01 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

R PAZAR 9 10/5/07 15:44 Page 1 PAZAR EKİ 9 CMYK 13 MAYIS 2007 / SAYI 1103 9 PAZAR SÖYLEŞİLERİ Şimdi İzmir’de olmak... Ataol Behramoğlu Benim için İzmir, Necati Cumalı’nın “İthaf” adlı şiirindeki unutulmaz dizelerdir: “Küçüğüm, sen şimdi on sekizindesin Güzelliğin gün günden dillere destan Hatırımda her biri seninle canlanan İzmir’in günlerinde gecelerindesin” Nahit Ulvi Akgün’ün az ve öz şiirlerinde İzmir’in imbatının yumuşak seslenişi duyumsanır: “Bir şey var aramızda Onu buldukça kaybediyoruz isteyerek Fakat ne kadar saklasak nafile Bir şey var aramızda, Senin gözlerinde ışıldıyor Benim dilimin ucunda” Benim için İzmir, “İzmir’in İçinde Amerikan Neferi”yle Şükran Kurdakul’dur: “İzmir’in içinde Amerikan neferi Yiğit olan yerinde duramaz şimdi…” Ölümsüz dizeleriyle Attilâ İlhan’dır: “alsancak garına devrildiler gece garın saati bela çiçeği hiçbir şeyin farkında değildiler kalleş bir titreme aldı erkeği elleri yırtılmıştı kelepçeliydiler çantasını karısı taşıyordu” İki dizi arası korkular... Volkan Aran ankalar Birliği’nin desteklediği “Çok Yaşa Bebek” kampanyasının tanıtımı nedeniyle Mardin’deyiz. Midyat’a geçiyoruz, programda Devlet Konukevi’ni ziyaret de var. Haşmetli ahşap kapısında bekleşiyoruz. İçeride Sıla dizisinin çekimleri sürüyormuş. Mardin’in, Midyat’ın, Hasankeyf’in gümüşçüleri, kuyumcuları Sıla tokasından geçilmiyor, en çok satılanı güvercin figürlü olanı. Güvercin, Mardin’in ünlü taklacı güvercini. Etrafımızı çocuklar sarıyor, bir kız çocuğu utangaç utangaç yanıma sokuluyor, ne dediğini duymuyor, eğiliyorum. “Senin gözlerin ne kadar güzel abi” diyor, “Sağ ol güzelim, senin de” diyorum. “Sen bekâr mısın abi” diye soruyor bu kez, yanıtlıyorum “Evet bekârım”. Konukevine giremeyeceğimiz anlaşılınca ilerliyoruz taş duvarların gölgelediği dar sokakta. Küçük kız hâlâ yanımda. İsmi Esra. İlkokul ikiye gidiyormuş. Liseye kadar okuyacak mısın Esra? Babam bilir, ablam ilkokulu bitirince aldı “Kara Duvak” dizisinden... okuldan… Kese satıyor Esra, diğer çocuklar gibi. Bana özendiğini düşünüp, “Okursan” Midyat’ta bir otelin etrafını çeviren elleri meşaleli diyorum “sen de bizim oralara üniversiteye kalabalık bağırıyor: “Mühendisi bize verin”. Otelde gelirsin belki”. “Sen üniversiteye gittin mi” diye soruyor. “Evet” diyorum, “Ben mühendis var, ama o artık gazeteci. Yine de hem o, mühendisim aslında. Şimdi de gazetecilik yapıyorum. Sen de öğretmen olursun belki, hem de bir sosyal kampanya için otelde bulunan diğer ister misin?” Utangaç utangaç sallanıyor yine. konuklar tedirgin oluyor. Kalabalık oteli aramaya Evden çok uzaklaştığını düşünüyorum, annesinden izin aldığını söylüyor. Yemek için niyetleniyor, tedirginlik artıyor… Sonuç, bunca korku, bir lokantaya giriyoruz, yollarımız ayrılırken bir lira istiyor. Oysa biraz önce vermiştim, bunca celallenme bir dizi çekiminden ibaret… B bu kez cebimden istediğinin yarısı çıkıyor. Vedalaşırken, eğilip öpüyorum yanağından, yanındaki 1011 yaşlarındaki çocuk bize bakıyor. Onun da başını okşuyorum. O sırada polis arabası yaklaşıyor, hızla koşmaya başlıyorlar. Polisten mi yoksa ben öptüm diye utancından mı öyle hızlı koşuyor Esra, bilemiyorum. Gece Matiat Oteli’nde konaklıyoruz. Odama çıkıp televizyonu açıyorum, Genelkurmay’ın muhtırası son dakika haberi olarak düşüyor ekrana. Bir yandan bildirinin sert ifadelerini not alıyorum, bir yandan da yanlış anlamış olabileceğimi düşünüyorum. Mardin’e gelmeden önce tansiyon böyle değildi… Tam o sırada dışarıdan bir gürültü yükseliyor. Pencereyi biraz aralayıp, bakıyorum, ellerinde meşalelerle 5060 kişi otelin önünde birikmiş, ön sıralarda poşulu, sakallı bir grup var, “Mühendisi isteriz, vermezseniz yakarız bu oteli” diye bağırıyorlar. Bazıları meşaleleri yerlere sürtüyor, tehdit edercesine. “Mühendisin burada olduğunu biliyoruz” diyorlar, “verin bize onu. Irz düşmanı mühendisi verin”. Bu gece geçmişin kâbusları sanki burada toplanmış. Hesaplaşamadığımız bir geçmiş hortlak gibi çıkıvermiş sanki karşımıza, ama benim derdim başka. Gündüz yanağından öptüğüm kız geliyor aklıma. Mühendis olduğumu Midyat’ta bir ona söyledim. Şu şıhlardan birisinin kızı olabilir mi? Masum bir öpücük kötü anlamlara çekilir mi? Acaba otelde başka bir mühendis mi var? O sırada otelden çıkan biri “Mühendis burada değil” diye bağırıyor kalabalığa. İkna edemiyor. Kalabalık gemi azıya alıyor, ön sıradakiler otelin merdivenlerine çıkmaya başlıyor. Otelin önündeki adam görmüyorum ama sesini duyuyorum “Aranızdan üç kişi seçin, yalnızca onlar girsin otele ve odaları arasın” diyor. Bu ne korkaklık, bu ne sorumsuzluk, diye kızıyorum içimden, müşterilerin canı böyle peşkeş çekilebilir mi? Gerçekten korkmaya başladığım o an, kalabalığa doğru daha otoriter bir ses bağırıyor. “Tamam, stop. Herkes kostümlerini iade etsin!” Gerilimin sonlarına doğru benim odaya gelen Referans gazetesi muhabiri Sevda Yüzbaşıoğlu ile birbirimize bakıyoruz. Gülemiyoruz. Sinirle çekim ekibini bulmaya iniyoruz lobiye, “İnsan haber vermez mi, herkesi korkuttunuz” diyoruz. Dizilerinin gerçek sanılmasından duydukları coşkuyla biraz böbürlenerek ve bıyık altından gülümseyerek konuşuyorlar. Gece yarısı otel basma sahnesini otelde kalanlara duyurmadan çekmekte ise hâlâ hiçbir sakınca görmüyorlar. Topu topu 56 dakikalık bir episodmuş, sahnelenen bunca oyunun arasında çok muymuş? Sabah olunca ekipteki herkes hem Genelkurmay bildirisini, hem de kızgın kalabalığın otel yakma girişimini tartışıyor. Otelin arka cephesine bakan odalarda kalanlar, çift camlı sağır pencerelerinin arkasında olaylardan habersiz uyumuşlar, ama ön taraftaki odalarda da ben perdenin arkasına gizlendiğim sıralarda benzer korkular yaşanmış. Milliyet ekonomi muhabiri Kadife Şahin, Genelkurmay bildirisini “Televizyonu açın çok ilginç şeyler oluyor” diyerek Bankalar Birliği Genel Sekreteri Ekrem Keskin’e haber verince, Ekrem Bey televizyona davranacak olmuş, ama o sırada dışarıdaki gürültüyü ve benim odamdan görünmeyen kameraları görünce canlı yayında otele bağlanıldığını ve dışarıda tatsız birtakım olaylar olduğunu sanmış. Resepsiyonu aramış ama sürekli bir meşgul sesi almış. Hayal gücü daha yüksek olanlar ise olayın ekipteki doktorların verdiği sabahki eğitimle ilgili (çok sayıda kadının katıldığı “çocukları kazalardan koruma eğitimi”) bir yanlış anlamadan kaynaklandığını düşünmüşler. Dizinin adı mı? “Kara Duvak”mış. Dokunmak... Aylin Kotil araretle tartışıyorlardı. Dört kadındılar, sohbet onları bir yerde erkeklerin analizini yapmaya itti. Sonra içlerinden biri ilginç bir soru sordu: “Sen erkek olsaydın nasıl bir kadınla olmak isterdin?” Hepsinin verdiği cevap üç aşağı beş yukarı aynıydı. Kadınlar erkek olsaydı onlar da geyşa ruhlu kadınlarla olmak isterlerdi. Sivri olmayan, doğru bildiğini her yerde her zaman söylemeyen, çok da ayaklarının üzerinde duramayan, erkeğinin arkasından sürekli toparlayan, onun eksiklerini yüzüne söylemektense örtbas eden, hiçbir koşulda sorun çıkarmayan ve en önemlisi sığınarak ona erkek olduğunu hissettiren… Kendi yaşamlarında bu tabloyu çizmedikleri halde, erkek olsalardı böyle kadınlardan hoşlanacaklarını söylediler tek tek. İçlerinden biri erkeklerde olması gereken en önemli unsurun dokunsallık olduğunu söyledi. “Dokunmalı bana” dedi, “Hatta dokunmayı bilmeli, arkasından illa da devamı gelmeden dokunmalı. Mesela yanağımı okşamalı ya da saçımı sevmeli”. Peki dedi diğeri, “Acaba biz güçlü kuvvetli durduğumuz için mi dokunmuyorlar yoksa onlar dokunmayı mı bilmiyorlar?” Buna çok farklı cevaplar verilebilir. Ama bundan önce “Ne arıyorum?”, “Peki ne kadarını buldum?” sorularının cevabı daha da önemli. Erkeklerden yakınan kadınlara baktım: Dördü de kolay kadınlar yani kafasına vur, al lokmayı dediğimiz türden değillerdi. Bir tanesi kızını da öyle yetiştiriyordu, kendi gibi. On altı yaşındaydı ancak son derece kendini yetiştirmiş bir genç kızdı. Annesi kendine uyguladığı değer yargılarını kızına da uyguluyordu. Kızının birlikte olmak istediği erkeği donanımlı bulmadığı için istemiyordu. “Beslensin istiyorum ilişkisinden. İlişkisi ona bir şeyler katsın” dedi. Oysa doğruyu bulmak için yanlışları ezberlemek gerekiyor hayatta. Cam fanusun içinde teorik olarak bilinenlerle hayat göğüslenemiyor. Sonra öbür arkadaşı sordu: “Peki kızına böyle yapıyorsun, acaba oğlun sence nasıl kadınlardan hoşlanacak?” Vurucu bir soruydu. Kızlarımıza daha mı çok özeniyoruz büyütürken? İncinir kırılır hata yapmasın, diye daha mı çok çırpınıyoruz? Böyle sohbetlerin sonu gelmiyor şüphesiz. Ancak erkeklerin geyşa ruhlu kadınlardan hoşlandığı kesin. Kadınların ise tek derdi onlara ne zaman, nerede ve nasıl dokunacağını bilen erkeklerin hayatlarında olması. Belki de birçoğuna büyürken babalarının yaptığı gibi. Ya da belki de sadece hayal ettikleri gibi. İyi pazarlar. [email protected] H Bir şiirler sağanağıdır İzmir. Kordonboyu’nu aydınlatan güneştir. İşgalciye ilk kurşunu atan Hasan Tahsin’dir. Osmanlı’nın son demlerinde ilk işçi sınıfı hareketlerinin doğup yükseldiği, reji işletmesi işçilerinden 1960’ların Türkiye İşçi Partisi’ne uzanan emekçi savaşımlarının beşiği, “grev” sözcüğünün ilk kez telaffuz edildiği bir kentimizdir İzmir… Ege’ye, Ege’den Akdeniz’e, oradan bütün dünyaya açılan, yirmili yaşlarımın serüvenci ruhunun kentidir İzmir... Tütün ve incir kokusu, renk, ışık, güneş, deniz ve mavilikler kentidir... Şiirlerimde adı geçmiyor olsa da, izleri doğru sürüldüğünde onlarda İzmir’le karşılaşmamak olanaksızdır... Kardeşim Hikmet Çetinkaya’dır. Cumhuriyet Ege Bürosu’nun bütün yöneticileri ve çalışanlarıdır. Çok sevdiği Urla iskelesi yakınlarında sonsuz uykusunda Mustafa Yalçın’dır. “Küçük kardeşim” Tuğrul (Keskin) ve hepsini tek tek, ayrı ayrı sevdiğim, Can Yücel Sokağı’nda, Gazi Kadınlar’da oturup söyleştiğimiz İzmirli şair, yazar arkadaşlarımdır... Bugün 13 Mayıs 2007, günlerden pazar... Tandoğan’dan, Çağlayan’dan, Adana’dan, Çanakkale’den, Manisa’dan sonra İzmir’deyiz şimdi... İzmir’deki şölenin bir özelliği de, karanlığa karşı birlikteliğimizin dosta düşmana buradan ilan edilmekte oluşudur... Yine bu sütunda yayımlanan yazılarımdan birinde “İzmir şiire yakışıyor” demiş ve eklemiştim: “şiirin de İzmir’e yakıştığı gibi...” Şimdi bir şey daha eklemek istiyorum: Emekten, barıştan, yaşamdan yana güç birliğimizin ilanı da en çok İzmir’e yakışıyor... Barış ve şiir kenti İzmir’e... Şimdi İzmir’de olmak, bütün bir yaşam boyu tadılabilecek mutlulukların en büyüklerindendir... [email protected]
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear