Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
2 Bir sanatçının portresi... Neş’e Erdok için resim hayatın kendisi demek, çünkü o resim yapmak için yaşıyor hatta bazen resim için yaşamı ıskalıyor! Yine de şikâyeti yok. Biçim ve renkle oynamayı seviyor. Onların arasına kendini de katıyor, bazen bir kedi, bazen de figürlerin gözlerindeki acı ve hüzün oluyor. Erdok “Yaşlılar, Gençler, Çocuklar” sergisiyle şimdi bize yeni bir hüznünü anlatıyor... Esra Açıkgöz 1. sayfanın devamı Bu kadar içinde olduğunuz halde bu çizgiyi nasıl koruyabildiniz? Biraz mesafe koyabilmek lazım olayla ressam arasına, ama çok çok zordu. Resimlerinizi derin gözlemlerle, psikolojik çözümlemelerle yaptığınızı biliyoruz. Yaşlılık üzerine bu kadar kafa yormak korkutmadı mı sizi? Belki kendi yaşlılığımı düşünüp korkabilirim, ama öyle korku değil de... Özellikle bu hastalıkta vücut gittikçe küçülüyor, böyle bir deri bir kemik kalınabiliyor. Bakınca, geri kalan ne diyorsunuz? Bir şey var ama gözler mi desem, can mı desem... Bunlardan sonra, çok üzerinde düşündüğümüz bazı şeylerin, ne kadar anlamsız olduğunu gördüm. Sergide sadece yaşlılık resimleri yok. Gençler ve çocuklar da var. Onları neden kattınız? Erdok için her tablonun bir hikâyesi var. Karmaturka (solda) tablosunda annesi ve kendisi radyo dinlerken... Tontoş ve Rüzgâr Gülü (en sol köşede) ile Keder (altta) tabloları... Çelişkiyi koymak istedim, ama çok çocuk resmi yok, sadece üç tane var. Bunlardan ikisi, oturduğum sitede görüp, sevdiğim bir çocuk. Çocukların, gençlerin resimlerinden bile bir hüzün, yorgunluk okunuyor, özellikle de gözlerinden. Sadece gözlerini görsem, onların da yaşlı olduğunu düşünürdüm. Aslında o, çok neşeli, yemek yemeyi seven bir çocuktu, ancak ben de sonradan resimlerde bir çeşit hüzün olduğunu gördüm. Bu, benden kaynaklandı... Annemin elini tutuyordum, ama tanıyıp tanımadığını bile anlayamıyordum... Sergide sizin için özel olan bir resim var mı? Benim en çok sevdiklerim annemle ve diğer hastalarla ilgili olan, daha grili resimler. Mesela bakımevinde annemin odasında olduğu için her gün gördüğüm Rizeli, yaşlı bir kadın vardı. Hiç konuşamıyor, kimseyi tanımıyordu. Ziyaretçisi de olmuyordu, sadece bir bayramda oğlu ile torunu geldi. Torunu olayı tam anlayamadığı için çok üzüldü ve ağladı. Sergideki kırmızı elbiseli kız, o torun. Yatan yalnız hasta da, o yaşlı kadın... Bu hastalar müzikle çok ilgileniyorlar, belki de son ilgi duydukları şey, müzik. Ben de anneme bir radyo götürdüm, karmaturka diye alaturka çalan bir kanal var, hep onu çalıyordum, beraber dinliyorduk. “Karmaturka” adlı tablo da buradan çıktı. Tablolarınızın bu kadar hikâyesi, anısı varken, elinizden nasıl çıkaracaksınız? O resimler kolay kolay satılmaz zaten... Sadece annemin karanlık bir kapının önünde durduğu bir resim vardı, onu bir avukat almış, şaşırdım doğrusu. Aslında her tablom için keşke imkânım olsa da satmasam diye düşünürüm. Resimlerinizde hüzün, acı olduğu size hep söyleniyor… Bunca duygu içinden neden göstermek için onları seçtiniz? Aslında seçmiş değilim de, ben hep şöyle düşünürüm, çok mutlu olan bir insan resim yapmaz zaten, şiir de, yazı da yazmaz. Yani hayatı yaşar, gider... Bir açıdan ben resim yaparken hayatı yaşıyorum, ama diğer yandan da yaşamıyorum. Hani “mutluluğun resmini yapar mısın?” diye soruluyor ya... Bana tuhaf geliyor. Siz de acının yaratıcı güç olduğuna inanlardansınız yani? Okuduğum yazarların en iyileri, en güzellerinde hep dramatik olaylar vardır. İlk kişisel serginizi 1971’de Paris’te açtınız, bu 28. kişisel serginiz. Tuvalin karşısına geçtiğinizde hâlâ ilk günkü heyecanı duyuyor musunuz? Tabii... Resim yapmadığım zaman kendimi ressamdan saymıyorum. Şimdiye kadar yaptığınız resimlerin sayısını biliyor musunuz? Çoğunun belgesi bende, arşivimde var, ama oturup saymadım. Yalnız bir dönemki desenlerimin kaydı yok. Kuşkusuz yüzlerce olmuştur... Hiç tuval karşısında oturup, “Ben şimdi ne çizeceğim?” dediğiniz olmadı mı? Yok, hayatla çok doğrudan ilişkili olduğu için figür resmi yapanlarda öyle bir şey olmamalı. Hep yeni konular çıkar. Bir de insan yüzü sonsuz bir şey, bitmez ki... Siz de yıllardır hep insan yüzüne bakmayı, bize onu göstermeyi seçtiniz. Niye hiç figür dışına çıkmadınız? Çünkü insan yüzü çok etkili ve istediklerinizi çok etkili biçimde anlatıyor. Tabii çok güzel soyut resimler var, ama bence soyut resim daha küçük duygulanmalar yaratıyor. İnsanlar var oldukça, figür resmi de var olur. Sergide otoportreniz de var. Genelde her sergime bir otoportremi koymaya başladım, her sergide biraz daha yaşlanmış oluyorum. Kedi de resminizde vazgeçilmez ögelerden... Genelde resimlerdeki kedi benim, diyebilirim. Niye kedi? Bir kere kedinin çok resme gelir bir biçimi var; her an oturuş şeklini değiştiriyor, kulağı, gözü oynuyor. Hayvan olarak da seviyorum, bazıları insana çok yakındır, bazıları da kendine dokundurtmaz. Tabii kedi köpek gibi değil, daha bağımsız, insandan çok mekânlara daha bağlı bir hayvan. Sizin kediniz var mı? Alerjim olduğundan alamıyorum, sokaktakilere sataşıyorum. Çocuktuk, gençtik, yaşlandık... Serginiz, Yaşlılar, Gençler, Çocuklar... Ya sizin çocukluğunuz ve gençliğiniz nasıldı? Nasıl bir yaşlılık istiyorsunuz? Aslında annemle birlikte biraz yaşlılığı yaşadım gibi geliyor bana. Ben de yaşlılık yaşını aşmış biriyim, daha da ileride ne olacak bilemem... Ailem Makedonya göçmeni, Balkan Harbi’nde kaçarak çıkmışlar, ancak benim gençliğimde insanların kökenleri o kadar önemli olmadığı için dedeme pek bir şey sormazdım. Dedemin bir işi ve emekli maaşı olmadığından, hakikaten yoksulluk yaşamışlar. Anneannem çok açık fikirliydi, sonradan okuma yazma öğrenmiş. Annem ise otoriter biriydi. Aslında çocuk olmak da zor. İnsan birçok şeyi hatırlamıyor ama hep birilerine bağlı, bağımlısınız... Bağımsızlaşmak zor, karşı çıkmanız gerekiyor. Siz de bağımsızlaşmak için yurtdışına gittiniz… Evet, küçük bir bursum vardı, ama tek başıma, kendi ayağım üzerinde durup yaşayabildim. Türkiye’ye döner dönmez de hemen evden ayrıldım. Eşyam yoktu, sadece bir somyam vardı, ama bağımsızlığımı kazanmıştım. Ayrıca Türkiye’de ölüm olayı çok hayatın içindedir, sabah üniversiteye giderken geçtiğim camide her gün bir cenaze görüyordum ve rüyalarıma giriyordu. Paris’e gidince bu rüyalar kesildi, çünkü orada hayat daha değerliydi. Bir röportajınızda “Resim geriye çekilip dışarıdan bakmayı ister” diyordunuz. İzleyici olmak hayatı kaçırmayı da getirmiyor mu? Getiriyor... Bu biraz şey gibi, bir akvaryum düşünün, içinde balık var, siz de kedisiniz ama sadece dışarıdan izleyebiliyorsunuz, balıkları yakalayamıyorsunuz. Peki kaçırdığınız balıklar için pişmanlıklarınız yok mu? Yok, zaten duysam da işe yaramaz ama pişman değilim, keşke şunu yapsaydım da, şunu yapmasaydım diye bir düşüncem yok, demek ki resmin benim için öyle bir önceliği vardı. C M Y B C MY B Bu öncelikle de sanat hayatınızda 45 yılı doldurdunuz. Arkada ne görüyorsunuz? Ben çok resim yapmak istedim, resim yapmak için yaşadım, sürekli çalıştım... Tabii belli bir çizginin gelişimi de oldu, bu iyiye doğru mu, kötüye doğru mu oldu, bir şey söyleyemem.