23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

R PAZAR 7 3/5/07 14:04 Page 1 PAZAR EKİ 7 CMYK 6 MAYIS 2007 / SAYI 1102 7 “Beynelmilel”, bir ilk film olmasına rağmen yönetmeni Sırrı Süreyya Önder’e, hem en iyi film, hem en iyi senaryo ödüllerini taşıdı. Kendisi de 12 Eylül darbesinin şiddetini yaşayan Önder, filmdeki ironinin kaynağını yaşadıklarında ve okuduğu Aziz Nesin romanlarında buluyor. Sonraki filminin konusu da hazır; yoksulları ve yoksulluğu anlatacak. Yoksulluğundan utananları utancından kurtaracak film, yoksulluğun nedenini tembellikte arayanlara da bir cevap olacak! “Beynelmilel” filminden bir kare... 12 Eylül’ün filmini çekti, sıra yoksullarda.... Berat Günçıkan 1. Sayfanın devamı Yılmaz Güney’in ilk izlediğiniz filmi hangisiydi, kaç yaşındaydınız? Film, Seyit Han’dı, ben de ya ilkokul beşinci sınıftaydım, ya da orta bir. O zamanlar üç film birden kuşağı vardı, pazar günü evden kaçar, sinemaya giderdik. Yazlık sinemalarda ya damdan izlerdik filmi, ya da gündüz sandalye taşırdık. Film başlayacağı saatte herkes girer oturur, biz kapıda beklerdik, sonra da en çok sandalye taşıyandan en az taşıyana sırayla içeri alınırdık. Küçük yaştan sinema emekçisi olduğumu söyleyebilirim yani… Filme de yansıyan ironinin kaynaklarından biri bu olmalı. İroni tüm bir hayatımın damıtılması galiba. Ben cezaevinde de öyle kanlı kasavetli bir adam değildim. Asker denetiminin altında, iki ranza arasında “Şahları da Vururlar”ı sahneledim. Koğuştaki insan hallerine dair parodiler yazardım. O zamandan bir damar varmış demek ki. Yazılı notları yok tabii ki, yasaktı, yaptığımız, epikten daha fazla epikti. Bunlar ilk belirtiler, ama Beynelmilel’e kadar bir hayli yol almış olmalısınız, senaryo yazmaya, sinema yapmaya ne zaman akıl düşürdünüz? Cezaevinden çıktıktan sonraki ilk iki üç sene ağır yoksullukla geçti, cebimde sinemaya gidecek param yoktu. Adıyaman’a döndüm, ama sürekli polis gözetimindeydim. Damgalı eşek gibiydim, kentte ne olursa olsun, bizi gözaltına alıyorlardı. Devlet erkânı geleceği zaman, iki üç gün önceden biz sabıkalıları topluyorlardı. Semra Özal, Türk Kadınını Güçlendirme Vakfı adına bir çocuk sağlığı merkezi açmaya geldi, yine gözaltına alındım. “Benden Semra Özal’a ne zarar gelecek? Daha bu memlekette durmam” dedim ve çıktım, İstanbul’a geldim. Bir elektronik firmasına kamyon şoförü olarak girdim. Sonra aynı alanda kendim iş kurdum, iflas ettim, Ukrayna, Kazakistan, Bulgaristan’da inşaatlarda çalıştım. Kanal Türk’ün binasının inşaatında çalışırken bir ilan gördüm… Ve hayatınızın akışı değişti… Evet, ilanda senaryo yazmak ister misiniz, diyordu. Geldim, Barış Pirhasan’a öğrenci oldum, o da sinema adına tüm bildiklerini cömertçe paylaştı. Hocam ve ustamdır. Muharrem Gülmez’le yolunuz nerede kesişti? Senaryoyu yazınca derdimi yeterince anlatamadım, senaristliği öğrendim, yönetmenliği de öğrenmeliyim gibi bir kaygı oluştu bende. Avustralya’ya işçi olarak göçmüş, reji grubunda ve prodüksiyonda çalışmış, şöhreti en iyi birinci asistan olan Muharrem’i önerdi bir arkadaşım. Senaryoyu gönderdik, heyecanlanmış, geldi… Aynı yollardan mı geçmişsiniz, birbirinizden habersiz? Hayır, Muharrem liberal bir çocuktur, ayrı yerlerden bakarız hayata. Bir filme bir komünist yeter dedim, ve birlikte çalışmaya başladık. Filmin reji açısından neredeyse kusursuza yakın halini ya da bariz hataların olmamasını Muharrem’im deneyimine borçluyuz. Sizden önce çekilmiş 12 Eylül filmlerini seyrettiniz mi? Hepsini seyrettim. YOKSULLUĞUN FİLMİNİ YAPACAĞIM Bundan sonraki filmde ne olacak? Yoksulluk hikayeleri anlatacağım. Müslüm Gürses biyografisi üzerinde çalışıyorum, alt metin de yoksulluk olacak, yani “Yakarsa dünyayı garipler yakar”… Asıl derdiniz Müslüm Gürses’i mi yoksulluk mu? İkisini de. Yoksullar uzun süredir sanatın konusu dışındalar, sizce neden? Aşağılık kompleksi. Topluma yoksul değilmişiz gibi yaşama kültürü enjekte ettiler ve ülke yoksulluğundan utanır oldu. Küreselleşme denilen iblisin yarattığı bir travma bu. Hadi bizler bunun etkisinden kendimizi koruyabildiğimiz kadar koruduk, ama yeni jenerasyon bununla tam malül durumda ve bir tek kendileri bunun suçlusu değil. Bu yüzden yoksulluğu hatırlatmak gerekiyor. Yoksulluk içermeyen hiçbir dilin bu ülkenin geleceğine dair bir cümle kurabilmesi mümkün değil. 12 Eylül öncesinde yoksullukta eşitlik gibi bir durumumuz var mıydı sizce? Vardı tabii… Kapitalist sistemin en büyük endikasyonu insanlara geçinebilmek için gerekli olan zaman dilimini giderek çoğaltması. Sizin eskiden bir başkasının derdine ayırabileceğiniz zamanınız vardı. Sistem önce insanların elinden bu zamanı aldı. Artık kendinize tahsis ettiğiniz zamanın tümü geçiminize yetmiyor ve bir başkası için seferber olamıyorsunuz. Seferber olmak için ne gerekiyor peki? Tek bir yolu var, siyaset. Sizin siyaseten bir önermeniz varsa ve zamanı buna kanalize ediyorsanız tüm ülkenin yoksulları için bir şeyler yapıyorsunuz demektir, kendi yoksulluğunuz için de... Türkiye’de siyasal bir kanal görüyor musunuz? Hayır, ama iktidar alternatifi her zaman, Latin Amerika deneyiminde olduğu gibi, yoksulların dilini ve derdini anlatan partiler. Sosyal demokrat bir parti yoksullarla daha güçlü bir ilişki kurmak durumunda, siz, bir işçinin aday olabilmesi için emekli ikramiyesi kadar para yatırması gereken bir sosyal demokrat parti düşünebiliyor musunuz? Sosyalist argümanları siz kullanmıyorsanız başkası sizin yerinize kullanır. Türkiye’nin Latin Amerika’daki gibi bir isyan kültürü yok, yoksulların “öteki”si zenginler olmuyor, ya bir Ermeni’yi, ya bir Kürt’ü ya da eşcinseli öfkesine hedef seçiyor… Çünkü yoksullara bunun utanılacak bir şey olmadığı, bunun tembellikle, çalışkanlıkla ilgisi bulunmadığı, bunun bir sistem sorunu olduğu anlatılmadı. Bu anlatılmalı. Toplumun geri kalanının da şu çizgiye gelmesi gerekiyor: En yoksulun kadar zenginsin. Yoksullar ayağa kalktığı zaman hiç kimse cam plazalarda rahat oturamayacak. Bu ülke oraya doğru gidiyor, onların bizden daha çok telaş etmeleri lazım, çünkü kaybedecekleri çok şeyleri var... 12 EYLÜL FİLMLERİNİ ELEŞTİRMEM... En çok hangisi etkiledi sizi? Tümü. Hangi ülkenin tarihinde yüz binlerce insan gözaltına alınıp istisnasız hepsi eza cefa görürse, yüzlerce insanın faili meçhulse, cezaevinde, işkencede öldürülürse, idam edilirse bunun binlerce kitabı yazılır, yüzlerce filmi çekilir ya da çekilmesi lazım. Üzerinden çeyrek yüzyıl geçmiş, ama bizde bu konudaki üretimler hâlâ çok sınırlı. Bunlar belli bir sayıya ulaşana kadar hiçbir üretimi eleştirmeyeceğim. O filmi ortaya çıkarabilmenin güçlüklerini bizzat yaşadım, yapımcılara dert anlatmak, paranoyalarla uğraşmak, buna şu kızar mı, buradan başımıza şu iş gelir mi, burayı yeni nesil anlar mı gibi dertlerle boğuşmak… Kaç filmden sonra eleştirmeye başlayacaksınız? 50. 12 Eylül kuşağının göstereceği tepkiden, filmde kendi tarihlerini bulup bulamayacaklarından tedirgin oldunuz mu? Ben onlardan birisiyim, neden tedirgin olayım? Geceler boyu uykum kaçtı, mesela Erdal Eren’le ilgili bir sahne vardı, ola ki bir kişi bile bundan incinir, zorlama bir yorum yapabilir, diye o sahneyi kullanmadım. Yaptığınız işi kendi namusunuz gibi görüyorsanız kaygılanmaya gerek yok. Kaldı ki ilk ödülü, faşizme karşı sanatla direnenler diye, 78’liler Vakfı verdi. Gençler, beğendiler mi filminizi, sizi anladılar mı? Hiçbir zaman genç nesil bunu anlamayacak diye düşünmedim, ben onların ebeveynlerinden umudu kesmiştim. Çocuklarına kendilerini anlatmadılar, sakladılar, onları politikadan uzak tuttular, sonra da kalkıp yeni jenerasyondan, gençlikten şikayet ettiler… Ne hakla! Benim 16 yaşındaki kızım yakın dönem siyasi tarihi neredeyse benim kadar iyi biliyor, o genç değil mi? Haziran’da MoskovaFestivali’ne gidiyorsunuz, sonunda 70’li yıllarda söylenen oldu, komünistler Moskova’da… Bu söylem yeni dönemle tersine döndü biliyorsunuz, kapitalistler Moskova’ya akın etmeye başladılar, biz gene perişan, ortalıkta kaldık… Fotoğraf: Vedat Arık Sırrı Süreyya Önder Adıyamanlı. Doğum tarihi 1962. Kütüphaneli bir eve doğan ender çocuklardan… Önce berberlik, sonra da arzuhalcilik yapan babası ile köy enstitüsü kökenli öğretmen amcaları kentin üç beş komünistinden biriydi. Dahası babası TİP Adıyaman il başkanıydı. Evle cezaevi arasında sıkı bir köprü kurulmuştu ve ileriki yıllarda o köprüden o da geçecekti. İlkokula başladığı gün babası tutuklandı, hapisten çıktığında hastaydı, sirozdan yatağa düştü. Aynı yıl kız kardeşi doğdu, adını, babasına geçmiş olsun ziyaretine gelen TİP Genel Sekreteri Nihat Sargın koydu: Behice. 35 yaşında ölen babasının yerine ailenin geçimini Sırrı üzerine aldı, ikisi kız, üç kardeşine bakabilmek için ne iş bulursa çalıştı. İşten arta kalan zamanlarda kütüphanede ne kadar kitap varsa okudu. İlk Dostoyevski romanını bitirdiğinde ortaokuldaydı, lisede tekrar okudu, üniversitede aynı roman elindeydi, ta ki, tamam, anladım artık diyene kadar. Fakir Baykurt, Mahmut Makal, Aziz Nesin… En çok Nesin’den etkilendi. “Bir Sürgünün Anıları”nı bitirdiğinde donup kaldı. Yaşanmış bir hikayeydi bu, insanın içindeki kötülüğü ortaya çıkarırkenki edebi ustalıktı onu şaşırtan, bir de ironi... Cezaevine ilk düştüğünde lise öğrencisiydi, Kahramanmaraş katliamının yıldönümünde düzenlenen protesto gösterisinde tutuklandı. Ailenin politik rotasının dışına çıkmış, THKPC’ye sempati duymuştu. Her seferinde düşünceleri yetersiz kalıp yeniliyordu, ama yine de amcalarıyla politik tartışmalara girmekten kaçınmıyordu, küçük amcasının “goşist yeğeni”ydi. Üniversitede okumak istiyordu, ama nerede? Devam zorunluluğu bulunmayan bir okul olmalıydı ki, hem çalışabilsin hem de üniversitede kalabilsin. Tek bir tercih yaptı, Ankara Siyasal. Kazandı. 12 Eylül darbesi yapıldığında ikinci sınıftaydı. Tutuklandı. 115 gün DAL’da kaldı, girdiğinde kıştı, çıktığında bahar. 12 yıl hapis cezası aldı, beş yıl yatıp çıktı. En çok renkli televizyona ve bir kulübeden jetonla şehirlerarası telefon görüşmesi yapabilmeye şaşırdı. Kütüphane mi? Çoğunu ev aramalarında polisler talan etti, geriye kalanı belki de annesi yaktı, ama o hiç sormadı! Kendisi yerine çalışıp evi geçindiren kardeşi Ali’ye vefa borcunu, filmindeki berber rolünü ona vererek ödedi. Filmin düğün sahnesinde “Düğünümüzde oynamayan ölümüzde ağlamasın” diyen kardeşi Behice, gelin ise kızı Ceren… SIRRI SÜREYYA ÖNDER
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear