Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Avrupa’da Türkçe gazete OSMAN ÇUTSAY eski ifadenin hiçbir şeyi anlatmadığı ortaya çıkalı çok oldu: “Gurbetçi”, neredeyse yarım asır önce uydurulmuş bir kavram olarak, gerçi Türkiye’de hâlâ kullanılıyor ama aslında tam bir gaf. Çünkü 3 milyona yakını Almanya’da olmak üzere 5 milyon civarında Türkçe konuşan Batı Avrupa insanı için gurbet, sadece Türkiye. Epeydir üstelik. İşte Türkçeli böyle bir halk grubu, kültürel kökleri nedeniyle epeydir hırpalanıyor “muasır Avrupa”da. Pek sesi çıkmıyor. Sıradan Avrupalılar yoksulu pek sevmezler; biliyor. Daha doğrusu, Avrupalı, muhtemelen refah şovenizminin doğrudan bir sonucu olarak, yoksulu eğer uzaklardaysa sever. Acır da. Ama kendisine fazla yaklaşıp bulaşmasını istemez. Öyle bir durumda, iter ve aşağılar. “Azgelişmiş” Türkçeli insan, artık ne demekse, 50 yılda bunu öğrendi. Öğrenemediği, öğrenmek istemediği ise, bunun, entelektüel arenada da aynen geçerli olduğuydu. Son zamanlarda “ayıktığı” anlaşılıyor. Türkçeli milyonlarca insan, Batı Avrupa ülkelerinde her gün yeni bir ayrımcılıkla yüz yüze, işlerin yolunda gitmemesinden, hatta büyük finansal krizden bile sorumlu tutuluyor. Paralel toplum oluşturmakla suçlanıyorlar gerçi, ama aynı anda Beyaz Avrupalı’nın yapmadığı işleri üstlenmeleri ve pek ortalarda gözükmemeleri de hissettiriliyor kendilerine. Hele hele entelektüel arenada, O ZÜLAL KALKANDELEN Pohpohlanma Bizim gazetelerde rastlamadım ama geçenlerde George W. Bush’la ilgili ilginç bir haber yansıdı dış basına. “Pohpohlanmayı özledim. Air Force 1’ı, başkomutan olmayı özledim” demiş eski ABD Başkanı... Bu hafta yayımlanan “Decision Points” adlı biyografisini tanıtmak için gezmeye başladı kendisi. Gittiği yerlerde konuşuyor ve kitabı çok satsın diye ilgi çekici laflar ediyor. Pohpohlanmayı özlediğini de Teksas Üniversitesi’nde yaptığı konuşmada itiraf etmiş. Bu sözler üzerine salonu dolduran 2000 kişi Bush’u ayakta alkışlamış. Ben haberi okurken, özellikle “pohpohlanma” kısmına takıldım. İlk anda içten bir itiraf gibi gözükse de, aslında rahatsız edici bir gerçek bu... *** Şöyle diyor sözlük: “Pohpohlama: Bir kimseyi, yüzüne karşı dalkavukça, aşırı biçimde övmek.” (Arkadaş Türkçe Sözlük, Ali Püsküllüoğlu) Burada, “dalkavukça” ve “aşırı biçimde övmek” ifadeleri kilit noktadır. Elbette bir insanı beğenirseniz övebilirsiniz; ama aşırı ve gereksiz övgü, dalkavukluğa girer. İktidara dalkavukluk etmekse, çıkar için fırsat kollama amacına yöneliktir ki, bu çok daha mide bulandırıcı... Pohpohlanan Bush’un, yapılanın dalkavukluk olduğunu bilmesine karşın özlediğini itiraf etmesi ise, bana göre tiksindirici. Ancak şaşırtıcı değil... 20012009 arasında Amerika’yı yöneten bu adam, gelmiş geçmiş en kötü başkan diye nitelenip ülke tarihine geçti. Büyük ekonomik kriz onun iktidarında patladı; Amerikan emperyalizmi onun döneminde azıp Ortadoğu’yu bir kez daha kana buladı. Eh, Bush’un pohpohlanmaya ihtiyacı olmayacak da kimin olacak? Doğrular değil, dalkavukların yalanlarıydı onun ihtiyacı... Ve şimdi hâlâ o korkunç kararları almasına neden olan yalanları özlüyor. Farkında bile değil ki, yalanlardır insanı gerçeklerden koparan. Politikacılara en büyük kötülüğü yapanlar da, onlara sadece duymak istediklerini söyleyen yalakalardır... Ayrıca hiçbir iktidar sonsuz değildir. Gün gelir devran değişir; baştakiler ayak olur. İktidardakiler, oturdukları koltuktan bir gün mutlaka iner. Yumuşak iniş yapabilmek için de, otururken koltuğu fazla yükseğe kaldırmamak; örneğin halka “Ananı da al da git!” dememek gerekir. *** Konuşması sırasında bir anısını da anlatmış Bush. Beyaz Saray’dan ayrıldıktan sonra köpeği Barney’i Teksas’taki çiftliğinin çevresinde gezdirmeye çıkmış. “Başkanlığım sona erdikten sadece on gün sonra, elimde bir torbayla sekiz yıldır yapmaktan kaçındığım bir işi yapar buldum kendimi” demiş. Ders alınacak bir durum... Köpeğinin kakasını yerden toplamak için Beyaz Saray’dan ayrılmayı beklemese, şimdi bu basit olay onu bu kadar etkilemezdi. Beyaz Saray’a Bush’tan sonra yerleşen Obama, köpeği Bo ile sık sık bahçede yürüyüşe çıkıyor. Bo’nun kakasını kendisi mi topluyor yoksa Beyaz Saray görevlilerine mi toplatıyor bilmiyorum... Ama Bush gibi pohpohlanmayı sevmiyordur umarım. Akıllıysa, kendisine gerçekleri iletecek dürüst bir ekip kurmuştur. Neden ara seçimde böyle ağır bir yenilgi aldığını, niçin düş kırıklığı yaşattığını ancak böyle anlayabilir. Başkan olduğu ilk günlerde Blackberry kullanmaya devam etmekte ısrarcı olmuştu Obama. Halkın gündeminden uzak kalmayı istemediğini söylüyordu. Sonuçta kendisine özel kriptolu, yalnızca on kişinin numarasını bildiği bir Blackberry verildi. Bir politikacının yalanları duymak yerine, sosyal medyada gezinerek politikaları hakkında yazılanları doğrudan okuması çok daha mantıklı değil mi? Bırakın Bush pohpohlanmayı özlesin; akıllı politikacı, sarayvari havuzlu villasına kapanıp dalkavukları dinleyen değil, sokağın sesine kulak verendir. G www.zulalkalkandelen.com kzulal@yahoo.com insanlarımızın, yerleşik Avrupalıların egemenliğini sorgulamaması, onların normalite sınırlarını ihlal etmemesi, böyle bir küstahlığa hiç bulaşmaması bekleniyor. Şu, ihsas ediliyor: “Tamam işte, yerleri sil, ortalığı temizle, istersen dönerini de ye veya sat, ama sakın bize akıl vermeye falan kalkma.” Durum bu. Türkçeliler, kendilerinin tarihsel bir “anomali”, bir büyük yanlışlık olduğunu itiraf etmeye zorlanıyorlar. Büyük bölümü de buna dinsel, etnik ve demokratik gerekçelerle hazır zaten. O zaman, aydın için bir sahne kuruluyor. İşte tam böyle bir ortamda, sayısı hiç de az olmayan bir grup Türkçeli yazar ve çizer, bir kültür gazetesi yayımlama kararı aldı. İlk sayıyı ekim ayında çıkan “Kültür”, 64 sayfa ve kültürsanat alanında mücadele eden bir tabloid gazete. Üç ayda bir yayımlanacak bu gazetenin kurucuları ve yapıcıları, hepsi, yaşamlarını yazıya, çizgiye, kısaca kültüre yatırmış, her biri kitaplar Cumhuriyet’in Avrupa’daki temsilcilerinin öncülüğünde Türkçe bir gazete çıkarmış, Türkiye’yi önemseyen, öfkeli ama sevecen insanlardan oluşuyor. Tıpkı okurları gibiler: En az iki yayın hayatına başladı. Avrupa’da yaşayan çok sayıda yazar ve çizerin dilde soluk alıp veriyorlar, ama verimlerini önce Türkçede değerlendiriyorlar. Kültür, LondraPariskatkısıyla üç ayda bir yayımlanacak “Kültür” gazetesi adından da BerlinViyana ekseninde başlıyor. anlaşıldığı gibi kültür ve sanat alanında mücadele edecek. İlerici bir aydın çıkışına tanık oluyoruz. Cumhuriyet’in Avrupa’daki temsilcilerinin öncülüğünde, hiç beklenmedik bir zamanda, yaşlı hemen göze çarpıyor. Türkçenin en üst düzeyde tartışmalara katılabilen bir büyük kıtaya ilginç bir soluk geliyor. Hem de Türkçe. Neden? Çünkü, bu Türkçeli dünya dili olduğunu gösteren Kültür’ün yapıcıları, Avrupa’daki ana medyada gizli toplumun, yaşanan büyük kriz ortamında, bir değer taşıdığını, ilerici ve temiz bir veya açık aşağılanan insanların hesabını sormaya hazırlanıyor. Bu da, her türlü hava olduğunu, sadece Almanlara, Fransızlara, Hollandalılara, Belçikalılara vs değil, milliyetçiliğin ve dinciliğin dışında, başlı başına bir aydınlanma iradesi ve özgüven kendisine de itiraf etmesi ve kanıtlaması gerekiyor. En son Thilo Sarrazin’in, Alman demek. Kültür‘ün, Ömer Yaprakkıran, Osman Çutsay, İrfan Ergi, Uğur Hüküm, toplumundan şaşırtıcı bir destek de gören ve kendisini iki ayda milyoner yapan Mustafa Kemal Erdemol, Gültekin Emre, Selim Yalçıner, Güray Öz, Işın Sigel, Defne kitabı (“Deutschland schafft sich ab” Almanya Kendini Ortadan Kaldırıyor) Gürsoy, Tunçay Kulaoğlu, Kaan Arslanoğlu, M. Bülent Kılıç, Erdoğan Karayel gibi sayesinde bol bol aşağılanan insanların başını çeken “azgelişmişler” içinde, isimlerin katkısıyla gerçekleşen ilk sayısı, “Avrupa uygarlığının”, aydınlanmanın ve “Türkçeliler”, bir aydın iradesi taşıdıklarını kanıtlamaya çalışıyorlar. solun ışığında mutlaka yeniden sorgulanması gerektiğini hatırlatan yazı ve görüşlere Almanya ve Avusturya’da yaygın dağıtıma verilen, Paris'te de kısmen dağıtılan ağırlık veriyor. G Kültür’ün ilk sayısının, bu özgüven tahkimini içeren bir ağırlıkla oluşturulduğu C M Y B C MY B