Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
15 KASIM 2009 / SAYI 1234 5 PAZAR SÖYLEŞİLERİ Venedik ATAOL BEHRAMOĞLU V Doğru söyleyecekler varsa yalan söyleyemezsiniz ALİ DENİZ USLU G alatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi akademisyenleri tarafından hazırlanan “Başka Bir İletişim Mümkün” serisi, ticari çıkarların ön plana çıktığı, tuhaf ilişkilerin hüküm sürdüğü medya düzeninin tepkisiz ve eyleme geçemeyen tüketicileri olmaya mahkum kalmadığımızı savunuyor. Punto Yayınları tarafından yayımlanan “Başka Bir İletişim Mümkün” başlıklı üç ciltlik seri, ana akım medyanın tek tip bilgi akışına karşı nasıl bir direniş gösterilebileceğini topluluk radyoları geleneğini temel alarak anlatıyor. Serinin yayımlanan ilk kitabı “Tüm Yönleriyle Topluluk Radyoları” bu derdin peşinden gidiyor. Kitabı Dr. Serhat Güney kaleme almış. Güney, azınlık ve göçmen radyolarıyla alternatif radyoculuk modelleri üzerine yurtiçinde ve dışında yaptığı çeşitli araştırmalarla biliniyor. “Başka Bir İletişim Mümkün” üst başlıklı bir serinin ilk iki kitabını yayımladınız. Başka bir iletişim mümkün mü? Evet mümkün. Ya da bunu mümkün kılmak zorundayız. Medyayı adam etmekle uğraşmak yerine, enerjimizi kendi karşı medyamızı yaratmak için kullanmalıyız. Ticari çıkarların ön plana çıktığı, karanlık ilişkilerin hüküm sürdüğü, kamusallığın iğdiş edildiği bir medya ve iletişim düzeninin atıl seyircileri, pasif tüketicileri olarak kalmak yerine, başka bir iletişimi mümkün kılacak çabayı sergilemekten söz ediyorum. Peki, böyle bir medya gücü karşısında görünür olabilmek, alternatifler üretebilmek için yapılması gerekenler neler? Bunun için önce geleneksel medyanın temel dürtülerini iyi tanımlamak gerekir. Ardından da medya tarihi boyunca bu güç karşısında açılan cephelerde neler olup bitmiş, neler yaşanmış ona bakmak lazım. Bu seri, üç ayrı medya sektöründen örneklerle sözünü ettiğimiz bu mücadelenin taktik varyasyonlarını kurmaya, devasa büyüklükteki bir medya gücü karşısında vicdan, adalet ve dayanışma duygularıyla yapabileceklerimizin altını çizmeye çalışıyor ve alternatif yollar öneriyor. Serinin bu ilk kitabı ilk elektronik medya olarak bilinen radyo ile iletişim teknolojilerinin eriştiği son noktayı sembolize eden interneti yan yana getiriyor. Bu iki ayrı medya hangi ortak noktada buluşuyor? “Tüm Yönleriyle Topluluk Radyoları”, bir yönüyle yüzyıl başından, radyonun bir kitle medyası olarak kurumsallaşmaya başladığı andan bugüne dek insanların kafasını kurcalayan alternatif yayıncılık ihtiyacının ürettiği deneyimlerin tarihine ışık tutarken bir yandan da bu çizgi içinde kendine özgü bir gelenek olarak biçimlenen topluluk radyolarını ele alıyor. Kimi zaman devrimcilikle, kimi zaman mücadele ve muhalefetle, kimi zaman da ilericilikle özdeşleşen zengin bir gelenek bu. Bizim yapmak istediğimiz, bu gelenek içinde biçimlenen standartları medya çoğulculuğu ve demokrasi perspektifiyle, toplumun sesini duyuramayan kesimleri için nasıl kullanılabilir kılarız, bunu tartışmak. İnternet kullanıcıların mevcut bilgisiyle, öğrenmesi gerekenler arasındaki uçurumun gün geçtikçe arttığı biliniyor. Herkesin kullanımına açık bir ortam olduğu iddia edilse de, internet ortamı halen tek bir profili temel alıyor. Bu serinin temel çıkış noktası işte tam burada gösteriyor kendisini, tüm dışlanmışlık kategorileri için kendilerini özgürce ifade edebilecekleri alanları nasıl yaratabiliriz? Bu seri, söz konusu mücadeleye hangi açılardan yaklaşıyor? Akademisyen, Dr. Serhat Güney “Başka Bir İletişim Mümkün” isimli serinin ilk kitabında “Tüm Yönleriyle Topluluk Radyoları”nın peşine düşüyor. Çünkü medyayı adam etmekle uğraşmak yerine, bireylerin ve toplulukların kendi medyasını yaratması gerektiğini düşünüyor. Fotoğraf: Vedat Arık Bugünün bireyleri için kimlik edinim süreçleri her zamankinden daha karmaşık ve çok boyutlu. Ama tüm bu çokseçeneklilik paradigması, umduğumuz, beklediğimiz ya da ihtiyaç duyduğumuz zengin, dinamik, evrilen bir dünya sunabiliyor mu bize? Evet, kendimizi ifade edebilmek için elimizde gerekli araçlar var, doğru... Ama paylaşacak bir şeyimiz, söyleyecek sözümüz var mı? Varsa eğer bunu nitelikli, organize ve anlamlı bir biçimde söylemeyi nasıl becereceğiz? İşte topluluk radyoları, kendi geleneği çerçevesinde, yıllar boyunca ana akım medya ve iletişim sistemleri içinde seslerini duyuramayan,ötelenen insanların sesi olmuş ve bu sesi sırf söylenmiş olsun diye değil, söylendiğinde bir şeyi değiştirebilsin, diye söylemeye gayret etmiş bir yayıncılık deneyimi olarak önemli ipuçları sunuyor. Türkiye bu deneyimin neresinde? Bizde böyle bir deneyime duyulan ihtiyaç hem yayıncılar düzeyinde hem de devletin özel yayıncılık alanını düzenleme perspektifi açısından hiç gündeme gelmedi. Medyanın bunca tartışıldığı, güvenilirliğinin sorgulandığı bir ortamda, bağımsız kamu hizmeti anlayışını benimsemiş alternatif yayınlarımız olsaydı medya belki de bu kadar yozlaşmayacaktı. Çünkü bu radyolar dünyanın çeşitli bölgelerinde toplumsal dönüşümlerin kritik noktalarında konumlanmalarının yanı sıra, ticari olsun devlet tekeli altında gelişmiş olsun geleneksel medyanın tek yönlü ve merkeziyetçi yapıları karşısında çeşitliliği ve çoksesliliği ön plana çıkarak bir anlamda medya dünyası içindeki dengesizliğe karşı da önemli bir mevzi oluşturdular. Çünkü doğrusunu söyleyecek birilerinin olduğunu bilerek o kadar kolay yalan söyleyemezsiniz. G enedik’ten ilk kez 1974 Eylül’ünde geçmiştim. Dört yıl süren kesintisiz bir ayrılıktan sonra ülkeye dönüyordum. Aydınlık, güneşli bir gündü ve gondollar filan... Bu ilk karşılaşmanın Venediğinden bende başka bir anı yok. Thomas Mann’ın “Venedik’te Ölüm”ünü sanraki yıllarda okumuş olmalıyım. Romandan yapılmış filmi çok sonraları gördüğüm ise kesin... Başkaca: Aleksandr Blok’un San Marko Alanı’ndan (Plaza San Marko) söz eden hüzün dolu şiirleri... Bunlardan birinde, aklımda kaldığınca, “Salome tepside benim kesik başımı taşıyordu” diye çevrilebilecek unutulmaz bir dize vardır... Bu kenti bir kez daha görüp ve bu kez hakkıyla gezmek için 35 yıl geçmesi gerekmiş... Venediğe 30 kilometre mesafede, Treviso kentinde, 6 Kasım gecesi (İtalyan şair arkadaşım Paolo Ruffilli’nin yönetiminde düzenlenen) şiir akşamı harikaydı... Şu ana kadar şiirlerimin (anlayabildiğim) yabancı dillere yapılmış çevirileri içinde İtalyancaları, Türkçe asıllarına belki de en yakın bulduklarım oldu... Bunda Paolo’nun (ve ona çeviride yardım eden Türk arkadaşın) başarısı kadar, İtalyanca’yla Türkçe arasında özlü söyleyiş ve ses örgüsü bakımından bir yakınlığın da etkisi olduğunu düşünüyorum. Treviso tren istasyonundan 7 ve 8 Kasım tarihlerinde (yarım saatlik bir yolculukla) gidip akşam saatlerine kadar gezdiğimiz Venedik, sözcüğün gerçek anlamıyla bir ada şehir. Kentin içinde motorlu kara taşıtı trafiği yok ve olması da söz konusu değil. Bu ada kent, karaya dört kilometre uzunluğunda bir kara ve demiryolu köprüsü ile bağlanıyor. Trenle gelen yolcuya Venediğin kapıları Büyük Kanal’ın da başlangıç bölgesinde bulunan Santa Lucia istasyonu ile açılıyor. Motorlu kara taşıtlarıyla gelenlerin araçlarını bırakacakları otopark ise Santa Lucia’nın az ötesindeki Roma Alanı. Venedik’te, görebildiğim ve okuyabildiğim filmlerin, romanların, şiirlerin Venediğini bulamadığımı hemen söyleyeyim... Buna karşılık, labirentimsi sokakların hemen her köşesindeki ve yüzlerce kanalın çevresindeki saraylar, konaklar ve kiliselerle eşsiz bir tarih ve mimarlık dünyasına girmiş oluyorsunuz... Olağanüstülüğü kuşkusuz San Marko Alanı’ndan, belki yağışlı ve kapanık havanın da etkisiyle, Blok kadar etkilenmediğimi söylemeliyim... Alanın çevresindeki “cafe”ler de ne yazık ki fazlaca turistikti ve bir orkestranın çaldığı klasik Batı müziği parçalarına karşın Batılı olmaktan daha çok Doğu’ya özgü bir derme çatmalıktaydılar... Gondol kadar maske’nin de Venediğin bir simgesi olduğunu bu yolculukta öğrendim. İnsanın bir maske takıp gezesi geliyor... Bunu yapmadım ama, kanalların bulanık sularında onon beş dakikalık bir gezi için epeyce yüklü bir paraya kıyan müşterilerine gitar eşliğinde seranat söylediklerine tanık olmadığım gondolcu esnafının taktıklarına benzeyen (belki de tıpkısı) geniş kenarlı bir siyah fötrle Venedik’in labirentlerini arşınlamaktan da kendimi alamadım... Çok fazla büyük olmasa da Venedik Modern Sanat Müzesi’nde Chagall, Bonnard, Klimt (Judith II), Rouault, Miro orijinallerini ve başkaca çok değerli sanat ürünlerini görmek mutlu ediciydi... Venedik biz Türkler için ayrıca ve özellikle önemli... San Marko alanına yönlendiren okların yanıbaşında, 1621’den itibaren Osmanlı tüccarlarına kiralanmış “Türk Yapıları”na da yönlendiren oklar yer alıyor. Fakat buraya ulaştığınızda kapıları ve pencereleri kapalı binalardan başka bir şey göremiyorsunuz... Bence (gidilen yön bakımından yolu zorunlu olarak bu sokaktan geçecek) turiste, “Türk”ün ve günümüz Türkiye’sinin tarihine ve bugününe ilişkin bir şeyler vermek gerekir ve bu da İtalyanlardan çok çok bizim sorunumuz olmalı... Venedik’le biz Türklerin bir bağlantısı da, İstanbul’da 16 ay kalarak Fatih Sultan Mehmet’in tablosunu yapan büyük ressam Gentile Bellini’nin Venedikli olması... Bellini bu tabloyu yapmak üzere İstanbul’a, Osmanlı’yla Venedik Cumhuriyeti arasında yapılan 1479 tarihli Barış andlaşmasının bir koşulu olarak gelmiş. Osmanlı hayranlıkları mehter marşı hayranlığı sınırlarını aşamayacak bizim Yeni Osmanlıcılar, Fatih’in dehasının asıl bu yönünün ne ölçüde farkındadırlar dersiniz? G ataolb@cumhuriyet.com.tr TARİHTE BU HAFTA 15 Kasım 1923: I. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan Almanya’da enflasyonun her geçen gün artması sonucu bir ekmeğin fiyatı 200 milyar marka oldu. 2003: İstanbul’daki Neve Şalom ve Beth İsrael sinagoglarına düzenlenen saldırılarda 25 kişi hayatını kaybetti. 16 Kasım 1906: “Kelebek” romanıyla tanınan ünlü Fransız yazar Henri Charrière dünyaya geldi. 1960: “Rüzgâr Gibi Geçti” filmiyle tanınan ünlü Amerikalı oyuncu Clark Gable hayata veda etti. 1967: ABD’deki Uluslararası Şiir Forumu Fazıl Hüsnü Dağlarca’yı yaşayan en büyük Türk şairi olarak seçti. 17 Kasım 1917: “Düşünen Adam” heykeliyle tanınan ünlü Fransız heykeltıraş Auguste Rodin (solda) hayata gözlerini yumdu. 1930: Fethi Okyar’ın kurduğu Serbest Cumhuriyet Fırkası kapatıldı. Böylece Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’ndan sonra Türkiye’nin çok partili siyasal yaşama geçmesini sağlamak için kurulan ikinci deneme de başarısızlıkla sonuçlandı. 20 Kasım 1961: Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk koalisyon hükümeti kuruldu. Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in (sağda) hükümeti kurmakla görevlendirdiği İsmet İnönü, Adalet Partisi lideri Ragıp Gümüşpala’yla görüşerek koalisyon hükümetini kurdu. 1975: İspanya’yı 36 yıl boyunca diktatörlükle yöneten Francis Franco öldü. 1979: Kâbe’ye silahlı baskın düzenlendi. Tarihte eşi görülmemiş olay, Cüheyman el Uteybi liderliğindeki 500 kişilik radikal Sünni bir grup tarafından sabah namazı bitiminde gerçekleştirildi. Kayınbiraderi Muhammed elKahtani’nin İslam âleminin beklenen mehdisi olduğunu söyleyen Cüheyman el Uteybi Kâbe’deki birçok kişiyi rehin aldı. 15 gün süren olay askeri operasyonla son buldu. 18 Kasım 1922: Roman ve denemeleriyle tanınan ünlü Fransız yazar Marcel Proust hayata gözlerini yumdu. 1928: Walt Disney’in ünlü karakterlerinden “Mickey Mouse”un (solda) ilk çizgi film gösterimi New York’ta Colony Tiyatrosu’nda yapıldı. Operasyon sonucunda Suudi güçlerinden 127, isyancılardan 117, namaza gelen hacılardansa 26 kişi hayatını kaybetti. Yüzlerce kişi de yaralandı. 1979: Siyasal Bilimler Fakültesi Dekan yardımcısı Ümit Doğanay uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetti. 2003: İstanbul’daki İngiltere Başkonsolosluğu ve HSBC Bankası’na patlayıcı yüklü araçlarla düzenlenen intihar saldırılarında 27 kişi öldü. 19 Kasım 1985: SSCB lideri Mihail Gorbaçov (sağda) ile ABD Başkanı Ronald Reagan İsviçre’nin Cenevre kentinde buluştu. Soğuk Savaş döneminde yıllarca yüz yüze görüşmeyen iki ülkenin liderleri bir araya gelmiş oldu. Hazırlayan: ALİ SELİM EMEÇ C M Y B C MY B 21 Kasım 1991: Fransız Gerard D’Aboville kürek çekerek Japonya’dan Amerika’ya ulaştı.