Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
2 MOSKOVA TORONTO 30 AĞUSTOS 2009 / SAYI 1223 Matruşkalar, çariçeler... ÇİMEN TURUNÇ BATURALP Gel gidelim kuzeylere! buraya gayri meşru bebelerini doğurmak için geldiği de söyleniyor. Aslında bir Alman prensesi olan 2. Katherina Çar kocasını sevgilisine öldürtüp Çariçe olmuş. Çarlık Rusya’sının genişlemesiyle sonuçlanan RusOsmanlı savaşları onun döneminde yapıldığı için 2. Katherina Rusya’da özel bir vurguyla anılan “büyük” bir isim. Rusya’ya ihtişam katan pek çok yapının ortaya çıkışı, bizim rahmetli Osmanlı padişahlarının hareme kapatılmış köle eşlerinin kucaklarında gezdiği zamana, Rus İmparatorluğu’nu art arda yöneten dört büyük kadın, yani dört “çariçe” dönemine rastlıyor. Değişen Moskova’yı gezerken merak ediyorum. Çariçelerin, matruşkaların kadın eli mi, bu şehri böylesine büyüleyici hale getiren? Kadınlar haremlerden çıkamasaydı, o zaman da şimdiki gibi şiirsel olur muydu acaba? G cimenturunc@hotmail.com R uslar 2. Dünya Savaşı’nda ülkeyi kan gölüne çevirenleri “Almanlar” olarak değil de “Naziler” olarak anımsıyor. Caddelerdeki son model BMW’ler, Mercedesler ise savaş mağlubu Almanların Rusya’ya bu defa kalmak için döndüğünün kanıtı. Kapıda Avrupa’nın gözünden düşmüş Opel’in tamamı var şimdi. Merkel’le Medvedev arasında pazarlık sürüyor. Almanya her sektörüne attığı imzasıyla petrol zengini Moskova’yı hızla dönüştürüyor. Rusya’daki değişimin Rus oyuncağı matruşkaları akla getiren bir yanı var. Her matruşka bebeğinin içinden başka birinin çıkması gibi, birbirinin içinden çıkan her rejimle, başka bir şehir haline gelmiş Moskova. Çarlık döneminden komünizm, komünizmden kapitalizm çıkarken binalar yıkılmış, heykeller kaldırılmış, isimler değişmiş. Şimdilerde komünizm kazındıkça altından bol tabelalı, bol ışıklı görkemli bir Avrupa kenti çıkıyor. Ama hatırlamak istemese de kendisini diğer Avrupa kentlerinden üstün kılan alabildiğine geniş caddelerini nicedir küskün olduğu Stalin’e borçlu. “Caddeler ne kadar geniş”, dediğimde buruk bir ses yanıtlıyor; “caddelerin geniş olması için Stalin’in kaç sıra binayı yok ettiğini biliyor musunuz?” Komünizm dönemine duyulan nefretin, 1924’ten beri Kızıl Meydan’daki mozeleumda uyuyan mumyalanmış Lenin’i de yerinden edebileceği söyleniyor. Bu değişimle geleneksel Rus kadının simgesi matruşkalar da kırmızı giysilerinden çıkıp pembelere mavilere bürünmüşler. Moskova nehri üzerindeki köprülerden birinden günbatımının kutsadığı Kremlin’i seyrediyorum. Rusya’nın, daha çok “başaramadığı komünizm”, “yuva yıkan Nataşa”, “karanlık yüzlü mafya” ile anılması adalet duygusunu rencide ediyor insanın. Yanımdan yeni açılmış restoranlara koşan şık Ruslar geçiyor. Hayatımda gördüğüm en yüksek topuklar köprüden geçen kadınların ayaklarında tıkırdıyor. Daha önce Tver’de gezdiğim makarna fabrikasında, demir merdivenleri hızla çıkan sarışın müdürün ayağındaki 15 cm topuklu, lame pabuçlara gidiyor aklım. “Kadın olmanın” hiç de ayıp sayılmadığı ender coğrafyalardan biri burası. Yoksa pembe nakışlı, mini labaratuar önlüğünün altında, paslı ve dar merdivenlerin tepesinde, hamur kokulu fabrika işçilerinin arasında, ne işi olabilir o güzelim pabuçların? Tver, St. Petersburg yolu üstünde. Rusya’ya Büyük Petro’dan daha fazla toprak katan 2. Katharina, St. Petersburg’a giderken konaklamak için burada bir saray yaptırmış. Katherina’nın UĞUR GÜNDOĞMUŞ Çocukluğumuzdan beri bayramların hafta sonlarıyla birleşenini sevmişizdir, öyle değil mi? Cuma günü başlayıp, tam 9 gün süren uzun tatiller hemen herkesin en büyük özlemidir. Oysa Kanadalılar için 9 günlük resmi tatil kelimenin tam anlamıyla bir hayal. Çünkü Kanada’daki en uzun resmi tatil, 2 günlük Noel tatili. Takvimler azizlik yapmayıp, hafta sonuyla birleşirse, en fazla 4 günlük kesintisiz bir tatile kavuşuyorsunuz, o kadar. Durum böyle olunca, vatandaşlarının tatil özlemini gidermek, yıllık izinlerini kullanmaya gerek olmadan dinlenmelerini, eğlenmelerini sağlamak için ilginç bir yöntem bulmuş Kanada hükümeti. Her yıl 1 Temmuz’da kutlanan “Kanada Günü” gibi geleneksel tatil günlerinin dışında, uzun hafta sonu adı verilen mini resmi tatiller yaratılmış. BRÜKSEL Brüksel’de yalnız ölmek! ERDİNÇ UTKU “Yalnızlığa dayanırım da bir başınalığa asla/Yaşlanmak hoş değil duvarlara baka baka /Bir dost göz arayışıyla /saat tıkırtısıyla.../” diye yazarken kendini yalnız hisseden yaşlıların, saati 28 Avro’ya, “arkadaş” kiralayabileceğini aklının ucundan geçirmiş miydi acaba Can Yücel? “Bilmezler yalnız yaşamayanlar, / Nasıl korku verir sessizlik insana;/ İnsan nasıl konuşur kendisiyle;/ Nasıl koşar aynalara, / Bir cana hasret, / Bilmezler.” derken Orhan Veli “Yalnızlık Şiiri”nde, yalnızlığın saati 28 Avro’ya giderilebileceğini biliyor muydu dersiniz? Chat ile “yapay” yalnızlığını gidermek, paralı seks hatlarından muhabbet satın almak, genelevlerden ve telekızlardan aşk ödünç almak derken, insanlık şimdi de “kiralık arkadaşı” piyasaya sürdü. Hollanda’da kendini yalnız hisseden yaşlıların, saati 28 Avro’ya, sohbet etmek, beraber dolaşmak yani sosyal ilişki kurmak için “arkadaş” kiralayabileceğini duyduğumda bunları düşünmüştüm. Son gelişmeler sorunun daha da ciddi bir boyuta ulaştığını gösteriyor. Brüksel Serbest Üniversitesi’nin (VUB) yaptığı bir araştırmada Brüksel’deki yaşlıların üçte birinin kendilerini yalnız hissettiği ortaya çıktı. Geçtiğimiz haftalarda Brüksel’de yalnız insanların aylarca hatta yıllarca sonra öldükleri anlaşıldı. Kendi evlerinde cesetleri de yıllarca yalnızlık içinde birileri tarafından rastlantı sonucu keşfedilmeyi bekledi. VUB’nin yaptığı araştırma Brükselli yaşlıların yüzde 21’inin “kendilerini çok yalnız hissettiği”ni ortaya çıkardı. Kendilerini çok yalnız hissettiğini söyleyen yaşlıların yüzde 20’si ise ayda hiç kimseyle ya da sadece bir kez çevreden biriyle iletişim kurduğunu ifade etti. “Yalnızlık bir kent olgusu ve yüksek binalarla ilgili. Buralarda insanlar birbirleri ile daha az temas kuruyorlar. Yüksek binalarda insanlar daha içe kapalı yaşıyorlar ve yalnızlık kaçınılmaz hale geliyor” diyor araştırmacı Sara Dury. Anderlecht’te 100 apartmanlık bir blokta yaşayan 69 yaşındaki birinin cesedi şüphe üzerine ölümünden 5 ay sonra apartmanının tuvaletinde bulundu. Önceki haftalarda ise Jette’de 80 yaşındaki bir anne ile 49 yaşındaki oğlunun cesedi ölümlerinden 5 yıl sonra fark edilmişti. Kepenkleri 5 yıldır kapalı, bahçesi bakımsız olan eve gelen elektrik ve su idaresi memurlarının tepkisizliği, mahalle polisinin kayıtsızlığı, komşuların ve belediyenin ilgisizliği tartışma konusu oldu. İnsanı insanlığından uzaklaştıran, bencilleştiren bu sistem, sonunda insanı kendi vücuduna hapsediyor. Çarkın birer mekanik dişlisi olarak farkına bile varmadan yaşamını tüketen tüketim toplumunun bireyleri, birer müşteri ya da tüketici olmaktan öteye bir şey ifade etmiyor. Yardımlaşma, dayanışma, paylaşma ve vicdan gibi sözcüklerin tedavülden kaldırılıp cüzdanın önplana çıktığı dünyada da bizim payımıza yalnız başımıza ölmek düşüyor. İşçiler de dahil herkesin birer yalnız haline dönüştürüldüğü günümüzde tek kişilik dünyalarımızdaki toplu yalnızlığa son vermenin yolu yok mu? Tabii ki var: “Dünyanın bütün yalnızları birleşin!” G erdincutku@binfikir.be Organlarımız aynı, destek olun... Filipinli manken ve şarkıcı Geneva Cruz, Filipinler’de PETA’nın vejetaryenlik kampanyası için poz verdi. Manila’nın güneyi Makati’de yapılan çekimlerde Cruz, vücuduna, kasaplarda bulunan hayvanların vücutlarının bölümlerini gösteren diyagramlara benzer yazılar yazdırdı. Elinde tuttuğu “hayvanlarla aynı organlara sahibiz. Vejetaryen olun” yazılı levhayla da kampanyayı destekledi. Uzun hafta sonu, bazen cuma bazen de pazartesi ile birleşen hafta sonu oluyor. Bazılarının tarihleri eyaletten eyalete farklılık gösterse de Kanada genelinde 67 uzun hafta sonu tatili var. Bu da yaklaşık her iki ayda bir 3 günlük tatil anlamına geliyor. Uzun hafta sonları, özellikle yaz aylarında herkesin bir yerlere kaçmak için fırsat bulduğu tatiller. Torontoluların büyük bölümü, bu uzun hafta sonlarında, Toronto’nun kuzeyinde, bizim yazlık ev diyebileceğimiz “Cottage”larına, yazlık evi olmayanlar ise göl ve nehir kıyılarındaki eyalet parklarına akın ediyor. Çocukluğumuzun çizgi roman kahramanlarından Kaptan Swing’in yaşadığı ormanlardaki bu doğal parklarda hemen her hafta sonu kurulan binlerce çadıra, binlercesi daha ekleniyor uzun hafta sonlarında. Bugüne kadar çadırı olmayan bir Kanadalıya rastlamadım dersem, kamp hayatının Kanada kültüründe ne denli önemli bir yer tuttuğunu daha iyi anlayabilirsiniz. Gündüzleri tertemiz nehirlerde, göllerde yüzmek, balık tutmak, kumsalllarda tembel tembel yatıp güneşlenmek için bundan iyi fırsat olur mu? Hava kararıp, yıldızlar ışımaya başladığında, çıtır çıtır yanan kamp ateşinin başında yudumladığınız şarabın tadına doyum olmuyor elbette. Serin bir yazın sonuna yaklaştık. Hava erken kararmaya, akşamları rüzgâr daha bir farklı esmeye başladı. O nedenle, bu yazın en son mini tatilini yaşayacağımız 56 ve 7 Eylül tarihlerini şimdiden iple çekiyorum. Okula gitmemek için hasta numarası yapan çocuklar gibi hastalanmak, cuma gününü de uzun hafta sonuna katmak istiyorum. Kuzeyde, doğayla baş başa geçireceğimiz 4 günü düşünürken, birden İstanbul’da yaşarken bayramlarda kaçtığımız güney geliyor aklıma. iPod’um’da Mazhar Alanson ve Sami Özer’in birlikte söyledikleri “Bu Ne Biçim Hikâye Böyle” adlı parça çalmaya başlıyor ve bana sesleniyor yıllar öncesinden: “Gel gidelim güneylere, yenilenip dinlenmeye...” G ugur@gundogmus.com STUTTGART Karaormanlar’ın uysal develeri... AHMET ARPAD ilhelm Breitling develerle tanıştığında yıl 1975’tir. Bir Kuzey Afrika gezisinde onlara âşık olur. Yöreye yaptığı gezileri sıklaştırır ve 1982 yılına gelindiğinde Hindistan’daki Thar Çölü’nü deve sırtında geçer. Kısa süre sonra da benzeri bir yolculuğu Büyük Sahara’da yapar. Bu sevginin sonu yoktur. Kendi gibi deve meraklısı 26 yakın dostuyla Fatamorgana adını verdiği deve derneğini kurar. Afrika’ya gider, Suudi Arabistan’da tanışlar edinir, 1994 ve 1996 yıllarında Kazakistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nden develer getirtir Almanya’ya, düzenlenen deve yarışlarına katılır ve 2002 yılına gelindiğinde Stuttgart’ın güneyindeki Nagold’da bugünkü çiftliği kurar. W Hava sıcak mı sıcak. Kimi develer yüksek ahırların serinliğine çekilmiş, kendini genç hissedenler öğle sıcağına karşın çayırları ve ağaç altlarını yeğlemiş. Wilhelm Breitling’in develerinin çoğu tek hörgüçlü. Bir köşede küçük çocuklar küçük develerle baş başa, onları okşuyorlar, biriki aylık yavrulara biberonla süt veriyorlar, kulaklarına bir şeyler mırıldanıyorlar, birbirlerinden hiç çekinmiyorlar. Az ötede başka çocuklar çift hörgüçlü develere binmiş gezintiye çıkmaya hazırlanıyor. Ormanda ve çayırlarda yapılan dört kilometrelik deve gezisi bir saat sürüyor. Deve çiftliğinde algılama bozukluğu olan çocuklara ergoterapi tedavisi de uygulanıyor. Çiftlik sahibi Breitling, “Deve iyi niyetli gibi görünür, fakat istedi mi de kafasına eseni yapar,” diyor. “Deve köpekten çok kediye benzer.” 3 milyon yıl önce Amerika’dan Asya’ya geçtiği tahmin edilen develer bundan 5 bin yıl önce evcilleştirilmiş. Çok dayanıklı bu yük hayvanından her kıtada yararlanılıyor. Sütü ve yünü de değerli. Hele genç develerin boyun altından elde edilen tüyler çabucak alıcı buluyor. Breitling’in çiftliğinde deve sütünden kremler, sabunlar, banyo losyonları satılıyor. Almanya’daki başka deve çiftlikleri Breitling’in elindeki bazı iyi damızlıkları satın alıyor. Sohbet sırasında, “2002 yılında 27 deve ile başlamıştım, şimdi 94 oldular,” diyor. Aynı aileden develer küçük gruplar oluşturmuş. İçlerinde beyaz olanları da var. Daha yeni doğmuşlar analarının peşinden ayrılmıyor. Hele biri var ki, bakıcı kızın dediğine göre bugün ilk kez dışarı çıkmış. Ürkek. Sürekli bağırıyor, gruptan dğerleri yanına gelip, onu kokluyor. “Yatıştırmaya çalışıyorlar,” diyor www.ahmetarpad.de C M Y B C MY B bakıcısı. Yeni bir grup daha temiz havaya çıkıyor. Tecrübeliler en önden koşar adım gidiyor, leziz otlar onları bekliyor. Kimisi ise hemen otlayacağına az ötedeki toprağa uzanıyor, sağına, soluna dönüp duruyor. Toprak banyosundan zevk aldıkları belli. Karaormanlar’da develer. İlk kez gören gözlerine inanamıyor. Afrika’nın çölleriyle Arabistan yarımadasının kızgın kumlu tepeleri nire, güney Almanya’nın Karaormanlar’ı nire? Bu ormanlık yörede kışın aylarca kar kalkmıyor. Soğuk günler sıcak ahırlarda geçiyor, yazlar çamların, kayınların gölgesinde, yeşil çayırlarda... Bura develeri mutlu olmalı. Anavatandaki akrabaları işten işe koşarken, onlar Almanya’da keyif çatıyor. İş yok, güç yok. Ekmek elden, su gölden... G