Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
2 19 EKİM 2008 / SAYI 1178 Savaş işte budur Yazı ve fotoğraf: Zehra Daştan adıköy’den bindiğimiz otobüsten Fenerbahçe’de iniyoruz. Hemen sol tarafımızda tekneler, yelkenliler boy gösteriyor. Tabelada Fenerbahçe Yelkenli Kulübü yazısı. Gayet şık kafeler, birbirinden kibar, iyi görünümlü beyler ve hanımefendiler, denize karşı çaylarını yudumluyorlar bu güzel havada. Bir yandan onları izlerken bir yandan Fenerbahçe Mülteci Kampı’nın nerede olduğunu bulmaya çalışıyoruz. “Acaba nerede bu kamp, yoksa yanlış yerde mi indik” diye düşünüyoruz. Burada kamp olması imkânsız gibi geliyor. Bu kadar lüks bir semtte, derme çatma bir apartman olabileceği fikri bir türlü akla yatmıyor. Bir de nedense, kampın apartmandan oluştuğu düşüncesi var zihnimizin bir köşesinde. Etrafımıza bakıyoruz. Nerede bu kamp? Birilerine kampın yerini sorabiliriz düşüncesiyle biraz ilerliyoruz. Karşıdan üzerinde Büyükşehir Belediyesi yazan, sarı bir yelek giymiş belediye görevlisi geliyor. Ona yaklaşıyor, kampın yerini soruyoruz. Görevli bilmediğini söylüyor. Bize verilen numarayı arıyoruz. Kırık şivesiyle telefonumuzu cevaplayan kişi bizi almaya geleceğini söylüyor. Beklemeye başlıyoruz. Biraz sonra 45–50 yaşlarında, üzerinde mavibeyaz çizgili tişört giymiş biri geliyor. Anlaşılan kamp pek de uzak değil… Mavi bir kapıdan geçiyoruz, karşımızda barakalardan oluşan küçük bir mahalle duruyor. Evlere giden yola uzanmış bir de kedi. Adı Borz, kurt demekmiş. K İstanbul’un Anadolu yakasında lüks bir semt Fenerbahçe… Mavi bir kapıdan içeriye girdiğinizde, her şey arkanızda kalıyor. Zaman duruyor… Burası Çeçen Mülteci Kampı. Savaşın gerçek yüzünü, nelere mal olduğunu burada da öğrenebilir, barış için önleminizi alabilirsiniz… ERKEKLER BİLİR, BİZ SADECE GELDİK Kadınların daha çok zarar gördüklerini düşünerek, onlarla konuşmak istiyoruz. Türkçeleri kötü. Üstelik çok da çekingenler. Konuşmak istemiyorlar. Esmer, kucağında bebeği olan bir kadın konuşmayı kabul ediyor. Küçük Çeçen kızları da, Türkçesi çok iyi olmayan bu mültecinin söylediklerini bize tercüme etmek için oyunlarına biraz ara veriyorlar. Yanımıza bir de kızıl saçlı bir kadın oturuyor çocuğuyla birlikte. Önce buraya kaçıp gelmelerine neden olan Rus Çeçen savaşını soruyorum. “Erkekler bilir, biz sadece geldik,” diyorlar. Savaşla ilgili konuşmak istemiyorlar. Buraya nasıl geldiklerini soruyoruz, Rusça cevap veriyorlar. “Koşa koşa!” Savaşın nasıl bir etki yarattığı yüzlerinden okunuyor. Arada bir kendi aralarında Rusça konuşuyorlar. Kimisi yedi yıldır burada, kimisi dokuz. “Ülkemizi terk edip, buraya geldiğimizde, bu kadar uzun süre kalacağımızı düşünmemiştik. Savaş bitince döneceğimizi sanıyorduk ama öyle olmadı. Hâlâ buradayız” diyorlar. Hiçbirisinin oturma ve çalışma izni yok ama para kazanmak zorundalar. “Sadece erkeklerimiz değil, iş bulabilirsek biz de temizlik yaparak, tekstil atölyelerinde çalışarak evlerimize katkıda bulunmaya çalışıyoruz. Erkeklerse inşaatlarda, tekstil atölyelerinde normal ücretin yarısına, hiçbir güvenceleri olmadan çalışıyorlar” diyorlar “Çocuklarımız dondurma parasına, birlikte çalıştıkları yaşıtlarından daha düşük ücretlere lokantalarda saatlerce çalıştırılıyorlar ama her seferinde anlaştıkları paranın altında ücret alıyorlar, yani kandırılıyorlar. Tabii ki geçimimizi sağlamak, hele de bu ücretlerle zor ama başka çaremiz yok”. İçlerinde oturma izni alanlar yok değil ama en fazla altı ay. Bu başka bir soruna kapı aralıyor, çocuklarını okutamamak. Anneleri Rusça, ilk geldiklerinde çocukları okula gönderdiklerini, daha ilk yılı tamamlamadan atıldıklarını söylüyor, çocuklar eksikleri tamamlıyor: “Biz dersteydik. Müdür sınıfa girdi, bana bakarak, yarın gelmiyorsun dedi ve diğerlerine dönerek bundan sonra artık gelmeyin, dedi”. Aileler bu durumu medyaya yansıtınca, okul idaresi küçük bir geri adım atmış, Çeçen çocukların misafir öğrenci olarak derslere girmelerine izin verilmiş. Onca yıla rağmen çocuklar hâlâ misafir öğrenci, okul bitince diploma alamayacaklar. Kadınlar, “Kurs verseler hepimiz okuruz. Ülkemizde herkes okuyordu, çocuklarımızı okullara alsalar burada da okuturuz, çünkü hepsi çok zeki.” Savaş sırasında okullarının hemen hemen hepsinin yıkıldığını da ekliyorlar. Avrupa’daki Çeçen mültecilerin durumlarından söz ediyorlar, biraz da özenerek. Orada da birçok mülteci olduğunu, hepsine önce dil ve uyum kursu, sonra da vatandaşlık verildiğini anlatıyorlar. İçlerinden biri bozuk Türkçesiyle, “Biz burada göçebe kuşlar gibiyiz, onlar ise artık oralı.” Artık ülkelerine dönmek istiyorlar ama döndüklerinde evlerini, eski hayatlarını bulamayacaklarını biliyorlar. “Evlerimiz yıkılmış, hiçbir şey yerinde değil.” Çocuklara savaşın neden çıktığını soruyoruz, Rusların ülkelerinde petrole göz diktiğinden söz ediyorlar… Çocuklara göre savaşı başlatan da Ruslar, onlar sadece kendilerini savundular… BİZİ FENERBAHÇE’DEN ATACAKLAR Yola çıkarken çok fazla bir şey beklemediklerini söylüyorlar: “Tek isteğimiz sabah uyanabilmekti”. Yaşadıkları mahalle ile kendi yaşamları arasındaki çelişkinin farkındalar mı peki? Farkındalar. “Evet, çok güzel fakat bizi buradan atacaklar” diyor kadınlardan biri, hâlâ ismini gizlemekte kararlı “Zengin muhiti olduğu için burayı yıkmak istiyorlar. Burası yıkılırsa ne yaparız bilemiyoruz, çocuklarla nereye gideriz?” Ağır sözcüklerini, ağır hayatlarını bize ikram ettikleri Gürcistanlı misafirlerinin getirdiği kayısı pestiliyle eksiltmeye çalışıyorlar. Olmuyor… Savaş işte böyle bir şey, ismini bile söyleyemeyecek kadar tedirgin olmak, okuyamamak, çalışamamak, düş kuramamak ve ağız dolusu gülememek… G Fenerbahçe’deki Çeçen Mülteci Kampı’nda yaşayanlar, savaştan kaçmayı başarmışlar, ancak hayat onlar için hâlâ çok zor. En zoru da geçinebilmek. Üstelik yakında kampları da yıkılabilir... VE ERKEKLER... C M Y B C MY B İlk savaşta ülkemizi terk etmemiştik ama ikinci savaşta buralara gelmek zorunda kaldık. Çünkü bir kızımız vardı. Savaş sırasında üç yaşındaydı. Ayrıca ben de hastaydım. Biz ayrıldığımızda sadece kediler, köpekler ve askerler vardı. Ama ilk savaşta yüzlerce ölü gördük. Hem gördük hem gömdük. Çeçenistan’dan çıkma kararını çok zor aldım. Eşimi, çocuğumu ve kayınvalidemi İndutepe’de güvenilir bir yere götürdüm ve halkıma yardım etmek için geri döndüm. Savaşçı değilim, silah kullanamam. Dört yıl tıp okudum, gazetecilik yaptım ülkemde. Belki bu sağlık alanında ben de savaşımı vermek istedim. Savaş sırasında gaz, elektrik, hepsi kesildi. Şehir tam olarak hayalet şehre dönüşmüştü. Soğuktan olsa gerek hastalandım. Eşim annesini Moskova’ya yolladı ve kızımla birlikte geri döndü Çeçenistan’a. Akşam dışarı çıktığımızda, hani filmlerde olur ya yıkık dökük binalar, etrafta sadece kedi köpek ve birkaç işgalci asker, etraf zifiri karanlık, arabanın farlarından çıkan ışıkla aydınlanan terk edilmiş sokak korku yaratır ya, öyle bir görüntüyle karşılaşıyorduk. Çevremdeki insanlar yanlış yaptığımı ailemin başına bir iş gelebileceğini, bu ortamın ne getireceğinin bilinemez olduğunu söylediler. Ben yine ülkemi terk etmeyi düşünmedim. Hazırlığımızı yapıp dağa çıktık. Bir iki saat sonra bombalar orada da patlamaya başladı. Tek çare Gürcistan’dı. Sınıra vardık, geçmemize izin verdiler. Sonra buraya geldik. Tek yol buydu! Türkiye’ye öyle vaatlerle, bir şeyler umarak gelmedik ama oturma ve çalışma izni alabilirdik… Ülkemiz işgal altında, bütün Çeçenler Rus sayılıyor. Burada da durum öyle. Geri dönmek isteyenler, Rus Konsolosluğu’na başvuru yapıyor. Eşimin annesi kanser hastası ve kızını görmek istiyor. Annesini görmek için eşim 2005’te başvuru yaptı ama cevap vermediler. Ülkeye geri dönüp savaşabileceğimiz düşüncesiyle başvurumuzu yanıtlamıyorlar. Tanıdıklar aracılığıyla 1000 dolar vererek eşimi, Türkiye’de resmi olarak okuyabilmesi için de kızımı Rus vatandaşı yaptırdık. Ben devletten sadece oturma ve çalışma izni istiyorum. Rusça biliyorum, kurs alıp Türkçemi düzeltip tercümanlık yapabilirim. Rusya ile ticari ilişkileriniz var, şirketlerde çalışabilirim. Sadece kendime değil buraya da, buradakilere de yararım dokunacaktır. Bize resmi izin verilsin yeter. G