yaptıklarınızı görmezden geliyor. Sanat piyasası tamamen İstanbul’a endeksli. Bir sanatçı öne çıktığında yıpratmaya çalışıyorlar. En ufak bir hatanızı arıyorlar. Ben de kendimi İstanbul’dan soyutladım. Bugün Ahmet Güneştekin’in sanatını bir kenara koymuşlar fiyatını tartışıyorlar. Eserlerinizin fiyatıyla öne çıkmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Beni çok rahatsız etti. Yapıtlar ilgi görüp yurtdışında satılıyor ama Türkiye görmemezlikten geliyor. Ancak birden patlayınca bundan rahatsız olanlar oluyor. Neden yükselmesin? Bir Çinli ya da İranlının sanatı ilgi görebiliyor. Peki neden biz dışında tutuluyoruz? Bir sanatçı öne çıktığında eteğinden yapışıp duruyoruz. Bunu yapanların bir kısmı da sanat tacirleri, bununla yaşayan insanlar. Sebepleri nedir sizce? Güneşe Açılan Kapılar’ın fiyatından önce felsefesini konuşmak gerekir ama kimse sormuyor. Sanatçıyla para konuşmamaları gerekiyor. Hiçbir sanat yapıtına değer biçilmez. Benim 10 bin dolara da yapıtım var 1 milyon dolara da. Güneşe Açılan Kapılar için ”istediğim alıcıyı bulmazsam satmam” dediniz. Kriterleriniz nedir? Yatırımcıya vermek istemiyorum. Contemporary İstanbul’da bu yapıtın dört gün sergilenmesi acıdır. İsterim ki iki günü bedava olsa, çünkü insanlar 20 lira ödeyemiyor. Bu yapıt benim sanat hayatımı koyduğum bir iş. Müzelerin dışında bir kurum sergileme garantisi vermediği sürece satmak istemiyorum. İçinden geldiğiniz kültürü sanatınızla nasıl birleştirdiniz? Ben o kültürün içinden geldim. O kültürü yaşayarak, sindirerek sanatla buluşturdum. Batı’nın yaptığı beni ilgilendirmiyor. Sadece keyifle izlerim ama benim için referans değil. Bunlar ise benim renklerimdir. Batı’nın kullandığı tekniği kullanabilirim ama Batı’nın resmini yapmıyorum. Kültürüme sırtımı dönmeyeceğim. Değişmek istesem de tarih bunu not eder. Renkler sanatınızda önemli yer tutuyor. Gözümü açtığımdan beri kendi coğrafyamda gördüğüm renkleri resmediyorum. Kürt kadınları bir düğünde ya da eğlencede özgürleşiyor. O bastırılmış özlemlerini renklerle gösteriyorlar. Ne bulurlarsa takıştırıyorlar. Batı için “kitsch” bizim için mozaik. Aslında bunun en iyi örneğini fovlar vermiş. Çünkü “metropolün dağlıları” gibi gösterilen, rengi seven alakasız renkler kullanan bir kültür. Benimki de belki böyledir. Yapıt çağdaş ama beklenmedik bir yerde sarı patlıyor, kırmızı patlıyor. Özgürlük odur. Güneşe Açılan Kapılar’ın fikri nasıl şekillendi? Güneş benim için en büyük mucizedir. Hayatın kaynağı. Burada üç kutsal inanca açılan kapı var. Bunlara ulaşmak için kapılardan girmeniz gerekiyor. Onun kurallarına uyarsan girebiliyorsun. Bunun felsefesi bir kapı olmalıydı. Bu yapıtlardaki buluşma her şeyin bir mahrem içinde olduğunu göstermek için anlamlı. Mahremiyet algısı Batı ve Doğu arasındaki en keskin farklardan biri. Aslında mahremiyet coğrafyaya göre değişmiyor. Mahrem her yerde mahrem. Paylaşmamak, kıskanmak, gizlemek. Bu sanata da yansıyor. Sanatçı yapıtın içine gizler bunu. Kimse dışındayım diyemez. Sanatçıyı da bir arayışa götürüyor. Herkes kapalı bir şeyin ardındakini merak ediyor. İnsan kendi mahremini gizliyor ve başkasınınkinin peşine düşüyor. G Berlin’den İstanbul’a fotoğraf köprüsü Berlin Sanat Galerileri sergisi kapsamında Contemporary İstanbul’da yer alan Alman fotoğrafçı Christa Frieda Vogel’in fotoğrafları İstanbullu sanatçıları konu ediniyor. hrista Frieda Vogel Alman bir fotoğrafçı. İstanbul’a ikinci kez geliyor ama bu sefer kolay kolay ayrılmaya niyetli değil. Aynı zamanda uzun soluklu bir proje gerçekleştiriyor. İçinde Ara Güler ve Burhan Doğançay gibi isimlerin bulunduğu birçok ortak sanatçıyı şehirde en sevdikleri yerlerde portreliyor. Bu fotoğraf projesi nasıl ortaya çıktı? 2007’de ilk geldiğimde İstanbul beni inanılmaz etkilemişti. Tekrar gelmek istedim ama yeterli param yoktu. Berlin’e döndüğümde İstanbul’un 2010 Kültür Başkenti olacağını öğrendim. Böylece bu projeyi yapmak için yeniden döndüm. Öncesinde iki yıl boyunca Gürcistan’da yaşamıştım, devamlı ülkeyi dolaşarak geniş çaplı bir proje a rist h C eda i r F C bitirdim. Bulunduğum ülkenin kültürüne, insanlarına ve coğrafyasına olabildiğince yakın olmak istiyorum. İstanbul’da Batı Avrupalı bir fotoğrafçı olarak yaşamak ve kültüre yakın olmak istedim. Gerçek İstanbul’a yakın olabilmek için buralı sanatçılara “Bana favori mekânlarınızı gösterin. Oraların fotoğrafını çekeceğim” dedim. Bu sayede pek çok sanatçıyla beraber çalışma imkânı yakaladım. Aynı zamanda İstanbul ve Berlin’deki galeriler arasında bir köprü oluşturmak gibi bir hedefim de vardı. Bu sayede, mesela Mehmet Güleryüz şimdi Berlin’den bir galeriyle birlikte çalışıyor. Birlikte çalıştığınız sanatçıları nasıl seçtiniz? Beş ay boyunca araştırma yaptım. Galeri ve sergileri gezdim. İnsanlarla konuşup sanatçılarları araştırdım ve sanatçıları seçtim. Önceden sanat tarihi okuduğum için aslında ne istediğimi biliyordum. Portre çalışmasında en önemlisi insan ilişkileri ve ben de bunun üzerine yoğunlaştım. Buraya gelip fotoğraf çalışmaları yaptıktan sora kafanızdaki İstanbul ve Türkiye algısında ne gibi değişiklikler yaşandı? Bakış açımda bir parça hikâyelerden etkilenmiştim ve öngörülerimin bir kısmı doğru çıktı. Ancak öte yandan şehirde büyük kopukluk yaşanan alanlar da yok değil. Büyük zenginlik, büyük arabalar, büyük yollar şehrin geri kalanıyla büyük bir çelişki oluşturuyor. Sanatçılarla birlikte şehirde dolaşmak bir anlamda gözlerimin açılmasını sağladı. Buraya gelen gazetecilerin ilgisini hikâyelerde anlatılan eski İstanbul çekiyor ama son yirmi yıldaki gelişim, Nişantaşı, Beşiktaş gibi yerlerdeki durum Batı Avrupa’da pek bilinmiyor. Buradaki sanat hakkında da sanatçılardan çok şey öğrendim. Mesela heykel ve resmin İslamda yasak olduğunu. Bunu öğrendikten sonra İstanbul’daki sanatla her şey daha anlamlı geliyor. Eğer bir şehir tamamen temiz ve hoş olursa sanatçı için bir enerji kalmıyor. Bu çelişkileri İstanbul sanatçılarının işlerinde de görebilirsiniz. Otuz yıl önce Berlin Avrupa sanatının merkeziydi ve yaklaşık 10 bin sanatçı şehirdeydi. Şimdiyse kendini göstermek isteyen bir sanatçı mutlaka İstanbul’a gelmeli. G C M Y B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear