25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

21 HAZİRAN 2009 / SAYI 1213 7 DÜNYALI YAZILAR Kimse laf etmesin diye frenliyorum kendimi... T iyatrocu, şarkıcı, yazar ve fotoğraf sanatçısı Füsun Önal. Tek bir uğraşla kalamıyor. Yerinde duramayan, şarkı söylerken bir köşeden diğerine zıplayan, enerji dolu bir kadın olarak yıllarca sesiyle, görüntüsüyle yaşamımızda. 12 yıl aradan sonra da tekrar tiyatro sahnesinde izleyiciyle buluşuyor. Figaro’nun Düğünü’nde rol alan Önal’la buluştuk. Oyundan, tiyatrodan, sanatla geçen yaşamından söz ettik. Hep müziğiyle bildiğimiz Önal’ın biraz da farklı yönlerine dokunmaya çalıştık. Karşımızda Füsun Önal olmaktan kaçmış, Füsun olarak yaşamayı tercih etmiş bir kadın vardı. Hâlâ da delidolu. Hayatı, her şeyiyle kucaklamış bir kadınla söyleştik. Uygunsuz bir gerçek... ZÜLAL KALKANDELEN eçenlerde Dünya Çevre Günü kutlandı. Aslında küresel ısınma tehlikesi nedeniyle pek de kutlama gibi olmadı... Üzerinde yaşadığı gezegenin yok oluşunu uzun süre seyreden insanoğlu, sonunda panikledi ve bu aymazlığa son verme çabasına girişti... Bu çabanın en ünlü isimlerinden birisi, eski ABD Başkan Yardımcısı Al Gore. Bence 2000 yılında Bush’a karşı yarıştığı başkanlık seçimini şaibeli bir şekilde kaybetmiş sayılmasa, dünya için çok daha hayırlı olurdu... Ama Al Gore, o kaybı da bir kazanca dönüştürdü. Küresel ısınmanın önlenmesi konusundaki çalışmaları ve özellikle “An Inconvenient Truth” (Uygunsuz Gerçek) adlı belgeseldeki anlatıcı rolü çok etkili oldu. Bütün bu çalışmalarını alkışlamakla birlikte, Al Gore’a soru sorma olanağım olsa, şunu sorardım: Dünyadaki sera gazı salımının beşte birini yaratan hayvancılık sektörünün küresel ısınmaya olan etkisi, belgeselinizde neden göz ardı edildi? Bunu sadece vegan olduğum için değil, bilimsel bir gerçeğin neden gizlendiğini merak ettiğim için soruyorum. Çünkü bu gerçeğin dayandığı veriler çok açık. (Biraz fazla sayı vereceğim ama konuyu açıklamak için bu zorunlu.) 1 BM Gıda ve Tarım Örgütü’ne (FAO) göre, hayvancılık sektörü, dünyadaki karbondioksit gazının yüzde 9’undan, metan gazının yüzde 37’sinden ve azot protoksit’in yüzde 65’inden sorumlu. Metan gazının küresel ısınmaya etkisi, karbondioksitin etkisinin 23 katı; bu oran azot protoksitte ise 296 katına çıkıyor... 2 Et endüstrisi, dünyadaki amonyak salımının yüzde 64’ünün de sorumlusu. Amonyak ve çeşitli kimyasallar ise, asit yağmurlarının ve biyolojik çeşitliliğin yok oluşunun nedeni... 3 Et üretimi için kullanılan geniş toprakların yanı sıra, milyarlarca hektarlık arsa da, hayvanlara besin sağlamak için tarımsal üretime ayrılıyor. Örneğin, dünyada 756 milyon ton tahıl, çiftlik hayvanlarını beslemek için kullanılıyor. Bu miktar, açlık riski altındaki 1.4 milyar insanın beslenmesi için kullanılsa, yaşamaları için gereken miktarın iki misli tahıl elde ediliyor. 4 Sektörün su tüketiminin çok fazla olması nedeniyle su kaynakları azalıyor. (Araştırmalara göre, 1 kg. sığır eti elde etmek için harcanan su miktarı ortalama 18930 litre iken, bu oran aynı miktarda patates için 455 lt., buğday için 820 lt., pirinç için 1735 lt., soya için 1820 lt. / Kaynak: David Pimentel, American Journal of Clinical Nutrition, 2003, Vol:78) 5 Et tüketimi giderek artıyor. Gelişmekte olan ülkelerde kişi başına düşen yıllık et tüketimi 1980’de 14 kg. iken, 2002’de 28 kg. oldu. FAO’ya göre bu oran, 2050’ye kadar iki katına çıkacak. Bazı kişilerin, et yemenin doğal ve gerekli olduğunu savunup, bunlara hiç itibar etmeyeceğini biliyorum. Ama şu da bir gerçek ki, insanın et yemesi doğal bir durum değil. Bilimsel araştırmalar, ilk insanların vejetaryen olduğunu kanıtlıyor... Etin insan sağlığına etkisi ise, ayrı bir tartışma konusu... Geleneksel mutfağında ete çok fazla yer verilen bir ülkenin vatandaşlarına bunları anlatmanın bir etkisi olur mu? En azından birileri haftada bir gün et tüketmemeye ikna olabilir belki... (Sözüm, zaten et almaya gücü yetmeyen dar gelirlilere değil.) Böylece hem kendi sağlıklarına hem de dünyanın geleceğine olumlu bir katkı yapabilirler. Geçen ay Belçika’nın Ghent şehrinde bu yönde bir uygulama başladı. Belediye meclisi kararıyla artık Ghent’te haftada bir gün et yenilmeyecek, bütün restoranlar vejetaryen menü sunacak. Darısı her şehrin başına... Çünkü ete olan bu aşırı düşkünlüğün önü alınmazsa, dünya daha da hızla tükenecek. İnsanlık için ne uygunsuz bir gerçek... G Müzik, yaşamının önemli bir bölümünü oluştursa da o tiyatroya tutkun. Füsun Önal 12 yıl aradan sonra hep olmayı istediği yerde, sahnede. “Figaro’nun Düğünü”nde Kontes rolüyle karşımıza çıkıyor. Yıllarca istediği gibi bir rol beklemiş, şimdi “Tadını çıkara çıkara oynuyorum” diyor... ZUHAL AYTOLUN Figaro’nun Düğünü turneye çıkıyor... G HÂL AYNI DÜMENLER Füsun Önal, Tiyatro Kedi prodüksiyonu “Figaro’nun Düğünü” için yönetmeni Hakan Altıner ile yapımcısı İpek Kadılar Altıner’in teklifiyle tekrar sahnelerde. Tıpkı “Kelebekler Özgürdür” oyunundaki heyecanı duyduğunu söylüyor. Müzikalde rol almak istemediği için hep bir tiyatro oyunu beklemiş. Gelen teklifle de süreci başlamış. Tiyatro, bir bilmeceyi çözmek gibi onun için. Sahnede hep birbirine zıt karakterleri canlandırmış. Bunda hayatta en çok kendini tekrar etmekten korkmasının da etkisi var. “Arkama dönüp baktığımda hiç balon bir oyunda rol almadım” diyor. 200 yıldır sahnelenmesine rağmen hâlâ güncel bir oyun “Figaro’nun Düğünü”. Politika, entrika, aşk, aldatma... Yüzyıllar içinde dünyada değişmeyen dümenleri anlatıyor bir anlamda. Önal, “İlişkilerde, ailede, politikada hep sorunlar yaşanıyor. Kont, hizmetçiye ‘yaptığın onca şey büyük bir hediyeyle geri dönecek sana’ diyor. Günümüzde kredi kartı ödemeleriyle, Amerika seyahatleri, alınan jiplerle yapılanların karşılığı geri dönüyor. Erkeklere yürüyen kredi kartı gözüyle bakıyor kadınlar artık. Dümenler aynı” diyor. Benzer hikâyeleri o kadar çok duymuş, pek çoğuna o kadar çok tanık olmuş ki... İsim vermek istemiyor, kendine saklıyor gözlemlerini Önal. “Bunlarla gündemde kalmak istemem. Hiçbir zaman büyük manşetlere çıkmadım. Ama bu yapımla da hep saygı gördüm” diyor. “12 yıl aradan sonra” dedik ama 12 yılda da 20 kitaba imza atmış Önal. Üretmeden yaşayamıyor belli ki; yaşamın tam ortasında duruyor. Müthiş bir enerji; kitap yazıyor, şarkı söylüyor, fotoğraf çekiyor. Her yere yetişiyor her şeyle ilgileniyor. “Bu nasıl bir dışavurum, nasıl bir enerji?” diye soruyoruz. “Çocukluğumdan bu yana benim içimde aşırı bir enerji birikimi var. Duramıyorum yerimde. Becerebileceğim işleri yapmak, beceremeyeceğim hiçbir işe el sürmemek gibi de bir otokontrolüm var.” Riske girmemiş hiç. Emin adımlarla yürümeyi tercih etmiş. Ama yine de tek işte kalamamış. “Bu işi de yapayım, bir süre benden bahsedilsin diye düşünmüyorum. Çünkü tercihim bir süre değil kalıcı olarak bahsedilmesinden yana. Sanırım öyle de oldu” diyor. onlarca zincir taşıdığı, kombinezonla sahneye çıktığı günlere; bir file çorap giymek için bile annesini zor ikna ettiği günleri yaşamış. Annesi konservatuvara göndermemiş olsa da iyi bir eğitim almasını sağlamış. O yüzden şimdilerde televizyonda çocukları izledikçe sinirinden köpürüyor. “Çocukların, para kazanılacak bir meta olarak kullanılmasına karşıyım. Gerek dizilerde oynayan küçük çocuklar, gerekse yarışmalardakiler... Okulunu, eğitimini düşüneceği yerde haftaya hangi şarkıyı söylersem daha çok puan alırım diye düşünüyorlar. Ben asla göndermezdim çocuğumu. Aslında belki de anneme teşekkür etmem lazım” diyor. Önal’ın annesi de belki biraz buruk. Yıllar içinde sorularına hep “Ee, ne yapayım kızım?” yanıtını vermiş. Ama sahnede izlediğinde de gözleri dolmuş, sesi titremiş. İsyanı yok Önal’ın. Hemen her şeyi unuttuğunu, kin tutmadığını söylüyor. “Ben biraz sevgi arsızıyım. Belki herkes beni sevmiyordur, bilemem. Ama ben herkesi çok seviyorum” diyor. Sanat yaşamının ilk yıllarında “Haydi hayat ben geldim” diyerek kollarını açmış olsa da, yaşadıklarıyla bir kabuk örmüş kendine. İrili ufaklı kazıklar da yemiş. “Yıllar içinde gard almayı öğrendim. İçim gidiyor tabii, gard almadan koşmak istiyorum” diyor. Aşklarından söz ederken burukluk yaşıyor biraz ama yine de aşka âşık bir kadın. Kendi gibi, botokssuz bir yaşamı var. Fazlası, eksiği yok. Akbili çantasında. Minibüste, markette, otobüste... Yaşamın tam içinde Önal. Ne siyah camlı gözlüklerin ardına saklanıyor ne de korumalı büyük araçlara sığınıyor. Olduğu gibi. Son yıllarda tek yapamadığı şey var: Deli tarafını dışavuracak şekilde giyinmek. Kolunda üç kol saati taşıdığı, on parmağına on yüzük taktığı, iki farklı renk ayakkabı giyip, rengârenk saçlarla dolaştığı günleri özlüyor. “Ama artık kimse laf etmesin diye frenliyorum kendimi.” G BOTOKSSUZ BİR YAŞAM Çok para kaybetmiş Önal. Bunu da iş tekliflerinde iyi niyetine ve kendi gibi olmasına bağlıyor. Gün gelmiş menajeri bile tepki göstermiş. “Senin bu tavrından dolayı çok iş kaybediyoruz” diye. “Olsun, arkama baktığımda utanacağım, keşke yapmasaydım diyeceğim hiçbir şey yok” diyor. Bakışlarında da, ifadesinde de hiç pişmanlık yok. Ne yaşadığı aşklarında ne iki evliliğinde var pişmanlığı. Mesleki kariyerinde ise hep istediğini yapmış; hem de ilgi çeken ve konuşulan, kaliteli işlerle. Aslında biraz da çocukluğa dayanıyor disiplini ve sanata ilgisi Önal’ın. Annesi Erenköy Kız Liseli, babası da Kara Harp Okullu. Ailede yazan, çizen, şarkı söyleyen olmasa da çocuk yaştan itibaren klasik piyano eğitimi almış 11 yıl boyunca. İçinde kalan tek şey konservatuvar. İki kez kazanmasına rağmen annesi istemediği için gidememiş. Siz bakmayın on parmağına on ayrı oje sürdüğü, boynunda Fotoğraf: Uğur Demir Mini’nin 50 yıllık macerası Gecekondudan apartmana bir kazı çalışması ASA, Osman D. Bingöl’ü ve çalışmasını ağırlıyor. Bingöl, Ankara’da gecekondulardan yüksek ve çok katlı apartmanlara dönüştürülen bir alanda yaptığı kazıdan çıkardıklarını MASA’da sergileyecek. Kazı yapmak eyleminin ilk elden barındırdığı güncel ve kavramsal bağıntılarının yanında sanatçı, eylemini mekân, arkeoloji, bilgi ve üretimi üzerinden anlamlandırıyor. Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’nde lisans, Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi’nde de yüksek lisan eğitimini tamamlayan K üçük ve pratik bir otomobil olarak 1959’da üretilen ve ilk günden itibaren bir tasarım ikonu haline gelen Mini, 50. doğum gününü kutluyor. Mini Distribütörü Borusan Otomotiv tarafından 22 26 Haziran’da Kanyon’da Mini’nin 50 yıllık serüveninin kilometre taşlarını sergileyen görsellerin yanı sıra klasik ve yeni nesil Mini’ler de sergilenecek. 1976 ve 1978 model klasik Mini’lere eşlik eden 40. yıl özel üretimi Mini, ziyaretçileri geçmişe götürürken, BMW Group çatısı altında üretilen diğer modeller ise markanın yeniden canlanışını gösteriyor. Kanyon’daki Mini 50. yıl kutlama etkinliklerinde, Mini model otomobillerin yarıştırılacağı slotcar turnuvaları, grafiti sanatçısı Ari Alpert’ten interaktif bir performans, Nintendo Wii ile Mini’li otomobil yarışları ve Mini hakkında bilgi yarışmaları bulunuyor. G M Bingöl’ün çalışmaları Halil Altındere’nin küratörlüğünü yaptığı “Seni Öldüreceğim İçin Üzgünüm”, “Free Kick”, “EURHOPE 1153” ve “Far from Home” gibi sergilerde gösterildi. Osman Bingöl MASA’daki çalışması hakkında şunları söylüyor; “Kör, karanlık, ‘yaşayanlarınkinden’ farklı bir Sergi, 30 Haziran’a kadar hafta içi 12.0018.00 saatleri arasında gezilebilir. www.masaprojesi.blogspot.com www.zulalkalkandelen.com / kzulal@yahoo.com C M Y B C MY B kimya ile var olan ve hayatdışı ‘seyyar olmayan bir kanal’ olarak toprak, nesneleri rasgele bir arada tutuyor. 1981 yapımı ‘The Evil Dead’ filminde şeytani varlıkları dirilten sihirli sözlerin okunduğu sahneye gönderme yapan buluntu ses ile toprak altındaki rasgele bir arada bulunan nesneleri bir araya getirmeye çalıştım. Nesneleri kazıp çıkarma eylemi bana kalırsa ‘bilgi üretmek’ ve ölüleri diriltmek arasındaki metaforik bağa işaret ediyor.” G
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear