Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Grevlerde sadece işçiler değil, sanatçılar da boy gösterirdi. 1986, Netaş grevi. Grev çadırlarının düğünlere bile evsahipliği yaptığı yıllara dönülebilir. 1980’den bir kare. Maden işçilerinin 1991’deki Ankara yürüyüşü. öldü, yaşasın Marx demek için... Her şeyi zaman gösterecek Bilgi Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yapan Prof. Dr. Gülten Kazgan’a göre bu krizin özgünlükleri var: Devletçi politikalarla müdahale edilmesinin konuşulması ve IMF’nin daha önce yaptıklarının aksine, yükselen pazar ülkelerine belli bir program uygulatmak yerine, G20 temsilcileriyle bizzat görüşmeler yapması. “Bu” diyor, “dünyada yeni yükselen güçler olduğunu kabul etmektir”. Türkiye’de devlet özelleştirmelerle, sermayenin güçlenmesiyle ekonomik anlamda bir hayli küçüldü. Bundan sonra gerekli müdahaleleri yapacak gücü var mı? Hayır... Devletin yatırımda ve üretimde payı yüksek iken, krizlerde bunlar aynen sürüyor, dolayısıyla çöküşü ve işsizliği sınırlıyordu. Oysa, bu etki iyice azaltıldı artık. Ayrıca, bugün Merkez Bankası’nın yasal görevi sadece fiyat artışını gözetmektir. IMF ile yapılan anlaşmaya göre sadece döviz varlıkları artışıyla parasal genişlemeye gidilebilir. Bu durumda hükümetin yasaya ve anlaşmaya aykırı bir tutumla parasal genişleme yapması gerekir. Sanırım böyle de oluyor. Ama IMF ile yeni anlaşma ne getirecek bilemem. Kapitalizm kriz sonunda kendini tüketiyor tartışmaları var... Kapitalizm çok güçlü, her anlamda. Teknoloji, üretim, varlıklar ve küresel yatırımlarıyla dünya çapında da güçlü. Bu yüzden iki yıllık krizle kapitalizm çökmez. Ancak bundan sonra daha ihtiyatlı olacak. Kapitalizmin bir özelliği de hatalarından ders çıkarması. 1930 krizinden çok ders aldı. Savaştan önceki sisteme dönmedi. Günümüzde ise, rakip güçlerin yükseldiğini de kabul etti. Çin, Rusya, Hindistan, Brezilya ve diğer yükselen güçleri görüyor ki, bu krizde G20 toplantısı yaptı. Kriz, insanları sola götürebilir mi? Ola ki IMF’den büyük bir fon geldi, doların şiddetli artışı engellendi, bu yoldan içerdeki fonlara güvence geldi ve borsa da yükseldi. O zaman kriz göreli daha hafif atlatılabilir. Yalnız şöyle bir tehlike var. IMF yine eski programıyla gelirse yani faiz dışı fazla GSYİH’nin yüzde 6.5’u olacak, para arzı dış rezerv artışına bağlanacak gibi şartlar ileri sürerse krizi şiddetlendirir. Çünkü IMF’nin elinde bir program var, şartlar ne olursa olsun onu uyguluyor. 2000’deki çöküşün temel nedeni de IMF’ydi. Birçok ekonomist servet vergisi alınması gerektiğini söylüyor. Siz bu görüşe katılıyor musunuz? Servet vergisi genelde rant gelirlerinin oluştuğu dönemlerde alınır, savaş yıllarının spekülatif kazançları vergilendirilir bu yoldan. Şimdi böyle bir şey yok. Ev fiyatları, borsalar, fabrikaların fiyatları çökmüş. Bütün servet göstergesi kalemlerin değeri düşmüşken bu vergi ancak mevduat üzerinden alınır. Ne var ki, servet vergisi kararı açıklandığı durumda mevduat hemen dışarı transfer olur. O yüzden benim aklıma çok yatmadı. G °° Üstelik bu kriz, 2001’den farklı olarak hem finans kesimini, hem de reel sektörü vurdu. Bunun anlamı, resmi rakamların yüzde 12’yi gösterdiği, gerçekte ise yüzde 20’lere ulaşan işsizliğin daha da artması. Eğer gerçekçi bir kurtuluştan bahsedilecekse, kuşkusuz krizde en çok görev sola düşüyor. Uras’a göre önümüzdeki dönemde alternatif ekonomik modelleri ve yönetim biçimlerini anlatabilmek açısından uygun bir ortam doğacak, ancak bunu iyi kullanabilmek gerekiyor. Emekten yana güçler, sol partiler bu konudaki duyarlıklarını, politik faaliyetlerini yoğunlaştırmalı, ortak taleplerde buluşulmalı. İşe, krizden en fazla etkilenen ve etkilenecek insanların, ücretli çalışanların, yoksulların, mağdurların taleplerine ve mücadelelerine sözcülük yapabilmekle başlanabilinir Uras’a göre. “Türkiye solu belki de en derin krizini yaşarken bir küresel ekonomik kriz ortamıyla yüz yüze geldi” diye hatırlatıyor: “O nedenle maddi koşulların uygun olması tek başına yetmiyor. Bu uygun koşulları değerlendirecek bir sola da ihtiyaç var. Sol, bugün ne yazık ki, henüz topluma güven veren politikalara, kadrolara sahip olduğu işaretini veremiyor. Paramparça hali de bu olumsuz tabloyu pekiştiriyor. Öncelikle bu durum değiştirilmeli. Mağdur olanlar, yanı başlarında solu, emekten yana olanları görmeli”... ŞARTLAR HAZIR... Nail Satlıgan ise oldukça karanlık bir tablo çiziyor. Krizin Türkiye’yi vurmasının sonuçları ne olacak, Nail Satlıgan. sorumuzu; “Modern bir kapitalist toplumda insanların başına toplu olarak gelebilecek en kötü şey” diye yanıtlıyor: “İşsizlik, gelir kaybı, işten çıkarılmayanlar için iş güvencesinin zayıflaması, yarın endişesine kapılması, hiçbirisi olmasa devletin yerine getirdiği kamu hizmetlerinde bir gerileme... Bundan daha kötü bir şey olamaz. Türkiye’nin dış ticaret ve kamu kesimi gibi zaten kronikleşmiş açıkları var. Bu, toplumsal açıdan kötü günlerin bizi beklediğini gösteriyor”. Yaşananlar ve yaşanacaklar onun için şaşırtıcı değil, ne de olsa toplumun bütünü için hayırlı olabilecek şeylerin uğursuz sonuçlar doğurması, kapitalizmin çelişkilerinden sadece biri! Yine de kriz, ekonomik ve siyasi anlamda bir şeyleri değiştirecek koşulları hazırlamak için fırsat olabilir. Hele de liberalizme yakın ideologların bile kapitalizm hakkındaki öngörülerinde yanıldıklarını itiraf ettikleri düşünülürse. Ancak solun bunu değerlendirip değerlendiremeyeceği soru işareti. Satlıgan, geçmişi hatırlatıyor, “Kapitalizmin ortaya çıkan alternatifinin yüz kızartıcı şekilde çökmüş olmasının getirdiği bir boşluk var” diyor: “İnsanların önemli bir kısmı kapitalizmin yerini başka bir sistem alamaz, diye düşünüyor, o yüzden dizginlenmemiş aşırılıklarını törpüleyen, devlet müdahalelerini isteyen bir Keynesyen iktisat siyasetine razı olmaktan yanalar”. Satlıgan’a göre, insanları ikna etmek için soyut bir sosyalizm propagandasından daha fazlası; radikal solun emekçi kesimi ve çalışanları krizden koruyacak bir programı inşa ve propaganda etmesi gerekiyor. Listenin başına da, krizin en kötü sonucu işsizlik olacağından, işçi çıkarmayı engelleyen bir madde koyuyor. Krizin en çok vuracağı küçük ve orta ölçekli işletmeleri de unutmuyor, bunun önlemini “servet vergisi” ve finans kesiminin kamulaştırılmasının getireceği gelirlerle desteklenecek bir toplumsal dayanışma fonunun oluşturulmasında görüyor. “Formül şöyle geliştirilebilir” diyor: “İşçi çıkarmak yasaktır, işçi çıkaran ya da işveren tarafından terk edilen müessese işçi denetiminde kamulaştırılır. İşçi çıkarmamak ve maaşları ödemek için demin sözünü ettiğim toplumsal dayanışma fonu desteğini talep eden işverenler kendi defterlerini işçi konseylerine açmalı ve göstermelidir. Eğer gerçekten kriz etkisiyle ya da bağımsız olarak zorda kalan bir işletme yükümlülüklerini yerine getiremiyorsa bu fon onun imdadına yetişmelidir. Böyle bir program insanların endişelerini gidermeye hizmet eder”. Bunları uygulamanın kolay olmadığının farkında, üstelik antikapitalist siyasetin ihmali solun güçlenme ihtimalini önemli ölçüde zayıflatıyor. Oysa yoksulluk, sefalet ve sınıf sorunu gündeme getirilmeliydi. “İnsanlar solcu olduğu için demokrat olur, demokrat olduğu için solcu olmazlar” diyor: “Türkiye’de radikal sol maalesef 90’lardan sonra iktisadi meseleleri tamamen antikapitalist temeller üzerine oturtmayı ihmal etti. Bizi kriz dışında bir de deprem felaketi bekliyor. Aç, sefil, susuz, kısmen yaralı on binlerce yoksul insan sokakta dolaşacak. Bu zenginlerin büyük korkusu, bunun üzerine romanlar yazıyorlar. Bu fanteziler bir korku ifadesi”. Neoliberalist sistemin dışında kalan Latin Amerika, Çin gibi ekonomilerin “göreli başarılı” olduğunu düşünüyor. Bu onları olumladığı anlamına gelmesin, çünkü Çin’deki sistem, onun Marksistlik anlayışına uzak. Bu konuşmalar aklına bir görüntü düşürüyor... Tarih, 2001, yer Arjantin. Sokaklara dökülmüş insanlar ve devrilmiş bir et kamyonunun yağmalanması... 2001’de Arjantin’de olduğu gibi Türkiye’de de bir halk isyanı olur mu sizce, diye soruyoruz. Temennisi o yönde. Çünkü “her an isyan edebilecek bir halkın yaşadığı ülkede bulunmak, halkın her şeye razı olacağını bildiğiniz bir ülkede yaşamaktan daha iyidir. İnsanları davranışlarını kararlaştırırken ölçüp biçmeye davet eder” diyor. Haksız da sayılmaz. Kısacası, “kişisel çıkar isteğinin istemsiz olarak toplum için de en üst düzeyde ortak bir yarar sağlayacağını”, dolayısıyla “piyasanın en adil ve etkili hakem olacağını” söyleyen Adam Smith’in “görünmez el”i kırıldı. Yani “Adam Smith öldü”, ancak “Yaşasın Marx” diye bağırabilmek için gözler solda! G C M Y B C MY B