23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

6 PAZAR YAZILARI 22 MART 2009 / SAYI 1200 Arılar ve yazarlar... ADNAN BİNYAZAR ir yazımda arılarla yazarlar arasında bir karşılaştırma yapmıştım. Arılara yönelik ayrıntılı bilgiler edindikçe, yaratısal üretim açısından, insanın ehlileştirmeyi başardığı bu emekçi böcekle yazma eylemi arasında başka benzerlikler buldum. Arının beyni gövdesine oranla oldukça büyük. Nektar devşirdikleri çiçeklerin türünü, yerini, kovana uzaklığını belirlemede kurdukları iletişim ağı, büyük olasılıkla beyinsel gücünün ürünü... İnsan kendini tanıyıp, yüzünü doğadaki varlıklara çevirdiğinde kim bilir nelerle karşılaşacak!.. Her ayrıntının yolu daha karmaşık ayrıntılara çıkıyor; arıların yaşam düzenine yönelik ayrıntıların ise ucu bucağı yok. Bilimsel yaratıcılık da bu ayrıntılar düzeneği üzerine kuruludur. Biz ise, Bilim ve Teknik’te “Charles Darwin ve evrim teorisi” konusu yer aldı diye derginin kapağını değiştiriyoruz!.. TÜBİTAK’ın prof.’ları, beyinlerini saran ortaçağ karanlığına ne zaman çağdaş aydınlığın ışığını tutup, bu bilimsel katliama son verecek?.. Düşüncenin prof. sanı taşıyan kimilerince geçersiz kılındığı bu kör ortamda, iyisi mi sorunu dürüst bilim insanlarının tartışmasına açıp, ben, “arılarla yazarlar” konusuna döneyim... B Yoruldum demeye kimsenin hakkı yok Türkan Saylan, ne profesör unvanını, ne akademik kariyerini umursuyor. Onlar sadece insanlara daha iyi hizmet için birer araç. Alçakgönüllülüğünü bu coğrafyanın içine işlemesinden alıyor. Onun için önemli olan insanları örgütleyebilmek. Bir tek düşüncesizce hareket edenlere tahammül edemiyor. Günümüzdeki Fotoğraf: Vedat Arık siyasal iklimin de muhalefetsizlik yüzünden sertleştiğini söylüyor. ALİ DENİZ USLU 1. Sayfanın devamı Komünist bir hastane! ürkan Saylan, İşçi Sigortaları Nişantaşı Hastanesi’nde göreve başladığında annesi onun adına çok endişeleniyor. Çünkü o dönemde iş, emek, emekçi kelimeleri komünizmle birlikte anılıyor. Annesi de bir gün dayanamayıp uyarıyor. “Türkan” diyor, O *** Arıdaki içgüdüsel üretim dizgesi, yazarda bilinçli üretime dönüşüyor. Arılar dünyasından bakarsak tam tersi; belki insanın yaratıcılığı dizgesel, arınınki düzeneksel bilinç?.. Gerçeğin anahtarı bilimin elindedir; yine de fantastik bağlamda da olsa, arının üretim yöntemiyle yazarın üretmesi arasında somut benzerlikler kurulabileceği kanısındayım. Arı da yazar da, üretimsel açıdan gerçekte aynı işi yapıyor. İkisi arasındaki en belirgin ayrım, insanın hep aynı şeyi yapmamasıdır. Yazar şiir de yazar, öykü de, deneme de... Arı ise bal yapar ama reçel yapamaz. Yazarın yanılgısı, ancak reçel yapabilecekken gözünün balda olmasında... Bu da, edebiyat dünyasının, yaşamını şiir yazmaya adayıp “şiir” yazamayan mutsuzlarla dolmasına yol açıyor... Yazmak, direnmektir. Çaba göstermeye bir şey denemez. Kişinin erdemi ise, yerini bilmesindedir. Yazarın yer göstereni yoktur. Arının, kovanını bulmakta yanılmadığı gibi, yazar hem yerini bilir, hem oraya kök salar. Kök salmakla kalmaz, derinlere inen duygu uçlarıyla, beslenecek damarlar da bulur. Bu, ressamların, bestecilerin, yontucuların, gösterim sanatçılarının da ölçüsüdür. Bu yorum, Yaşar Kemal, Marquez gibi anlatıcıları, Nâzım Hikmet, Fazıl Hüsnü Dağlarca gibi şairleri canlandırıyor gözümde. Onlar topraklarının sesi, güzel söylemleridirler... Arılar nasıl yaşadıkları toprağa, yüksekliğe, bitkisel ortama göre ayrı tatta, ayrı kokuda bal üretiyorsa, yazar da, yaşadığı ortama göre ürün verir. Her floranın arısı aynı değildir; şiirin, romanın, öykünün de kendine özgü söylemi, tınısı vardır. Anımsanırsa, toplumcu sanat anlayışına saplanıp kalındığı bir dönemde Sabahattin Ali öne çıkarılmış, Sait Faik neredeyse burjuva yazarı sayılarak edebiyattan kovulmak istenmişti... Oysa sanatçı, şair, yazar; kendini yaratıcılık damarıyla donatmışsa, o, kendi içinde kozasını ören yaratıcı bir varlık olarak algılanmalıdır. G binyazar@gmail.com nun olmasa da eşi aynı düşünmeyince araları açılıyor. Eşinin “Artık sen çalışma, ben sana bakarım” demesi bardağı taşıran son damla oluyor. Saylan hayallerini bir kenara itmesine neden olacak bu cümlenin ardından ihtisas sınavlarına girerken buluyor kendini. İhtisasını da insanlara yakın olmaktan çekinmediği için deri ve zührevi hastalıklar üzerine yapıyor. İşçi Sigortaları Nişantaşı Hastanesi’nde göreve başlıyor. “İşçi, emekçi, sendika nedir orada öğrendim” diyor, “orası kimileri için sürgün yeriydi, ama benim için ikinci bir üniversiteydi.” Saylan, hastanede çalışırken kazandığı bir bursla çocuklarını da alıp Londra’ya gittiğinde boşanmak üzere olduğunu anlatıyor: “Üç kuruş para ve bir haritayla Londra’da buldum kendimi. İki günde çocuklarımı okula yerleştirip, ev bulup, işbaşı yaptım. İyi bir eğitim ve kalıcı dostluklarla döndüm.” T “bu hastanenin komünizmle ilgisi ne? Komünist bir örgütün doktoru musun?” Saylan, “Paramı Rusya ödüyor” diye gülerek yanıtlıyor ya, annesi öyle kaygılı ki ağlayacak gözlerle bakmaya devam ediyor... G Kapısı her daim açık aylan hayatı boyunca öğrencilerinden, hastalarından ayrılamadı. Bir öğrencisinin yıllar sonra karşısına çıkıp elini öperken söylediği: “Kapısını öğrenciye açık tutan tek öğretim üyesi sizdiniz” sözünün yerini ne kadar bulduğu da ortada. YÖK kurulduğunda, karşı çıkmasına rağmen üniversitede kalmasının nedeni de buydu. Ne olursa olsun kalmaya, direnmeye ve mücadele etmeye kararlıydı. G S Döndüğünde hep hayalini kurduğu Anadolu yolculuğuna başlıyor. “Çünkü” diyor, “laboratuvarın dört duvarında hizmetim sınırlıydı. Ben insanların içinde olmalıydım.” İlk görev yeri Malatya’nın Pötürge ilçesinin Kayadere köyüne eşek sırtında yolculuk yapıyor. Türkiye’yle ilk yüzleşmesi işte böyle oluyor. Devamı da geliyor. Anadolu ve Doğu’da geçirdiği yıllar boyunca ülkesinin gerçekleriyle karşılaşıyor. Bir asırlık bu yaşamda, derin izlerden birini de 12 Eylül açıyor. O günleri unutamıyor Saylan, “12 Eylül’ü affedemem, çünkü Doğu’yu kaybettik. İnsanları yok ettiler, öldürdüler. Gelecek kuşakları da zehirlediler. İhtilal kendi çocuklarını yer” diyor. Ne zaman Doğu’da bir köye gitse, kendini orada doğup büyümüş biri gibi hissetmeye çalışıyor. Çünkü empati kurup hayata bakmanın çözümsüzlüğe ilaç olduğu görüşünde. Ona göre, Doğu’yu bilmeden Ankara’dan yasa çıkarmak, proje üretmek anlamsız. 20. yılını kutlayan Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin (ÇYDD) temellerini de bu düşünceyle atıyor. ÇYDD, bir sivil toplum kuruluşu değil, örgütü. Saylan, “örgüt” sözcüğünün insanların zihinlerinde oluşturduğu olumsuz izi silmek istiyor, çünkü “Mücadele örgütlüdür”. Türkan Saylan bir tarih. Doktorluğu, araştırmaları, Türkiye’deki ilk ve tek cilt hastanesi Lepra’yı kurması, dünyadan ve Türkiye’den cüzamı silme konusundaki başarısı, ödülleri, çocukları, kız çocuklarını okutmak için verdiği mücadele... 1. Kandilli Kız Lisesi mezunları, yıl 1960. (Sağdan üçüncü.) 2. İki bacağı olmayan ama Saylan’ın hazırladığı protezle yürüyen, eşşeğe binen, meyve toplayan cüzzamlı bir hasta ile birlikte. (1984) Karaburun Sahili. Çocuklarıyla birlikte. 2 O, yaşarken iz bırakan kadınlardan. Ne profesör unvanını, ne akademik kariyerini umursuyor. Onlar sadece insanlara daha iyi hizmet için birer araç. Lider olmak gibi bir derdi yok. Onun için önemli olan insanları örgütleyebilmek. Bir tek düşüncesizce hareket edenlere tahammül edemiyor. Günümüzdeki siyasal iklimin de muhalefetsizlik yüzünden sertleştiğini söylüyor. “Yoruldum demeye, umutsuz kalmaya kimsenin hakkı yok” diyor, “Bugünü kurtarmak adına değil, yarınlar için plan yapmayı ve çalışmayı öğrenmek zorundayız. Bir de başımıza, körüklenen bir ırkçılık çıktı. Kendi ırkını inkâr etmek istemeyenlere ‘Türk’ olduklarını söyletmeye çalışıyoruz. Ben de bu yüzden kaç kere savcı karşısına çıktım. Bu suçlamaları ekmek parasına çeviren, kaostan beslenenler var.” Saylan’ın Arnavutköy’deki evinde sohbet ederken duvardaki çerçeveli resimlerine bakıp dolu dolu geçen bir ömrü görebiliyorsunuz. Her fotoğrafında yüzü gülüyor. 1971 tarihli bir fotoğrafın altına da bir not düşmüş: “Mutlu olmak için çok şey gerekmez”. Geçmişine yaptığı zaman yolculuğunda üzüldüğü de oluyor. “Çok zor günlerim de oldu. Acılarımla büyüdüm. Zaten Türkiye’de kadın olmak hâlâ zor, ama kadınlar artık daha güçlü ve harekete hazır” diyor. Türkan Saylan, anne de oldu, iş kadını da, ev kadını da, lider de, yönetici de, bilim kadını da. Korkuların hayallerini boğmasına izin vermedi. O yüzden hâlâ ayakta ve muhalif. Biz yanından ayrılırken de yarım bıraktığı kitabını okumaya, gazetelerden notlar almaya devam ediyordu. G Asistan dilekçe yazarsa... iz, bir buçuk yıl dahiliye, bir buçuk yıl da cerrahi nöbeti tutardık. Dahiliye nöbetinde tek asistan görev alırdı. Branşı ne olursa olsun, gelen hastalara o bakardı. Bir de şef nöbetçi vardı, ama genelde bir yerde konken oynardı. Su kesilir, vazolarla mide yıkardık. Tansiyon aleti yok, enjektör yok. Her şey eksik... Bu yüzden hastalara yardım edemiyorum, delirmek üzereyim. Hademeler bu işin B 1 C M Y B C MY B böyle yürüdüğüne beni ikna etmeye çalışıyor. Elime kalemi alıp bir dilekçe yazdım, asistanlığımın altıncı ayıydı. Eksiklikler tamamlanmadıkça nöbet tutamayacağımı belirttim. Herkes hayatımı kaydırdığımı söylüyordu, çok eleştirildim. Bir süre sonra eksiklikler giderilmeye başlandı. O zaman anladım ki, hakkını arayacaksın. Başkalarının da hakkı için mücadele etmeye o gün karar verdim. Artık bana dur durak yoktu. G
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear