29 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

4 27 NİSAN 2008 / SAYI 1153 Arzunun gelgitleri... B u yakınlarda yapılan, şarlatanca fantezi peşindeki araştırmaların uzağında “Fransa’da cinselliğin genel durumu” araştırması, yeni bir saat ayarlaması yapıyor: Yalnızca on kadından biri, beş yıllık bir birlikteliğin sonunda arzu yitimine uğramadığını söylüyor, daha yakın dönemdeki birlikteliklerde oran üç kadından biri. Çift olarak yaşayan kadınların yüzde 38’i ve erkeklerin yüzde 20’si son 12 ay içinde bir arzu yokluğu ya da yetersizliği hissettiklerini söylüyorlar. Öne sürülen gerekçeler mi? Çocukların olması, yorgunluk, ev işlerinin ağırlığı, ekonomik zorluklar... İşin maddi bölümünün dışında, çift ne kadar eskiyse, cinsellik bağlantısı o denli azalıyor. Kaygılar artınca da... Eğer arzu bu denli kafa karıştırıcı ve uçar kaçar hale geldiyse, bu onun kültürümüzün tüketim buyurganlığına karşı koymakta zorluk çekmesindendir. Normal ve keyifli bir havaya girebilmek için, haz almak, sevişmek, çoğu kez de, çok sevişmek gerekiyor. İlişkilerin sıklığı, ne yazık ki, çiftin samimiliğinin barometresi haline geldi. “Haz için zorla” kültürü içinde yüzüyoruz ve bu, arzunun yasalarıyla uyuşmuyor. Çünkü arzu, kendini geliştirmek ve dışa vurabilmek için, yoksunluğa, yasağa, ve ayrıca zamana da gereksinim duyar. Oysa, sürekli uyarılma aramak ve “ne pahasına olursa olsun” demek, arzuyu kaçırmanın en iyi yoludur. Arzu biter mi? Kadınlar için daha çabuk eksilen bir duygu arzu, erkekler ise düzenliliğin peşinde… Nöroloji, arzulu bir ilişkiye üç yıl ömür biçiyor, peki ya sonrası?.. Birbirlerini seven ama artık sevişmedikleri için endişeli olan çiftlere öneri gizemi korumak, ne yapıp edip merak edilir halde kalmak… daha içten tanımak, daha derin ve yaratıcı bir cinselliğe yardımcı olabilir, ama bunun için de, gene arzunun zamanla biçim değiştirdiğini kabul ederek işe başlamak gerekir. On beş yıllık ortak yaşamdan sonra, kadınların yüzde 40’ı sık sık ya da ara sıra bir arzu yitimi ya da yetersizliğini ifade ediyorlar, bu oran erkeklerde yüzde 23. İlginçtir ki bıkkınlık öznesi olanlar en fazla kadınlar. Bu eğilimi zorlayarak, erkeklerin ilişkilerinden daha fazla, mekanik işlevlerinin düzgünlüğüne yoğunlaştıkları söylenebilir. Kadınlar ise ilişkinin genel rengine daha duyarlılar. Onlarda, içten iletişimin rayından çıkması, arzunun azalması ya da yok olması için yeterli. Arzunun dalgalanmalara tabi olduğunu biliyoruz, stres, yorgunluk ya da zor yaşam koşulları zaman zaman hatta sürekli olarak arzuyu felç edebilir. İştahımız ya da fizik formumuz gibi arzunun da inişleri çıkışları olduğunu da biliyoruz. Ayrıca tehdit edici iki tehlike daha var: Cinsel ilişki ışığı, altında tüm küçük uyuşmazlıkların görünebildiği bir ışıldaktır. İletişim kötüleştikçe, uyuşmazlıklar önem kazanır ve arzu söner. Bir başka sorun ise edilgenliktir: Gittikçe daha az erkek ve kadın cinsel olarak yatırım yapıyor ilişkilerine. Kışkırtıcı, aktif ve yaratıcı olmayı karşıdan bekliyorlar! Cinsel rejimdeki en küçük azalmada, ötekini suçluyorlar. Oysa, doyumsuzluk çıkageldiğinde sorulacak ilk soru: “Benim sorumluluk payım nedir bunda?” olmalıdır... iki duruşu takınmak ve doyurmak gerekir. Bunun bilincine varmak, yolu yarılamak demektir. Bu farklılık tadının olmaması, ötekinin bu yanının bize örtülü ve ulaşılmaz olarak kalmaması durumunda, arzu tekdüze bir nakaratın beşiğinde uyuyakalır. Farklılık rahatsız edici, zaman zaman da acımasızdır, ama bu acımasızlık sevecenlik ve duyarlılıkla birlikte, çiftin erotizminin, dolayısıyla arzusunun üç ana direğinden birini oluşturur. Bu, farklılıkların üzerinden silgiyle geçmemek yoludur, bu diğerine saygı duymak ama sistemli olarak ‘hiç bir şeye kulak asmam’ diyerek açıları yuvarlaklaştırmamaktır... Bu yoğunluğunu, kişiliğini, içtenliğini korumak; kendini ehlileştirmek ya da küçültmekten uzak durmaktır. İnsan yabancılığını, meçhul yanını koruduğu sürece, arzu hep varolacaktır. G Psychologies’den çeviren: EMRE ÇAĞATAY ARZU AŞINMAZ, BİÇİM DEĞİŞTİRİR Cinsellik, aşk ve arzu alanında nörolojik bilimlerin bulgularından bu yana, partnerimizin çabaları olmaksızın, en fazla üç yıl süresince arzulu olmaya programlandığımızı düşünüyoruz biyolojik olarak. Bu süre türümüzün üremesini güvenceye almak için gerekli olan zaman. Bu arzu, zorlayıcı ve güçlü heyecanlar doğuran bir arzu, bu yüzden erkek ve kadınlar uzun süre tat alırlar ve arzu sönmeye başladığında kederlenirler. Ne var ki arzu zayıfladığında gene de tümüyle yok olmuştur denemez. Aile terapistlerine göre, aceleyle yapılan çıkarımlar çoğu kez uyarılma ile öngörülemez bir akıl karışıklığı sonucudur. Tutku cinselliği aşk cinselliği değildir. Çiftlerin güvenini yıkan, ve ateşlerini söndüren karşılaştırma yapmak oyunudur. Diğerine aşina olmak arzunun sonuna işaret etmez. Tam tersine, birbirini DİKKATLİLİK, ZAMAN VE SÜRE... Öteki, saydam ve öngörülebilir hale geldiğinde, ona arzu duymayı keseriz artık. Arzunun bir suç ortaklığına ve ışık geçirmezliğe gereksinimi vardır. Erkek hep avcı olarak kalır, savunmaları açmaya gerek duyar, kadın ise arzulanabilir olduğunu hissetme gereksinimi içindedir. Ateşi beslemek için bu Sanat yapıp, kendimi keşfediyorum Esra Başıbüyük ongül Vardar İfadesel Sanatlar Terapisi ve Sosyal Değişim programına kabul edilen ilk öğrencilerden. İfadesel Sanatlar Danışmanı olarak, İstanbul’da yetişkin, ergen ve çocuklu ailelere yönelik, resim, dans ve hareket, müzik, oyun, drama, hikâye anlatımı gibi ifadesel sanatların deneyimlendiği atölye çalışmaları ve eğitimleri veriyor. Hayatınızdaki müthiş hızlı akışa sanat aracılığı ile “bir dakika dur” deyip kendinizin biraz daha farkında olmak istiyorsanız bu röportaj ilginizi çekecektir diye düşünüyorum.. Yaptığınız işi ifadesel sanatlar ve sosyal değişim uzmanı olarak tanımlıyorsunuz, biraz açar mısınız? Evet, sosyal değişim ve ifadesel sanatlar terapisi üzerine bir master yapıyorum. Nerede bu okul? İsviçre’de ilk defa açılan bir program. İlk açılan grupta yer alıyorum, bu nedenle bize öncü grup diyorlar. Bizim verdiğimiz geri bildirimlerle program oluşuyor. Sosyal değişim ayağı da dünyanın iyiye doğru gelişmesine dair, bütün bu savaşlar olurken, global ısınma çağın sorunu iken biz ne yapabiliriz? Sanat bir şekilde sosyal gelişime aracı olabilir, ama sanat terapisi de yardım edebilir. Benim psikoloji eğitimim yok, ama sanatla yoğun bir bağım var. Bu programa katılmanız için, sanatçı ya da psikolog veya sosyal projelerin içerisinde yer alan birisi olmanız gerekiyor. Bu masterı almak için yetkilere on sayfalık bir mektup yazdım. Türkiye’den birisinin olmasını çok istediler.Türkiyede bu uygulamaya çok ihtiyaç var. Sanat terapisi ve sosyal değişim bir arada olan bir program. Terapi deyince bunun tabanı psikoloji değil midir? Psikoterapiyle sanatın ortak disiplini sanat terapisi. Peki siz neler alıyorsunuz ders olarak? Bu disiplin akademik olarak 70’li yıllardan beri var. Dolayısıyla kendi prensipleri var ve onları öğreniyoruz. Patoloji, gelişim psikolojisi, etik, hümanizm psikoloji gibi psikoloji ile ilgili dersler alıyoruz. Her yıl en az iki yüz saat stüdyo çalışması neyle uğraşıyorsan ama en az iki üç sanatla uğraşman tavsiye ediliyor çünkü bu, disiplinler arası bir model. Bu arada klinik deneyimler de lazım. Örneğin ben Bubi’nin atöylesinde resim yapıyorum, dans ediyorum. Kendi atölyemde resim çalışmalarıma devam ediyorum. Yaptığınız her uygulamayı kanıtlamanız gerekiyor. Sanat yönü çok ağır bir model. Estetik duyarlılığa önem veren, estetik duyarlılığın iyileşme getirdiğine inanan bir model. Bildiğim kadarıyla bu alan içerisinde ki en yeni model bu. S Fotoğraf: HIDIR DURMAN Siz böyle bir eğitim içerisine hangi kararla girdiniz? Çocukken çok yaratıcıydım ama o yolu seçmedim. Sanat benim için çok ağır bir yerde kaldı. Yeniden resim, tiyatro yapmaya korktum. Ve kendi içimde beni alıkoyan güdüye baş kaldırdım ve bu böyle olmamalı, hayatımda sanat olmalı ama müzelik bir sanat değil, içimden çıkanı dışarı vurmalıyım dedim. Sanat terapisini bir yerde duydum ve duyduğum an içimde ılık bir şey oldu. Tam 15 ay araştırdım. Sonunda buldum ve bunun için eşimle evimizi sattık. Yani çıkış kaynağım kendi hayatımdı. Disiplinle tanıştıkdan sonra ilk neyi öğrendiniz? Alan! Çok sıkışık bir hayat yaşadığımı, İstanbul’un çok sıkışık bir şehir olduğunu, bütün bunların içerisin de bana sanat yapmak için alan verdiğini anladım. İnsanların yaratıcı kapasitelerine başvurarak hayatlarında neleri değiştireceğini düşünüyorsunuz? “Bütünleştirici ve yaratıcı benle” buluşmayı sağladığını, onu özgürleştiğini düşünüyorum. İnsanın kendisi ile ilgili çok büyük farkındalık sağlıyor. Farkında olmak bence her şey! Dışarıda kendimi ifade ettiğimi sandığım şeylerin daha çok sosyal benliğim, sistem benliğimle daha çok alakası olduğunu görüyoruz. Peki, siz kendinizle ilgi neyin üstünü kapattığınızı gördünüz? Kendimi daha rahat ifade etmeye, örneğin yeniden yazmaya başladım. Korktuğum, canımı acıtan duyarlı tarafıma ses verdim. Buna sanat aracı oldu. Diğer yandan bunun en güzel tarafı çevreme de bunu yansıtmaya başladım. Kızıma, eşime, arkadaşlarıma yansıtıyorum. Beni çoşkulu Songül’e yeniden döndürdü. Bu terapi nasıl uygulanıyor? Bireysel, grup... Hem birey hem de gruplarla uygulanabilir. Yaş önemli mi? Grubun ya da bireyin amacına uygun olarak kurgular yapılabilir. Ama genelde önceden bir yapı belirliyorum. Birey ya da grup da olsa onlardan bir malzeme geliyor ve o malzemeyle yoğuruyorum, onunla akışı bırakıyorum. Bazen konuşuyoruz, bazen daha çok sanat yapıyoruz. Potansiyelinde enerji olduğu için bazen enerji çalışıyoruz bioenerji. Resim, dans, drama, kolaj, kil, hikâye anlatımı vs. çok fazla kurgulama mümkün. Örneğin iki saatlik bir çalışmada üç farklı malzeme kullanabiliyorum. Her biri başka bir duyguyu hayata geçiriyor. Dolayısıyla yaratıcılık ve o yaratıcılıkdan alacağımız farkında olma ve dış hayata ne taşıyacaksak o çalışmadan duyular açılırsa duygular üzerinde yükseliyor. Peki en verimli yaş grubu hangisi? Çocuklar diyebilirim. Çocuklarda sözel iletişim çok kısıtlı olduğu için onun yerine geçiyor. Doğal olarak çocuğa sorunun ne, diye soramıyorsun. Kalem ya da boyalar vererek onun kendini ifade etmesini sağlıyorsun. Ama diğer yandan biz sanıyoruz ki yetişkinlerin sözel anlatımı çok kuvvetli evet tabii ki ama geriye attığmız birçok şey uygulamalarda ortaya çıkıyor. Zaten çok hızlı bir hayatta yaşıyoruz. Birçok şeye en önemlisi kendimize temas etmeden geçiyor hayat. Düşünceler teğet geçiyor. Bütün bir hızın içinde bi dur! Birisi sana bir şey söylediğinde sana nasıl etki ediyor; hangi duygunu yaşıyorsun o sırada; bunu ifade etmek nasıl geliyor sana. Sanat insanı özgürleştiriyor. Tabii ki herkes için her koşulda mucizedir demiyorum ama böyle bir yol var diyorum. Genelde sanat deyince, insanlar ama ben hiç yetenekli değilim, derler. Sanatçılar toplumun önünü açan liderler. Ama anladığım kadarıyla sizin uygulamanız da bir sanat eseri yaratmak üzere kullanılmıyor? Evet, süreci iyileştirici güç olarak kullanıyoruz. Ortaya çok güzel bir iş de çıkabilir. Böyle başlayıp başarılı olan sanatçılar da var. Eline hiç kâğıt kalem almayan birisi bile sanat yapabilir. O kadar serbest. Hiçbir kural yok aslında ama ben bir yapı veriyor malzeme temin ediyorum. Ama aslında onların içinde çok özgür. Estetik kaygı taşıyan çok oluyor ama o kaygıda da bir şey söylüyor zaten . Sonra onu da konuşuyoruz. Daha çok bilen katılımcılar kendilerini bırakma konusunda daha kaygılı oluyor. Sizin sanat tanımınız nedir? Tek bir tanımım yok galiba... Ama çok özgür, insanın kendisiyle buluştuğu bir yer olarak algılıyorum. Sanat, bilmenin bir yoludur, ama insanın kendisini bilmesinin bir yoludur. G esrabasibuyuk@hotmail.com Songül Vardar, ifadesel sanatlar ve sosyal değişim uzmanı. İnsanlara resim, dans, drama gibi ifadesel sanatlar yoluyla kendilerini keşfetmeleri için yol gösteriyor. Bir yandan da kendinin farkına varıyor. O, İsviçre’deki İfadesel Sanatlar ve Sosyal Değişim programına kabul edilen ilk öğrencilerden biri. C M Y B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear